@hamish
|
Bölüm XXXV: Kırılgan bağlar "Kalplerimiz birbirine mektuplar yazarken," . . . Omzumun dürtülmesiyle aniden gözlerimi açtım. Uykusuzluk ve karışık duygular arasında sersemlemiş haldeydim. Karşımda Ömer Faruk'un tanıdık yüzünü gördüm, gözleri endişeyle bana bakıyordu. Hazar'ın odasından çıkmış olsam da, kapısından fazla uzaklaşamamıştım. Koridorun loş ışıkları altında duvara yaslanmış, düşüncelerime dalmıştım. Ömer Faruk'un varlığı beni aniden gerçek dünyaya geri çekti. "Hey, burada ne yapıyorsun?" dedi, sesi alçak ve dikkatliydi. Gözlerindeki endişe ve merak karışımı, sanki derin bir soru sormak istiyormuş ama kelimeleri seçemiyormuş gibiydi. Bir an için konuşmadan onu süzdüm. Uyku mahmurluğundan yeni kurtulan gözlerimle, Hazar'ın odasının kapısına döndüm. Ömer Faruk'un bu saatte burada ne aradığı kafamı kurcalarken, dudaklarım aralandı. "Hazar'ın yanındaydım," dedim, sesim hala yorgunluktan kısık ve hüzünlüydü. "Baş ağrısı atağı geçirdi. Ona morfin verdim ve şimdi uyuyor." Ömer Faruk, söylediklerimi sessizce dinlerken gözlerindeki merak giderek derinleşti. Anlattıklarımı sindirmeye çalışıyordu. Bir an için ikimiz de sessiz kaldık, sadece koridorda yankılanan hafif nefes alışverişlerimiz duyuluyordu. Bana elini uzattı, tereddüt etmeden tutarak ayağa kalktım. "Sen peki?" dedim. "Poligondan ayrılırken iyi değildi, merak ettim." dedi. "Sen... neden buradasın peki?" diye sordu sonunda, kaşlarını hafifçe kaldırarak. "Burada beklemek zorunda değilsin." Cevap vermeden önce derin bir nefes aldım. İçimde birikmiş olan bütün duyguları ve düşünceleri kelimelere dökmek zordu. Hazar'ın odasının kapısına bir kez daha bakıp, sonra Ömer Faruk'a döndüm. "Onun iyi olduğunu bilmek istiyorum," dedim. Ömer Faruk başını anlayışla salladı, gözlerindeki endişe yerini hafif bir tebessüme bıraktı. "Senin gibi bir dostu olduğu için şanslı," dedi yavaşça. "Dostu..." Diye tekrarladım, dudaklarımın arasından çıkan bu kelime bana yabancı geldi. İçimde bir yerlerde, bu kelimenin yeterli olmadığını biliyordum. Hazar'a karşı hissettiklerim dostluktan fazlasıydı, ama bunu itiraf etmek bile korkutucuydu. Ömer Faruk bakışlarını üzerime dikti, yüzünde hafif bir merak vardı. "Evet, dostu. Onun yanında olup, ona destek olan biri." dedi, sanki kelimelerin arkasında daha derin bir anlam varmış gibi. "Ama sanki bu kelime sana yetmiyormuş gibi duruyorsun." Öğrenmek ister gibiydi. Gözlerimi kaçırdım, derin bir nefes aldım. İçimdeki karmaşayı ve kıskançlığı bastırmaya çalışıyordum. "Sadece... onun yanında olmak istiyorum," dedim, sesim alçak ve içtenlik doluydu. "Başka bir şey değil." Ömer Faruk bir an duraksadı, sonra omzuma hafifçe dokundu. "Anlıyorum," dedi. Başımı hafifçe salladım, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. İçimdeki duyguları dile getirmek bu kadar zor olmamalıydı, ama yine de sustum. Ardından alaycı bir gülümsemeyle ekledi, "Tabii, eğer cesaretin varsa." Başımı hafifçe salladım, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. İçimdeki duyguları dile getirmek bu kadar zor olmamalıydı, ama yine de sustum. Ömer Faruk'un nazikçe yönlendirmesiyle, Hazar'ın odasının kapısını arkamda bırakarak koridorun loş ışıkları altında yürümeye başladık. İçimde, onun yanında olmanın verdiği huzurla, karmaşık duygularım arasında bir denge bulmaya çalışıyordum. Ancak Ömer Faruk'un son sözleri aklımdan çıkmıyordu: "Tabii, eğer cesaretin varsa." *** Kum torbasına ne kadar yumruk attığımı bilmiyorum, ama ellerimin sızısından ve torbanın paramparça halinden, fazlasıyla olduğunu anlayabiliyordum. Her yumrukla, içimde birikmiş olan öfke ve kıskançlığı dışarı atmaya çalıştım. Her bir darbe, zihnimde dönüp duran Hazar ve Ömer Faruk'un konuşmasını biraz daha silmek içindi. Her darbe ölü bir adamla yarış halinde olduğum içindi. Her darbe Hazar'ı koruyamadığım içindi. Kum torbasının dikişleri patlamış, içindeki kumlar yerlere saçılmıştı. Nefesim kesik kesik çıkıyor, alnımdan süzülen ter damlaları yanaklarımdan aşağı süzülüyordu. Gözlerim öfkeyle kararmıştı. Parmak eklemlerimdeki acı, içimdeki fırtınayı bastırmaya yetmiyordu. Torbanın üzerindeki her iz, içimdeki kırılganlığın ve acının bir yansımasıydı. Yere saçılan kum taneleri, içimde parçalanmış hislerimin birer yansıması gibiydi. Yumruklarım yoruldukça, içimdeki yük hafifliyordu, ama aynı zamanda, her darbe bana Hazar'ın o anlarını hatırlatıyordu. Nihayet son bir yumrukla torbanın dikişlerini tamamen patlattım ve kum torbası büyük bir gürültüyle yere düştü. Derin bir nefes aldım, göğsümdeki ağrı ve hıçkırık arasında sıkışan bir nefes gibi. Elleri mi açtım, kanayan parmak eklemlerime baktım. Bu acı, içimdeki diğer acılardan daha gerçek ve elle tutulur bir acıydı. Ancak bu şekilde, Hazar'ın acısını ve kıskançlığı biraz olsun bastırabiliyordum. Üzerimdeki atletten kurtuldum. Kendimi yere bıraktım, boylu boyunca uzandım ve derin derin nefes alarak, içimdeki fırtınayı dindirmeye çalıştım. Üzerimdeki bakışı önemsemedim. Kaan'ın geldiğini görmesem de biliyordum. Adımlarının yankısı, kum torbasının parçalanmış kalıntılarının arasında ağır ağır ilerlerken duyuluyordu. Gözlerimden yaşlar akarken, ellerimin acısını ve kalbimdeki sızıyı düşünmemeye çalıştım. Yanıma yaklaştığında, varlığı bir gölge gibi üzerime düştü. Kaan'ın yüzündeki ifade, anlamaya çalışan bir dostun bakışlarıydı. Sessizce yanıma oturdu ve gözlerimin içine bakmadan konuştu. "Kafandaki tilkilerle savaşın bitti mi?" dedi, sesi yumuşak ama merak doluydu. Gözlerimi yere dikerek, yavaşça nefes aldım. Parmak eklemlerimdeki acı ve içimdeki kargaşa, Kaan'ın sorusunun ağırlığını hissetmemi sağlıyordu. Kaan'ın bakışları, üzerimde bir yük gibi dururken, ben içimdeki fırtınayı susturmak için çabalıyordum. Yavaşça başımı salladım, cevap veremeyecek kadar yorgun ve kırılgan hissediyordum. Kaan, bir şeyler söylemek için ağzını açtı ama sonra vazgeçti, sessizliği benimle paylaşarak, yanımda kalmayı tercih etti. Kaan'ın gözlerinde, beni anladığını görüyordum. Benim Hazar için verdiğim savaşı, o da Rex için veriyordu. Onunla ilgili ne geçiyordu bilmiyordum, ama gözlerindeki yoğunluk, Rex'e karşı hissettiklerinin derinliğini belli ediyordu. Kaan, yanıma gelip uzandı. Sözlere gerek yoktu; ikimizin de içindeki fırtınalar birbirine ayna tutuyordu. O an, Kaan'ın gözlerindeki gölgelerle, benim Hazar'a olan hislerim arasındaki benzerlikleri fark ettim. Hazar'la ilgili duygularımın içimde yarattığı karmaşayı, Kaan'ın Rex'e olan sessiz ama güçlü bağlılığında buluyordum. Ne Rex hakkında konuşuyordu, ne de duygularını itiraf ediyordu. Ama gözlerindeki anlatılmamış hikayeler, bana her şeyi açıklıyordu. "Anlatmak ister misin?" dedim, iyi bir dost olma çabasıyla. Kaan, bir an duraksadı, derin bir nefes aldı. Gözleri uzaklara, sanki geçmişin bir noktasına odaklandı. O anın ağırlığını hissettim; kelimelerle ifade edemediği bir savaşın izlerini taşıyordu. "Rex..." dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar hafifti. "O, benim için her şey." Sözleri titrek ama kararlıydı. Kaan'ın gözlerinde, Rex'e karşı beslediği derin sevgiyi ve koruma içgüdüsünü görebiliyordum. Bu bakış, bana Hazar'a olan hislerimi hatırlattı. Bizim savaşlarımız farklıydı ama aynı zamanda benzerdi; ikimiz de sevdiklerimiz için her şeyi yapmaya hazırdık. "Rex çok yaralı, çok," dedi Kaan, sesi hüzünle titriyordu. "Yaşadığı şeyler... Babasının ona yaptıkları... Nasıl kaldırmış o küçük bedeni, aklım almıyor. Daha önce tanışmalıydık. Korumalıydım onu." Sözleri, derin bir pişmanlık ve kederle doluydu. Kaan'ın gözlerinde beliren yaşlar, Rex'in çektiği acıların yansıması gibiydi. Onun koruma isteği, benim Hazar'a karşı hissettiklerimle o kadar benzerdi ki. Rex'in yaşadığı korkunç anıları ve Kaan'ın ona yardım etme konusundaki çaresizliğini tüm hücrelerimde hissediyordum. Kaan'ın içindeki bu acıyı hafifletmek istedim. Elimi omzuna koyarak, "Artık buradasın ve onu koruyabilirsin," dedim. "Geçmişi değiştiremezsin, ama geleceği inşa edebilirsin. Rex'in sana ihtiyacı var." "Rex, ona acıdığım için yanında olduğumu düşünüyor. Yardım etmeme izin vermiyor. Duvarları çok kalın." dedi. "Anlıyorum, Kaan. Bu gerçekten zor bir durum," dedim. "Rex'in kendi mücadelelerini yaşamasına izin vermek de bir şekilde ona yardım etmektir. Belki de şu anda ihtiyacı olan şey sadece anlayış ve sabırdır. Yanında ol ne olursa olsun. Onun zamanı geldiğinde sana açılacağına inanıyorum." Kaan, gözyaşlarını silerek bana baktı. İçinde bir yerlerde umut ışığı yanıyordu. "Haklısın," dedi, sesi biraz daha güçlü çıkıyordu. "Onu koruyacağım. Ne pahasına olursa olsun." Kaan'ın gülümsemesi, içindeki umudu ve kararlılığı yansıtıyordu. "Senin Hazar'ı koruyacağın gibi," dedi, sesinde biraz da minnet vardı. "Ne zaman konu bana gelecek, diyordum." Nefesimi dışarı verdim. Onun bu sözleri, benim içimde bir yerlerde fısıldayan endişeleri hareketlendirdi. "Benim durumum başka," dedim, içimden gelenleri dışa vurarak. "Ben Hazar'a zarar veriyorum." Kaan'ın yanımda durarak, sessizce onun yanında olduğumu hissettirdim. Sözlerin yetersiz kaldığı bu anlarda, "Sana hep destek olacağım," dedi. "Bunu bilmeni isterim." Kaan'a, minnettar bir bakışla döndüm. "Teşekkür ederim," dedim. "Gerçekten." Gelen ayak sesleriyle kapıya dikkat kesildik. Kapı açıldığında, içeri Hazar'ın girmesiyle birlikte odadaki sessizlik kırıldı. Gözlerimiz hemen ona döndü. Kaan telaşla ayağa kalktı, yüzünde bir telaş belirtisiyle "Yemeğimde ocak vardı.!" diye fısıldadı, neredeyse koşarcasına kapı kısmına yönelerek aceleyle Hazar'ın yanından geçerek odayı terk etti. Bende toparlanarak ayağa kalktım. Hazar'ın yüzündeki tebessüm beni süzmesiyle duraksadı. Yutkundu ve adım adım bana doğru yaklaştı. Gözlerinde arzu vardı, sanki bir şeyleri aşmak için içinde bir mücadele veriyordu. Hazar, "Dün gece..." dedi, sesi önceki gecekinden farklı değildi. "Neden konuşmama izin vermedin?" "Benim hatırlamamı istiyor musun?" diye sordum. O kafasını salladı, hafif bir belirsizlikle. "Sandığın gibi zayıf değilim, hatırlıyorum." dedi. "Morfin sadece baş ağrımı götürdü, hafızam gayet yerinde." Hazar, gözlerimin içine bakarak, "Konuşmama neden izin vermedin?" dedi. Ardından ekledi: "Tek neden Melih değil, değil mi?" Bu kadın içimi görüyordu ve beni her seferinde şaşırtıyordu. "Eğer sana aşık olursam, görev ve sen arasında bir tercih yapmam gerekirse..." Hazar'ın gözlerine bakarken, "Aynı durumdayız, görmüyor musun?" dedi. Kafamı hafifçe kaldırıp yutkundum, Hazar'ın yoğun bakışları ile karşılaştım. Yutkunurken, elmas kemiğime dokunan Hazar'la aramızda sessiz bir an oluştu. Sözlerim yarım kaldı, kalbim ise karmaşık duygularla dolup taşıyordu. Vücudumda karıncalanma hissi yayılıyordu. Üzerimdeki etkisine inanamıyordum. Kontrol etmekte zorlanıyordum. Bakışlarımız birbirimizi arzuyla delip geçiyordu. Parmak uçları tenimde gezinirken nefes alış verişim hızlandı. Elini tenimden ayırarak havada tuttum, titreyen bir sesle, "Yapma," dedim, içimdeki karmaşık duygularla mücadele ederken. Hazar'ın sinirli ses tonunu hissederek, "O zaman beni başkalarıyla uzaktan izlemekle kalacaksın, poligon odasında olduğu gibi," dediğini duydum. Sesi yüksek ve sertti, içinde bir çeşit hayal kırıklığı vardı. Elini benden kurtardı ve hızla uzaklaşmaya başladı. Ancak ben durmadım, adımlarımı hızlandırarak ona yetiştim. "Hayır," dedim, içimden gelen itirazın gücüyle, "Ömer Faruk'a inadın yüzünden yaklaşmayacaksın." Hazar güldü, biraz da şaşkınlıkla. "Ortak noktalarımız da var," dedi, sesinde hafif bir ironi vardı, "Yakışıklı adam. Dudakları..." Bu son cümle bardağı taşıran son damla olmuştu. Artık dayanamıyordum. Belinden tutarak kendime çektim ve gözlerinin içine bakarak, sessizce konuştum. Nefes alış verişlerimiz hızlanırken göğsü çıplak göğsüme çarpıyordu. "Gözlerimin içine bak, Hazar," dedim, sesimde bir kararlılık vardı. "Ben seni uzaktan izlemekle yetinmeyeceğim." Hazar'ın gözlerinde şaşkınlık ve şüphe vardı. Bir an için sustu, sonra dudaklarında bir gülümseme belirdi. "Ne hakla?" dedi, fısıldayarak benim gibi. Gülümsedim, onun endişeli bakışlarına rağmen. "Haklısın," dedim, sesimde bir kararlılıkla. "Belki de hak etmiyorum ama yine de buradayım. Ve seni uzaktan izlemekle yetinmeyeceğim." Hazar, şaşkınlıkla gözlerini kısarak, sözlerimi sindirmeye çalıştı. "Bunu bize neden yapıyorsun?" diye sordu, sesindeki endişe belirginleşti. Hazar'ın endişeli bakışlarına rağmen kararlılıkla devam ettim. "Ne senle olabiliyorum ne sensiz," dedim, içimdeki çelişkilerle başa çıkmaya çalışarak. Aramızda derin bir sessizlik oldu; nefeslerimiz birbirine karışırken Hazar'ın dudaklarını öpmek için bir arzu hissettim, bedenimde heyecan doluydu. Onun da benim gibi hissettiğini görebiliyordum. Gözlerimiz birbirine kilitlenmişken, o anın içinde kaybolmuş gibiydik. Ama bir adım atmak için henüz hazır değildik. Gözlerimiz, birbirimize yaklaşma arzusuyla doluydu, ama aklımızdaki binlerce soru ve endişe, bu adımı atmamızı engelliyordu. |
0% |