Yeni Üyelik
20.
Bölüm

16. Bölüm

@hamish

Mutluluğa koşarken, korkuya takıldı ayaklarım

.

.

.


Altı ülkenin liderleri, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynayan, küresel çapta etkili bir liderler birliğini oluşturuyorlardı. Her biri, temsil ettiği ülkenin masası ve sorumluluğuyla ilgili geniş yetkilere sahipti. Portekiz'den Santos lideri, Rusya'dan Kaloşov lideri, İtalya'dan Mendolan lideri, Meksika'dan Mendoza lideri ve Fas'tan Uhubbi lideri... Çetinkor da Türkiye'nin temsilcisiydi. Kubilay, geniş ve şatafatlı toplantı odasına girdiğinde, kafasında birçok soru vardı. Acil bir beşli toplantısı istenmişti, bu durum onu şaşırtmıştı. Daha bir hafta önce toplanmışlardı; bu kadar kısa süre içinde yeniden bir araya gelmeleri alışılmadık bir durumdu. Harun Karabey’in bu toplantıyı çağırmasının sebebini, önemli bir mesele olmasından başka bir şey düşünmüyordu. Bu masa kendisinin temsil ettiği ulusal çapta olan masaydı. Odanın masası beş koltukla donatılmıştı. Her biri camiada tanınan, büyük isimlerdi. Faruk Çarla, Türkiye'nin en iyi avukatı olarak biliniyor, davaları kazanma konusunda neredeyse efsanevi bir üne sahipti. Tülin Çağlar, Çağlar Holding'in tek başına yöneten ve beş erkek kardeşine rağmen etkili bir lider olarak tanınıyordu. Mehmet Tok, Tok Tekstil Fabrikası’nın sahibi ve borsa dünyasında tanınan bir isimdi. Son olarak, Harun Karabay, nam-ı diğer Tek Tabanca Harun, yeraltı dünyasının eski ve saygı duyulan bir figürüydü. Toplantı odasında herkes yerini almıştı ve tek bir koltuk boş kalmıştı. Harun Karabay’ın gelmesini bekliyorlardı. Kapı açıldığında, odanın atmosferi aniden değişti. Siyahlar içinde, üzerindeki çiçek desenli kadife elbisesiyle Ceylan Altınsoy içeri girdi. Simsiyahtan saçları ve elbisesiyle dikkat çeken Ceylan, adeta odanın içinde süzülüyordu. Kubilay, bu beklenmedik ziyaret karşısında şaşkınlık içinde kalmıştı. Ceylan’ın bu toplantıdaki varlığı, herkesin merakını cezbetmişti. Ceylan, zarif bir şekilde yürüyerek boş olan koltuğa oturdu. Faruk Çarla ile göz göze geldiğinde, bıyık altından bir gülümseme belirdi. Faruk’un bu gülümsemesi, Ceylan’ın toplantıya katılma nedenini bildiğini ve bunun bir strateji olduğunu ima ediyordu. Kubilay ise şaşkınlığını üzerinden atarak, toplantının başlamasına odaklandı. Ceylan’ın burada olmasını işlerinin içine karıştıracak bir engel olarak görüyordu. Toplantının başlamasıyla birlikte, Kubilay sesiyle toplantıyı açtı: "Son üyemiz de geldiğine göre toplantıya başlayabiliriz." Ceylan, bu hamlenin kendisine yönelik olduğunu biliyordu, ama kesinlikle bozuntuya vermedi. Yüzündeki sakin ifade ve kendinden emin tavırlarla toplantıya devam etti. O, odadaki tüm dikkatleri üzerinde toplamak için hiç tereddüt etmedi; her şeyin farkındaydı ve stratejisini uygulamak için hazırdı. Ceylan, toplantının başlangıcında oyunun kurallarını değiştirmeye karar verdiği açıkça belli ediyordu. Hiç bozuntuya vermeden, sakin ve kendinden emin bir tavırla konuştu: "Bugün, silah işinin Tülin Hanım'dan alınması için oylama açılmasını istiyorum." Kubilay, Ceylan'ın bu ani hamlesine şaşırmış ve sesini kontrol etmeye çalışarak yanıt verdi. "Bunun için iyi bir gerekçeniz olması gerekli." Dedi. Toplantı odasında uzun boylu sarışın bir kadın dayanamayarak araya girdi. "Harun Karabay olsaydı bu oylamayı öne sürmezdi." Ceylan, sakin bir şekilde düşünüyormuş gibi yaparak çantasından evrakları masaya attı. Kadının gözlerine dik dik bakarak, "Görüyorsunuz ki karşınızda Harun Karabay değil, Ceylan Altınsoy var. Devredilen koltuk artık sahibinin değildir," dedi. Kubilay, Ceylan'ın bu çıkışına hazırlıksız yakalanmış gibi görünüyordu ve evrakları incelemeye başladı. Ceylan’ın kahkahası toplantı odasını doldurdu, gülüşü hem büyüleyici hem de etkileyiciydi. "Öyle mi, teröriste silah satmak mı işini iyi yapmak?" şeklindeki sert çıkışı ortamın gerilmesine neden oldu. Kubilay, ortamın daha da gerilmesini önlemek için araya girdi: "Hanımlar, toplantı bitmiştir. Bir sonraki toplantıya kadar Ceylan Hanım yeterli delil sunarsa oylama yapılacaktır. Silah işi hala Tülin Hanım’dadır." Ceylan, toplantıda istediği etkiyi yarattıktan sonra, şirkette de aynı izlenimi bırakmayı hedefliyordu. Masadan kalktı, topuklarının üzerinde dönerek kapıya doğru yürüdü. Bir an için arkaya bakmadı. Havanın güzelliği onu dışarı çıkıp biraz yürümeye teşvik etti. Kubilay'ı bu işlerden tamamen temizlemeyi kafasına koymuştu. Yürürken, önündeki dar yolda dikkatini çeken bir adamın siluetiyle karşılaştı. Üzerinde fazla durmak istemedi, ama birden adama yaklaşıldığında kendisini baskı altında hissetti. Adamın ani hareketleriyle, Ceylan bir anda kendisini adamın sıkı tutuşu içinde buldu. Ceylan adamdan kurtulmak için kolunu kaldırdı. Adam, Ceylan'ı fark ettiğinde hızlı bir hareketle onun elini yakaladı ve geri çevirdi. Her ikisi de bir an için kilitlendi; Ceylan adamın yüzünü göremiyordu. Burnuna gelen eter kokusuyla nefesini tuttu. Ceylan, son bir nefesle konuşarak, "Kimsin sen, ne istiyorsun?" dedi. Bayılmadan önce, adamın son sözlerini duydu: "Hayatta her şeyi olan, ama kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biriyim." Dedi. Sözlerinin ardından, Ceylan’ın gözleri karardı ve vücudu yavaşça gevşedi. Adamın kim olduğunu ve ne istediğini anlamaya çalışırken, çevredeki dünya hızla soluklaştı. Başının ağrısıyla gözlerini aralayan Ceylan, lavanta kokusunun yoğunluğu nedeniyle rahatsızlık hissetti. Lavanta kokusu, onun hoşuna gitmeyen bir aromaydı ve bu mekânı daha önce rastlantı sonucu ziyaret etmişti. Aynı masada oturuyordu, ancak mekân tamamen boştu; elleri ve ayakları serbestti. Bağlı olacağını düşünmüştü. "Biliyor musun, kendimi o gün nakavt edilmiş bir boksör gibi hissettim." Sesi duyduğu tarafa baktığında, karşısında oturan adamı gördü. Adam, Arslan’dı. O günün bu anı oluşturacağını bilmiyordu. Ceylan, “Ne diyorsunuz, beni bunu söylemek için mi kaçırdınız?” diyerek kafa salladı. Arslan, kadının sözlerine aldırmadan devam etti: “Uzun zamandır ilk defa bir şey hissediyorum. Başta sana kızsam da, bana karşı çıkman sana hayran kalmamı sağladı.” Ceylan, “Bu adam ne diyor?” dercesine Arslan’a bakıyordu. “Delirdiniz mi beyefendi, bakın hala beyefendi diyorken kendinize gelin, daha kimi kaçırdığınızı bilmiyorsunuz,” dedi. Arslan, kadına yaklaştı; ürkütücü tavrı Ceylan’ın gözlerini kırpmadan izlemesine neden oldu. “Kim olduğun zerre umurumda değil, ben istediğim zaman istediğim gün yanıma geleceksin, o kadar,” dedi Arslan, sesi sert ve kararlıydı. Ceylan, adama öfkeyle kafa attı, Arslan’ın burnundan kanlar aktı. “Bana istemediğim hiçbir şeyi yaptıramazsınız,” dedi. Ayağa kalkan Ceylan, titriyor ve başının ağrısını umursamaya çalışıyordu. Hızla çıkışa doğru koştu, kapı kilitliydi ve buradan çıkmak istiyordu. Arslan kendini toparlayıp burnunu tutarak arkasından yavaşça yürüyordu. Kadının telaşlı hareketleri Arslan’ı daha da cesaretlendiriyordu. Kanlar içinde sadistçe gülümsüyordu, Ceylan geri geri adım atarken Arslan’ın üzerine doğru yürüdüğünü fark etti. Sırtını kapıya yasladığında kaçacak bir yer olmadığını anladı. Adam elini uzattı, Ceylan savunma pozisyonuna geçti. Arslan sadece kapıyı açtı, kadının hareketlerine aldırış etmeden. Ceylan, ne yapacağını bilemeden hızla kapıdan çıktı ve koşmaya başladı. Arkasına baktığında, Arslan’ın hala orada olduğunu gördü. Adam elini sallıyor gibiydi, belki de bir hayal görüyordu. Arslan’ın kendisine el sallaması ve gülüşü, Ceylan’ın kafasında bir soru işareti oluşturdu. Korku, ellerini titretirken, Ceylan’ın mutluluğu çekip alındı ve ayaklarına takılmış bir korku gibi hayatını sarmıştı. Titremesi geçmiyor, günü öyle sert geçiyordu ki, mutluluğu neredeyse tamamen kaybolmuştu.


***


Kubilay, zile bir gidip bir dönüyordu; adamın gözleri, Ceylan’ın kendisine neler yaptırdığını düşündürüyordu. Kriz geçirdiği gün Ceylan’ın kendisine bakışları her şeyi değiştirmişti. Şu an kendini güçsüz hissediyordu; karşısında küçük kadının büyük işler başardığını görmek, onu adeta çarpılmış gibi hissettirdi. Ceylan’ın kollarında huzur bulmalı, ona sımsıkı sarılmalı ve her şeyi anlatmalıydı. Zili çaldığında elleri terlemeye, heyecanı tüm bedenini sarmaya başlamıştı. Tüm tabularını bir anlığına yıkma zamanı gelmişti. Kapıyı açtığında Ceylan’ı öylece gördü, kadın ne olduğunu anlamıyordu. Kubilay, Ceylan’ı süzerek bembeyaz elbisesiyle karşısında durduğunu fark etti. Kadının kolundan tutup öyle bir sürükledi ki, Ceylan neye uğradığını şaşırdı. Uzun zamandır duygularını bastırdığını, kadının masum yüzüne bakınca anladı. İçinden "Keşke bakmasaydım" diye geçirdi. Yüzünde şapşal bir gülümseme belirdi; iki kişi de öylesine donmuş durumda, hamle yapamaz, karşı çıkamaz hâlde kalmışlardı. Küçük kadına ihtiyacı vardı; eskisi gibi yanında olmasını, sabah ona günaydın demeyi, akşam yorgun argın eve döndüğünde onu görebilmeyi, sesini her gün duyabilmeyi, salı günleri küçük kaçamaklarını ve daha birçok şeyi özlüyordu.Bir anda Ceylan’ın yüzü, Çiğdem’e dönüştü. Kubilay, Çiğdem’in boğazındaki ip izlerini gördü ve eli istemsizce kendi boğazına gitti. Çiğdem Kubilay’a yaklaşıyordu ve “Sen ölmeliydin, ben değil,” diyordu. Kubilay, Ceylan’a bakarken bir şey hissetmediğini fark etti; bu bir yanılgıdan ibaretti. Ceylan’ı düşündüğünde yüzündeki gülümseme büyüdü. Kubilay gözlerini açtığında, bembeyaz duvarlarla çevrili, sterilliği ve düzeni her şeyden belirgin olan bir klinik odasında buldu kendini. Odanın zemininde krem rengi, yumuşak bir halı vardı ve pencere perdesi açık olduğundan gün ışığı içeriye sızıyordu. Odada bir tek kişilik yatak yer almakta; üzerinde temiz ve katlanmış beyaz nevresimler vardı. Yatak başlığının üst kısmında, başucu sehpası yer alıyordu ve üstünde bir kaç medikal aletin yanı sıra bir şişe su ve bir paket mendil bulunuyordu. Odanın bir köşesinde, yerden tavana kadar uzanan dolaplar ve tıbbi malzemelerle dolu raflar yer almakta, odanın diğer köşesinde ise küçük bir masa ve iki sandalye bulunuyordu. Duvarlarda, sağlıkla ilgili bilgilendirmelerin olduğu posterler ve tablolar asılıydı. Odadaki atmosfer, hem huzurlu hem de biraz soğuktu, medikal ekipmanların yaydığı titrek ışık odanın genel düzenini tamamlıyordu. Kubilay’ın karşısında, elinde defter ve kalemle dikkatle notlar alan Ayşe vardı. Ayşe’nin yanında, bir sandalyeye oturmuş, gözleri endişeli bir şekilde Kubilay’ı izliyordu. Kubilay, derin bir nefes alarak başını hafifçe kaldırdı ve gözlerini Ayşe’ye çevirdi. Ayşe "Bu seferki Çiğdem miydi yoksa Ceylan mı?" Diye sordu. Ayşe, defterini masanın üzerine bıraktı ve Kubilay’a gözleriyle kararlı bir şekilde baktı. Sesindeki hüzünle birlikte, her iki kadının da etkisini yaşadığını hissettiğini söyledi: "İkiside," dedi adam, sesinde derin bir yorgunluk barındırarak. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü, yaşadığı duygusal karmaşanın, içsel çatışmalarının bir yansımasıydı bu. "Minik bir damla" dedi adam. haklıydı minikti ama içinde binlerce firtına barıdırıyorduUzun bir aradan sonra, içindeki kırıntılar gün yüzüne çıkmıştı; o minik damla, içindeki binlerce fırtınayı saklıyordu. "Kubilay yanılmışım, Ceylan sana iyi geliyor. Ondan uzak durmayı bırak konuş onunla." dedi Ayşe. Görmezden gelemeye çalıştıkça çıkmaza çıkıyordu adam. "Tam iyileşmeden Ceylan ile konuşamam bir daha aynı şeyleri ona yaşatamam." Yorgun sesi odada yankılandı. Ayşe, Kubilay’ın yanına yaklaşıp, ellerini kendi ellerinin arasına aldı. Yumuşak ve destekleyici bir ses tonuyla, "Kubilay, ben sana destek olmaktan başka bir şey yapamam. Tek dileğim, pişman olmaman," dedi. Kubilay ve Ceylan, tamamen farklı yerlerde ve farklı durumlarda olsalar da, aynı derin korkuyu paylaşıyorlardı. Kubilay, hastane odasında, boşluğun ve belirsizliğin pençesinde kalmıştı. Korkusu, tüm bedenini sarmış, kalp atışları bozuk, damarlarında akan kanı, hayatın kendisinden uzaklaştırıyordu. Her anını, kendini tehlikede ve yalnız hissettiği bir hüzünle geçiriyordu. Diğer yanda Ceylan, kendini bir yalan ve kargaşa içinde bulduğunda, duygusal yüküyle baş etmeye çalışıyordu. Korkusu, bir labirentte kaybolmuş gibi, kalbinin derinliklerine iniyordu. Çevresindeki dünya, kendini savunma mekanizmalarıyla çevrili, her adımında kalbinde bir boşluk hissi bırakarak ilerliyordu. Kanı, tüm varlığının bir parçasıymış gibi değil, giderek tükenen bir kaynağın yerine geçiyordu. Her iki insan da, farklı yerlerde olsalar da, aynı derin korkunun pençesine düşmüş, kalplerinin derinliklerinde yankılanan bu duyguyla baş etmeye çalışıyorlardı.


Loading...
0%