@hamish
|
Bölüm XXXXVII: Küçük Aşık "Yolculuğun sonunda, hatıraların kapısını bulacaksın. Bu kapı, geçmişe açılan bir yol. Her adımda, eski izler seni yolculuğun başına döndürecek." . . . Hazar'ın verdiği koordinata geldik. Evin içine adım attığımızda, derin bir sessizlik hâkimdi. Boş bir alanın ortasında, dev bir sinema perdesi yer alıyordu. Evin içi tamamen çıplaktı; odada hiçbir eşya yoktu. Duvarlar solmuş, tavan ise gri bir örtüyle kaplanmış gibiydi. Yalnızca sinema perdesi, kocaman ve etkileyici bir şekilde salonda tek başına duruyordu. Evin soğuk ve boş atmosferi, ekrandaki görüntülerin daha da belirginleşmesine neden oluyordu. Her şey soğuk ve anlamsız bir boşluk içinde kaybolmuş gibiydi. Sadece büyük bir sinema perdesi vardı. Gözlerimi sımsıkı kapatıp açtım. Gözlerim bana oyun oynuyor diye düşündüm. Ekranın tam karşısındaydı. Gerçekten oydu. Baha karşımdaydı, canlıydı. İçimde tarif edilemez bir mutluluk vardı. Sonra yüzümde dondu gülümsemem. Bakışları aklıma geldi. Kadir'e ve Hazar'a yaptığı işkenceler... Kardeşim bu hikayenin kötü kahramanıydı. "Berat..." dedi alaycı bir tonla. Hazar'ı gösterdi. Hazar, sandalyeye sıkıca bağlı bir şekilde oturuyordu. Sandalyenin metal kolları, karnına ve sırtına yaslanmış, zorla oturtulmuş gibi görünüyordu. Eller ve ayaklar, sağlam bir şekilde bağlanmış, hareket edemeyecek şekilde sıkıştırılmıştı. Kafası öne doğru eğilmiş, yüzü yorgun ve ifadesizdi. Yüzündeki makyajın bozulmuş hali, gözlerinin altındaki koyu halkalar ve solmuş ruj, tüm olan biteni ağır bir şekilde yansıtıyordu. Hazar'ın giysileri, sandalyeye bağlı pozisyonundan dolayı buruşmuş ve dağılmış haldeydi. "Gerçekten bu kadın deha," dedi. Sesi, hem hayranlık hem de tedirginlik taşıyordu. "Bir haftadır bana öyle güzel oynadı ki ben bile bir an kendimi sen zannettim." Gözleri, bu sözlerle birlikte adeta parlıyordu. "Hele o sana mesaj gönderme hilesi... Beni çözmesi neyse de sana video göndereceğimi anlaması. Tehlikeli bir zekası var," diye ekledi. Baha'nın gözlerinde bir hayranlıkla birlikte, tedirgin bir korku vardı. Sandalyedeki Hazar'a bakarken, yüzündeki gülümseme bir an için soldu. "Baha..." diyebildim, sesim titriyordu. "Neden?" Baha, gözlerimi sabit tutarak konuştu. "Türk istihbaratı beni arkada bıraktı, aynı Hazar'a yaptığı gibi. Sadece siz görmüyorsunuz." Baha'nın sesi, kahkahasıyla birleşerek odanın sessizliğini kırdı. Gözleri, kurnaz bir parıltıyla parlıyordu. Konuşurken, yüzündeki alaycı gülümseme daha da genişledi. Sözleri, havada yankılanıyor ve sinema perdesinin soluk ışıkları arasında korkutucu bir şekilde dans ediyordu. Gözlerini benimkilerle buluşturdu, derin bir tatmin ifadesiyle. "Berat... Berat... Anahtar diyorum, getir ve al küçük aşığını," dedi Baha, sesindeki kurnazlık ve neşe birleşerek her kelimenin arkasındaki anlamı derinleştiriyordu. Kahkahası, duvarlarda yankılanarak, boşluğa yayıldı. Gülüşü, adeta geçmişteki tüm acıları ve ihanetleri hatırlatıyordu. Evin içindeki boşluk, onun kahkahasının yankısı ile daha da karanlık bir hale gelmişti. Evin içindeki boşluk, onun kahkahasının yankısıyla daha da karanlık bir hale gelmişti. “Şöyle bir durum var ama küçük bir eğlence ekledim, aynı eski günlerdeki gibi,” dedi. Ellerini birleştirip durdu. “Sakın bana unuttuğunu söyleme, fafori oyunumu." "Yarın sabaha kadar vaktin var. Yarın akşam mekanın yeri sana iletilecek. Güneş doğumundan önce yeri bulamazsan; Hazar parmaklarından her birine, geciktiğin saat başına veda edecek." "Aaa unutmadan.." dedi. "İlk adımını atarken dikkat et. Her köşede geçmişe dair bir iz bulabilirsin." Ekrandaki video bittiğinde, göğsümde bir ağırlık hissettim. Bulmacayı çözmem gerekiyordu, ama önce evdeki ipucunu bulmalıyım. Bu, Baha ile oynadığımız eski oyunlarından biri ve yine beni kendisinin kazanacağını düşünüyordu. İçimi kasvetli bir korku kapladı, sanki her an geçmişin gölgeleri üzerime çökebilir gibi. "Ne oyunu?" Dedi. Kaan. "Bir ipucu bulmam gerekiyor," dedim. "Sonra bu ipucu bizi diğerine götürecek." Her köşeyi, her detayı didik didik etmem gerekiyordu. Ömer Faruk odada kendini belli etti, “Biz yardım ederiz,” dedi sesinde kararlı bir tonla. "8 saat 12 dakikamız var." Dedi, Kadir kafasını salladı. "Evet... Napmamız gerekiyor." "Sizin değil, benim bir şey yapmam gerekiyor. Baha gibi düşünmeliyim." Dedim. Sakince boş odanın ortasına oturdum. Baha olsaydım, ipucunu nereye saklardım? Gözlerimi kapadım ve Baha'nın sesi kulağımda yankılanmaya başladı. “İlk adımını atarken dikkat et. Her köşede geçmişe dair bir iz bulabilirsin.” Odada sessizlik hakimken, sadece nefes alış verişlerimiz yankılanıyordu. İçimdeki kaygı ve Baha’nın alaycı sesleri arasında, geçmişin izlerini aramak zorundaydım. Gözüme çarpan her ayrıntı, her gölge, geçmişin bir parçası olabilirdi. Gözlerimi bir anda açtım, hızla ayağa kalktım ve girişe doğru koştum. Giriş dört köşeden oluşuyordu. Kadir, Kaan ve Ömer Faruk da peşimden koştular. "Dört köşe..." dedim, ahşap yere bakarken. “Parkeleri kaldırın!” diye bağırdım. Ömer Faruk, Kadir ve Kaan köşelere hızla hamle yaparak parkeleri kaldırmaya başladılar. Her biri, odanın köşelerine odaklanmıştı, ancak birden durdum. Baha'nın sesi kulağımda yankılanıyordu: “İlk adımını atarken dikkat et.” “Durun!” diye bağırdım. “Hangi köşe olduğunu bulmalıyız. Köşeler tuzaklı olabilir.” Ömer Faruk, Kaan ve Kadir, şaşkın ve hareketsiz kaldılar. “Nasıl anlayacağız hangi köşe temiz?” diye sordu Kadir, kafasında soru işaretleriyle. “Her köşede geçmişe dair bir iz bulabilirsin,” mırıldandım. Hızla köşeleri incelemeye başladım, gözlerim her ayrıntıyı tarayarak. Parkelerin altındaki ahşapta herhangi bir iz ya da farklı bir şey aradım. Ancak görünürde belirgin bir şey gözükmüyordu. Sessizlik içinde, odanın her köşesine yoğunlaşarak, Baha’nın belirlediği ipucunu çözmeye çalıştım. Gözlerimi odanın her köşesine dikmişken, odanın bir köşesinde, parke tahtalarının arasındaki küçük bir çatlak dikkatimi çekti. Çatlağın iç kısmında, sanki kasvetli bir karanlık tarafından gizlenmiş bir işaret vardı. Bu işaret, ince bir şekilde kazınmış bir sembol gibi görünüyordu. Sembol, uçak ve steteskop şeklindeydi ve belirgin bir şekilde köşede yer alıyordu. “İşte burası!” diye haykırdım, sembolü işaret ederek. Ömer Faruk, Kaan ve Kadir, dikkatle işarete yaklaştılar. İşaretin hemen yanında, parkelerin altında gizlenmiş bir küçük kutu fark ettik. Kutuyu çıkarıp açtığımızda, içinden bir not ve bir anahtar çıktı. Anahtar, küçük ve eski görünümlüydü, metalin üzerindeki paslı izler, uzun zamandır kullanılmadığını gösteriyordu. Notu açıp okumaya başladık. Üzerindeki yazı, eski tarz bir kaligrafiyle yazılmıştı. “Yolculuğun sonunda, hatıraların kapısını bulacaksın. Bu kapı, geçmişe açılan bir yol. Her adımda, eski izler seni yolculuğun başına döndürecek,” diyordu. Bu sözler, odanın içinde yankılandı. Notu okurken, anahtarın ne işe yaradığını anlamaya çalıştım. Hatıraların kapısını bulmak ve geçmişe açılan bir yol bulmak, Baha’nın oyunundaki bir sonraki adımı işaret ediyordu. "6 saat 14 dakikamız kaldı." dedi Kadir.
|
0% |