Gecenin kör karanlığında, aydınlanmaya başlayan hava yağmurun yavaş yavaş ıslattığı dar sokak, Hazar’ın ağır nefesi ve kanla yoğrulmuş acısıyla yankılanıyordu. Ayaklarımın altındaki kaldırım taşları, Hazar’ın dökülen kanlarıyla kızarmıştı. Her nefes alışında, ciğerlerinden gelen hırıltılar, kulaklarımda yankılanıyordu. Soğuk, kalbime işliyordu; sanki hayatımda ilk kez bu kadar çaresiz hissetmişim gibi. Hazar, kucağımda ağırlaşan bedeniyle bilincini yitirmek üzereydi. Sanki gözlerindeki hayat, ince bir iplik gibi kopmaya hazırdı. Yüzünün solgunluğunu, akan kanlar gölgelemeye çalışıyordu. Göz kapakları titrek bir şekilde açıldı, iradesini zorlayan bir çabayla. “Hayatımda ilk defa yaptığım şeylerden, gurur duydum,” diye fısıldadı. Kanlı dudaklarından dökülen bu kelimeler, boğazımda düğümleniyordu. Her cümlesi, içimde açılan bir yaraya tuz basar gibiydi.
“Bende iyi birisi olabilirmişim, bilmiyordum,” diye ekledi. Bu sözler, göğsümde ağır bir taş gibi oturdu. Hazar’ın sesi titriyordu; sanki o da yaptığı hataların altında eziliyordu. Ama o an, gözlerimde sadece iyi tarafını görmek istedim. Onun acı dolu hayatında belki de tek bir an için olsun, gerçekten kendisi olabilmişti.
Zoraki bir gülümseme belirdi Hazar’ın yüzünde. Kanlı dişlerinin arasından çıkan bu gülümseme, kalbime saplanan bir bıçak gibiydi. "Zaten iyi birisin, Hazar," dedim, gözyaşlarımı tutamadan. Bu cümleyi kurarken bile, geçmişin acı izleri gözlerimin önünde belirdi. Ama içimden gelen ses, ona karşı hiçbir kin tutmamam gerektiğini fısıldıyordu.Hazar, gözlerini kısarak derin bir nefes almaya çalıştı. Ama nefesi yetmiyordu; sanki ciğerlerine giren hava ona bir lütufmuş gibi azalıyordu. “Beni sakın affetmeyin,” dedi zorlukla. Bu sözler, içimdeki son dirençleri de yıktı. Onun için yapabileceğim en büyük fedakarlık, onu affetmek olabilirdi. Ama o, bunu istemiyordu. Onun içindeki pişmanlık, belki de hayatının en büyük yüküydü ve bu yükle vedalaşmak istiyordu.
“Hadi, zorlama kendini,” dedim, sanki bu sözlerle acısını hafifletebilecekmişim gibi. Ama biliyordum ki, bu an onun için sondu. Hazar’ın gözleri tekrar açıldı, ama bu sefer bakışları donuk ve derindi. Gözlerinde bir karanlık vardı; geçmişin izleri, geleceğin korkusu, pişmanlıkların ağırlığı… Hepsi bir araya toplanmış gibiydi. Hazar, bana son kez bakarak, göz kapaklarını ağır ağır indirdi. Nefesi artık bir fısıltıdan ibaretti; sanki hayatı, bu karanlık gecede, yağmur damlalarıyla birlikte eriyip gidiyordu.
Ve o an, Hazar’ın bedeni kucağımda iyice ağırlaştı. Sokakların karanlığı, üzerime çöken kederle daha da derinleşti. Hazar’ın solgun yüzü gözlerimin önünde, soğuk ve hareketsiz yatıyordu. Nefes alıp verişim düzensizleşti; içimdeki acı, bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Gözyaşlarım, engel olamadığım bir sel gibi yanaklarımdan süzülüyordu. Sokaktaki her şey bulanıklaştı; tek net olan, Hazar’ın giderek solgunlaşan yüzüydü. "Beni sensiz bırakamazsın." Sesimdeki acı ve çaresizlik, sessiz sokaklarda yankılandı. O an yerimin ortaya çıkması umurumda bile değildi. Hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Anahtarın, görevimin, her şeyin anlamı silinmişti. Sadece Hazar’ın acısı, onun giden hayatı vardı aklımda. Ellerim, onun soğuyan bedenine dokunduğunda, içimdeki sıcaklık bir anda yok oldu; sanki dünyadaki tüm ısı, Hazar’la birlikte çekilip gitmişti.
“Beni yalnız bırakmamalısın,” diye fısıldadım, ama sesim titredi. Yalvaran bir ses tonuyla, ama aynı zamanda çaresizlikle. Onu kaybetmek düşüncesi bile, içimde tarifsiz bir boşluk yaratıyordu. Sokaktaki sessizlik, acımı daha da derinleştirdi.