@hamish
|
Sana melek dediler, düşmanı oldum tüm şeytanların. . . . Ceylan, uykusuzluğun ve baş ağrısının etkisiyle karanlık bir odada gözlerini açtı. Güneşin henüz doğmamış olması, geceyi geçirdiği bu yerin evine ait olmadığını anlamasına neden olmuştu. Hızla olayları düşündü: Kaçırılmıştı. Bir günde iki kez kaçırılmak, tam anlamıyla berbat bir durumdu. Başındaki ağrı, bu durumu daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Bebeğini aradı; yanında mışıl mışıl uyuduğunu görünce bir nebze rahatladı. Küçük bebeğini kucaklayarak yataktan çıktı. Evin sessizliği ve kimsenin olmaması, onu şaşırtmıştı. Salona yöneldiğinde, tanıdık bir yüzle karşılaştı. "Sen..?" dedi kadın, şaşkın ve öfkeli bir sesle. Arslan, telefonda konuşurken Ceylan'ın yanına yaklaştı. Kısaca düşündü ve telefonunu kapattı. Yüzünde sırıtarak, "Evet, ben," dedi. Kadın, bu sinir bozucu yanıt karşısında iyice öfkelendi. Sesini yükselterek, "Bir de dalga mı geçiyorsunuz? Bunu yaptığınız normal mi? Bizi hemen bırakmazsan, senin sonunu düşünemiyorum," diye bağırdı. Arslan, kadının öfkesini umursamadan gülümseyerek, "Her şeyin bir zamanı var," dedi ve kadının söylediklerini önemsemeden konuşmaya devam etti. Arslan, Ceylan’a sakin bir şekilde, “Evde bebek ve senin için her şey mevcut. Tabii, başka bir şeye ihtiyacın olursa, çocuklara söylemen yeterli; hallederler,” dedi. Ceylan, bu adamın neyin kafasını yaşadığını anlamaya çalışarak ağzı açık bir şekilde dinliyordu. Arslan’ın yüzündeki bu soğuk, tehditkar tavır, Ceylan’ı tedirgin etmişti. “Evden kaçmaya kalkışman durumunda, misafirperverliğimi kaybedeceksin,” diye ekledi Arslan, sesi tehditkâr bir şekilde yankılanarak. “Geriye kalanını hayal gücüne bırakıyorum.” Bu sözlerin ardından Arslan, bir adım geri çekildi ve Ceylan’a son bir bakış attı. “Ben şimdi çıkıyorum, sen de yatıp uyu. Sabah kahvaltıya geleceğim,” diyerek odadan ayrıldı. Ceylan, Arslan'ın arkasından gittiğinde içi endişe doluydu. Arslan'ın tehdidi ve alaycı tavrı kafasında büyük bir soru işareti bırakmıştı. Oğlunun güvenliğini sağlamak için harekete geçmeliydi. Uyuyan Uğur'u yanına aldı ve sıkıca sarılarak kapıyı açıp mutfağa geçti. Karanlığa gözlerinin alışmasını beklerken, her adımını dikkatle attı. Mutfağın bahçeye bağlanan kapısını sessizce açtı ve dışarıya çıktı. Evin duvarına yaslanarak etrafı inceledi. İlerideki tel örgüleri gördü, orada bir korumanın nöbet tuttuğunu fark etti. Yanında bulduğu taşı dikkatlice çalılıklara attı, korumanın dikkatini çekti. Korumanın zıt tarafa yönelmesini fırsat bilerek, tel örgülerin olduğu yere koştu, tel örgülerin altına sürünerek geçti. Ancak bir anda korumanın ayak bileğinden yakalamasıyla sarsıldı. Ayağını kurtarmaya çalışırken, kolu tele takıldı. Derisi yerinden kalktı ve oluk oluk kan akıyordu. Ağrının acı verici etkisiyle gözleri yaşardı. Uğur’un güvende olduğundan emin olduktan sonra adamın suratına bir tekme attı. Yerde bir hengamede oluştu. Adam sendeleyince, Ceylan kendini toparladı ve adamın boğazını sıktı. İki dakika sonra adam bilincini kaybetti. Hızla adamın cebini karıştırarak bir telefon buldu eş zamanlı bahçeye doğru koşan korumaları gördü. Telefonla Faruk'a mesaj attı, sonra telefonu kundağın içine bıraktı. Bir süre bebeğiyle birlikte korumalarla kovalamaca başladı. Köşeyi döndüğünde arkasında korumalar gözüküyordu. Bebeğini çalılara koyup, Faruk’un hemen buraya gelip bebeği almasını umarak uzaklaştı. Elini Uğur’un minik ellerini, dudaklarına kondurdu. Korumalar görüşüne girdiğinde ise koşarak dikkat çekmeye çalıştı, acı içinde olduğu halde bir an bile durmadı. Kolu, kan kaybı nedeniyle ağır bir acı içindeydi, bacakları titriyor, cildi gece karanlığında bembeyaz görünüyordu. Siyah saçları geceye karışıyordu. Karanlıkta, yorgunluk ve kan kaybının etkisiyle kafası dönmeye başladı. Nefesi hızla daralmıştı ve bacakları artık onu taşımıyordu. Biraz duraksadığında peşindeki adam tafarafından kafasına silahla bir darbe aldı ve soğuk zeminde kendini buldu. O an, vücudu karanlık ve soğuk bir sessizliğe gömüldü, etrafı bulanık bir şekilde görüyordu. Korkusu sadece kendisi için değil, oğlunun güvenliği içindi. Kendinden geçmişti; oğlu Uğur’un güvenliği için son bir umutla gözlerini kapadı, ama geceyi sessiz ve soğuk bir karanlık sardı. Ceylan, gözlerini aralayıp yerinden sıçradı. Yüzüne çarpan soğuk su, uykusundan uyanmasını sağladı. Etrafına bakındığında, yerde birikmiş kan dikkatini çekti; kanın kendisinden başka birine ait olamayacağını düşündü. Bağlı olmadığını, şaşkınlık içinde fark etti. Salonun ortasında, büyük bir sandalyede oturan Arslan’ı gördü. Arslan, Ceylan’a alaycı bir gülümsemeyle bakıyordu. “Beni şaşırtmadın desem yalan olur, merak etme, sana bir şey yapmayacağım,” dedi, sesi sinsice titriyordu. “Ama o küçük pisliğe öyle bir işkence yapacağım ki...” Ceylan, halsizliğine rağmen, oğlunun acısını düşünerek Arslan’ın üzerine atladı. Çabası boşa gitmedi; Arslan’ın etrafındaki adamlar müdahale etmeye kalktı, ancak Arslan, ellemeyin işareti verdi. Arslan’ın kahkahaları, Ceylan’ın öfkesini daha da artırdı. Arslan, Ceylan'ı üstünden attı ve Ceylan yere düştü. Kan kaybı yüzünden kafasını kaldıracak gücü kalmamıştı. Nefesi tükenmiş bir şekilde, “Neden? Anlamıyorum, neden bir şey de istemiyorsun?” diye fısıldayabildi. Sesi zayıf ve sarsılarak çıktı, ama Arslan bu sesi duydu. Arslan, soğuk bir gülümsemeyle cevap verdi: “Kubilay’a sorarsın sorularını.” Ceylan'ın, yaralı kolunu sıktığında ağzından kesik bir çığlık çıktı. Arslan, acısını misliyle ödeteceğini belirtti, yüzündeki soğuk gülümseme vardı. "Kan kaybından ölme ki, o küçük pisliğe neler yapacağımı, gör." Arslan, kadının yarasına müdahale edilmesi için doktoru içeri çağırdı. Doktor, dikkatlice Ceylan’ın kolunu tedavi etmeye başladı, ama Ceylan’ın bilinci gidip geliyordu. Etrafındaki görüntü bulanıktı, Arslan’ın sinirli konuştuğu telefon görüşmesi ise odanın sessizliğinde yankılanıyordu. Arslan’ın sesi, öfkeyle dolu bir kükremeyle odayı doldurdu: “Hazırlayın onu. Kaçış planım, o.” Üzerinde kablolar dolaşıyordu ve Arslan’ın kendisine bağladığı bombanın farkına vardı; canlı bomba haline getirilmişti. Ceylan, Arslan’ın söylediklerini anladığında korkusu daha da arttı. Arslan, Ceylan’ı kolundan tutarak yürütmeye başladı, kadın güçsüz adımlarla paytak paytak ilerliyordu. Dışarıda, bir savaş ortamı vardı; silah sesleri giderek yaklaşıyordu. Kapı aniden kırıldığında, odada kalan adamlar kapıya siper aldı. Kubilay, yanında Faruk ve Pamir ile birlikte, arkasında ise bir grup adamla salona girdi. Kubilay’ın yüzü, öfke ve kararlılıkla sertleşmişti. Faruk ve Pamir de dikkatle etrafa bakıyor, ne olacağını anlamaya çalışıyordu. İçerideki gerginlik ve kaos, her şeyin hızla değiştiğini gösteriyordu. Arslan, bir elinde bombanın kumandasını diğer elinde ise silahı tutarak Ceylan'ın kafasına dayamıştı. Kadının ağzı bağlıydı ve gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Faruk, samimi bir gülümseme verdi Ceylan'a. Bu Ceylan'a bebeğinin güvende olduğunu söylemenin başka bir yoluydu. Ceylan derin bir nefes aldı. Arslan, sinirle silahı Ceylan’ın kafasına daha da bastırdı. Kubilay, bu hareketin ardından öfkeyle tüm vücudu gerildi. Bir an sonra, Kubilay’ın gözleri kararmış bir şekilde Arslan’a baktı ve tetiği çekerek Arslan'ı elinden vurdu. Arslan, kumandayı sıkı sıkı tutarak tısladı ve, “Delirdin mi sen?” diye bağırdı. Kubilay, sinirle Arslan’a gözlerini dikerek, “Onu korkutma, ona bir daha dokunma. O sadece benim,” dedi. Arslan, soğuk bir gülüşle, “Beş dakika sonra paramparça olunca da senin olur. Ne konuşacak hali ne de dokunulacak hali kalacak,” diye yanıtladı. Arslan düğmeye bastığında bir patlama meydana geldi. Patlamanın şiddetiyle herkes yere düştü. Kubilay, patlamanın etkisiyle Ceylan’ın orada olmadığını görüp bir rahatlama hissetti. Duvarlar yerle bir olmuş, odada büyük bir kaos yaşanıyordu. Kubilay, kendini toparlayıp Ceylan’ın yanına doğru koşturdu, gözleri paniğin ve endişenin karışımıyla doluydu. Salonda Faruk, Pamir, Kubilay ve patlamadan etkilenmiş olan Ceylan vardı. Ceylan, patlamadan sonra ayağa kalktı, üzerinde hala bomboş bir yelek vardı. Yavaşça, ağzındaki bandı çıkardı. Herkes şaşkın bir şekilde kadına bakıyordu. Pamir, hızla Ceylan’ın yanına gelip iyi olup olmadığını kontrol etti. Bombanın sahte olduğunu fark etmişlerdi. “Senhora, iyisin,” dedi Pamir, derin bir nefes alarak. Ceylan derin bir nefes aldı, Pamir’in omzuna hafifçe dokundu ve yanından geçerek Kubilay’ın üzerine doğru yürümeye başladı. Ceylan, titreyen sesiyle öfkesini ve acısını Kubilay'a yöneltti. "Kaçtı, bak; neler döndüğünü bilmiyorum ama benim oğluma zarar verecekti anlıyor musun? Şimdi ise kaçtı," dedi, sesindeki titremeyi ve öfkeyi bastıramayarak. Kubilay ellerini, Ceylan'ın kolunu uzattı. Ceylan, sinirle Kubilay’a geri çekilerek, “Dokunma bana,” diye bağırdı. Sesindeki yüksek ton, odanın sessizliğini kırdı. Kubilay, endişeyle baktı, “Merak etme, o iti bulup hesabını soracağım,” dedi. Ceylan’ın tepkisi daha da şiddetlendi. “Sorarız değil mi?” diye daha yüksek sesle bağırdı, “SORARIZ DEĞİL Mİ?” Kadının sesindeki ağlamalar ve hıçkırıklar her geçen an daha da yükseldi. “Yaparsın değil mi Kubilay?” diye ağlayarak devam etti. “Belki de ben öldürürüm onu, he? Eski kocamın karanlığı yüzünden, bebeğimi ve beni bu hale getirdiği için.” Kadının boğazından hıçkırıklar koptu, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kubilay, Ceylan’ı kollarının arasına alarak, “Hişş, tamam geçti, Mes,” dedi. Kadın, adamın kollarından sıyrılmaya çalıştı, ellerini sitem edercesine sallıyordu. “Ama ben anladım, anladım; bu olanlar senin suçun. Ben sana yaklaştıkça yok oluyorum,” dedi. Kubilay, Ceylan’ı yeniden sımsıkı sardı, ama kadın hala direniyordu. “Bırak, bırak. Bak bana ne yaptığına,” diye seslendi. Ceylan, ayakta durmakta zorlanarak, kendini Kubilay’ın kollarından kurtarmaya çalıştı. Tüm enerjisi tükenmiş, gözleri koyu gölgeler içinde kalmıştı. Kubilay, Ceylan’ın titreyen bedenini bir an bile bırakmak istemedi. Kadının direnişi gitgide azalıyordu.Sözünü tamamlayamadan, Ceylan’ın bacakları kendini yorgunluktan taşımıyordu; gözleri karanlıkla buluştu. |
0% |