@hamish
|
Kendimden nefret ediyorum bana güvenmediğin için . . . Yaşananlar yürekleri burksa da, boyunları bükse de unutulmaz. Geriye ince bir sızı ve katlanılmayacak bir acı kalır. En kötüsü de, tüm bu olup bitenlerden, onca yaşanandan sonra değişen hiçbir şeyin aslında değişmediğini görmektir. Ceylan, kendini daha toplayamadan bir darbe daha yemişti. Pamir'in ellerinden kurtularak alelacele banyoya koştu. Bu darbenin kendini paramparça ettiğini bile bile kullanmıştı zaafını, oğlunun babası. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.Yorgun, ağlamaktan gözleri şişmiş halde, kapıya sırtını dayamış banyoda oturuyordu. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşündü. Hayatının dönüm noktasını yaşıyordu. Pamir'in arkasından gelmesinin ve kapının arkasında olmasının hiçbir önemi yoktu. Pamir'in teselli sesi, bir zamandan sonra uğultu halinde gelmeye başladı, sonra sesi kesildi. Gözünden akan yaşlar konuşmasına engel oluyordu. Konuşmak da gelmiyordu içinden; oysa söz vermişti, kendini Kubilay yüzünden ağlamayacaktı... Bu kaçıncı yıkılıştı? Gözlerini hızla sildi, suyu açıp yüzünü yıkadı. Önce misafirini göndermeliydi. Suyun açılma sesini duyan Pamir hemen ayağa kalktı. Pamir, zaten açıklama beklemiyordu. Neler olduğunu biliyor, kadını bu zamanda tanımıştı. Sessizce ayrıldı evden. Ceylan kapıyı açtığında kimse yoktu. Salona girdiğinde, "Pamir," diye seslendi. Anlaşılan kendini tuhaf hissetmemesi için ayrılmıştı evden. Oğlunun ağlama sesi yankılandı odada. En kötü anında olduğu gibi, yine kendini hatırlatmıştı. Yüzünde buruk bir gülümsemeyle, kendisine tek iyi gelen varlığın, "Uğur'un" yanına çıktı. Ceylan, oğlunu kundaktan çıkarıp kucağına aldı. Küçük bedeni, annesinin sıcaklığına hemen cevap verdi. Bebek, annesinin boynuna sarılıp başını omzuna yasladı. Ceylan, oğlunun kokusunu derin derin içine çekti. Bu küçük varlık, hayatında kalan tek gerçekti. Her şeyden vazgeçse bile, oğlunun gülüşünden vazgeçemezdi. Oğlunu nazikçe beşiğine geri yatırdı. Minik elleriyle annesinin parmağını tutmuştu. Bu küçük dokunuş, Ceylan'ın içindeki fırtınayı biraz olsun dindirdi. Oğlunun gözlerine baktı; masum, sevgi dolu gözlerle kendisine bakıyordu. Ceylan, odanın loş ışığında, oğlunun minik yüzünü seyretti. İçinde bir huzur dalgası yayıldı. Oğlunun gülümsemesi, her şeyi daha katlanılabilir kılıyordu. Gözyaşlarını sildi, derin bir nefes aldı ve oğlunun başını okşadı. "Merak etme, her şey yoluna girecek," diye fısıldadı. Hayatının en zor anlarında bile, bu küçük mucize ona umut veriyordu.Yorgun ama kararlı bir şekilde, oğlunun yanına kıvrılıp gözlerini kapadı. En kötü anında bile, oğlunun sıcaklığı ona güç veriyordu. O, her şeyin daha iyi olacağına dair inancını yitirmeyecekti. Ceylan sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açtı. Oğlunun minik bedeninin sıcaklığı hâlâ yanındaydı. Yavaşça kalktı, oğlunu uyandırmamak için dikkatli hareket ediyordu. Oğlunun küçük yüzüne baktı, huzurla uyuyordu. Yüzünde bir tebessümle, onun yüzünü okşadı ve usulca "Günaydın, meleğim," diye fısıldadı. Oğlunu nazikçe uyandırdı ve sabah rutinine başladı. Minik bedeni yavaşça doğruldu ve annesinin kucağına tırmandı. Beraber kahvaltı yaptılar; Ceylan, oğluna özenle hazırladığı meyve püreli yulafı yedirirken bir yandan da kendisi için bir fincan kahve hazırladı. Kahvaltıdan sonra, oğlunun giysilerini seçti; renkli bir tulum ve küçük bir ceket. Oğlunu giydirdikten sonra, kendisi de aceleyle hazırlandı. Kırmızı, zarif bir bluz ve siyah pantolon giymişti. Aynada saçını düzeltti, hafif bir makyaj yaptı. Yüzündeki yorgunluk izlerini saklamaya çalışıyordu. Eşyalarını ve oğlunu toparlayarak arabaya yerleştirdi. Oğlunun güvenli bir şekilde oturduğundan emin olduktan sonra, aynada onu kontrol etti. Küçük yüzü heyecanla dışarıyı izliyordu. Ceylan, içindeki endişeleri bastırarak gülümsedi. "Bugün güzel bir gün olacak," dedi kendi kendine. Yola çıktılar, araba sessizce şehir sokaklarında ilerliyordu. Yol boyunca aynadan sık sık oğluna baktı. Etkinlik yerine geldiklerinde, arabayı park etti. Oğlunu nazikçe kucağına alarak arabadan indirdi ve etkinlik alanına doğru yürüdü. Oğlunun minik elleri annesinin saçlarıyla oynarken, Ceylan ona sımsıkı sarıldı. Etkinlik alanı renkli balonlar ve çocuk kahkahalarıyla doluydu. Oğlunu ve eşyalarını bıraktıktan sonra, ona sıkı sıkı sarıldı ve gözlerine baktı. "Seni çok seviyorum," dedi. Etkinlik sorumlusuna son talimatlarını verdikten sonra, holding'e doğru yola çıktı. Arabasına bindi ve yola koyuldu. Sabah trafiği yoğundu, ama zihni başka şeylerle meşguldü. Holding binası uzaktan göründüğünde, derin bir nefes aldı. Büyük camlardan oluşan, modern mimarisiyle dikkat çeken bina, şehirdeki diğer binalardan farklıydı. Her sabah buraya gelmek bir rutin olmuştu, ama bugün her zamankinden farklı hissediyordu. Ceylan arabasını park ederken, holding binasının önündeki kalabalığı fark etti. Kameralar, mikrofonlar ve muhabirler her yerdeydi. Derin bir nefes aldı ve yüzüne sakin bir ifade yerleştirerek arabadan indi. Kameralar anında ona çevrildi. Flaşlar ardı ardına patlıyor, mikrofonlar yüzüne doğru uzatılıyordu. Herkesin dilinde aynı soru vardı: "Engin Altınsoy hakkında ne düşünüyorsunuz?" Ceylan, kendine olan güveni ve kararlılığıyla, gözlerini kısarak kalabalığı süzdü. Muhabirlerin bağırışları arasında yavaşça yürümeye başladı. Kalabalık, yolunu kesmeye çalışsa da, etrafındaki güvenlik görevlileri onun için bir koridor açtı. Her adımında yüzündeki ifadeyi koruyarak, kimseye cevap vermedi. İçinde fırtınalar kopuyordu, ama dışarıdan bakıldığında sanki bu durumu umursamıyormuş gibi görünüyordu. Holdinge giriş kapısına yaklaştığında, adımlarını hızlandırdı. Gazeteciler hala sorularını bağırıyor, kameralar her hareketini kaydediyordu. Ceylan, yüzündeki ifadeyi bozmadı. Sonunda, büyük cam kapılar açıldı ve içeri adım attığında derin bir nefes aldı. İçerideki sessizlik, dışarıdaki kargaşanın aksine huzur vericiydi. Resepsiyondaki çalışanlar ona saygıyla baktılar, kimse tek kelime etmedi. Ceylan, başını hafifçe sallayarak selam verdi ve asansöre doğru yürüdü. Asansör kapıları kapanırken, dışarıdaki gürültü azalıyordu. Ceylan, derin bir nefes aldı ve yüzündeki gerginliği biraz olsun serbest bıraktı. Ceylan, asansörden inip yedinci katta bulunan kendi odasına doğru ilerledi. Odanın kapısını açar açmaz içeri dolan tanıdık, hafif odunsu koku ona biraz huzur verdi. Derin bir nefes alarak odaya adım attı ve kapıyı arkasından kapattı. Ceketini çıkardı ve kapının çaprazındaki askıya özenle astı. Odanın pencerelerinden içeri süzülen sabah ışığı, masasına yumuşak bir parlaklık katıyordu. Kendi masasına yerleşirken, asistanlarının masasına bıraktığı dosyalar dikkatini çekti. Dosyalar, birbirinin üzerine yığılmış halde duruyordu ve her biri ayrı bir görevi işaret ediyordu. Ceylan, bir dosyayı eline alıp açarken derin bir iç çekti. Engin'in yokluğu, iş yükünü katbekat artırmıştı. Ayrıca Çetinkor Holding'den ayrılmaları da işleri daha da karmaşık hale getirmişti. Masanın üzerindeki her bir dosyayı tek tek incelemeye başladı. İlk dosya, ertesi hafta yapılacak olan bir proje toplantısının detaylarını içeriyordu. Notlar, çizimler ve bütçe analizleriyle doluydu. Hızlıca göz gezdirip gerekli yerleri işaretledi. İkinci dosya, yeni bir iş ortaklığı teklifiydi. Teklifi dikkatlice okudu, avantajlarını ve dezavantajlarını değerlendirdi. Odaya hâkim olan sessizlik, sadece kâğıtların hışırtısı ve kalemin hafif çizik sesiyle bozuluyordu. Ceylan, gözlerini ara sıra pencereden dışarıya kaydırarak, kısa molalar veriyordu. Dışarıda hayat akmaya devam ediyordu, fakat onun dünyasında zaman durmuş gibiydi. Her şeyin üstesinden gelebileceğine dair kendine güveniyordu ama bu süreçte tek başına olduğu gerçeği bazen ağır geliyordu. Telefonunun sessiz titreşimiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Ekrana baktığında, bir toplantı hatırlatıcısı olduğunu gördü. Derin bir nefes alarak, masanın üzerinde yığılmış işlere bir kez daha göz attı ve ayağa kalktı. Kapıya doğru yürürken, içeride onu bekleyen yoğun günün farkında, kararlı adımlarla odadan çıktı. Ceylan, toplantı odasına girerken içerideki hareketlilik hemen dikkatini çekti. Toplantı masasının etrafında, şirketin çeşitli departmanlarından gelen yöneticiler ve birkaç dış danışman toplanmıştı. Herkes, önlerinde duran notlara göz gezdiriyor veya sessizce birbirleriyle konuşuyordu. Ceylan içeri adımını attığında, herkes bir an için sustu ve ona döndü. Profesyonel bir gülümsemeyle karşılık verdi, masanın başındaki yerine geçti ve oturdu. Toplantı odası, geniş pencereleri sayesinde doğal ışıkla doluydu. Masanın üzeri, çeşitli belgeler, dizüstü bilgisayarlar ve su şişeleriyle kaplıydı. Duvarlarda, önceki toplantılardan kalan birkaç grafik ve proje planı asılıydı. Ceylan, önündeki notları düzenleyip derin bir nefes aldıktan sonra toplantıyı başlattı. "Hoş geldiniz arkadaşlar," dedi sakin ama otoriter bir sesle. "Bugün, geçtiğimiz haftanın performansını değerlendirip, önümüzdeki projeleri ve stratejileri gözden geçireceğiz. Ayrıca Çetinkor Holding ile olan durumu ve bu süreçteki stratejilerimizi konuşacağız." Finans müdürü söz aldı. "Geçtiğimiz hafta, finansal hedeflerimizin büyük kısmını tutturdum. Ancak Çetinkor Holding ile ayrılmamız bazı gelir kayıplarına neden olabilir. Bunu telafi etmek için yeni iş ortaklıkları bulmamız gerekecek." Ceylan, finans müdürünün sözlerini dikkatle dinledi ve ardından notlarına baktı. "Bu konuda, bazı potansiyel ortaklık teklifleri aldık. Bunları detaylıca inceleyeceğiz. Ayrıca, mevcut projelerde daha verimli çalışarak kayıplarımızı minimuma indirmemiz gerekiyor." Pazarlama müdürü sözü aldı. "Yeni bir reklam kampanyası üzerinde çalışıyoruz. Bu kampanya ile müşteri tabanımızı genişletmeyi ve gelirlerimizi artırmayı hedefliyoruz." Ceylan başını sallayarak onayladı. "Harika. Bu kampanyanın detaylarını ve bütçesini en kısa sürede görmek istiyorum. Ayrıca, müşteri memnuniyeti konusunda neler yapabileceğimizi de değerlendirelim." Toplantı, bu şekilde devam etti. Her bir departman, kendi alanındaki gelişmeleri ve sorunları paylaştı. Ceylan, notlarını alıp her bir soruya detaylıca yanıt verdi. Toplantı ilerledikçe, herkesin yüzündeki gerginlik yerini daha rahat bir ifadeye bıraktı. Sonunda, Ceylan toplantıyı kapatırken "Hepinize katılımınız ve katkılarınız için teşekkür ederim." Toplantı sona erdiğinde, herkes yavaşça odadan çıkmaya başladı. Ceylan, önündeki notları topladı ve birkaç derin nefes aldı. Ceylan kendi odasına geçtiğinde Pamir'i deri koltukta rahatça otururken buldu. Pamir, siyah yelekli bir takım giymişti; takımın altında beyaz bir gömlek ve siyah bir kravat vardı. Ayaklarında ise parlak siyah deri ayakkabılar, bütün görünümüne şıklık katıyordu. Gözlerinde bir şaşkınlık ifadesi beliren Ceylan, Pamir'in kendine özgü rahat tavrıyla gülümsemesi karşısında biraz yatıştı. "Seni öğle yemeğine çıkarmaya geldim, Senhora," dedi Pamir, sanki dünyadaki en doğal şeymiş gibi. Ceylan, Pamir'in yanından geçip masasına oturdu ve duvardaki saate bir göz attı. "Daha bir saat var öğle arasına, Pamir. Bitirmem gereken işler var." "Patron sen değil misin, Senhora?" diye yanıtladı Pamir, kurnaz bir gülümsemeyle. Ceylan başını salladı. "Zaten patron ben olduğum için çıkamam ya." "O zaman ben seni burada oturup bekliyorum, senhora," dedi Pamir, yerinden kıpırdamadan. Ceylan, ısrarla gitmesini söylemeye çalıştı ama Pamir daha inatçı çıktı ve yerinden kıpırdamadı. Sonunda Ceylan, işine geri döndü ve yeni açacağı binanın son kontrollerini yapmaya başladı. Pamir'in sıkılıp gideceğini düşünürken, onun masadan aldığı dergiyi ilgiyle okuduğunu ve arada şaşırma nidaları çıkardığını fark etti. İster istemez gözleri Pamir'e kayıyordu. Pamir, masadaki tüm dergileri okumuş, Ceylan ise elindeki işi bitirmişti. Pamir, nihayet ayağa kalktı ve saate bakıp çocukça bir sevinçle, "Öğle arası," dedi. Ceylan, aslında öğle arasına çıkmayı düşünmüyordu ama bir saat beklemişti adam. Ayağa kalkıp askılıktan paltosunu aldı ve çantasını da taktıktan sonra kapıya doğru ilerledi. Pamir, hızlı adımlarla ona eşlik ederek kapıyı açtı. Ceylan'ın ofisinin kapısı, geniş bir koridora açılıyordu. Koridor, geniş camlarla aydınlatılmıştı ve Ceylan'ın adımları, cilalı ahşap zeminde yankılanıyordu. Pamir, kibar bir jestle ona yol verirken, Ceylan'ın yüzünde istemsiz bir gülümseme belirdi. Koridorun sonunda, şirketin diğer çalışanlarının bakışları altında ilerlediler. Pamir'in varlığı, her zamanki gibi dikkat çekiyordu. Asansöre bindiklerinde, Pamir Ceylan'a dönerek, "Nereye gitmek istersin, Senhora?" diye sordu. Ceylan bir an düşündü, sonra hafifçe gülümseyerek, "Sana bırakıyorum," dedi. Pamir'in yüzünde keyifli bir ifade belirdi. "O zaman sıkı dur, senhora," diyerek asansörün düğmesine bastı. Ceylan, aklına dışarıdaki magazinciler geldiğinde bir an endişeyle kaşlarını çattı. Pamir, Ceylan’ın bu endişesini anında fark etti. Direksiyonun başında, rahat bir gülümsemeyle ona döndü. "Merak etme, Senhora," dedi güven verici bir tonda. "Benim de nazımın geçtiği yerler var. Aşağısı artık tertemiz." Ceylan derin bir nefes aldı, Pamir'in sözleri içini rahatlatmıştı. "Umarım haklısındır," dedi hafifçe gülümseyerek. "Bu aralar fazla dikkat çekmek istemiyorum." Binanın zemin katına indiklerinde, Pamir, güvenlikle kısa bir selamlaştıktan sonra Ceylan'la birlikte dışarı çıktı. Pamir, beyaz bir spor arabanın anahtarını çıkardı ve kibarca kapıyı Ceylan için açtı. Ceylan, koltuğuna yerleştiğinde, Pamir de direksiyonun başına geçti. Ceylan, Pamir’in kendinden emin tavrına güvenerek arkasına yaslandı. Güneşin parıltısı arabanın camlarından içeri sızarken, çevredeki manzara hızla değişiyordu. Ceylan, anın tadını çıkarmaya çalıştı ve Pamir'in gerçekten güvenilir biri olduğunu düşündü. Yol boyunca Pamir, şehrin kalabalığından uzak, daha sakin bir bölgeye doğru ilerledi. Etraflarındaki ağaçlar ve yeşillikler, Ceylan’ın zihnini biraz olsun rahatlattı. Sonunda, Pamir, güzel bir restoranın önünde durdu. Restoran, şehrin gürültüsünden uzakta, sakin bir bahçe içinde yer alıyordu. Ceylan, arabadan inerken etrafına bakındı ve gerçekten de hiçbir magazinci izine rastlamadı. Pamir, Ceylan’a kapıyı açarak yardım etti ve birlikte restorana doğru yürüdüler. Restorana girdiklerinde, sıcak ve samimi bir atmosfer onları karşıladı. Pamir, her zamanki gibi önde yürüyerek onlara ayrılmış özel bir masaya yöneldi. Masaya oturduklarında, Pamir kibar bir şekilde Ceylan’a menüyü uzattı. "Burası benim en sevdiğim yerlerden biri," dedi gülümseyerek. "Umarım sen de beğenirsin." Ceylan, menüye göz gezdirirken Pamir’e baktı. "Teşekkür ederim, Pamir. Gerçekten güzel bir yer seçmişsin." Ceylan, lavaboya gitmek için masadan kalktığında, Kubilay ve yanında genç bir kadın gördü. Kadın uzun boylu, sarışın ve yeşil gözlüydü. Masanın tam karşısında oturuyorlardı. Ceylan, biraz tereddütle ama kendinden emin bir şekilde holün yolunu tuttu. Ancak, lavabodan dönerken, ani bir şekilde kolundan çekilmesiyle neye uğradığını şaşırmıştı. Gözleri, Kubilay’ın soğuk, mavi gözleriyle buluştu. "Siz ne yaptığınızı..." demek üzereydi ki sesini kesen, mavi gözlerin sert bakışlarıyla karşılaştı. Kubilay, Ceylan’a soğukkanlı bir şekilde baktı. "Senin bu adamla sürekli ne işin var yani, merak ettiğimden değil de, Engin’i manşet yapan adamın yanında da tutmazsın yani." Kadın, yüzünde hafif bir öfke ifadesiyle kaşlarını çattı. "Yaptığın bir şeyi suçsuz bir insanın üzerine nasıl atarsın?" "Ben yapmadım," diye yanıtladı Kubilay, sesi keskin ve savunmacı bir tonda. Ceylan, Kubilay’ın bu sert cevabına alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Gerçekten mi Kubilay? Bari yaptığının arkasında dur, çocukça davranma." Kubilay’ın sesinde ilk defa bir acı ve kırgınlık sezildi. "Kendimden nefret ediyorum bana güvenmediğin için." Kadının gözleri Kubilay’a öyle bir öfkeyle bakıyordu ki, Ceylan adeta bu bakışlardan bir miktar huzur bulmuştu. "Kimse senden, benim nefret ettiğim kadar etmiyordur, sen bile," dedi kadın. Ceylan, ses tonundaki keskinliği ve yüzündeki ifadesiyle adamdan hızlıca kolunu çekti. Öfkeyle topuklarının üzerinde dönerken, Pamir'in yanına doğru yürüdü. |
0% |