@hamish
|
Şayet bir gün . . . Oysaki buraları çok iyi biliyordu. Ama sis yolunu şaşırtmıştı. Şimdi ise gece yarısı olduğu halde hâlâ yürüyordu. Kubilay nihayet o yoğun sis bulutları arasından deponun ışıklarını fark etti. Kapıya parolayı girdi, adamlar yüzlerini eğerek patronlarının içeri girmesi için çekildiler. İçerisi loştu. İstanbul’da olduğunuzu bilmeseniz, Las Vegas’ta lüks bir kumarhanede olduğunuzu hissedebilirdiniz. Genç adam bu şatafatlı hayata alışıktı. Yeşil masalarda kumar oynayan adamlara aldırmadan kendi yerine doğru yürüdü. Kısa bir sessizlik hâkim oldu, ardından aralarındaki gürültülü sohbet devam etti. Kubilay kendi locasına oturdu; uzun zamandır buraya gelmiyordu. Adamları işleri hallediyordu, ancak kafasını dağıtması gerekiyordu. Çok göz önünde bulunamazdı; tüm manşetler ölü yatırımından bahsediyordu. Bu mekan bunun için idealdi. Şayet bir gün intikamını alacaktı. Kaybettiği para önemli değildi; servetinden birkaç milyon eksilmiş... Batmazdı ya. Bir tane sigara yaktı, kül tablasına koyup izlemeye başladı. Kül tablasına dökülen külleri gördükçe; anıları aklına geldi, her biri küle dönüştü. Arada bir eline alıyordu sigarayı ve içine çekiyordu. Kendini zehirlemek için daha çok, daha çok çekiyordu. Bazen de anılarını silkiyordu kül tablasına. Pamir'i Ceylan ile görene kadar sadece kaybettiğine sinirleniyordu; şimdi ise oyuncağını kaptıran çocuk gibiydi. Can sıkıntısı içinde akıbetini bekliyordu, daha ne kadar sigara içeceğini bilmeden. Derken... Adamları tarafından hırpalanan bir adama gözü takıldı. Aklı ona oyun mu oynuyordu? Gözünü sıkıca kapatıp açtı, yanılmamıştı. Karşısındaki Engin’den başkası değildi. Kumar oynamak için kendini parçalıyordu. Borcu olmasaydı adamlar masadan asla kaldırmazdı. Ceylan’ın haberi olmadığını düşünüyordu; böyle bir şeye asla izin vermeyeceğini biliyordu. Beklediği fırsat ayağına gelmişti. Ceylan’dan öyle bir intikam alacaktı ki... Onu en sevdiğinden vuracaktı. Elini havaya kaldırmasıyla adamlarından biri yanına gelmişti bile. Adamın kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam kafasıyla onayladı ve hemen harekete geçti. Kubilay yerinden kalktı, holde ilerleyerek sonundaki sorgu odasına benzeyen odaya girdi. Filmle kaplı camla ayrılan boş odayı izliyordu. Bir iki dakika sonra, Engin'i yaka paça sandalyeye kelepçelediler. Üç adam, Engin’e direnmesine rağmen onu zorla kontrol altında tutuyordu. Kubilay telefonu kulağına götürüp içerideki adamı aradı. Adam telefonu açtı. "Dövün," dedi Kubilay soğukkanlılıkla. İçerideki adam emri alır almaz Engin'e yumruk attı. Engin sağ tarafına kan tükürdü. "Elimdeki kelepçeleri çıkaracak yürek yok tabii sizde," dedi alayla. Bu söz, adamları sinirlendirmişti ve daha sert vurmaya başladılar. Burnunun kırılma sesi ve Engin’in hırlaması odada yankılandı. Saymayı bıraktığı bilmem kaçıncı yumruktan sonra bayılmıştı. Kesinlikle acımıyordu adama. Kubilay, yeterli olduğunu düşününce yine aradı telefonu. "Fotoğrafını çekip dediğim numaraya atın, kumar borcu olduğunu, gelip ödemezse öldüreceğinizi söyleyin," dedi. Adam, patronunun dediğini harfiyen yaptı. Tek yapması gereken beklemekti. Ceylan'ın gelmesini bekliyordu. Kulağında odadaki saatin tik tak sesi yankılanıyordu. Gelmesi yarım saati bulacaktı. Sonunda keyfi yerine gelmişti. Kapının açılmasıyla yerinden fırladı, Ceylan nasıl içeriye girmişti? Dışarıda iki adam vardı oysa, haber vereceklerdi güya. Ceylan, doğrudan Engin'in yanına gitti, kafasını yukarı kaldırdı. İzlendiğinden haberi yoktu. Engin'in nefesini kontrol etti ve rahatladı. Elindeki para dolu çantayı adamların suratına fırlattı. Adamların para umurunda değildi. Kubilay'dan emir almışlardı, ne olursa olsun kadını bırakmayacaklardı. Ceylan adamlara döndü. "Çözün kelepçeleri, aldınız paranızı," dedi emredercesine. Adamlar tereddüt etti, birbirlerine baktılar. Ceylan'ın gözleri alev alev yanıyordu. Çaresizlik ve öfke içinde titriyordu, ama kontrolünü kaybetmemeye çalışıyordu. İçlerinden biri, sonunda hareketlendi ve kelepçeleri çözmeye başladı. Engin’in bileklerinden akan kan, Ceylan'ın yüreğini sıkıştırdı. Ceylan, Engin'i kollarından destekleyerek ayağa kaldırdı. Yavaşça ona sarıldı ve yüzünü ellerinin arasına alarak, "Seni buradan çıkaracağım," diye fısıldadı. Engin yarı baygın halde, Ceylan’a tutunarak ayakta durmaya çalıştı. Üç adam çirkin çirkin gülüyorlardı. Ceylan bu adamların rahat durmayacağını anladı. İri adam ona atıldığında sert bir tekme attı, adam sendelemişti. Diğer iki adam hamle yaptığında birine kafa atmış, diğerinin boynunu sıkıyordu. Engin ayılmaya başlamıştı. Ceylan'ı görünce gözleri kocaman oldu. "Ceylan," dedi fısıltı halinde, acıyla inleyerek. Ceylan duymuştu, duraksadı. Bu hata, avantajı adamlara çevirmişti. İki adam hamleyle Ceylan'ın kollarından sıkıca tuttular. Engin kan dolu yüzüyle Ceylan'a döndü. "Özür dilerim," dedi. Ceylan çok sinirliydi. "Sonra," diye tısladı. Sindiremiyordu... Oysa son üç yıldır kumar oynamıyordu, bu sefer inanmıştı. Engin kadar kimse hayal kırıklığına uğratmamıştı kendisini. Oğlundan sonra kalan tek ailesini de böyle iğrenç bir şeyde kaybetmek istemiyordu. Adamlar öyle sıkı tutuyordu ki, kollarının morardığına yemin edebilirdi. Odadaki diğer sandalyeye adeta kadını çivilediler, ellerini kelepçelemeyi de atlamadılar. Ceylan kapının açılma sesiyle kafasını kaldırdı. Kubilay tüm muhteşemliğiyle karşısında duruyordu. Kubilay dediğini yapmış, oyunu yeniden başlatmıştı. Kubilay, odanın ortasında dururken loş ışıklar yüz hatlarını keskinleştiriyor, gözlerinin sert bakışları iyice belirginleşiyordu. Yüzünde soğuk ve tatmin olmuş bir ifade vardı. Yavaş adımlarla Ceylan’a doğru ilerledi, gözleri bir an olsun kadından ayrılmıyordu. "Ne yapmaya çalışıyorsun, Kubilay?" diye sordu Ceylan, öfkeli ve meydan okuyan bir tonda. Kubilay, Ceylan’ın yanına gelerek eğildi. Kadının yüzüne yaklaşarak, “Sana söylediğim gibi, Mes. Oyun daha yeni başlıyor," dedi. Sesinde hem bir tehdit hem de bir meydan okuma vardı. En çaresiz hissettiğimiz anlarda uzaklaşabilmek olabildiğince güzel bir seçenek gibi gelir kişiye, hatta en iyisinden. Oysa hiçbiri bırakmaz yakamızı. Biz nereye onlar oraya. Diyeceğim o ki; gidemeyiz, öylece kalırız. Ceylan, kendi nefesi hariç tüm sesler susmuş gibi, derin bir sessizlik içinde ciğerlerine daha iyi oksijen gitmesi için kafasını kaldırdı. Bu kadar kötü olamaz diye düşündü. Kubilay bel altı vurmuştu. Oysa biliyordu zaafını, Ceylan kartlarını açık oynayacaktı. Kubilay, adamlarına kafasıyla işaret verdi. İki adam Ceylan ve Engin'in ellerini çözdüler, ardından üçü de sırasıyla odayı terk ettiler. Kapı sesi insanın kulağını tırmalıyordu. Engin'in acı çektiği, inlemelerinden belli oluyordu; yarı baygın halde duruyordu. Ceylan tam başardığını düşündüğü anda, adamın soğuk duvarlarına çarpmıştı. Ayağa kalktı, dimdik durmaya çalışıyordu. "Sen... sen bunu nasıl yaptın? Bu kadar mı küçüldün?" Sesi sonlara doğru kısılmıştı Ceylan'ın. Kubilay, eli cebinde öylece bakıyordu. Güzel kadının sinirleneceğini, bağırıp etrafı yıkacağını düşünmüştü. Öyle olmamıştı. Bu, sitemdi. "Ah, Mes... Engin'i aynı bataklığa düşmesinden kurtardım. Ben olmasam ruhun bile duymayacaktı. Teşekkür borçlusun bana," dedi. Kadın gülümsedi. "Teşekkür he, öyle mi?" dedi. Adama yaklaştı, cilve yapar gibi kafasını sağa yatırdı. Adam kadını süzdü. Tarif edemeyeceği kadar tenini özlemişti. Kadın, adamın hiç beklemediği anda yüzüne yumruk geçirdi. Kubilay sendeleyip yere düştü. Ceylan elini hızla sallayarak arkaya doğru yürüdü, fena halde eli acımıştı. Kubilay elini yanağına götürüp kahkaha atmaya başladı. Ceylan adama yaklaşıp, "Al sana teşekkür," dedi. Elinin acısını umursamayarak Engin'in yanına gidip, koluna girdi. Engin, kendini zorlayarak yürümeye başladılar. Kubilay yerde oturmuş hâlâ gülüyordu. Ceylan, Kubilay'a bakmıyordu bile, tek istediği buradan defolup gitmekti. Loş ışıkların altında, odanın sessizliği içinde, Ceylan ve Engin, birbirlerine yaslanarak ağır adımlarla ilerlediler. Ceylan, derin bir nefes alarak kendine hâkim olmaya çalıştı. Kubilay’ın kahkahaları arkasında yankılanırken, kalbinde bir kırıklık vardı. Her şeye rağmen, mücadeleye devam edecekti. Engin’in yanındaydı ve onu kurtarmak için her şeyi göze alacaktı. Kapıdan çıkarken, ardında Kubilay’ın zehirli gülüşünü bırakıyordu. Ama bu, Ceylan’ın hayal kırıklığını daha da pekiştirmişti. Düz holde ilerliyorlardı, kimse yollarını kesmiyordu. Depodan çıktıklarında soğuk hava yüzlerine çarptı. Ceylan’ın aklına dank etti: buraya taksiyle gelmişti, ama bu saatte buradan taksi geçmezdi ki. Taksi bulmak umuduyla yalpalaya yalpalaya caddeye çıkmaya çalışıyorlardı. Engin tamamen bitikti, arada fısıltı halinde "Özür dilerim" diyordu. Kafası düşüyor, Ceylan kaldırıyordu. Kaplumbağa hızıyla ilerliyorlardı. Son çare olarak, Engin'i kaldırıma oturttu ve yoldan geçen tek tük arabaları durdurmaya çalıştı. Çabası boşunaydı. Umudunu yitirmiş halde Engin'in yanına oturdu. Engin'in ağzından çıkan her şey anlamsız iniltilerden başka bir şey değildi. Kadının gözünden bir damla yaş aktı. Hırsla sildi gözyaşını, ama o sildikçe sicim gibi akıyordu. "Hepsi bana ait kırıklar, sadece benim... Sadece benim sevdiklerim beni paramparça etti. Ben kaç kez daha küstüreceğim avuçlarıma alamadığım yıldızları?" diye fısıldadı. Bir kurtarıcı olan "belki" dahi devre dışı kalmıştı kadın için. Zembereği boşalmış zaman meleği de kendini duyurmaktaydı. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Gece bu kadar koyu olmaktan vazgeçmemeye yemin eder gibiydi. Bir anda önünde duran arabadan yüzüne gelen yoğun ışık gözlerini kamaştırdı. Siyah bir siluete baktı, gözlerini kırpıştırdı. Gözleri aydınlığa alışınca karşısında uzun boylu, geniş omuzlu, dik duruşlu, iri göğüslü, kahverengi saçlı, her daim siyah bir kumaş takım elbise giyen ve mutlaka yelek giyen, Pamir'i gördü. Pamir, omuzlarından aşağı sarkan bir külhanbeyi gibi, ağır adımlarla onlara doğru ilerliyordu. Karanlıkta bile varlığını hissettiren bu adamın yardımını istemek zorunda kalmıştı Ceylan. Bu karşılaşmanın ileride başına gelecek olayların başlamasına neden olacağının farkında olmadan, Pamir'e doğru adım attı. "Pamir," dedi, sesi titrek ama kararlı. "Bize lütfen yardım et." Pamir, derin bir nefes alıp, gözlerini Ceylan'ın gözlerine dikti. "Seni bu halde görmek üzücü, Senhora," dedi mükemmel aksanıyla. Ardından Engin'e doğru bakarak, "Bu adamı buradan çıkarmamız lazım." Pamir, bir el işaretiyle arabasını işaret etti. "Hadi, vakit kaybetmeyelim." Ceylan, Pamir'in yardımıyla Engin'i arabaya taşıdı. Pamir, büyük bir dikkatle Engin'i arka koltuğa yatırdı. Ceylan ise hemen yanına oturdu, Pamir direksiyona geçti. Arabayı çalıştırırken, Ceylan'a dönüp güven veren bir gülümsemeyle, "Merak etme, Senhora. Her şey düzelecek," dedi. Ceylan, içten içe bu söze inanmak istiyordu. Belki de Pamir, sadece bu gecenin değil, gelecekteki birçok karanlık anın da ışığı olacaktı. |
0% |