Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@hamish

Bölüm XXXXIII: Baha yaşıyor.

"Görev askerden önce gelir."

.

.

.


Helikopterin metalik sesi hâlâ kulaklarımdaydı, havada asılı kalan gergin atmosfer yerini karışıklığa bırakmıştı. Hazar'ın kaçırılmasından sonra gruptaki herkesin morali bozulmuştu. Karga, gözleri öfkeyle dolmuş şekilde yanıma doğru yürüyordu. Kadir, yaralı ve zayıf bir şekilde köşede oturuyor, kanlar içindeydi. Hemen yanında Atom yaralarıyla ilgileniyordu. Ben ise kafasını ellerimin arasına almış, bir türlü toparlanamıyordum. Mezarkabul, her zamanki kontrollü tavırlarından uzak, çığlık atarak yanıma vardı. “Hazar’ın kaçırılmasından sorumlu olan sensin!” diye bağırdı, sesindeki öfke ve suçlama açıkça hissediliyordu. Karga'nın yumrukları sıkılmıştı, her hareketi yoğun bir öfke taşıyordu. Mezarkabul'ün sert bakışlarını görünce öfkeyle yerimden fırladım. "Bu durumu ben de istemezdim!" Aramızdaki gerilim havada asılı kalırken, yumruklaşmamız kaçınılmaz hale geldi. Mezarkabul'ün sol kaşına bir yumruk savurdum. Burnuma gelen darbeyle savruldum. "Ben sizinle kalayım demiştim, ama dinlemediniz!" diyerek yüzüme tükürür gibi baktı. Atom, hemen araya girerek, ikimizi ayırmaya çalıştı. "Bu kavgayı bir kenara bırakın!" diye bağırdı. "Asıl görevimiz Eylül'ü kurtarmak! Kadir yaralı. Hazar için üzülmek bir kenara, Akkoca ve Eylül'ün yanına gitmeliyiz. Hedefimiz buradan Eylül'ü çıkarmak, hemen harekete geçmeliyiz!" Mezarkabul ve ben, sinirli bakışlarımızı birbirlerine atarak, geçici de olsa aralarındaki kavganın sona erdiğini kabul ettik. Kadir’in yardıma ihtiyacı vardı, ve herkesin dikkatini bir an önce Eylül’e vermesi gerekiyordu. Benim aklımda Hazar vardı. Yine de görevimi yerine getirmek için hareketlendim. Kadir’in endişeli sesi helikopterin içindeki gerginliği artırmıştı. “Salyangoz nerde?” diye bağırdı. Mezarkabul, Karga, Atom ve ben, bir anlığına şaşkınlıkla birbirimize baktık. Kadir’in öfkesi ve kaygısı ortamın havasını daha da ağırlaştırmıştı. “Lanet olsun,” dedi Kadir, yüzü endişeden asılmış. “Dikkat edin.” diye seslendi. Bir anda, helikopterin gürültüsü daha da yaklaşmaya başladı. Hepimiz, olası bir tehlikeye karşı siper aldık. Helikopterin silüeti, hızla yanımıza yaklaşıyordu. Tamamen yaklaştığında, tanıdık bir figür belirdi. Helikopteri Salyangoz kullanıyordu. Onun gelişini görmek hepimize bir rahatlama getirdi. Salyangoz, pilot koltuğunda otururken başını döndü ve bize doğru seslendi, “Demiştim, gerekirse denizaltı bile kullanırım!” Yüzümde kısa bir tebessüm oluştu, ama bu gülümseme hızla soldu. Hızla helikoptere binmeye başladık. Salyangoz yan koltuğa geçerken, ben de boşalttığı yere oturdum. Helikopterin motoru yeniden çalışmaya başladı ve sesinin hırıltısı, yoğun gerilimin içindeki tek teselli oldu. "Hazır mıyız?" diye seslendim. Salyangoz, arka koltuğa başını çevirdi, "Her şey yolunda," dedi. Hiçbir şey yolunda değildi, görev dışında. Geride kalan parçam, tüm bütünlüğümü yok ediyordu. Herkesin helikopterde olduğundan emin oldum. Eksikti işte, Hazar yoktu. Kapı kapanırken, helikopterin motoru gürültüyle çalışmaya başladı. Hızla havalandık. Gökyüzüne yükselirken, helikopterin altında arenanın yalnızca karanlık silueti kaldı. Salyangoz, rotayı sisteme girdiğinde, Eylül ve Akkoca'yı almak üzere harekete geçtik. Helikopter, hızla belirlenen konuma doğru ilerliyordu. On dakika sonra, hedefe vardık. Alçalmaya müsait olmayan bir arazi vardı önümüzde. Helikopteri stabil tutarak, ipleri aşağı saldık. Akkoca Eylül’ü kendine bağladı ve birlikte yukarı çıkmaya başladılar. Helikopterin içi, yoğun bir gerilimle doluydu. Ardından, Yusuf, Rex ve Armağan’ı almak için hareketlendik. Üç ayrı konumda uzaktan, Eylül’ü koruyorlardı. Önce Yusuf’u aldık, sonra Armağan ve Rex’i sırasıyla helikoptere çektik. Yusuf ve Eylül, helikoptere binerken sıkıca sarıldılar, yüzlerinde kurtulmuş olmanın verdiği rahatlama vardı. Yusuf kardeşine kavuşmuştu. Ancak Rex, helikoptere bindiğinde Hazar’ı aradı. O an yüzündeki endişe, hemen fark ediliyordu. Hazar’ın yerini göremeyince, bakışlarını sırayla helikopterdekilere çevirdi. "Hazar nerde?" diye sordu, sesi endişeyle titriyordu. Soru üzerine Selim, tiksinircesine ve soğukkanlı bir şekilde konuştu, "Kaçırıldı sadece." Sanki bu, önemsiz bir detaymış gibi ifade etti. Rex’in öfkesi ve üzülmüşlüğü hemen yüzüne yansıdı. "Ablam nerde?" dedi, sesi bu sefer öfkeyle titriyor, gözlerinde gözyaşları belirmişti. Kaan, Kadir’i bırakıp Rex’e yaklaştı, onu sakinleştirmeye çalıştı. Rex, Kaan’ı eliyle durdurdu. "Biriniz cevap verin," dedi, sesi titreyerek. Selim, soğuk bir ifadeyle, "Hazar bu görevin tehlikelerinin farkındaydı. Görev o değil," diye yanıtladı. Rex, sinirle "O zaman neden ilk kurtarma operasyonunu yaptık?" diye sordu. Selim’in yanıtı keskin ve netti, "Çünkü Pilot kilit nokta." Rex, bu cevapla daha da sinirlenmiş görünüyordu. Kendini bir köşeye çökerken, "Hazar’ı kurtaralım," dedi. Yavaşça nefesimi dışarı verdim. "Emin ol, en az senin kadar üzgünüz... Ama biliyorsun, görev askerden önce gelir." Dedi.


"Şimdi sessizce otur, hepimizin ölmesini istiyorsan devam et." Otoriter sesle ekledim.
Rex öylece durdu. Sanki tüm ihtimaller bitmiş gibiydi. O da biliyordu. Kaan, telsizle Lucas ile görüşüyordu. Herkes göreve konsantre oldu. Helikopterin içinde gerilim tırmandıkça, ben de konsantrasyonumu en üst seviyeye çıkardım. Savaş bölgesine doğru ilerlerken, gözlüğümün karanlık camlarına odaklandım. Arenanın hava radarına yakalanmamak için tüm ışıkları kapattım. Helikopterin motorunun sesinin bile dikkat çekmemesi için dikkatli bir şekilde uçuyordum. Gece görüşü gözlüğüm, çevreyi koyu yeşil bir tonla aydınlatıyor, karanlığın derinliklerinde sadece ufak bir ışık huzmesi bırakıyordu. Herkes nefesini tutmuş, gerilim havayı adeta boğuyordu. Helikopterin motor sesinin azami sessizliği, sadece geceye dair küçük bir fısıltı gibi yankılanıyordu. Arenanın radarından çıktığımızda, ışıkları tekrar açtım. Bu küçük rahatlama anı, ekip tarafından derin bir nefesle karşılandı. Helikopter sarsıntıyla iniş yaptı ve 7. arenanın zeminine indim. Yüzümdeki rahatlamayla birlikte, doktorların bizi beklediği helikopter pistine doğru ilerledim. Yerde, Lucas ve doktorlar hızlıca harekete geçti. Kadir ve Eylül’ü sedyelere aldılar. Kaan ve Kuzey, Kadir’i sedyeyle taşırken Armağan hızla onların arkasından koşuyordu. Ali Abi, Ömer Faruk ve Yusuf ise Eylül'ün yanındaydı, dikkatle içeri taşıyorlardı. Rex, pistin köşesine doğru giderken Selim onun peşinden gitti.


Selim, Rex’in yanına yaklaşarak endişeli bir şekilde sordu, "İyi misin?"

Rex, öfke ve sitem dolu bir sesle yanıtladı, "Senin umrunda mı?" Selim’in sert mizacı, o an yumuşamış gibi görünüyordu. "Umrumda," dedi, tonunda bir miktar yumuşama vardı.

Rex’in kaşı havalandı, “Hazar’ın ölmesi seni neşelendirir.”

Selim’in soluk yeşil gözleri, Rex’in canlı yeşil gözleriyle karşılaştı. "Asla, Türk askerinin esir düşmesini istemem."

Rex, alaycı bir şekilde gülümsedi. "Ölmesinden bir sorun yok yani."

Selim, derin bir nefes verdi. "Biz askeriz, şehit oluruz."

Rex, eliyle havada hareketler yaparak “Laf cambazlığı yapıyorsun,” dedi. Arkasını dönüp giderken bana öfkeyle bakış attı.

Ayakta dururken, olan biteni analiz etmeye çalışıyordum; sanki tüm bilgilerim ve yeteneklerim donmuş gibiydi.

Kaan, soluk soluğa yanıma geldi. “Kadir’in kana ihtiyacı var.”

“Kuzey...?” dedim, endişeyle.

“Yeterli değil,” dedi Kuzey. Kadir ile aynı kan grubuna sahip olduğumuz için, hemen Kadir’in yanına yöneldik. Kuzey’in yanındaki sedyeye uzandım, kan verimi başladığında Hazar’ın kanlar içerisindeki görüntüsü aklımda canlandı.

Ömer Faruk, güvenli telefonla yanıma geldi ve telefonu kulağıma verdi.

"Güvenli mi?" diye etrafı işaret ettim.

Ömer Faruk, kafasını olumlu şekilde salladı. “Sinyal bozucu yerleştirdim.”

“Pilot konuşuyor...” dedim, telefonla.

“Hemen Eylül’ü Türkiye’ye getirin,” komutanın sesi, emredici ve kesindi.

“Muhbir esir düştü,” dedim.

“Muhbir, ihanet etti." Nefesi Kulağımda yankılandı.

"Onun için başka bir operasyon gerçekleştirilecek. Siz hemen Türkiye’ye dönün.”

Hazar'a infaz gerçekleştirilecekti.

Hazar'ın söylediği cümle yankılandı kulağımda. "Bu görevin her anından sana ihanet edeceğim."

“Emredersiniz komutanım,” dedim. Komuta emrini kabul ederek.

***

Eylül'ü Türkiye'ye teslim edeli bir hafta olmuştu. Hazar’ın durumu hakkındaki belirsizlik, içimizi kemiren bir kaygı oluşturuyordu. Kadir, yaşadığı travmaya rağmen kendini toparlamıştı, diğerleri ise normal yaşantılarına geri dönmüş görünüyordu. Ancak Rex, aniden ortadan kaybolmuş ve hiçbir iz bırakmamıştı. Bizi operasyondan uzaklaştırmışlardı ve Hazar ile ilgili herhangi bir eylemde bulunmamız yasaklanmıştı. Hazar'a MİT'ten önce ulaşmalıydım.

Bu belirsizlik ortamında, antika kaçaklığı ile ilgilenmek üzere arenaya geçtim. Lucas’ın bölgesinde antikalarla meşgul görünüyor olsam da, gerçek amacım Hazar’dı. Arenanın gölgeleri arasında dolanan bir hayalet gibi, tüm dikkati antikalara çekmeye çalışıyor ama gerçek planlarımı gizli tutuyordum.

Lucas’ın geniş antika depolarında, antikaların arasında dolanırken dikkatle hareket ettim. Üzerimdeki eski kıyafetler, çevremdeki eşyalarla uyum sağlıyordu; fakat zihnim, Hazar’ın kaybolduğu bu karanlık dönemde onunla ilgili bilgi edinmeye odaklanmıştı. Baha'nın ve babamın eski bağlantılarını yeniden devreye sokarak, Hazar’ın akıbetine dair ipuçları arıyordum. Her bir hareketim, her bir sözüm, bana verilen rolün ötesinde, Hazar’ın bulunmasına yönelik bir adım olarak hesaplanmıştı.

Arenanın derinliklerinde, karanlık planlarımı gerçekleştirmek için sessiz bir savaş veriyordum.

Telefonum titrediğinde, ceketimin cebinden çıkardım. Ekranda bilinmeyen bir numaradan gelen bir video mesajı belirdi. Videoyu açtığımda, Hazar’ı karşımdaki ekranda gördüm. Şaşkınlıkla ağzım aralandı; Hazar rahat ve keyifli görünüyordu.

Görüntüde, Hazar bir sandalyeye oturmuş, çevresinde her şey düzenli ve tertipliydi. Yüzünde huzurlu bir ifade vardı, sanki hiçbir sorun yokmuş gibi davranıyordu. Kamera açısının ne kadar net olduğunu fark ettim; Hazar’ın gözleri, yaşadığı yerin konforunu yansıtıyordu. Elleri üst üsteydi, işaret parmağı diğer elinin üzerine vuruyordu.

Kendime telkin vermeye çalıştım, “Hazar ihanet etmedi,” diye mırıldandım.

Hazar’ın bu hareketleri, bir mesaj gönderme çabası taşıyordu. Mors alfabesiyle mesaj vermeye çalışıyordu bana. Hızla kağıt kalem aldım. "13' 76' 13' 78'" kodları belirdi. Konumunu vermişti. Ardından ikincil bir kod verdi. Önce bu kodların anlamını çözmekte zorlandım ama harfleri birleştirdiğimde, mesajın "Baha yaşıyor" olduğunu fark ettim.


Loading...
0%