Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@hamish

Bu kadar kötü olamaz

 .

.

.


Kimsenin hayatına karışmayan Pamir, Ceylan'ın hayatında var olmak istiyordu. Kubilay'dan ayrı olduğunu öğrendiğinden beri Ceylan'ı takip ettiriyordu. Ceylan'ın zayıf hallerini görmeye alışkın değildi. Her zaman güçlüydü. Bu da Ceylan'ı kendine daha fazla bağlıyordu. Ceylan ondan yardım isteyince tüm içtenliğiyle yardım etmişti. Bu an tesadüfmüş gibi davranıyordu. Oysa daha önce karşısına çıkabilirdi ama yardımını kabul etmezdi biliyordu, tam umutları tükendiği anda karşısına çıkmıştı.

Eve bir an önce ulaşma umuduyla arabayı hızlı hızlı kullanıyordu. Pamir'in arabasında yolculuk, Engin'in acıyla inlemeleri dışında sessiz geçiyordu. Gecenin karanlığında aracın içi hafif sandal ağacı kokuyordu. Pamir'in elleri direksiyonda kararlı ve rahattı. Arabanın sessizce ilerleyişi, Ceylan'a bir anlığına sakin hissettirmişti. Pamir arada bir, dikiz aynasından Ceylan'a kısa bakışlar atıyor, her seferinde içten bir gülümsemeyle karşılık veriyordu. Yolda doktorunu aramıştı. Ceylan bir şey dememişti; bugün yeterince zordu. Nurten Hanımın Engin'i böyle görmesini istemiyordu. Açıklama yapacak hali yoktu.

Pamir, telefonu kulağından indirdiğinde Ceylan'a dönüp, "Doktor evde bizi bekleyecek." dedi. Ceylan sadece başını sallayarak onayladı. Pamir, bu kadının güçlü duruşunun ardındaki kırılganlığı daha net görüyordu şimdi. Yol boyunca arabada derin bir sessizlik hakimdi.

Eve vardıklarında, Pamir aracı büyük demir kapının önünde durdurdu. Ceylan hızlıca araçtan indi, Engin'in koluna girerek ona destek oldu. Pamir de hemen yanlarına gelip Engin'i neredeyse kucaklayarak destek oldu. Eve girdiklerinde, loş ışıklar ve sıcak hava onları karşıladı. Ceylan, bir an için derin bir nefes alarak rahatlamaya çalıştı. İçinde bulunduğu durumun ağırlığı altında ezilmeyecekti. Ev de aynı Portekiz'deki evi gibi kırmızının tonlarındaydı: Derin bordo duvarlar, eski dünyanın zarafetini yansıtan koyu kırmızı halılar, altın varaklı çerçeveler içinde asılı eski tablolar... Pencere pervazlarında ağır kadife perdeler, kış güneşinin bile zar zor süzüldüğü bir atmosfer yaratıyordu. Ahşap mobilyalar, zengin mahogany renkleriyle odanın asaletini tamamlıyordu. Bu zengin ve davetkâr renk paleti, evin her köşesinde hissediliyordu. Bu eve hep tek başına giren Pamir, yanında bu sefer misafir de getirmişti. Yalnız hayatı kalabalıklaşmaya başlamıştı. Günlük hayatı rutininden, olağan günlerinden farklıydı bu aralar. Bu apaçık Ceylan'ın etkisiydi.

Pamir'in adamları Engin'i yatak odasına taşımışlardı. Doktor çoktan gelmişti ve Engin'in tedavisiyle ilgilenmeye başlamıştı. Ceylan bir an olsun yanından ayrılmıyordu. Doktor, Engin'in patlamış dudaklarına ve yarılmış kaşına dikkatlice pansuman yaptı, şişkin gözünü ise ince bir buz torbasıyla hafifletmeye çalıştı. Her bir yarayı titizlikle temizleyip dikiş atıyordu. Engin'in inlemeleri hafiflemeye başladığında, doktor ona hafif bir narkoz vererek daha derin bir uykuya dalmasını sağladı.

Tedavi bittikten sonra Engin derin bir uykuya dalmıştı. Pamir dışarıda doktorla konuşuyordu. Engin'in yakışıklı yüzü tanınmayacak haldeydi; dudağı patlamış, kaşı yarık, bir gözü ise şişlikten neredeyse kapanmıştı. Ceylan, Engin'in uyuduğundan emin olduktan sonra yavaşça odadan çıktı, onu uyandırmak istemiyordu. Narkoz yeni etki etmiş, inlemeleri yeni azalmıştı.

Merdivenlerden indi ve yine kırmızı görmeyi beklediği salona girdi. Şaşırmamıştı; salon, kırmızının tonlarıyla dekore edilmişti. Karşısında boydan boya bir pencere vardı. Oda loş olduğu için pencerede yansımasını görebiliyordu. Saçları dağılmış, gözleri şişmişti. Ellerine baktığında yumruğunun parçalanmış olduğunu gördü. Oda gibi elinin üstü de kıpkırmızıydı. Acıyan eli değildi, kalbiydi.

Tam bu sırada sırtına konulan örtüyle irkildi. Arkasını döndüğünde Pamir'le göz göze geldi. Pamir'in ilk dikkatini çeken şey, kadının gözlerindeki buğuydu. Dokunsa ağlayacak gibiydi. Ceylan'a sarıldı, kendisini itmesini bekliyordu ama yapmadı kadın. Bu anı beklermişçesine hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Pamir, her damla gözyaşının hesabını Kubilay'a sormaya yemin etti. Böyle bir kadını üzdüğüne inanamıyordu. Birkaç hafta önce kendisine bir kadını böyle korumak isteyeceğini söyleseler, kesinlikle buna gülerdi. Şimdi ise onu içine hapsetmek istiyordu.

Ceylan'ın nefesi düzene girdiğinde, ağlamasının durduğunu tahmin ediyordu. Olayın garipliğini atmak için muhteşem aksanıyla yumuşak bir sesle konuştu: "Sümük sürmedin, değil mi Senhora."

Ceylan daha önce sümük kelimesini bu kadar tatlı bulmamıştı. Pamir'in aksanıyla sümük kelimesi birleşince kahkahayı bastı. "Bundan pek emin değilim sümüğüm ve göz yaşlarım karışmış olabilir." Dedi.

Pamir, Ceylan'ın kafasını dağıtabildiğine sevinmişti. İkisi de bir süre güldüler. Ancak Ceylan elinin acısıyla yüzünü buruşturunca, Pamir durumu fark etti. Kadını inceleyince elinin kanadığını gördü, daha önce dikkat etmediği için kendine lanet okudu. Ceylan'ı geniş borda koltuğa oturtarak içeriye hızla gitti ve elinde pansuman malzemeleriyle geri döndü. Ceylan başta itiraz etse de, Pamir Ceylan'ın elini avuçlarının içine alarak temizlemeye başladı. Pamir hafif bastırdığında, Ceylan'ın dudaklarından küçük bir bağırış çıktı. Pamir yaraya yaklaşıp üfledi ve ardından işine odaklanarak devam etti. Ceylan, Pamir'in yüzünü incelemeye başladı. Yeni çıkmaya yüz tutmuş sakalları... İstemeden eli Pamir'in yüzüne gitti, ama hemen geri çekti. Pamir, işine o kadar odaklanmıştı ki, bunu fark etmedi.

Pamir en son bandı da yapıştırdıktan sonra, tamam anlamında Portekizce bir şeyler söyledi. Ceylan, ansızın sordu: "Sen hiç hayal kırıklığı yaşadın mı Pamir?"

Kadının yüz hatları, içinin burkuk olduğunu yansıtıyordu. Pamir çok rahat bir şekilde cevap verdi: "Çok, hem de o kadar çok ki sayısını ben bile unuttum." Bu kadar rahat cevap verdiğine kendisi bile şaşırmıştı. Biriyle kendi hakkında konuşmayalı yıllar olmuştu. Sözlerine devam etti: "Hayal kırıklıklarınla bütünleş, kalbin belki eskisi gibi olmayacak ama bil ki daha güçlü olacak."

Pamir'in cümleleri, Ceylan'ın içine işledi. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi ve gözleri güvenle doldu. Tam o sırada içeriye giren adamla tüm hava bozuldu. "Ağabey, Engin Bey uyandı," dedi adam.

Ceylan hızla yukarı çıktı. Engin'in gözleri açık olmasına rağmen, yüzü gözükmüyordu. Ceylan yanına yattı. Engin bir şey söylemek isterken, Ceylan onun sözünü kesti: "Şu an sadece iyileşmeye bak, sonra konuşacağız. Hadi uyu."

Engin kendini daha fazla zorlamadan gözlerini kapadı. Ceylan da yorulmuştu, yatağın sıcaklığıyla gözlerini kapadı. Ceylan'ın yorgun bedeni yatağa yerleşirken, yavaşça yanına uzandı ve başını yastığa koydu. Pamir'in sözcükleri hâlâ zihninde yankılanıyordu, gözlerini kapattığında bile kalbinin derinliklerinde bir yerlere dokunmuştu. Pamir’in kendisine sarıldığı anın sıcaklığı, hâlâ bedeninde yankı buluyordu.

Ceylan, huzurla uykuya dalarken, Pamir salonda kalmıştı. Koltuğa oturdu ve düşüncelere daldı. Ceylan’ın yaşadığı her şeyi düşündü. Onun gücüne hayran kaldı. Bu kadın, gerçekten de hayran olunacak biriydi. Pamir’in içindeki koruma içgüdüsü giderek güçleniyordu. Ceylan’ı her ne pahasına olursa olsun korumaya kararlıydı.

Pamir, bir süre daha koltukta oturup düşüncelere daldıktan sonra, ağır adımlarla merdivenlerden yukarı çıktı. Yatak odasının kapısının önünde durdu ve içeriye bir göz attı. Ceylan Engin'in yanında, huzurla uyuyordu. Pamir, içeri girmedi, sadece kapının önünde durup onu izledi, bir süre sonra uyumak için keni odasına çekildi.

Ceylan, hafif bir dürtüklemeyle uyandı. Pamir'in sesi kulağına geldi: "Nurten Hanım arıyor." Uykulu halde telefonu açtı ve Nurten Hanım'ın ağlamaklı sesi duyuldu.

"Nurten anne, ne oldu? İyi misiniz?" diye sordu Ceylan, endişeyle.

"Ah karanfil kokulum, köydeki teyzem vefat etti. Hemen oraya gitmem gerekiyor," dedi Nurten Hanım, gözyaşları içinde.

Ceylan hızla ayağa kalktı. "Tabii ki, hemen eve döneceğim. Oğlumu korumaya bırabilirsin." dedi kararlı bir sesle.

Pamir "oğlum" kelimesini duyduğunda, içinde derin bir kıskançlık belirdi. Kubilay ile çocukları vardı. Kubilay'a bir kez daha lanet okudu.

Pamir "Senhora, Engin burada kalabilir. Doktor, onun yerinden oynatılmaması gerektiğini söylemişti. İyileşene kadar burada kalabilir yani," dedi Pamir.

Ceylan, Pamir'e minnetle baktı. "Gerçekten mi? Çok teşekkür ederim, Pamir. "

Pamir gülümsedi. "Elbette, seve seve yardımcı olurum. Ancak bunun karşılığında benimle akşam yemeğini çıkmanı isterim."

Ceylan hafifçe gülümsedi. "Dışarıda yemek yerine, seni kendi evime davet etmek isterim. Ne dersin?"

Pamir’in gözleri parladı. "Bu harika bir fikir. Davetini memnuniyetle kabul ediyorum."

Pamir, Ceylan’a bakarak, "Engin burada emin ellerde olacak. Doktorlar ve yardımcılarım hep yanında olacak," dedi.

Ceylan, Pamir’e teşekkür ederek hızla hazırlanmaya başladı. "Bu iyiliğini asla unutmayacağım, Pamir," dedi ve evden çıkmadan önce son bir kez Engin’in uyuduğu odaya baktı.

"Akşam sekizde, sendeyim Senhora." Dedi.

Pamir gülümsedi ve nazikçe, "Dışarıda seni bekleyen aracım var. Seni eve bırakacak," dedi. Ceylan, tebessümle tekrar teşekkür etti ve hızla dışarıya yöneldi.

Kapının önünde siyah, şık bir sedan araç bekliyordu. Şoför, dikkatlice kapıyı açtı ve Ceylan'ı saygıyla karşıladı. Ceylan, arka koltuğa yerleştikten sonra şoför, nazikçe kapıyı kapattı ve direksiyonun başına geçti.

"Adres neresiydi efendim?" diye sordu şoför, dikiz aynasından bakarak.

"Beylerbeyi," dedi Ceylan, hafif bir sesle.

Araba sessizce hareket etmeye başladı. İçeride hafif bir lavanta kokusu vardı, bu da Ceylan'ın rahatlamasına yardımcı oluyordu. Pencereden dışarı bakarken, İstanbul’un sokakları birer birer geride kalıyordu. Yol boyunca şehrin gece manzarası gözlerinin önünden akıyordu; ışıklarla aydınlanmış binalar, sessiz sokaklar ve arada sırada görünen tarihi yapılar Ceylan'ın dikkatini çekiyordu.

Araba, boğazın kenarından ilerlerken, denizin gece karanlığındaki sakinliği ve birkaç balıkçı teknesinin huzurlu görüntüsü Ceylan'a biraz olsun sükunet getirdi. Şoför, profesyonel bir sessizlik içinde arabayı dikkatle sürüyordu.

Yaklaşık bir saat sonra, araba Beylerbeyi'ne ulaştı. Ceylan'ın evi, küçük bir bahçenin ortasında duran eski bir konaktı. Arabanın farları, taş duvarların üzerine düşerek nostaljik bir atmosfer yaratıyordu. Şoför, dikkatlice arabayı durdurdu ve hızla inip Ceylan'ın kapısını açtı.

"Ceylan Hanım, evinize geldik," dedi nazikçe.

Ceylan, arabadan inerken bir kez daha teşekkür etti. "Teşekkür ederim, çok naziksiniz," dedi.

Şoför başıyla selam vererek, "İyi günler dilerim," dedi ve kapıyı kapattı.

Ceylan, konağın taş merdivenlerinden çıkarken, gece serinliği yüzüne vurdu. İçeri girdiğinde, evin içindeki sessizlik ve tanıdık kokular onu karşıladı.

Ceylan ellerini yıkayıp koltukta güvenlikle oynayan oğlunu kucağına aldı. Küçük oğlunu ne kadar özlediğini, ona dokunmayı, ellerini tutmayı ve kokusunu içine çekmeyi ne kadar özlediğini fark etti. Oğlunu kundakla kendine bağlayıp mutfakta çeşit çeşit yemekler yapmaya koyuldu.

Mutfak, Ceylan'ın becerikli elleriyle adeta bir yemek cennetine dönüşmüştü. Oğlunun kibrit çöpü gibi incecik parmakları, annesinin sıcacık elleriyle oynuyordu. Küçük çocuk, annesinin kollarında huzur bulurken, Ceylan mutfağına hakim bir şef gibi çalışıyordu. Taze sebzeler doğranıyor, baharatlar harmanlanıyor, etler marine ediliyordu. Fırında pişen yemeklerin kokusu, eve yayılıyor, iştah kabartıyordu. Kendi elleriyle yemek hazırlamış, Pamir'in kırmızı evine ithafen kırmızı uzun bir elbise giymişti. Saçını ise şık bir ev topuzu yapmıştı. Masayı özenle hazırladı; şık tabaklar, parlak çatal bıçak takımı ve zarif mumlar masada yerini almıştı.

Kapının çalmasıyla, oğlunu kucağına alıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında, elinde kocaman bir arabayla duran Pamir'i gördü. Şaşkınlıkla bakan Ceylan, bir an duraksadı.

"Daha fazla küçük beyin hediyesini taşıyamayacağım, Senhora. İçeri davet edecek misiniz beni?" dedi Pamir, gülümseyerek.

Ceylan kapıyı açtığında, Pamir arabayı içeri bıraktı ve ardından kadını süzdü. Hayatının rengi olan kırmızı, Ceylan'a ancak bu kadar yakışabilirdi. Kucağında oğluyla muhteşem görünüyordu.

"Hoş geldin, Pamir. Lütfen içeri gir. Ne gerek vardı hediyeye?" dedi Ceylan, nazik bir tebessümle.

Pamir kafasını sallayarak, "Senhora Ceylan, bu yakışıklı adama bir araba almak istedim. Kabul etmeyeceğinizi bildiğim için oyuncak olanını aldım," dedi.

Ceylan, Pamir'i salona davet etti. Beraber odaya geçtiklerinde, Ceylan'ın aklına fırına attığı sütlaç geldi. Oğlunu Pamir'in kucağına vererek mutfağa geçti.

Pamir, küçük çocuğu kucağına alırken yüzünde bir gülümseme belirdi. Çocuk, minik elleriyle Pamir'in yüzüne dokunmaya çalışırken, Pamir de nazikçe onunla oynuyordu. Ceylan mutfakta sütlacı kontrol ederken, mutfak mis gibi vanilya ve tarçın kokusuyla dolmuştu. Fırındaki sütlaç, üzeri hafifçe kızarmış, nar gibi kızıl bir renge bürünmüştü. Ceylan, tatlıyı fırından çıkarırken mutfakta dingin bir huzur vardı.

Ceylan, sütlacı dikkatle masaya yerleştirdi ve derin bir nefes aldı. Bu akşam, her şeyin mükemmel olması için elinden geleni yapmıştı. Odaya döndüğünde, Pamir'in çocuğa nazikçe bir şeyler anlatırken ki halini görünce içi ısındı. Bu akşam, belki de hayatındaki en huzurlu anlardan birini yaşayacaktı.

Pamir küçük bebeğe öylece bakakalmıştı. İçinde bir anda yuva özlemi uyandı. Keşke demeden edemedi. "Keşke benim çocuğum olsaydı," diye mırıldandı. Bebeği alarak geniş koltuğa uzandı, bebekle oynuyor, koskoca "Titanium" lakaplı adam bebeğe şaklabanlık yapıyordu. Küçük bebek ise kocaman gülüyordu. Ceylan içeri girip oğluna doğru yaklaştı.

"Görüyorum, çok eğleniyorsunuz, ama küçük beyin uyuma vakti geldi. On dakikaya inerim aşağıya, sen kendi evinmiş gibi davran," dedi.

Ceylan bebeğini kucağına alarak salondan ayrıldı. Pamir ayağa kalktı ve salonu incelemeye başladı. Televizyonun altında duran bir fotoğrafı eline aldı. Fotoğrafta Ceylan, hastane odasında yatakta yatıyor ve kucağında oğlu vardı. Fotoğrafı yerine bıraktı ve yan tarafta masaya doğru yürüdü. Masada yok yoktu; yemeklerin kokusu acıktığını hissettirdi.

Elini tabağa uzatıp yaprak sarmadan bir tane ağzına attı. Tadı çok güzeldi, dayanamayarak bir iki tane daha yedi, bir iki derken tüm tabağı bitirmişti. Ceylan masaya yaklaştığında boş sarma tabağını görünce gülmeden edemedi. Tabağı alıp yenisiyle yeniledi. Pamir, munzur bir çocuk edasıyla masada oturuyordu. Ceylan karşısına oturdu. Hoş sohbet eşliğinde güzel bir yemek yemişlerdi.

Ceylan, sarmalarla ilgili Pamir'e takılarak, "Sarmaları beğendiğine sevindim ama bir dahaki sefere hepsini bitirmeden önce bize de biraz bırakmayı düşünebilirsin," dedi.

Pamir gülümseyerek, "O kadar güzellerdi ki duramadım. Beni affetmen lazım," diye cevap verdi.

Ceylan, Pamir'in bu hali karşısında bir kahkaha attı. "Affederim, affederim. Sen yeter ki böyle mutlu ol," dedi.

Pamir gözlerini Ceylan'ın gözlerine dikti. "Mutlu olmayı unuttuğumu sanıyordum. Ama bu akşam burada, senin ve oğlunla birlikteyken, yeniden hatırladım," dedi.

Ceylan, Pamir'in samimi itirafı karşısında duygulandı. "Mutlu olmak hepimiz için zor bazen, ama önemli olan küçük anların tadını çıkarmak," dedi.

Masayı beraber kaldırdıktan sonra salona geçmiş, tatlılarını yiyorlardı. Pamir, yaşadığı komik bir anıyı anlatıyordu.

"Şimdi beni askere götürdüler, yarı Türküm tabii, nasıl askere gidiyorsun diye sorma. Komutan geldi ve dedi ki, 'Ehliyeti olan var mı?' Ben de dedim, 'Benim var komutanım.' Demez olaydım, garajdaki tüm arabaları bana yıkattılar."

Ceylan, uzun zamandır bu kadar gülmemişti. Kendini durduramıyordu; gözlerinden yaşlar gelmişti. Pamir, telefonuna gelen mesajla ilgilenmeye başlayınca ortamda sessizlik oluştu. Ceylan, tabakları içeri götürmek için kalktı ve gitmişken çayları doldurdu. Çayı içtikten sonra Pamir'in gideceğini düşündü.

Elinde tepsiyle salona döndü, Pamir televizyonu açmış, ekranı dikkatlice izliyordu. Neye bu kadar dikkatli bakıyordu? "Duyduklarınıza inanamayacaksınız. Şok, Şok, Şok! Engin Altınsoy kumar masasında görüntülendi... Az sonra."

Ekranda Engin'in kumar oynarken fotoğrafları, dayak yemiş haliyle flaşlar halinde patlıyordu. Ceylan, elindeki tepsiyi yere düşürdü. Tepsiden gelen çatırdayan porselen sesleri odanın sessizliğini paramparça etmişti.

Ceylan, gözlerini ekrandan alamıyordu. Engin'in dayak yemiş, yüzü kan içinde hali, kumar masasındaki hırçın bakışları... Bu kadar olamazdı. Asıl hayal kırıklığını şimdi yaşıyordu.

Yerdeki bardak kırıkları, hayal kırıklıklarının sembolü gibiydi. Ceylan’ın kalbinin parçalanışı, yerlerdeki porselen kırıklarında yankılanıyordu. Odanın krem tonu bile soluklaşmış, her şey anlamını yitirmişti. Pamir, Ceylan’ın bu anki acısını görebiliyordu. Onun yanında olmak, onu teselli etmek istiyordu ama bu anın ağırlığı ikisini de dilsiz bırakmıştı.

Pamir, yavaşça Ceylan’a doğru yürüdü. Ona bir şey söylemeye çalıştı, ama kelimeler boğazında düğümlenmişti. Ceylan ise yere diz çökmüş, elleriyle kırık parçaları topluyordu, gözyaşları porselenin üstüne düşerken, sessizce hıçkırıyordu. Pamir, onun yanında diz çöktü ve elini tutarak, "Ceylan, buradayım," dedi yavaşça.

Ceylan, Pamir'in sıcak eliyle gözlerine bakarak, "Bu kadar kötü olamaz," diye fısıldadı. Pamir, onu sararak, "Her şey geçecek, ben buradayım," dedi.


Loading...
0%