@hamish
|
Ay, karanlık gökyüzünde yarım bir hilal gibi asılı duruyordu. Gecenin derin sessizliğinde, sokak lambalarının sönük ışıkları arasında kaybolmuş daracık bir sokak uzanıyordu. Bu sokağın sonunda, diğer evlerden biraz daha derme çatma bir yapı olan gecekondu yer alıyordu. Çinko çatısı, yılların yıpratıcı etkisiyle yer yer paslanmış, duvarları ise türlü renklerdeki boyaların katmanlarıyla kaplanmıştı. Ev, tüm basitliğiyle ayakta durmaya çalışıyordu; belki de zamanın ağırlığını hisseden bir yaşlının direnciyle. Ev, tek katlı ve alçak tavanlıydı. Küçük bir verandası vardı, ancak tahtaları artık çürümeye yüz tutmuş, üzerinde oturanı hafifçe sarsacak kadar gevşemişti. Verandanın bir köşesinde, saksılara ekilmiş birkaç solgun çiçek, bir zamanlar yeşermeye çalışan yaşamın izleriydi. Kapının yanındaki ahşap pencere çerçeveleri, yılların yorgunluğunu taşıyan çiziklerle doluydu; camların arkasındaki perdeler, zamanla sararmış ve incecik bir tül haline gelmişti.Kapı, ağır bir şekilde gıcırdayarak açılırken içeriden yayılan nemli toprak kokusu dışarı taştı. Evin içine adım attığınızda, dar bir koridor sizi karşılardı. Yerler tahta döşemeydi, fakat her adımda gıcırdayarak eskimişliğini hatırlatıyordu. Bir odadan diğerine geçerken, tavan arasına açılan küçük kapının aralığından soğuk bir rüzgar esiyordu. Bu rüzgar, tavan arasında biriken unutulmuş eşyaların arasında dolaşıp, sessizce geceyi selamlıyordu. Mutfakta, küçük bir ocak, üzerinde kaynamış tencerelerin bıraktığı izlerle doluydu. Bir köşede, birkaç tabak ve bardak, zamanın izlerini taşıyan ince çatlaklarla süslenmişti. Buzdolabının üstünde ise, biraz eskimiş bir aile fotoğrafı asılıydı; fotoğraftaki yüzler, bu küçük evde yaşanmış mutlulukların sessiz tanıklarıydı. Gecekondu evin dar koridorlarından geçip, eski tahta kapıyı iterek salona adım attığımda, tanıdık bir hüzün dalgası içimi kapladı. Bu ev, doğduğum, büyüdüğüm, hayallerimi kurduğum yerdi. Her köşesi bir anıyla doluydu; ama bugün, o anıların yerini derin bir acı almıştı.Salonun ortasında, eski bir koltuğa yaslanmış halde Hazar’ı gördüm. Yüzü solgundu, gözlerinde çaresiz bir bakış vardı. İki parmağı, kanlar içinde gazlı bezle sarılıydı, ama sargılar bile kanamayı durduramamıştı. Kesiklerden süzülen kan, Hazar’ın yaşadığı acının sessiz bir tanığı gibiydi. Her nefes alışında acıyı hissediyor, gözlerindeki yaşları tutmaya çalışıyordu. Tam karşısında, duvara yaslanmış halde Baha duruyordu. Yüzünde, tüyler ürpertici bir sırıtış vardı; o sırıtış, salona ağır bir karanlık gibi çökmüştü. Gözlerimiz buluştuğunda, bakışlarında korkutucu bir soğukluk vardı. Baha, Hazar’ın acısından keyif alır gibi görünüyordu. Baha, gözlerini bir ok gibi üzerime dikti. Bakışları o kadar yoğundu ki, adeta tüm dikkatimi hapseden bir güç taşıyordu. O an, zihnimde bir sis perdesi oluştu; her şey bulanıklaşmıştı. Normalde keskin olan analiz yeteneklerim bir anda yitip gitmişti. Ne Baha’nın bu bakışlarının ardında ne olduğunu çözebiliyor ne de analiz edebiliyordum. Her şey karmakarışıktı. Düşüncelerim, bir anlık dalgalar gibi zihnimde çarpışıp geri çekiliyor, yerlerine sadece belirsizlik bırakıyordu. Baha’nın gözlerinde gördüğüm o karanlık derinlik, tüm sezgilerimi, tüm anlam arayışlarımı boşa çıkarıyordu. Kendi içimde bir hiçlik duygusu büyüyordu, nedenini ve anlamını kavrayamadığım bir anın esiriydim. Hazar, acı dolu bakışlarını bana çevirdi. Sesindeki titreme, derin bir çaresizlik ve korkuyu yansıtıyordu. "Sakın anahtarı verme," dedi, ama sesi acıyla karışmış, adeta bir fısıldama gibi geliyordu. O an Baha’nın kahkahaları, odanın her köşesine yayıldı; sesinin yankıları, bir zamanlar bu evdeki huzurlu anıların yerini, karanlık bir gölge gibi aldı. Baha, alaycı bir tavırla, "Cesaretin takdir edilesi," dedi. Cebimden anahtarın parçalarını çıkardım ve Baha’ya gösterdim. Şimdi bu parçalar, sadece çaresizliğimin ve Baha’nın güç gösterisinin simgeleri haline gelmişti. Tekrar kutusuna yerleştirip kapadım. "Başka şansım yok. Hazar'ı bana ver," dedim. Sesimdeki kararlılık, belki de son bir umut taşıyordu. Karşımdaki manzara, sadece altı kişi olduğumuzu, çevremizdeki adamların ise sayı bakımından bizden üstün olduğunu hatırlatıyordu. Ama biz, ölümcül bir şekilde köşeye sıkışmıştık. Bu ölüm kalım mücadelesinde, karşımızda duran yığın, bizim çaresizliğimizi ve acımızı sadece bir adım geride durarak izliyordu. Baha, gözlerini bir an için bana ve arkamdaki ekibe çevirdi. Hazar’ın omzundan tuttu, sert bir şekilde çekiştirerek yanıma kadar yaklaştı. O an, odadaki herkesin tetikte olduğunu, her an her şeyin patlak verebileceğini hissettim. Gerginlik havaya sinmişti, herkesin nefesleri kesilmiş, gözleri dikkatle Baha’nın hareketlerini izliyordu. Baha, anahtarı almak için elini uzattı. Ben de titrek ama kararlı bir şekilde kutuyu ona doğru uzattım. Kalbim hızla çarpıyor, her an bir felaketin yaşanabileceğini düşünüyordum. Hazar’ı arkamda korumaya çalışarak, elimdeki anahtarı Baha’ya verdim. Baha’nın parmakları kutunun üzerine kapandı. Hazar'ın elinden tutarak arkama çektim. |
0% |