@hamish
|
Medya: Deniz Atalar . . .
Duygusal olarak yorgun olmanın ne demek olduğunu biliyorum. İçimdeki bu tükenmişlik, kelimeleri boğazımda düğümlüyor; ne zaman başkalarına anlatmaya çalışsam, sesim boğuluyor ve sadece bir gülümsemeyle geçiştiriyorum. Gözlerimdeki yorgunluk, belki de tüm acıyı anlatan bir sessizlikle dolu. Dışarıdan bakıldığında, yüzümdeki gülümseme her şeyin yolunda olduğunu gösteriyor, ama içimdeki gerçeklik, derin bir boşluk ve tükenmişlikten ibaret. Bu duruma nasıl gelmiş olabilirdim ki? Güya ne Deniz’le ne de Acar’la konuşmayacaktım. Yanımda oturan Acar, gözlerini kahveden ayırmadan, sessizce içecek olanı karıştırıyordu. Ben ise gözlerimi bir an olsun kahveden kaldırmadan, düşünceler içinde kaybolmuştum. Deniz ile yaşadığım duygusal yıpranma yetmiyormuş gibi, her şey üst üste geliyor, içimi bir ağırlık kaplıyordu. Her an, bu yorgunluk ve karmaşa daha da derinleşiyor, kendimi çıkmaz bir yolda gibi hissediyordum. "Gamze…" Önümdeki filtre kahveye odaklanmayı bırakarak kafamı sağa çevirdiğimde, Acar ile göz göze geldim. Gözleri, içten bir özür dileme ifadesi taşıyordu. “Hıı…” diye bir ses çıkardım, sessizce onun sözlerine odaklanarak. “Ben gerçekten özür dilemek istiyorum,” dedi, sesi samimi bir şekilde titriyordu. Başımı olumlu anlamda salladım, ama dudaklarımı aralayacağım sırada, başımıza dikilen Deniz, nefesimi dışarı vermeme yetti. Deniz’in varlığı, ortamı aniden gerdi; sert bir şekilde dikilen silueti bizi sessizliğe itti. Deniz, siyah tişört ve siyah pantolon giymişti. Belinde ekose desenli bir gömlek bağlıydı. Yüzümde bir ifade belirmeden, içimdeki karmaşanın bir parçası olarak, Deniz’in soğuk bakışlarına karşılık vermek zorunda kaldım. “Özrünü alıp müsait bir tarafına sokabilirsin,” dedi Deniz, sesi tehditkar bir tonla keskinleşmişti. O an, hiçbir şeyi sorgulayacak halde değildim; sadece bu soğuk ve sert sesi içimde yankılanıyordu. Acar, Deniz’in tavrına karşılık vermekte gecikmedi. “İstersen sana sokabilirim,” diye yanıtladı, sesinde sert bir kararlılık vardı. Aralarındaki gerginlik, havada yoğun bir şekilde asılı kaldı. İki erkeğin arasında kalmak, ne hissedeceğimi bilememek, içimde bir boşluk yaratıyordu. Bu belirsizlik ve gerginlik, ruhumu sıkan bir ağırlık gibi üzerimdeydi. İçtiğim kahve bana resmen sövüyordu. “Yeter, çocuk gibi kavga etmeyi bırakın,” dedim, sesimdeki kararlılık havayı keskinleştirdi. Ancak, ikisi de hala tık yoktu; kediler gibi kabarıyor, birbirlerine meydan okuyorlardı. “Ya ikiniz de oturursunuz ya da ben şimdi çıkıp giderim ve ikinizle de bir daha konuşmam,” uyarım, etkili ve tehditkar bir tonda yankılandı. Her iki erkek de yüzüme bakarak, kararlı duruşumdan ödün vermediğimi gördü. Acar, sağ tarafıma otururken Deniz, sol tarafıma yerleşti. Ellerim stresten terliyordu. Elimi pantolonuma sürerken, Deniz sol elimi nazikçe elinin arasına aldı, aynı anda Acar sağ elimi avucunun içine aldı. Bazı anlar vardır, konuşamazsınız ama çok şey anlatmak istersiniz. Şu anki durumum tam olarak böyleydi. Başımı sağa ve sola çevirerek, Deniz ve Acar’ın yüzlerine bakmaya çalıştım. İkisi de halinden memnun gibiydi. Ellerimi, ikisinin ellerinden kurtardım ve derin bir nefes alarak, “Açık konuşmaya ne dersiniz beyler?” dedim. İkisi de şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Deniz’in gözlerine baktım ve devam ettim, “Ben canınız sıkıldığında…” Başımı Acar’a çevirerek, “Yalnız kaldığınızda…” diye ekledim. Ayağa kalkıp ikisine baktım ve net bir şekilde söyledim, “Oyun oynayabileceğiniz bir oyuncak değilim. Final pastası değilim.” Kaşlarım çatıldı ve sesim sertleşti. “Beni mi istiyorsunuz? O zaman beni hak edeceksiniz.” Arkamı dönüp çıkarken, arkamda iki tane ne olduğunu bilmediğim adam bırakmıştım. İlk defa kendime verdiğim sözü tutuyor, kendi sınırlarımı koruyordum. |
0% |