Yeni Üyelik
22.
Bölüm

17. Bölüm

@hamish

İnsan daima en sevdiğiyle sınanır.

.

.

.

Pamir, duygu denen şeyin sadece bir kusur ve tehlikeli bir dezavantaj olduğunu düşünürdü. Kalbinin asla beynine hükmetmesine izin vermemişti. Ta ki Ceylan ile tanışana kadar. Çok şeyi vardı içinde ama ona karşı hissettiği duygular her şeyi emiyordu. Aynı zamanda, o olmadan hiçbir şeyi yoktu. Mantığı, Ceylan’a yenilmişti. Ceylan ile tanışmak, kaderin bir oyunu gibi görünüyordu. Herkesten kaçarken, ruhunun Ceylan’a takılı kalması, kaçınılmaz bir hal almıştı. Arkadaş olmak, onun seçimiydi; ama ona karşı hissettikleri ise tamamen kontrolü dışında gelişmişti. Bu duygunun adını koyamıyordu, ama Ceylan’ın Kubilay’ı hâlâ sevdiğini görebiliyordu. Umut etmeden yapamıyordu; umut, kötülüklerin en iyisiydi, işkencelerine katlanmasını sağlıyordu. Ceylan yanında olsun istiyordu, zayıf olacaksa onunla olmayı tercih ediyordu. Her masalın eski moda kötü adama ihtiyaç duyduğunu düşünüyor, bu masalın kötü kahramanı olmayı kabul ediyordu. İlk defa kötü kahramanın mutlu olacağına inanıyordu ve onun için her şeyi yapmaya hazırdı. İlmek ilmek işlenmişti, Ceylan’ı Kubilay’dan soğutacaktı. Önce Engin’in fotoğraflarını magazinlere vermişti. Kubilay’ın bu işin arkasında olduğunu düşünmesi kaçınılmazdı. Hastanede bilerek üzerine gitmişti; eğer Kubilay’ın yanına girseydi, belki affedebilirdi. Kendisine tokat atılması beklenmedik bir şeydi, ama sorun değildi. Yaptığından pişman değildi; yine olsa yine yapardı. Bencil bir adamdı ve bunu asla reddetmemişti.

Telefonunun melodik sesi kulağında yankılandı. Pamir, telefonun ekranında yazan "Senhora" yazısını görünce hızla telefonu açıp kulağına koydu. "Efendim," dedi, ama karşısından ses gelmiyordu. Cızırtı ve yalnızca nefes alışverişleri duyuluyordu. Korku, iliklerine kadar işlemişti. İçinde bir şeylerin ters gittiğini düşündü, "Ya bir şey olduysa?" diye endişeleniyordu. Kendini nasıl evinden çıkıp Ceylan'ın evine gittiğini, normalde yarım saat süren yolu on dakikaya indirdiğini hatırlamıyordu. Adrenalin tüm benliğini sarmıştı. Kapının ziline bastığında soluk soluğa kalmıştı. Sesini duymak imkânsız görünüyordu; beklemek, hiç bu kadar korkutucu olmamıştı. Hava, sanki kendi korkusunu hissetmiş gibi gri bulutlarla kaplanmıştı. Gök gürlemeye, şimşek çakmaya başlamış, yağmur gökyüzünü delip geçiyormuş gibi yağıyordu. Birini beklemek ve başına bir şey geleceğinden korkmak gerçekten zor bir deneyimdi.

Bir iki dakika sonra kapı açıldı. Karşısında, Ceylan'ı beklerken yaşlı bir kadın duruyordu. Kadın, altmışlı yaşlarda, gülümseyen yüzüyle Pamir’i karşıladı. Kadının yüzündeki gülümseme, yaşlılık çizgileriyle birleşerek sıcak bir karşılama sunuyordu.

"Pamir, seni hiç beklemiyordum, içeri geç lütfen," dedi Engin, içten bir şekilde. İçeri adım attığında Engin ve yaşlı kadın ceketlerini alıp giymeye başladı. Pamir, bu havada nereye gittiklerini merak etse de, ses çıkarmadı.

Engin, boğazını temizleyerek devam etti, "Bu arada sana hiç teşekkür etme fırsatı bulamadım, teşekkür ederim Pamir." Cevap olarak Pamir, içindeki sızıya rağmen başını salladı ve sadece, "İyi olmana sevindim," dedi.

Yaşlı kadının yüzünde sımsıcak bir gülümseme vardı, bu Pamir’in yüzünde de zorda olsa bir gülümseme oluşturdu. Kulağındaki telefonla Ceylan ile konuşurken, Engin Pamir’e döndü ve, "Seni Allah gönderdi resmen, Pamir. Nurten Hanım’ı bıraktıktan sonra bir yere gitmem lazım ama Ceylan evde değil ve bizim küçük canavar uyuyor. Beş dakikaya Ceylan gelir. Bizim minnağa göz kulak olabilir misin?" dedi. Ceylan'ın iyi olduğunu öğrenmiş olan Pamir’in tüm endişesi uçup gitmişti.

"Tabii ki, büyük bir zevkle," dedi Pamir, gözleri güven dolu bir bakışla Engin’e.

Engin, yanından geçerken omzuna teşekkür mahiyetinde hafifçe vurdu. Engin, Nurten Hanım ile birlikte evden uzaklaştı. Kapıda daha fazla durmanın mantıksız olduğunu fark ettiğinde, Ceylan’ın karanfil kokan evine adım attı. Kokunun güzelliği, acısını daha da artırıyor gibiydi. O an, Ceylan’a dokunmak, ona sarılmak istedi ama cesaret edemedi. Yüreğindeki her yarayı öptüğü kadının, hayatının her anında yanında olmasını diliyordu. Biraz hızlı dönmesini, bir daha gitmemesini temenni ediyordu. Evin içindeki küçük beyin ağlaması, sessizliği bozan bir yankı gibi dolaşıyordu. Pamir, aceleyle yukarı çıktığında, bebek Uğur’un ağlamayı bıraktığını ve gülümsediğini görünce rahatladı. Evin üst katı, sıcak ve konforlu bir atmosfere sahipti. Oda, pastel tonlarında boyanmış, ahşap zeminler üzerine serilmiş yumuşak halılarla kaplıydı. Bebek beşiği, odanın bir köşesinde, özenle yerleştirilmişti; üstü renkli oyuncaklarla doluydu.

Pamir, hemen banyoya gidip ellerini yıkadı. Banyoda, duvarlarda açık renkli fayanslar, üzerine çeşitli çocuk temalı desenler işlenmişti. Lavaboda, bebek bakım ürünleri dikkatlice yerleştirilmişti. Ellerini kurulayıp, Uğur’u kucağına aldı. Odanın diğer köşesinde, rahat bir sallanan sandalye vardı. Sandalyenin yastıkları, pastel renklerde ve yumuşaktı. Sallanan sandalyeye oturduğunda, etrafında hafif bir karanfil kokusu vardı, evin ferahlığı ve huzuru hissediliyordu. Uğur da aynı annesi gibi kokuyordu. Ancak Uğur, hiç çekinmeden Pamir'e bir tokat atıp utanmazca gülüyordu.

"Sen de mi, junior Ceylan? Bir yandan annen bir yandan sen... Vurun kahpeye," dediğinde, Uğur ağlamaya başladı. Pamir, merhametli bir şekilde, "Al sana emzik," diyerek emziği bebeğin ağzına verdi. "Seni yerim minnak, katiyen atıştırmam."

Salıncak hareketi, odanın huzurlu atmosferine rağmen tatlı bir ses çıkarıyordu. Oda, akşamın yumuşak ışığıyla aydınlanmış, dingin bir sessizlikle doluydu. Yavaşça sallanırken, istemsizce esniyip uykuya yenildi. Ne zaman bilincinin kapandığını hatırlamıyordu.

Gözlerini açtığında, üzerindeki pikenin varlığıyla uyanması biraz zaman aldı. Hızla pikenin altına bakarak, bebek Uğur’un olmadığını fark etti. Telaş içinde, "Ezdim bebeği, yok bebek yok," diye bağırdı. Söylediği cümleler, uyku mahmurluğunda daha da saçma çıkıyordu. Odada koştururken, Ceylan ve Uğur’un içeri girdiğini gördü. Gözleri onlara odaklandı, rahatlama hissetti.

Pamir, kendini toparlayıp ayağa kalktı, pikeyi katlayıp sandalyenin üzerine bıraktı ve, "Geldiğine göre, ben gidebilirim," dedi. Ceylan, kucağındaki uyuyan bebeği beşiğe koydu ve Pamir’e döndü. Yüzünde belirgin bir buğu vardı, daha önce hiç bu kadar savunmasız görmemişti. Ceylan, mecburiyet içinde gibi görünüyordu.

"Engin gelene kadar kalabilir misin?" dedi Ceylan, sesinde yorgunluk ve ihtiyacın birleşimi vardı.

Ceylan, “Kahve yaparsan neden olmasın,” teklifine içten bir gülümsemeyle yanıt verdi. Hızla arkasını dönerken, Pamir’in gözleri onun peşinden hızla ilerlemesine odaklandı. Ceylan, kapı kolunu tutup dönerek, “Kahve mutfakta içiliyor,” dedi. Pamir, bu esprili yanıt karşısında sesli gülmemek için kendini zor tuttu; bebek Uğur’un uyanmasını istemiyordu. Ceylan, baş parmağını dudaklarına götürüp, “Sus!” işareti yaptı ve Pamir’i mutfağa doğru yönlendirdi.

Mutfak, doğal ışıkla aydınlanmış, sade ama şık bir tasarıma sahipti. Kahve makinesi pürüzsüz bir şekilde çalışırken, Ceylan bardakları tezgahın üzerine yerleştiriyordu. Pamir, büyük pencerenin önüne geçip çam ağaçlarının görünümüne daldı; dışarıdaki soğuk beton, içini ürpertirken kahve kokusu burnuna geldi. Ceylan, kahve fincanlarını elinden uzatırken, Pamir’in gözleri üzerindeki ışığı sevinçle karışık bir şekilde fark ediyordu.

Ceylan, hafifçe utangaç bir şekilde Pamir’in karşısına geçti, konuşmaya başlamadan önce gözlerini kaçırarak, “Pamir, geçen gün için özür dilerim. Sana tokat atmamalıydım,” dedi. Ceylan’ın bu içten özrü, Pamir’in kalbinde derin bir etki bıraktı. Pamir, Ceylan’ın güzelliğini gözlerinde yankılanan duygularla seyrederken, içindeki karışık hisleri anlatmak zorundaydı. Bende Pamir isem, süründüreceğim diye düşündü, adam. Ama tabiki öyle olmadı.

“Önemli değil, senhora. Üzerine çok geldim,” diyerek, yumuşak bir gülümsemeyle yanıtladı.

İkisi de derin bir sessizliğe gömüldü. Pamir, bu anı cinsellikten başka duygular hissettiği ilk an olarak yaşıyordu. İçinde, Ceylan’ın yanında sonsuza kadar kalma arzusuyla boğuluyordu. Derin düşünceler içinde kaybolurken, Ceylan’ın gözleriyle karşılaştı. Elini, Ceylan’ın yüzüne koyduğunda, Ceylan hiç tereddüt etmeden Pamir’in kollarının arasına yerleşti. Bu an, hem mutluluk hem de acı karışımı bir hisle doluydu. Kollarının arasında olduğu için mutluydu o zaman neden canı yanıyordu?

Bir hıçkırık duyduğunda, Pamir Ceylan’ın ağlamasının durmasını sabırla bekledi. Nefes alışverişleri düzenli hale gelene kadar, uyuyakaldığını fark etti. Pamir, Ceylan’ı nazikçe kucaklayarak, uyanmaması için onu göğsüne iyice yasladı. Ceylan’ın huzurlu uykusunda kollarının arasına sığınmış olması, Pamir’in içindeki karmaşayı bir nebze yatıştırmıştı.

Kollarındaki kadını yavaşça yatak odasına taşıdı ve nazikçe üzerine pikeyi örttü. Yatak odasından sessizce çıkıp, holde Uğur’un da uyuduğunu görünce, derin bir nefes aldı. Gözleri, evin sessizliğinde bir anlığına rahatladı. Sonra, yavaş adımlarla salona geçti, eve yayılan huzur ve gece sessizliği içinde, kendi dinginliğini bulmaya çalıştı.

Öyle ani ve keskin bir zamanlamayla Engin salona girdi ki, yüzündeki kanlı izler hemen dikkatini çekti. Hızla yanına koşup, destek verdi. Engin’in kan içindeki yüzü, yaşananların ciddiyetini net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu adam hep mi dayak yerdi. Diye düşünmeden edemedi Pamir. “Arslan Aydın geri döndü. Kubilay'ı ara, herkes tehlikede,” dedi Engin, acı içinde titreyen bir sesle. Engin’in son söylediği sözler, beyninde yankılanan bir kâbus gibi hissettirdi. Kanla susamış Arslan Aydın’ın geri dönmüş olması, tüm düzeni tehdit ediyordu. Yıllar önce, iş dünyasından çekilen Arslan, kız kardeşinin ölümüyle derin bir travma yaşamış, ancak gerçek nedeni asla netleşmemişti. Kubilay’ın bu tehlikenin merkezinde olduğunu fark etti. Peki ya Ceylan?

Pamir, kucağında baygın haldeki Engin’in durumunu anlamaya çalışıyordu. Engin’in aldığı darbeler, ciddi bir yarası olmamasına rağmen daha önce aldığı darbeler yüzünden bayılmasına neden olmuştu. Pamir, cebinden telefonunu çıkarmaya çalıştı ve Kubilay’ı aramayı düşündü. Ancak, kafasına aldığı sert darbeyle yere düştü ve Engin’in üzerine devrildi.

Son görüşü, Ceylan ve Uğur’un evden üç adam tarafından zorla çıkarıldıklarıydı. Ardından her şey tamamen karanlık bir boşluğa dönüştü. Pamir’in zihninde, kesintili anların ardından her şey belirsizleşti.

***

Kubilay, elindeki dosyayı hışımla fırlattı. İçindeki sıkıntı, aniden canını sıkmıştı; son zamanlarda hayatında fazlaca yaşanıyordu.

Kubilay'ın ofisi geniş ve şık bir alan olarak tasarlanmıştı. Duvarlar koyu ahşap panellerle kaplanmış, bu da mekâna zengin bir görünüm kazandırmıştı. Ofisin merkezinde geniş, ahşap bir masa yer alıyordu. Masanın üstü düzenli bir şekilde yerleştirilmiş; kalemlik, birkaç dosya dosyası ve bir bilgisayar bulunuyordu. Masanın arkasında büyük, rahat bir deri koltuk vardı. Ofisin bir köşesinde, büyük bir pencere gün ışığını içeri alıyor, dışarıdaki şehir manzarasını gözler önüne seriyordu. Pencerenin önünde ince, şeffaf perdeler vardı. Pencerenin kenarındaki bitkiler, mekâna biraz doğallık katıyordu.

Üç peş peşe sigara yakıp dumanını gökyüzüne üfledi, ama duman bile kendisinden uzaklaşıyormuş gibi görünüyordu. Bu kadar dramatize etmeyi düşündü; kendine gelmeliydi. Bu gece Engin'le görüşmek için bir kumarhaneye gitmeleri gerekiyordu. Dışarıda gökle yer arasında büyük bir fırtına kopmuştu. Ceylan’ın holdingine ortak olduğunu biliyordu ve bugün büyük bir gösteri yapacağını düşünüyordu; ama Ceylan ortalarda yoktu. Kubilay, bu durumu fazla kafasına takmadı, “Mesim yine küçük planlar yapıyor,” diye geçirdi içinden. Telefonu çaldığında, kim olduğunu kontrol etmeden telefonu açtı.

"Merhaba bacanak, ya da eski bacanak mı demeliyim?" Telefonun diğer ucundaki ses alaycı bir ton taşıyordu. Bu sesi tanıyordu; bu sesi unutmamıştı.

"Gün yüzüne çıkacak kadar cesaretin var demek," dedi telefonun diğer ucundaki adam, kulak tırmalayan bir kahkaha atarak.

Sesi, adeta buz gibi bir soğuklukla yankılandı. "Seni o gün öldürmeliydim," dedi Kubilay, sesinde belirgin bir soğukluk ve öfke vardı.

Telefondaki adam Kubilay'ın sözlerini umursamadan, alaycı bir tonla konuştu:

"Vekilinle tanıştım. Milyarderin vekilin'i ve annesini ağırlamak benim için şeref."

Bu sözler, odanın sakin atmosferini aniden bozdu. Telefonun ucundaki ses aniden kesildi ve Kubilay, öfkesinden çılgına dönerek bağırdı:

"Alo, alo! İt cevap ver!"

Kubilay’ın sesi, ofisin sessizliğini yırtan, öfkeden titreyen bir kükremeye dönüştü. Kubilay, ofisindeki masayı dağıtarak öfkesini dışa vurduktan sonra hızla kendini toparladı ve şirketten çıktı. Arabasına atladı, yolda Faruk’u arayarak adamlarını organize etmeye çalıştı. Ceylan’ın evine vardığında, kapının aralık olduğunu gördü ve içeri daldı. Evdeki kaos, Kubilay’ı dehşete düşürdü: Pamir ve Engin baygın bir şekilde yerde yatıyordu.

Odasındaki üç adamın acıyı farklı şekillerde yaşadığını ve bu acılarla başa çıkmanın önemli olduğunu düşünerek, içindeki öfkeyi kontrol etmeye çalıştı. Bu acıların, nefretle çözüme kavuşup kavuşamayacağını sorguladı. Kubilay, Ceylan’ın evine apar topar gelmişti, ama gördüğü manzara, düşündüğünden çok daha kötüydü.

Hızla yere eğilerek, yerdeki telefona baktığında kendi numarasının kayıtlı olduğunu fark etti. Ortada garip bir durum vardı. İki adamı da elleriyle sarsarak uyandırmaya çalıştı; ilk uyanan Pamir oldu.

Pamir’in dudaklarından sessizce, acılı bir şekilde “Ceylan…” kelimesi döküldü. Bu, Kubilay’ın kalbinde derin bir yara açtı. Pamir kendisine yemin etmişti: Kendini sevdirmeden, ismini dudaklarına almayacaktı. Şimdi ise içsel savaşının son bulduğunu hissetti. Ceylan ve oğlu kaçırılmıştı ve karşısında Kubilay’ı görünce, "Arslan Aydın…" diyerek yutkundu.

Kubilay söze devam etti. "Geri döndü ve Ceylan ve oğlumun kaçırdı." Dedi.

Kubilay, Pamir’in kendisine doğru döndüğünü gördü.

"Ele sabe," diye fısıldadı Pamir.

Kubilay, sinirli bir şekilde yanıtladı:

"Vocé acha que eu posso ter uma situação como não saber? (Sence bilmemek gibi bir durumum olabilir mi?)"

Pamir, öfkeyle Kubilay’ın boğazına yapıştı.

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun, nasıl?" diye sordu.

Kubilay, Pamir’in yakasından tutarak karşılık verdi: "Seni ,ailem hiç alakadar etmez." Ailem kelimesini vurgulayarak söyledi.

Pamir, başının acısına rağmen, hafif bir gülümsemeyle yüzünü buruşturdu. Alaycı bir şekilde konuştu:

"Aileymiş. Ceylan’ın neler yaşadığını biliyor musun? Üç yıl önce bıraktığın kadın, aynı mı bir bak."

Faruk ve kucağında Uğur ile nefes nefese içeri girdi. Faruk'un yüzündeki ifadesi, iki adamın bebek ve Faruk’a yönelmesini sağladı. Engin, gözlerini açmış, yerde kendine gelmeye çalışıyordu. Faruk, Engin ve Pamir’in suratına öyle bir bakış attı ki, kendi bile bu kadar sert bir bakış sergilemiş olabileceğine inanamadı. O sırada Engin kendine gelmişti ve dört adam, büyük salonda birbirlerine bakarak sessizce bekliyorlardı. Faruk, olayları açıklığa kavuşturmak için derin bir nefes aldı. Aralarındaki gerilim, odanın havasını ağırlaştırmıştı. Faruk, Pamir’in alaycı gülümsemesinden, Engin’in yorgun gözlerinden ve Kubilay’ın öfkesinden çıkan sessizlik içinde konuşmaya hazırlandı.

Büyük salonun genişliği, odanın ortasında oluşan gerilimle iyice vurgulanmıştı. Faruk, odanın köşelerinden birinde bulunan ve sert köşeleriyle dikkat çeken kanepeye yaslanarak konuşmaya başladı. Yüksek tavanlardan sarkan büyük avize, odanın ortasındaki huzursuzluğu gölgelerle dolandırıyordu.

Faruk, Kubilay’a dönerek konuşmasına devam etti. Sesinde telaş ve kararlılık vardı:

"Yabancı bir numaradan mesaj aldım, altında Ceylan'ın adı yazıyordu. Hemen yerini saptadım. Uğur’un orada olduğu yazıyordu. Hemen o yere gittim. Başta inanmadım, ama bebeği orada görünce çok şaşırdım."

Kubilay, Faruk'un söylediklerini dikkatle dinlerken, içindeki karmaşık duygular yüzüne yansıyordu. Faruk, sözlerine devam etti:

"Yoldayken senin aramanla ağabey, her şey yerine oturdu. Hemen buraya geldim. Tabii ki bununla yetinmedim, bebeği bulduğum çevreyi taratıp tüm evleri inceledim. Sonunda Arslan’a ait bir ev buldum."

Kubilay, oğlunu bu kadar yakından görmenin verdiği duygusal karmaşayı yaşarken, elini uzatıp geri çekti. Oğluna dokunmak için hazır olduğunu ama önce Ceylan'ı bulması gerektiğini biliyordu. Kararını verdi ve sesini yükseltti:

"Hadi gidip alalım Mes’i. Engin, sen Uğur’a bak, hadi Faruk."

Faruk, ciddi bir ifadeyle yanıtladı: "Ağabey, Engin’in bebekle bu evde kalması tehlikeli. Üstelik Arslan boş durmamış. Ceylan kaçmaya yeltenince evi korumalarla doldurmuş, paralı askerlerini bebeği bulmak için her yere salmış. Bu, seni açıkça yok etmek istiyor demek. Pamir ile güçlerimizi birleştirirsek bir şansımız var."

Kubilay, alaycı bir gülümsemeyle yanıtladı:

"Pamir ve ben güçlerimizi birleştirelim mi?"

Bu sırada Engin, araya girerek sesini yükseltti:

"Yeter Kubilay, şov yapmayı kes."

Pamir, kenarda kahkaha atarak seslendi:

"Sende kes, Pamir."

İki adamın suratları bir anda ciddileşti. Engin’in net bir şekilde belirttiği durum karşısında Kubilay ve Pamir, olayın ciddiyetini kavradılar. Engin, sert bir şekilde konuştu:

"Ceylan’ı o adamın elinden kurtarana kadar ateşkes yapıyorsunuz. Bulduktan sonra isterseniz birbirinizi öldürün, umurumda olmaz."

Kubilay ve Pamir, Engin’in sözlerinin ağırlığını hissettiler ve aralarındaki gerginliği bir kenara bırakıp birbirlerine yaklaştılar. Birbirlerinin elini sıkarken: "Ceylan’ı bulana kadar ateşkes."

Loading...
0%