@hamish
|
Esra Topatan: Cankut, dinle şimdi. İlk olarak sana konumunu attığım mağazaya gidiyorsun. Oradan benim ayakkabımı alıyorsun, tamam mı? Cankut Canbolat: İdmandan kaçtım, fena azar yiyeceğim Esra Topatan: Öyle dan diye fotoğraf atılır mı Cankut Canbolat: Küçük dilini mi yuttun? Cankut Canbolat: hahahhahahhahahhaha Esra Topatan: Çok gülme sen Sergen hocadan yiyeceğin azarı düşün Cankut Canbolat: Neyse bu oyunun bir rövanşı olacak elbet Esra Topatan: Tamam o zamana kadar hadi kölem hadi 1 saat sonra Esra Topatan: nerde kaldın? Cankut Canbolat: Öyle dan diye fotoğraf atılır mı Esra Topatan: Küçük dilini mi yuttun? Cankut Canbolat: Kapıdayım, sakın sen gelme getiriyorum her şeyi. Esra Topatan: Köle dediğin böyle olur Cankut, elindeki eşyalarla kuaför salonunun kapısından içeri adım attı. İçerideki yoğun parfüm kokusu ve hafif loş ışıklar, onu anında bir dünyadan koparır gibi oldu. Kuaför salonunun zarif dekorasyonu, her köşesi özenle seçilmiş mobilyalarla doluydu, ancak Cankut’un dikkatini asıl çeken şey, salonun ortasında bornozuyla bekleyen Esra’ydı. Esra Topatan, saçlarının omuzlarından aşağıya doğru süzüldüğü, beline kadar inen beyaz bornozuyla karşısında duruyordu. Bornozun kuşağı, ince belini nazikçe sararken, bornozun altından görünen süt beyazı teni Cankut'un nefesini kesti. Gözleri bir an için kilitlendi, kelimeler ağzında düğümlendi. Esra, Cankut’un elindeki eşyaları almak için ona doğru bir adım attı. Yaklaştıkça, hafif bir sabun kokusu Cankut’un burnuna geldi. Esra, eşyaları alırken Cankut'un omzuna hafifçe dokundu, bu dokunuş Cankut'u sanki kısa bir anlığına dünyadan kopardı. Kalbi hızla atarken, sanki bulunduğu yerden hızla uzaklaşma ihtiyacı hissetti. “Al malzemelerini, ben gidiyorum. Yoksa elimden bir kaza çıkacak,” dedi Cankut, sesi titreyen bir kararlılıkla. Eşyaları Esra’nın ellerine bırakıp, yüzünde hafif bir kızarıklıkla hızla geri dönüp kapıya yöneldi. Esra, onun bu ani tepkisi karşısında şaşkına dönse de, arkasından bir şey söylemedi, sadece onu izlemekle yetindi.Cankut kapıdan çıkarken, Esra kısa bir süre daha yerinde durdu, ne yapacağını bilemez halde. Sonra kendini toparlayarak, giyinmek için odasına geçti. Geniş bir aynanın karşısına geçtiğinde, bornozunu dikkatlice çıkardı. Vücudunu tamamen saran, kusursuz kesilmiş beyaz elbisesini özenle giydi. Elbise, Esra’nın ince belini ve zarif hatlarını ortaya çıkaran sade ama göz alıcı bir tasarımdı. Elbisenin üzerine, önünde şık bir kemeri olan zarif ayakkabılarını giydi. Kemerin altından hafifçe görünen ayak bilekleri, ayakkabının zarif tasarımıyla uyum içindeydi. Daha sonra, takı kutusunu eline aldı. Kutu, Esra’nın kendi kutusundan değildi; oldukça sade ve siyah bir kadifeye sarılı, özenle hazırlanmış bir kutuydu. Kutuyu açtığında, içinde T harfiyle işlenmiş bir kolye duruyordu. Gümüş renkteki bu ince zincirli kolye, ortasında parlayan T harfiyle dikkat çekiciydi. Kolyenin altında küçük bir not duruyordu. Esra, notu alıp okudu: “Elhamdülillah Türkiyeli olan kadına.” Esra, notu okurken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Cankut’un bu ince düşüncesi, onun içini ısıttı. Kolyeyi nazikçe boynuna taktı, gümüş zincir tenine değdiğinde, hafif bir soğukluk hissetti. Aynaya bir kez daha bakıp kolyenin yerinde durduğundan emin olduktan sonra, telefonunu çıkardı. Hızla bir fotoğraf çekti, yüzünde hafif bir gülümseme, boynunda ise Cankut’un verdiği kolye parlıyordu. Fotoğrafı çekerken, aklında Cankut’un az önceki şaşkın hali vardı, bu düşünce onu içten içe güldürdü. Esra Topatan: Kolye için teşekkür ederim. Cankut Canbolat: Rica ederim çok yakışmış. Cankut Canbolat: Esra. Esra Topatan: Efendim Cankut Canbolat: Efendin değil, kölenim Cankut Canbolat:Bir şey soracağım Esra Topatan: Noldu Cankut Canbolat: Bu kadar hazırlık ne için? 🤔 |
0% |