@hamish
|
Aklıma geçmişin izleri saplanır . . . Ceylan, gözlerinde kararsızlıkla dolu bir bakışla, Kubilay'ın peşinden gitmeye karar verdi. Pamir Ceylan'a eşlik ediyordu. Elleri titreyerek hastaneye doğru yola çıktılar. Araba yolculuğu, bir tür karmaşık duyguların ve endişenin iç içe geçtiği bir zaman dilimi haline geldi. Ceylan’ın kalbi hızla çarpıyordu, her dakika Kubilay’ın durumuyla ilgili endişesi artıyordu. Yolda, şehrin kalabalığının ve trafik ışıklarının ışıkları, içindeki stres ve kaygıyı artırıyordu. Arabanın camlarına yağan yağmur damlaları, Ceylan’ın ruh halini yansıtıyordu. Yağmurun oluşturduğu pürüzsüz su damlacıkları, arabanın hızla ilerlemesiyle birer birer kayıp gidiyordu. Ceylan, bir an olsun sakinleşmeye çalışsa da, her şeyin nasıl gittiğini ve Kubilay’ın ne durumda olduğunu düşünmeden edemedi. Kubilay’ı daha önce bu halde görmemişti. Pamir, sessiz bir şekilde yan koltukta oturuyordu, yüzünde ifadesiz bir hal vardı. Yavaş yavaş hastaneye yaklaşırken, Ceylan’ın gözleri yolda karşılarına çıkan hastane tabelalarını dikkatle tarıyordu. Hastane girişine geldiklerinde, Ceylan, arabanın kapısını hızla açtı ve hemen dışarıya fırladı. Pamir de onun peşinden hızla indi, ancak Ceylan’ın telaşı içinde yavaş kalıyordu. Ceylan, hastane kapısına yönelirken, arkasında Pamir’in adımlarını duyuyordu. Girişte, hastanenin lobi bölgesinde kalabalık, Ceylan’ın hızlı adımlarıyla karşı karşıya kaldı. Görevlilere Kubilay’ın odasının yerini sordu, hızla asansörlere yöneldi. Ancak asansörlerin yavaşlığı, Ceylan’ın sabrını sınadı. Endişeyle dolu düşünceler içinde, merdivenlere yöneldi ve hızla tırmanmaya başladı. Kalbi, adımlarının ritmiyle birlikte hızla çarpıyordu, merdivenlerin her basamağında, Kubilay’ın durumunu düşünüyordu. Yukarı kata çıktığında, koridor boyunca ilerleyerek Kubilay’ın odasının bulunduğu kapıya yaklaştı. Kapı aralıktı ve içeriye sesler geliyordu. Merak ve endişe içinde, kapının kenarından içeri göz attı. İçeride, Çiğdem’in Kubilay’a moral vermeye çalıştığını gördü. Ceylan, bu anın içinde kendini kaybetmiş gibi hissetti. İçeri girdiğinde, Kubilay’ın yatağındaki hâli onu çok etkiledi. Sesin sahibi sabah ki kadındı. “Ceylan da aynı Çiğdem gibi iyi gelmiyor sana, görmüyor musun?” sözleri, Ceylan’ın kalbinde derin bir yara açtı. Kubilay’ın sesi, sinirden titriyordu. “Nasıl ikisini bir tutabilirsin, Ceylan ve Çiğdem’i aynı keseye nasıl koyabilirsin?” sözleri, hastane odasında yankılanıyordu. Sesindeki öfke ve kırgınlık, tüm ruhsal yükü hissettiriyordu. Ceylan nefesini dışarı verdi. 'Her zaman Ciğdem'i sevecek.' Diye düşündü. Ceylan, Kubilay’ın odasına girmeden, onun görünümünden, odadan uzaklaştı. İçindeki pişmanlık ağır bir taş gibi oturmuştu. O an, rahat bir nefes almaya çalışırken, kendini daha fazla sorgulamaktan aalamıyordu. Kubilay'ın Çiğdem’e karşı hissettiği duyguların ne kadar karmaşık olduğunu, kalbinde bıraktığı boşluğun büyüklüğü yüzüne çarptı. Ceylan’ın duyguları daha da derinleştiriyordu. “Neden ben kendi gururumu hiçe sayarak buraya geliyorum?” Ceylan’ın sesi, kısık ve titrek bir şekilde koridorun sessizliğinde kayboldu. Sanki bu soruyu sadece kendisine soruyormuş gibi görünüyordu. Ceylan, kalbinin derinliklerinde, içindeki karmaşayı ve pişmanlığı hissettiği bu anlarda, gözlerini Kubilay’İn odasına odaklayarak kendini kaybetmiş gibiydi. Pamir, koridorda sessizce dururken, Ceylan’ın acısını ve karmaşasını gözlerinden okuyabiliyordu. Ceylan’ın yaşadığı duygusal çatışmanın ve pişmanlığın yansımaları, Pamir’in kendi duygularını da harekete geçirmişti. Ceylan’ın Kubilay’ı sevdiğini biliyor ve bunun yanında, kendi duygularının karmaşıklığını hissediyordu. "Senhora, sen Kubilay'ın neden böyle yaptığını merak etmiyorsun." Sesi vurgulayıcı çıkıyordu. "Sen o sana neden versin ki, onu hemen affet istiyorsun." Dedi Hastane koridorunda sessizliği bozan bir tokat sesi yankılandı. Pişman olacağını bile bile Ceylan’ın elinden çıkan tokat, Pamir’in yüzüne yapışırken, odadaki tüm dikkatleri üzerine çekti. Ceylan’ın gözleri öfke ve pişmanlıkla doluydu. “Sen ne biliyorsun ki konuşuyorsun ne!” sesindeki titremeyle, kelimelerin ardındaki acıyı yansıttı. Pamir, tokatın etkisiyle bir adım geri savruldu, gözleri şaşkın ve üzgün bir ifadeyle doldu. Ceylan, arkasına bakmadan, koridoru hızla geçerek koşmaya başladı. Kalp atışları hızla yükselirken, gözleri yaşla dolmuştu. Pamir’e dönüp özür dileme düşüncesi veya olanlarla yüzleşme cesareti kalmamıştı. Koşarken, etrafındaki tüm detaylar bulanıklaşıyor, adımları hızlanıyordu. Ceylan, hastane koridorunda yorgun ve yalnız bir şekilde ilerlerken, kendini derin bir çatışma içinde buldu. O an, Pamir’in haklı olduğunu biliyor ama bu gerçeği kabul etmekte zorlanıyordu. Koştuğu her adım, içindeki pişmanlık ve karmaşayı daha da derinleştiriyordu. Bir süre sonra, nehrin kenarındaki dar bir sokağa vardığında, yavaşladı. Nefes nefese kalmış, gözleri yaşlarla dolmuştu. Koşmanın getirdiği yorgunlukla birlikte, içinde bulunduğu durumun ağırlığı onu daha da yıpratmıştı. Ceylan, nehir kenarındaki loş ışıklı mekâna adımını attığında, kendini alışılmadık bir ortamda buldu. Burada yabancı yüzlerin arasında, deniz manzarasının verdiği huzurun tam tersine, kalabalığın getirdiği bunalımın içinde kaybolmuştu. Mekân, kutlama yapan insanların gürültüsüyle doluydu; kahkahalar, konuşmalar ve müzik, atmosferi daha da karmaşık hale getiriyordu. Yavaşça ilerlerken, kalabalık içinde kendine çarpan birkaç insan oldu, ancak Ceylan bunları umursamadı. Yüzündeki boş bakış, ruhsal yorgunluğunu yansıtıyordu. Ayakta daha fazla duramayacağını anladığında, boş bulduğu ilk masaya çöktü. Masanın üzerindeki suyu bardağa dökmeye bile gerek duymadan kafasını dikti ve içindeki ateşi söndürmeyi umarak bir yudum içti. Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi; ama bu gülümseme, gücünün tükenmişliğini ve içsel boşluğunu saklamaya yetmiyordu. Güçsüz ve tükenmiş bir hali vardı; aslında hiçbir şeyi bitirmemişti, sadece mücadele etmekten yorulmuştu. İçindeki karmaşa ve pişmanlık, masanın kenarındaki su bardağının yansımasında belirginleşen gri ve karanlık tonlarda bir tablo oluşturuyordu. İnsanların tuhaf bakışlarına rağmen, Ceylan kendini yalnız ve kaybolmuş hissediyordu. Ceylan, masasında yalnız başına otururken, içindeki huzursuzluk iyice belirginleşmişti. Derin bir sessizliğin ortasında, kalabalığın gürültüsü ve kutlamaların karmaşası arasında, Ceylan’a doğru yaklaşan adamın silueti giderek netleşti. Adam, koyu renkli gözleriyle dikkat çekici bir şekilde karanlık bir bakışa sahipti. Yüzündeki ifadesi, Ceylan’ın içinde bir alarm çanının çalmasına neden oldu. Adam, Ceylan’ın yanına oturduğunda, kadın kendini huzursuz hissetti. Kaşlarını çatmış, rahatsız bir şekilde bakıyordu. Sesini yükselterek, “Sizi tanımıyorum. Kalkın masamdan,” dedi. Ancak, adamın suratındaki tebessüm, daha da ürkütücü bir hale geldi. Ancak, adamın suratındaki tebessüm, daha da ürkütücü bir hale geldi. Gözleri, gülüşü ve genel tavrı, gülüşünün arkasında bir tehlike barındırdığını açıkça gösteriyordu. “Ben Arslan Aydın,” dedi adam. Sesindeki soğukluk, Ceylan’ın rahatsızlığını daha da artırdı. “Sizin beni tanımadığınız belli, bana sesini yükselttiğinizde yaşayamayacağınızı bilirdiniz." Nefesini hafif dışarı verdi. "Tanısaydınız..." Dedi. "Kesinlikle benim mekanımda, benim yerimde oturmazdınız.” Ceylan, adamın kendisine olan tavrına karşı sinirlenmişti. Hemen ayağa kalktı, bugün zaten ruhsal olarak dibe vurmuştu; bir de yabancı bir adamla uğraşmak istemiyordu. Saçını hızlıca düzeltti ve sesini olabildiğince yüksek tutarak, “O zaman desenize bir ilk yaşanıyor sayemde. Hâlâ ölmediğime göre sana ses yükseltilebiliyormuş,” dedi. Arkasını dönüp yürümeye başladı, ama birkaç adım attıktan sonra topuklarının üzerinde dönerek, adamın yüzüne bakmadan devam etti. “Unutmadan, ben Ceylan Altınsoy. Suyun fişini ofisime yollarsınız.” Ceylan, söylenenlerin farkında bile olmadan, kendini bir krizin ortasında bulmuştu. Bu hareketi, yer altı dünyasında saygı gösterilmesi gereken bir adama karşı yapılmış bir provokasyon olarak algılanmıştı. Ceylan’ın yaptığı şey, geçmişin izlerini uyandıran bir eylem olmuştu. Geçmişin kazınmış izleri, şimdiki zamanda tekrar yüzeye çıkmıştı. Gelecek, geçmişin etkilerinden ne kadar kurtulabilirdi? Ceylan, geçmişin gölgeleriyle savaşabilecek miydi? Peki kader geçmişin izlerini tekrar yaşatacaksa... Geçmişi değiştirmeye güçleri yok, peki ya gelecek... |
0% |