@hamish
|
Gece iyice çökmüştü, karanlık şehrin üzerine bir örtü gibi serilmişti. Sokak lambalarının zayıf ışığı bile caddelere tam olarak ulaşamıyor, her şey sanki loş bir gölge oyununa dönüşüyordu. Şehrin sokakları, günün kargaşasından sonra derin bir sessizliğe bürünmüştü; sadece arada sırada bir arabanın geçişi, bu sessizliği bozuyordu. Utku ve Esra, antrenman sahasına doğru ilerleyen arabanın içinde oturuyorlardı. Farların aydınlattığı yol, birer birer önlerinde açılıyor, ama arkalarında yine karanlığa gömülüyordu. Arabanın içindeki sessizlik, gece kadar yoğun ve huzursuz ediciydi. Utku’nun parmakları direksiyonun üzerinde sıkıca kavranmış, gözleri yola odaklanmıştı. Ama asıl dikkatini toplayan şey yol değil, zihninde dönen planın ince ayrıntılarıydı. Utku, Esra’nın yanındaki sessiz varlığını hissediyordu; ama aklındaki düşünceler onu, Esra’nın varlığından tamamen uzaklaştırmıştı. İçindeki gerginlik, yavaş yavaş heyecana dönüşüyordu. Planını kusursuzca uygulama arzusu, onu neredeyse hareketsiz kılıyordu. Araba, şehrin merkezinden uzaklaşıp daha ıssız sokaklara doğru ilerledikçe, Utku’nun aklındaki düşünceler daha da netleşti. Sahaya yaklaştıkça, farların ışığı etraflarındaki karanlığı biraz daha itiyordu, ama aynı zamanda içlerindeki belirsizlikleri de ortaya çıkarıyordu. Esra, gözlerini dışarıya dikmiş, camdan yansıyan ışık oyunlarına dalmıştı. Utku, onun bu sessizliği sorgulamadığını görmekten bir nebze rahatladı, ama aynı zamanda içinde bir suçluluk duygusu da hissetti. Haktan’ın çantası sahada unutulmuş muydu gerçekten? Esra bu soruyu kafasında tartsa da, Utku’nun ciddi ifadesi ve söylediklerine inanmaktan başka seçeneği yokmuş gibi hissediyordu. Ama Esra'nın bu küçük fedakarlığı, onu bu gece bambaşka bir durumun ortasına sürükleyecekti. Utku, direksiyonu sımsıkı kavramış halde sessizce yola odaklanmıştı. Bir yandan sahaya varmanın sabırsızlığını yaşarken, diğer yandan Esra’nın nasıl bir tepki vereceğini düşünüyordu. Esra’ya göz ucuyla bir bakış fırlattığında, yüzündeki hafif endişeyi fark etti. Bu, planının işlemesi için bir fırsattı. Sesini biraz daha yumuşatarak ve ikna edici bir tona bürünerek konuşmaya başladı. “Esra, Haktan’ın çantası sahada kalmış. İçinde gerçekten önemli eşyalar varmış, özellikle o küçük defteri. Çok paniklemişti, telefonla arayıp hemen bakmamızı istedi.” Esra, Utku’nun söylediklerini duyunca bir an durakladı. Yorgunluk göz kapaklarına ağır ağır çökmüşken, Haktan’ın paniklediğini hayal etmek istememişti. "Gerçekten mi?" diye sordu, sesi belli belirsizdi. "Haktan genelde eşyalarına dikkat eder." Bakışlarını arabanın camından dışarı çevirdi. Gece karanlığında sokak lambalarının titrek ışıkları yansıyordu. Bir anlığına sessizliğin içine gömüldü, ama içindeki büyüyen şüpheyi de bastıramıyordu. Haktan’ın gerçekten böyle bir şeyi unutmuş olabileceğine inanmak zor geliyordu. Ama yine de Utku’nun yanında olmak, ona yardım etmek için her zaman bir sebep buluyordu. Esra, derin bir nefes alıp kararını verdi. Utku'ya kıyamazdı; onun endişeli hali karşısında direnmek istemedi. "Peki, hadi bakalım," dedi, aralarındaki sessizliği bozan kararlı bir tonda. Karanlık gecenin içine doğru, içlerinde belirsiz duygularla ilerlemeye devam ettiler.Utku, Esra’nın kabul etmesiyle içinde bir rahatlama hissetti. Planının ikinci aşaması da sorunsuz geçmişti. Yolun geri kalanında sessizlik hâkimdi, arabanın motoru ve tekerleklerin asfalta temasından çıkan hışırtı dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Utku, Esra’nın yanında olmasına rağmen, aklı tamamen sahada gerçekleştireceği plana odaklanmıştı. Saha yaklaştıkça, Utku’nun içindeki gerilim yerini daha da yoğun bir heyecana bırakıyordu. Farların ışığı, karanlığı yararak yolu aydınlatıyordu; ama her adımda Utku’nun aklındaki planın gölgeleri daha da netleşiyordu. Arabayı sahaya doğru yönlendirip park ettiğinde, derin bir nefes aldı ve motoru kapattı. Farlar söndü, arabanın içinde bir anlık karanlık ve sessizlik hâkim oldu. Esra, biraz tereddütle arabadan indi, Utku’nun peşinden yürüdü. Sahaya adım attıklarında, Esra’nın içinde bir yerlerde hala bir şüphe vardı, ama bu gece o şüphenin gerçeğe dönüşeceğini henüz bilmiyordu. Karanlık, hem Esra’nın hem de Utku’nun üzerindeki örtüyü daha da ağırlaştırıyordu. Ve şimdi, planın en kritik anı yaklaşmaktaydı.“Hadi, hemen bakalım. Belki soyunma odasında kalmıştır,” dedi Utku, sesi sakin ve kararlıydı. Ardından planın bir parçası olarak ekledi, “Esra, sen soyunma odasına bak, ben de dolaplara bakayım. Kim bulursa sahada beklesin.” Esra’ya doğru döndüğünde, gözlerinde bir kararlılık vardı; bu gece her şey mükemmel olmalıydı. Esra, Utku’nun söylediklerini tereddüt etmeden kabul etti. Utku’nun peşinden sahaya doğru ilerlerken, gece serinliği tenine dokundu, hafif bir ürperti hissetti. Haktan’ın çantasını bulma fikriyle dolu olan zihni, aslında büyük bir oyunun içine çekildiğinden habersizdi. Sahanın çimenlerine adım attığında, etrafındaki sessizlik daha da belirginleşti. Aralarındaki kısa konuşmaların yankısı, boş sahada kayboldu. “Tamamdır, ne kadar hızlı, o kadar iyi,” dedi, kafasında çantayı bulup bu soğuk geceyi hızlıca sonlandırma isteğiyle. Ancak, bu gece ne kadar hızlı ilerleseler de, onları bekleyen planın gerçeklerinden kaçmak mümkün olmayacaktı.Esra, soyunma odasına doğru ilerlerken, Utku'nun planına uyum sağlamak için aceleci adımlar attı. Utku ise sahayı gözden geçirirken, aklında sadece bir düşünce vardı: Esra’yı bu sahada kilitli bırakmak. Şimdi tek yapması gereken, her şeyin doğru zamanda gerçekleşmesini sağlamaktı. Utku, sahaya giren Bekir ve Cankut'u görünce, kendini Cankut'a göstermeden çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Gölgelere saklanarak hızlı adımlarla ilerlerken, Bekir'le göz göze geldikleri o kısa anı yakaladı. İkisinin de yüzlerinde aynı muzur ifade belirdi. Kısa bir an için, planın kusursuz işlediğini anladılar. “Beko, tutturdun saatim de saatim. Lan nerede bıraktın bu saati?” diye sitem etti Cankut, sahaya adımını atar atmaz. Sesi sabırsız ve biraz da sinirliydi.“Lan Cancan, bir şey rica ettim. Koskoca sahada tek başıma nasıl bulayım?” diye cevap verdi Bekir, sesinde bir alaycılık vardı. Cankut, arkadaşının yüzündeki ifadeyi görünce derin bir nefes aldı ve içten bir gülümseme belirdi. “Tamam Beko, en son nerede bıraktın?” diye sordu, ama artık siteminin yerini teslimiyet almıştı. Bekir, yüzünde sinsi bir gülümsemeyle “Cancan, sen soyunma odasına geç bak, ben de dolaplara bakayım,” dedi.Cankut, içten içe bu duruma puflayarak, ağır adımlarla soyunma odasına doğru ilerledi. Bekir’in planının bir parçası olduğunu bilmeden, saatini bulmak için arayışa koyuldu. Bekir, Cankut’un uzaklaştığından emin olduktan sonra bir anda çıkışa doğru koşmaya başladı. Utku kapıda heyecanla bekliyordu, kalbi adeta göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu. Bekir dışarı çıktığında, birbirlerine sadece bir an bakıp hızla kapıyı kilitlediler.İkisi de içeride bırakılan arkadaşlarının ne hale düşeceğini düşününce, içlerinde deli gibi bir adrenalin ve heyecan dalgası kabardı. Kapıyı kilitlediklerinde, derin bir nefes aldılar ve aynı anda gülmeye başladılar. Bekir, bu anın coşkusuna dayanamayarak, Utku'ya sarıldı ve onu hızla havada çevirmeye başladı. Utku’nun çığlıkları ve gülüşleri, gecenin sessizliğini yırtarak yayıldı.Utku bir an duraksadı, içinde bir şeylerin yanlış olduğunu hissederek Bekir’e baktı. "İndir beni aşağı," dedi, sesi kararlı ama biraz da ürkekti. Bekir, ne yaptığını anladığında hızla kendine gelerek, "Pardon, olayın heyecanıyla..." diyerek Utku'yu yavaşça yere indirdi. Üzerini düzelterek dikkatini dağıtma çabasıyla biraz utanmış bir haldeydi. Utku, Bekir’in bu haline hafifçe gülümseyerek, "Önemli değil..." diye mırıldandı. Ancak o an sahadan eş zamanlı yükselen bağrışma sesleri ikisinin de dikkatini çekti. Seslerin ciddiyeti, kısa süreli zaferlerinin üstüne karanlık bir gölge gibi düştü. İkili göz göze geldi, her ikisi de bir anda aynı şeyi düşündü. Bekir, sesi endişeyle titreyerek, "Benim için yarın infaz vakti," diye söylendi.Utku, içindeki korkuyu bastırmaya çalışarak, "Sadece öldürse iyi, Esra beni mahvedecek," dedi. Bu sefer kahkahalar değil, içlerinde büyüyen tedirginlik vardı. |
0% |