@hamish
|
Bölüm VII: Paranın üçüncü yüzü "Birbirimizden yaralandığımız ilişkinin başlangıcı." . . . Hava karamaya başlamasına doğru gözlerimi trende açtım. Omuzlarım ağrıyordu. Sahi kaç saat uyudum? Ortamın loşluğu tekrar uyuma içgüdüsü hissettiriyordu. Güçlükle doğrulmaya çalıştığımda, Hazar'ın başı omzumdaydı. İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne. Gökyüzünu sevdim yarım kaldım, sevmeseydim tam olmazdım. Çiçek gibi değildir. Sulamana gerek yoktur. Hep ordadır. Yaşamak bu olsa gerek. Bu kendime haksızlık. Elimi uzatsam yok olacak bir hayal gibi. Hissetmeyi bırakmış olan kalbim, 'şimdi ne yapacağım?' diye tekrar atmaya başlamıştı. Daha önce bilmediğim, yaşamadığım hiç dahil etmediğim planlarıma hakaretti. "Yarım saat falan oldu, uyku ilacı aldı." fısıldamaya özen gösteriyordu. "Acaba?" diye kuşkuyla söylendi. "Ne acaba?" diye bende onun gibi fısıldıyordum, daha çok dudak okuyor gibiydik ses yok denecek gibiydi aramızda. "Buraya anahtar için geldiğimizi, söyleme." Gözleri büyüdü. "Öyle.. Baha bu anahtar için ne kadar uğraştığımızı sen biliyorsun, diğer yarısının adını dahi bilmediğimiz adamda olduğunu.. Ve bu adam ne gariptir yanında ki kadının babası." Söyledikleri o kadar mantıklıydı, ses çıkaramadım. "O adamın kızı." diye yineledi. "Omzunda uyuyor." "Farkındayım." dedim. Kadir inanmıyordu fakat her şeyin farkındaydım. Bizim ondan sakladıklarımızın olduğu gibi yanımdaki kadının da bizden sakladıkları vardı. Buna dayanabilirdim. Anlaşılan bu gece Kadir'in şeytanları üzerindeydi. Ceketinin iç cebinden daha önce buruşturulduğu belli olan dörde katlı kağıdı çıkardı. Vagonda kağıt sesinden ve nefes alış verişimizden başka ses yoktu. Bu kağıdı dün gece Hazar çizmişti. Dün geceye kaydı aklım. Nefesimi dışarı verdim. Kadir abartmaya başlamıştı. Daha önce onu hiç böyle görmemiştim. Anlaşılan ikna olana kadar bu konuyu kapatmayacaktı. Sitemle karışık kızgınlıkla kısa bakış attım. Hazar anahtarın ilk bölümünü ayrıntılı şekilde resmetmişti, ancak yakından gören birinin bu kadar net ayrıntılar çizebileceğinin farkındaydım. Anahtarın tamamlanmış halini görmek istiyordum. Kaçak bakışlar atmayı bırakıp Hazar'a döndüm. Dedim ki. Gözlerinde uyku mahmurluğu vardı. "Anahtarı ellerimin arasına bırakacağını sanmıyorum." Devamını çizebilmesi için anahtarın bende olan kısmının fotoğrafını gösterdim. Hala ona güvenmiyordum, anahtarı direkt ona verecek değildim. Fotoğrafı görünce haklı çıkmanın verdiği bir gülümseme oluştu yüzünde. Yine de ses çıkarmadı. Elindeki kalem ve kağıda odaklandı. "Neden sadece gidip uyumuyorsun?" Kafasını kaldırdı, gözlerini resmettiği esere kaydı. Beni duymuş gibi değildi. "Bir şey eksik gibi..." Yorgunca resmi tamamlamıştı. Gözlerini kapatmış, dinleniyor gibiydi. Nefes alış verişi düzene girdiğinde tamamen uyuduğunu anladım. Kelimelere geri döndüğümde, yerinden rahatsız oluşmasına hareket etti, sandalyeye yaslandı. Hala uyuyor gibi duruyordu. Çıplak olan sağ ayağını sandalyeme dayadı, dizi büküktü. Vücuduma değen soğuk parmakları ile dikkatimi yanımdaki kadına verdim. Ayağını tutarak kucağıma yerleştirdim, daha rahat pozisyona getirdim. Hemen ardından Hazar yerde olan diğer ayağını da üzerime uzattı. Hazar yanımda uyurken araştırmalarıma devam ettim. Hazar'ın çizimi ile latince kelimeler birleştiğinde aslında anahtarın üç parçadan oluştuğunu keşfetmiştim. Hazar'in resmettiği eseri tamamladım. Ardından hızla kağıdı buruşturup çöpe attım. Düşünceler eşliğinde uykuya daldım. Kadir'e o gecenin Hazar'la birlikte ilk defa uyuduğumuz gece olduğunu bilmiyordu. O kısmı anlatmamıştım. Kadir'in çöpten kağıdı alacağını düşünmedim. Ona şimdi anlattığım için bozulur gibi oldu yine de kibarlığını korudu. "Kağıdı bulmasaydım, bana anlatacak mıydın acaba? Bir şey diyeyim mi.. o buraya ait değil. Her zaman doğru seçimi yapamazsın." Sakince sözünü tamamlanmasını bekledim. Cebimden çıkardığım bir lirayı elimde çevirmeye başladım. Kadir de benim gibi tüm dikkatini paraya verdi. "Sen diyorsun ki ya yazı ya tura, Kadir üçüncü bir yüz var. Sen görmüyorsun ama var. Doğru seçimi değil en iyi seçimi yapmaya çalışıyorum." Kadir ne dediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. "Planlarımız ne olacak?" Usulca düşündüm, kendi hayatımla lanetlenmiş biri olarak biraz pürüz sorun olmazdı. "Nasıl bir plan kusursuz işler biliyor musun Kadir? Plansız olmak. Taşları bir bir yerine koymak." "Niye böylesin Baha? Ruhsuz gibi." Yarım kalan hayatlar, boşa giden ömür. Hangi pişmanlık yapılan hataları geri çevirir. Hangisi olduğum kişiden geri çevirebilir? Vagonun kapısının açılmasıyla gelen görevliye yöneldik. Aramızdaki sessizlikte konuşmayı bir anda kestik. Görevlinin önünde servis arabası, içerisinde sandviç ve meyve suları vardı. "Sandviç ister misiniz?" Kadir sanki az önceki konuşmalardan etkilenmemiş gibi cevap verdi. "Maalesef çölyak hastalığım var. " Görevli kırklı yaşlarının sonu ellili yaşlarının başında gibi duran kır saçlı, heybetli bir beyefendiydi. "O da nedir?" Sesi ilk defa duyduğunun kanıtıydı. Sesi merak ve heyecanla karışıktı. Kadir kendinden emin şekilde açıklamaya başladı. "Buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan gluten isimli bir maddeye vücut bağışıklık sistemi tarafından verilen anormal yanıt sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır." Hazar esneyerek başını omzumdan kaldırdı. Ne olduğunu çözmeye çalışıyor gibiydi. Uyku hapının verdiği baygınlık hissi hala üzerinde duruyordu. "Paylaştığız için teşekkür ederim." Tebessümle Hazar'a baktı. "Yenge hanım da mı çölyak?" Kadir kıkırdarken Hazar'ın kaşları çatıktı. "Beyamca ver bana ordan bir sandviç bir meyve suyu. Bu ikisi çölyak ben değilim." Görevli beyefendi huzurlu, düşünceli bir tavırla sandviçi ve meyve suyunu ayarlamaya çalışıyordu, işini yapmayı sürdürdü. "70 TL." Hazar elini cebine attığında, aradığı şeyi bulmuş gibi 100 TL'yi çıkarıp görevliye uzattı. "Üstü kalsın beyamca, teşşekkür ederim." "Afiyet olsun kızım." Vagonun kapısı kapandığında Hazar bir bana bir Kadir'e baktı. "Bir daha ki sefere sadece sandviç almayacağını söyle Kadir. Sesine uyandım." Dedi. "Farkındalık oluşturmak istedim. Hem fena mı benim sayemde karnına havuçtan başka bir şey girecek. " Hazar omuzlarını silkmekle yetinmişti. Sandviçi açıp kocaman bir ısırık aldı. Diğer eliyle meyve suyunu çalkalıyordu. Sonra gözleri yere kaydı. Kendi resimlediği kağıdı görünce çiğnemeyi bırakıp eğildi. Sandviç ve meyve suyunu tek eliyle tutuyordu. Boşta kalan eliyle hızla yerdeki kağıdı alıp düzeldi. Gözlerini kısarak resmi inceledi. Ağzındaki lokmayı uzun uzun çiğneyip yuttu. "Ne eksik olduğunu bulmuşsun. Bu arada resim yeteneğin hiç fena değil. Nerde olduğununuda buldun... Tabiki bana söylemeyeceksin." Başımı ellerimin arasına alarak gözlerimi kapatarak bir süre öylece kaldım. Gözlerimi tekrar açtım. "Aksine söyleceğim, üçüncü parça şuan yolda. Bize doğru geliyor. Hatta iki istasyon sonra Konya'da sen teslim alacaksın." *** Birkaç kişi özel uçağımın merdiveninin başında beni bekliyordu. Düz hol gibi duran Konya havalimanında bana özel olan açık alanına doğru Kadir ile beraber yürüyorduk. Uçağın etrafında sağlı sollu sıralanmış şeritler vardı. Kalkışa beş dakika, Hazar'ın son beş dakikası... Yazı çıkarsa Hazar anahtarın parçasıyla gelecek, tura çıkarsa Hazar gelmeyecek. Uçağın içinde bana ayrılan rahat koltuğa oturduğumda eş zamanlı Kadir de karşıma oturdu. "Gelmeyecek. İkinci parça gibi üçüncü parça da bizim için hayal olacak." Sigaramı çıkarıp dudaklarıma götürdüm. "Gelir veya gelmez ama bir şey var, parça bizde kalacak." Kadir'in yüzünde memnun bir ifade oluştu. Zeki bir adamdı. Ne yaptığımı anlamış gibi gözleri parladı. "Şimdi sen Hazar'ı test etmek için sahte parçayı almaya yolladın? Peki gerçeği nerede?" Elimdeki çakmağı ateşledim. İki nefes alıp, nikotinin ciğerlerime yayılmasını bekledim. Dumanı dudaklarımın arasından dışarı verdim. "Güvende." Ses tonum soru sorma der gibiydi. Kadir daha fazla konuşmadı. Aramızda ki sessizlik sürerken zaman akıp gidiyordu. Hayal kırıklığına uğramıştım. Şuana kadar Hazar'ın çoktan gelmesi gerekiyordu. Ne olduysa bir anda oldu. Uçağın etrafından çığlıklar koptu. "Baha Bey'e haber verin." diye bağırıyorlardı. Elimdeki sigarayı mini masanın üstündeki küllükte söndürdüm. Hızla ayağa kalktım, uçağın çıkışına yöneldim. Arkamdaki hareketliliğin Kadir'e ait olduğunu biliyordum. Gördüğüm manzara karşısında dilimi yutacak gibi oldum. Ne yazıydı ne tura bu paranın üçüncü yüzüydü. Adamlarından ikisi Hazar'ın koluna girmişti. Hazar'ın yüzünde yer yer morluklar vardı. Dudağı patlamış, kaşı yarıktı. Üstü başı kan içindeydi. "Başaramadılar." Hazar kollarını onu tutan iki adamdan kurtardı. Adamlar tekrar Hazar'ı tutmak için hareketlendiğinde elimle durdurdum. "Bir de karşı tarafı görmen lazım." Alay ederek acısını gizliyordu. Gözlerimdeki ani değişimi fark etmişti. "Sonuna kadar benimle kalman çok tehlikeli. Senin güvende olmanı sağlayacağım." Dedim. "Berat seni kim koruyacak? Senin koruman ben değil miyim?" Yavaş hareket ediyordu. Hali yokmuşçasına... Elimi tutup, avucumun içine elindeki parçayı bıraktı. Gözlerini bir an olsun kaçırmıyordu. Dengesi bozulmuşçasına sendeledi. Boşta olan kolumu beline sardım. "Sana bunları yaşattığım için özür dilerim. Vazgeçebilirsin, anlaşmayı yırtıp atarım." "Ölecek olsam da devam edeceğim, bu yüzden sende aynısını yapmalısın. Hem başka adamların anahtarın peşine takılacağını nereden bilebilirdin ki? Gerçi bir an düşündüm parçayı adamlara bırakmayı.. Ne de olsa sahteydi." "Biliyordun." şaşırmıştım. "Tabiki biliyordum, parçayı gördüğüm an anladım. " omuzlarımdan destek alarak kendini bana yasladı. "Neden almalarına izin vermedin? Neden kendine bunu yaptın?" Sesim şefkatli çıkmıştı. "Bana güven istedim. O parçayı sana getirmeseydim, hiçbir şekilde bana inanmazdın. Hiçbir sözümün hükmü yok sende. Çünkü bende inanmazdım. " |
0% |