@hamish
|
Bölüm XXI: Düşmanlık sarmalı "Orada bir yerde benim bildiğim sen var." . . . Günler, dört duvar arasında geçiyordu, ama bu dört gün benim için kabus dolu geçmişti. İris çiçekleri, ölümü temsil ederken, Hazar'ın gönderdiği her çiçek beni daha da derinlere sürüklüyordu. Her sabah uyandığımda, yeni bir İris çiçeği bekliyordum. Bu çiçekler, Hazar'ın tehditlerini, oyunlarını hatırlatıyordu. Gece, Hazar'ın gönderdiği bu çiçeklerin kokusuyla sarhoş olmuş gibiydim, ama bu sarhoşluk içimde bir öfke fırtınasını da beraberinde getiriyordu. O dört gün boyunca, gökyüzü kararmıştı. Güneş, umutsuzluk ve endişeyle birleşmiş, içimde birikmiş karanlığı daha da güçlendirmişti. Güneş, Mardin'in taş sokaklarını aydınlatırken, kahvaltı masası aile sıcaklığıyla doluydu. Taze ekmek kokuları ve renkli peynir çeşitleri, sabahın huzurunu getiriyordu. Masada otururken, neşeli bir kahvaltının keyfini sürüyormuş gibi görünüyorduk. Ancak gözlerim, Kadir ile Armağan arasında geçen anlamsız bakışlara takıldı. Kadir'in gözleri, Armağan'a karşı bir özenle parlıyordu, Armağan ise gülümsüyordu. Bu an, masadaki huzurun altında garip bir çekim yaratıyordu. Her şey yolunda gibi görünse de, içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. "Kadir, dün gece ne güzel bir yemek yapmışsın. Ellerine sağlık." Çayından bir yudum alıp tabağına yerleştirdi. "Teşekkür ederim, Armağan. Sen de ne güzel yardım ettin bana." Kadir kibar ve gülümsüyordu. "Birbirimize daha fazla tahammül edebiliyorsunuz. Belki de birlikte geçireceğiniz güzel anlar olabilir." Kadir tam kitabın ortasından söze girmişti. Bu kısa ateşkes anında, Armağan'la göz teması kurduk. Bir an için, kardeş olmanın getirdiği bağın gücünü hatırladık. Belki de bu kısa ara, aramızdaki anlaşmazlıkları bir kenara koymak ve birbirimize bir şans daha vermek için önemliydi. Yine de ikimiz de konuşmadık. Kapının çalınmasıyla vaktin geldiğini hepimiz anlamıştık. İris çiçeği, sadece güzel bir çiçek değil, aynı zamanda benimle birlikte yaşayan gizemli bir hikayenin bir parçasıydı. Belki de cevaplar, bu mor güzellikte gizliydi ve ben, her sabah kapımın önünde duran iris çiçeğinin anlattığı öyküyü çözmeye çalışıyordum. Ve sonra, askeriyeden çağrı aldım. Apar topar askeriyeye giderken, kız kardeşimi en güvendiğim insana; Kadir'e emanet ettim. Mardin kalesinin sadece askeri bölgeyle sınırlı olan kısma baktım. Bölgeye adım attığımda, askeriyenin kahverengi koridorları, kararlılık ve hüzün arasında gidip geliyordum. Özel bir odaya alındım. Özel odanın duvarları kahve tonlarındaydı ve soğuk metal masanın üzerinde dosyalar düzenli bir şekilde sıralanmıştı. Görevin ciddiyetini yansıtan resmi belgeler, odanın atmosferini ağırlaştırıyordu. Tek bir lamba, masanın üstündeki belgeleri aydınlatıyordu, geri kalan odada loş bir ışık bırakarak gizemli bir hava yaratıyordu. Subayın sıkı ifadesi, odanın soğukluğunu daha da vurguluyordu. Görevin ciddiyeti, duvarlardaki sessizliği boğuyordu. Her adımım, eski zeminin altındaki gizli gerilimi artırıyordu. Masanın diğer tarafında duran subayın bakışları, iç dünyama inmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu. Konuşma başladığında, oda sanki daha da soğudu. Cümleler, havada asılı kalmış bir gizemi temsil ediyordu. "Berat, durumu biliyorsun. Hazar artık muhbir değil, düşman. Senin yeni görevin, onu sağ bir şekilde yakalamak ve bize teslim etmek." Görevin ağırlığı, omuzlarımda bir ton ağırlığında hissediliyordu. Hazar, bir zamanlar güvendiğim, yakın olduğum biri olmuştu, ama şimdi düşman hattına geçmişti. Bu gerçek, içimde çatlamalara neden olmuştu. "Anladım, efendim. Hazar'ı sağ yakalayacağım." Konuşmamın ardından odanın atmosferi daha da gerilmiş gibiydi. Soğuk ışık altında, subayın gözleri, içimdeki karmaşık duyguları anlamaya çalışıyormuş gibi bakıyordu. Görevin zorluğuyla birlikte, Hazar'la olan geçmişimizden gelen yük, içimdeki çatlakların derinleşmesine sebep oluyordu. Gece, yeni bir görevin ağırlığıyla daha da kararmıştı, ama içimdeki kararlılık, bu karanlık gecede rehber olacaktı. Mardin'in antik sokakları, yılların hikayelerini taşıyan taşlarıyla ıslanmıştı. Yağmur, nadir bir misafir gibi gelmiş, o eski şehrin tarihine dokunarak düşüyordu. Ceketimin kumaşı, hafif nem içindeydi ve yağmur damlaları, sokak lambalarının altında dans ederken, ben de görevin ağırlığı altında adımlarımı atıyordum. Gökyüzü, yağmurla birlikte gelen tarih kokularını sokaklara yayıyordu. Her damla, geçmişin tozunu silip görevimin gerçekliğini yüzüme çarpıyordu. Dışarı çıktığım anda, yağmurun hafif melodisi, Mardin'in antik duvarları arasında yankılanıyordu. Görevimin zorluğu, yağmurun ritmiyle birleşmiş gibiydi. Her damla, Hazar'ın gizemli gölgesini çağrıştırıyor, sokaklar da bu gölgeyle dans ediyordu. Yağmur, beni temizlerken aynı zamanda içimdeki çatışmanın bir yansımasıydı. Mardin'in antik duvarları, bu gece, yağmurun özel dokunuşuyla daha da anlam kazanmıştı. Artık, hem tarihle hem de yağmurun esrarıyla sarmalanmış bir görevin içindeydim. Gökyüzü, ağlamaktan yorulmuş gibiydi, üzerime titreyen yağmurla yıkandım. Telefonun titreyen ışığı, çağrıyı cevaplamam gerektiğini söylüyordu. Telefonu açıp kulağıma götürdüm ve sonra, Kadir'in zayıf sesi kulaklarıma dolandı. "Berat... kaçırdı... kardeşini...Hazar..." Karanlık ve umutsuzluk içinde, ambulansın sirenleri ve Kadir'in zayıf sesi telefonda çarpıştı. "Kanaması var, acil müdahaleye ihtiyaç var, damar yolu açın" Kadir'in acı içinde direnişi ve kardeşimin kaçırılması arasında sıkışmıştım. Artık, ne kadar güçlü olursam olayım, sevdiklerimi korumak zorundaydım. Bu gece, karanlık ve acı içinde boğulmuştu, ama içimde bir alev vardı. Belki de en zorlu savaş, artık içimdeki bu alevle başlayacaktı. Göğsümdeki ağırlık, bir anlık bir sessizlikle boğuşurken arttı. İris çiçekleri, oyunun bir parçası olmaktan çıkmış, gerçek bir tehdide dönüşmüştü. Mardin'in sakin havasında ani bir değişiklik yaşanmıştı. Hızla arabayla hastaneye yönelirken içimdeki endişe giderek artıyordu. Kadir'in vurulduğu haberiyle dünya bir an durmuş gibiydi. Hastanenin acil servisine adım attığımda, hemen ameliyathane bilgisi almak için koştum. Kadir, ameliyata alınmıştı. Hastane koridorlarında koşarken, acil servis görevlileriyle karşılaştım. Kadir'in durumu hakkında bilgi istedim. Her an, Kadir'in hayatı için mücadele ediyorlardı. "Dayan Kadir, dayan kardeşim. Seni kaybedemem." fısıldadım. Bu sırada, kardeşimi kaçıran Hazar'ın izini sürmek için diğer korumalara emir verdim. Ancak tam o sırada telefonum çaldı, ekranda Hazar'ın görüntüsü belirdi. "Baha, benimle konuşmak istiyorsun biliyorum. Ama önce şunu görmelisin." Sinsi bir gülümseme yüzünde yayıldı. Ekranın diğer tarafında, Armağan'ın İngiliz askeri formalı biri tarafından ağzı kapatılarak sabitlenmiş bir şekilde durduğunu gördüm. Hazar'ın elinde İngiliz tabancası vardı. Endişe ve öfke içinde Hazar'ın yüzüne baktım. "Seni bulacağım Hazar, ve yaptıklarının bedeli ödeyeceksin." Sesim hastane koridorunda yankılandı. Hazar'ın yüzü ekranda belirip Armağan'ı kontrol altında tuttuğunda, içimde karışık duygular birbirine geçmişti. Gözlerimdeki endişe ve öfke, Hazar'ın sinsi gülümsemesi karşısında bir araya geliyordu. "Küçük enişte için üzgünüm, her zaman beni eğlendirdi yazık oldu." Sesinde anlamadığım bir tını vardı. "Sana öldüğünü düşündürten nedir Hazar?" Dedim ve ekledim. "Hazar, bu oyunu bitirmenin vakti geldi. Armağan'ı bırak ve istediğini al." "Önce şartlarımı dinle Baha. Eski Mardin'de, yalnız başımıza. Aksi takdirde, bu güzel kız kardeşin burada benim misafirim olacak. Yanında ne getirmen gerektiğini biliyorsun." Görüntüdeki Armağan'ın gözlerindeki korkuyu görmek, Hazar'ın üstünlüğünü daha da güçlendirmişti. Hazar, her kelimesiyle adeta bir satranç oyunu oynuyor, beni kendi tuzağında sıkıştırıyordu. |
0% |