@hamish
|
Gergin geçen kavgadan sonra, beşli sessizce çorbacıya adım attı. Göz göze gelmeden, sanki yaşananların ağırlığını sindirmeye çalışır gibi, kaşıklarını çorbalarına daldırdılar. Bekir, sinirle Utku'nun masaya bıraktığı Fenerbahçe atkısına takıldı. "Çek şu atkıyı gözümün önünden," diyerek elini uzatıp atkıyı itti. Utku'nun kaşları çatıldı, fakat tek kelime etmeden atkıyı aldı ve hızla bileğine sardı. Saçları omuzlarından hafifçe havalanırken, Bekir ona hayranlıkla bakakaldı. Haktan boğazını temizleyince Bekir kendine geldi, bakışlarını başka yöne çevirdi. Kendi sessizliklerinde kaybolmuşlardı, ama bu huzursuz bir sessizlikti; altında biriken fırtınanın habercisi. Haktan’ın telefonu çaldığında, eliyle bir dakika işareti yaparak masadan kalktı. Sessizlik kısa sürdü. Esra, çorbasından bir yudum aldıktan sonra gözlerini Cankut’a dikti. "Tuzu versene," dedi soğuk bir tonla. Cankut, sessizce tuzu aldı ve ona uzattı. "Çok kabasın, biliyorsun değil mi?" diye ekledi, Esra'nın eline bakarak. Esra tuzu almak için uzandığında, sabahın izini taşıyan morluğu fark etti; gözlerini Cankut’a dikti. "Uyuzsun, biliyorsun değil mi?" diye karşılık verdi, tuzu çorbasına serpiştirirken.Çorbasından bir kaşık daha aldı, ama yüzünü buruşturdu. "Bu hiç hoşuma gitmedi," dedi memnuniyetsiz bir ifadeyle. Cankut, hafif bir gülümsemeyle, "En azından 'Biz Türkiyeliyiz' derken tatlıydın," diye ekledi. Esra'nın gözleri daraldı, alaycı bir şekilde, "Sen tatlılığın yanından bile geçemedin," dedi, bakışlarını ondan uzaklaştırarak. Cankut, Esra'nın sert sözlerine rağmen yüzünde hafif bir gülümsemeyle ona baktı. "Tatlılık bana göre değil zaten," dedi umursamaz bir tonda, kaşığıyla çorbasını karıştırırken. Esra, Cankut’un bu rahat tavrından rahatsız olmuştu. Masadaki sessizlik, bir an için ikisinin arasındaki bu gerilime odaklanmıştı. Utku, Haktan’ın hala telefonda olduğunu fark edip çorbasına döndü, Bekir ise göz ucuyla Esra’nın elindeki morluğa bir kez daha bakıp bakışlarını kaçırdı. Cankut, Esra'nın sessiz kaldığını görünce başını yana eğdi ve hafif bir alayla ekledi, "Neyse, sen tatlı olsan da olmasan da, bu çorba gibi tatsız biri olduğunu değiştirmez." Bu sırada Haktan, telefon görüşmesini bitirip masaya geri döndü. Masadaki atmosferin değiştiğini hissetti, ama nedenini çözmeye çalışmadan yerine oturdu. Herkesin yüzüne birer birer baktı, ama kimse konuşmaya niyetli görünmüyordu. "Ne kaçırdım?" diye sordu Haktan, biraz neşelendirmeye çalışarak. Esra, kaşığını tekrar eline aldı ve çorbasına baktı. "Hiçbir şey," dedi. Cankut, hafifçe iç çekti ve başını sallayarak çorbasından bir yudum daha aldı. "Haktan, seni özledik de, kavga ettik," dedi şakayla karışık, Esra’nın gözlerini devirmesine neden olarak. Haktan, bu sözleri duyunca biraz gülümsedi, ama yüzündeki gerginlik tam olarak kaybolmadı. "Özlemek mi? Senin için zor olmalı," dedi Cankut’a bakarak. "24 saat bile geçmedi." Hepsinin farkında olduğu gibi, çözülmemiş meseleler hâlâ oradaydı, sessizce bekliyordu. Utku, çorbasının sonuna gelmişti ama gözlerini masadakilerden ayıramıyordu. Esra’ya olanları düşündükçe içinde bir öfke kabarıyordu. Bekir ise Cankut’a karşı olan sadakatini bozmak istemiyordu, ama Esra’nın yaşadıklarını da görmezden gelemiyordu. Utku ve Bekir koyu fanatik de olsalar konu arkadaşları olduklarında her şey değişiyordu. Utku, bu sessizliği bozarak Bekir’e doğru eğildi. "Esra'ya karşı çok kaba, bir özür dilese sorun çözülecek, farkında mısın?" diye fısıldadı. Bekir, bu sözlere hafifçe başını sallayarak yanıt verdi. "Cankut’un biraz sert olduğunu kabul ediyorum, ama Esra da pek masum sayılmaz." Utku, Bekir’in bu savunusuna şaşırmıştı. "Esra’ya öyle davranılması gerektiğini mi savunuyorsun?" diye çıkıştı. Ses tonu yükselmemişti ama içinde barındırdığı öfke ve hayal kırıklığı belliydi. Bekir derin bir nefes aldı, gözlerini Utku’dan kaçırmadan konuşmaya başladı. "Bak Utku, Cankut’un tavrı doğru olmayabilir, ama Esra da onu kışkırtıyor. Bunu sen de gördün. Sadece Cankut’un kötü adam olarak görülmesi haksızlık olur." Utku’nun kaşları çatıldı. "Kışkırtmak mı? Ne yani, saldırıyı hak etti mi diyorsun? Şu an ciddi misin?" Bekir, bu soruya bir an cevap vermekte tereddüt etti. "Hayır, elbette saldırıyı hak ettiğini söylemiyorum. Ama insanlar bazen karşılarındaki kişinin sınırlarını zorlarlar, aynı sabah Esra'nın Cankut'a attığı yumruk gibi ve işte o zaman işler karışır." Utku'nun bakışlarını fark edip daha sakin bir tonda devam etti. "Esra’nın söyledikleri de hiç kolay değildi, ve belki de o da biraz daha dikkatli olmalıydı." Utku, Bekir’in bu sözlerini sindirmeye çalıştı, ama içinde bir şeyler çatırdıyordu. "Esra'nın dikkatli olması gerektiğini söyleyebilirsin, ama bu Cankut’un hatalarını örtmez," dedi sert bir tonda. "Biz kadınların böyle şeylere katlanması mı gerekiyor?" Utku, Bekir’in bu savunusunu düşünürken bakışlarını masadan çekip dışarıya yöneltti. Sessizlik bir kez daha aralarına çökmüştü, ama bu sefer bambaşka bir yoğunluk vardı. İkisinin de zihninde dönen sorular, belki de masadaki çorbadan daha karmaşıktı. Bekir, Utku’nun içindeki öfkeyi anlıyordu, ama Cankut’a karşı hissettiği bağlılığı da kolay kolay bırakamazdı. Utku ise Bekir’in Cankut’u savunma çabalarını anlamakta zorlanıyordu, ama onun da haklı olabileceği ihtimalini göz ardı edemiyordu. Utku, Bekir’e ilk defa kavga etmeden konuşmuştu, bu durumu tuhaf bir şekilde rahatlatıcı buldu. Derin bir nefes alarak, "Böyle çekişmenin kimseye yararı yok," dedi. Bekir, Utku’nun bu sözlerine başını sallayarak katıldığını gösterdi. "Aynı şeyi düşünüyoruz," diye ekledi Utku, bu sefer sesinde daha az gerginlik vardı. Utku, çantasından telefonunu çıkarıp Bekir’e doğru uzattı. "Numaranı yaz," dedi kararlı bir tonda. "Başka türlü bunlar konuşamayacak." Bekir, telefonu alıp numarasını tuşladı ve ardından kendini çaldırdı. Telefonuna baktıktan sonra birbirlerine numaralarını kaydettiler.Bekir, Utku'nun adını "Kanarya" olarak kaydederken, Utku da onun adını "Kartal" olarak kaydetti.İkisi de gülümsedi, bu küçük sembolik hareketin altında yatan anlaşmayı fark ederek. "Şu iki deli aralarındaki yanlış anlaşılmayı çözene kadar ateşkes," dedi Bekir, gözlerinde bir parça alaycı ama dostane bir bakışla. Utku, Bekir'in bu önerisini kabul edercesine başını salladı. "Ateşkes," diye tekrarladı, sanki bu kelimeyi vurgulamak istercesine. O anda, aralarındaki gerilim yerini ortak bir amaç için işbirliğine bırakmıştı. Esra, Utku ile Bekir’in arasındaki bu ani yakınlaşmayı fark ettiğinde, kaşlarını çattı. "Ne ara bu kadar yakın oldunuz?" diye sordu, sesi hafifçe şaşkınlık ve alay karışımıydı. Cankut, Esra’nın sorusuna aldırmadan, alaycı bir gülümsemeyle araya girdi. "Allah muhabbetinizi arttırsın," dedi, göz ucuyla Utku ve Bekir’e bakarak. Bu sırada Haktan’ın kaşları çatılmıştı. Bekir ve Utku’nun bu yeni anlaşması onu rahatsız etmişti, çünkü en son isteyeceği şey, kardeşinin üzülmesiydi. Haktan, Esra'nın yüzündeki ifadeyi görmezden gelemezdi; onun kırılmasına tahammül edemezdi. İçinde bir şeyler kıpırdandı, ama henüz ne söylemesi gerektiğini bulamamıştı. Sadece sessizce olanları izliyor, durumu anlamaya çalışıyordu. Haktan’ın zihnindeki karışıklık, yüzündeki gerginlikle iyice belirginleşmişti. Utku, ağabeyinin rahatsızlığını fark ederek bakışlarını onun üzerine çevirdi. "Sadece biraz sohbet ettik," dedi, sesinde kardeşini yatıştırmaya çalışan bir ton vardı. "Bu kadar gergin olmanın kimseye faydası yok." Esra, Utku'nun bu savunmasına karşılık vermek üzereydi, ama Haktan’ın yüzündeki endişeyi görünce geri adım attı. "Noldu Haktan?" dedi Esra. Haktan huzursuzluğunu anladığını belirten bir ifadeyle. "Ne güzel, herkes kardeş kardeş anlaşmaya başladı," dedi, alaycı bir şekilde. |
0% |