Rüya gibi giyinmiş kabusum
.
.
.
Kubilay, kendisine değer veren ve onu seven kadını hayal kırıklığına uğratmış olmanın ağırlığını hissediyordu. Güven duygusunu yeniden kazanmak zaman alacaktı, ama pes etmeye niyeti yoktu. Yüzüne kapanan kapıya bakarak eve son bir bakış attı ve evden çıktı. Etrafta Ceylan’ı aradı ve onu arabada otururken buldu. Yüzünde kısa bir gülümseme belirdi. Öncelikle yapması gereken bir iş vardı. Telefonunu çıkarıp adamlarından birkaçını aradı, birazdan burada yapılması gerekenleri temizletmeliydiler. Arabanın yanına geldi, arka tarafa dolandı. Bagajı açıp, mazot dolu bidonu eline aldı ve evin üstüne, bahçesine her yerine mazot döktü. Bidonu evin içine de attı. Geri çekilip cebinden çakmağını çıkardı, çakmağı açıp bahçeye fırlattı. Mazot ile buluşan çakmaktan büyük alevler yükselmeye başladı. Kubilay, bu görüntü karşısında rahatlamıştı. Arkasına bakmadan arabaya bindi.
Arabada, şaşkın ve gözleri dolu Ceylan bekliyordu. Kubilay direksiyona geçmeye hazırlanırken, Ceylan, Kubilay'ın yüzünü eliyle kendine çevirdi ve beklenmedik bir şekilde sordu: “Beni seviyor musun?”
Kubilay, bu soruya beklemediği bir yerden geldiği için şaşırmıştı. Kafasını önüne çevirdi; bu iki kelime onun için ne kadar zorlayıcıydı.
“Sen soruma cevap ver, Kubilay. Bilmek istiyorum,” dedi Ceylan, ısrarcı bir tonla.
Kubilay, geçiştirmeye çalıştı: “Seni evine bırakayım. Öğrendiklerin kolay değil.”
Ceylan, Kubilay’ın yanıtını alamayınca, hırsla yüzünü cam tarafına çevirdi. Zaman geçtikçe, sessizlik büyüyordu. Kubilay, Ceylan’ın üzerine gitmek istemiyor, öğrenilenleri sindirmesi için ona zaman tanıyordu. Garip bir sakinlikle yollarına devam ettiler. Ceylan’ın evine geldiklerinde, Ceylan hiçbir şey demeden arabadan indi. Kubilay, kendini rüzgara bırakılmış bir yaprak gibi hafif hissederek arabasını evine sürdü.
Kubilay, "Seni seviyorum" kelimelerinin dudaklarından çıkmaktan kaçındığını hissetti. Sanki bu sözleri söylese, Ceylan da gidecekmiş gibi bir korku vardı içinde. Evinin önüne geldiklerinde, Faruk'un arabası da hemen yanına park etti. İkisi de arabadan indi. Kubilay'ın yüzündeki rahatlama, Ceylan'ın evdeki halinin aksine belirgindi. Faruk, olan biteni sormayacaktı; zaten isterse Kubilay anlatırdı.
“Sen gittikten hemen sonra Pamir geldi. Beraber gittiğinizi söylediğimde şaşırsa da beklemeyi tercih etti,” dedi Faruk, yürürken.
Kubilay bir anda durdu, “Devam et,” dedi. Ardından eve doğru yürümeye devam etti.
“Ceylan yenge gelince de biraz konuştular. Çok bir şey duyamadım. Mehmet Bey’in davetine çağırınca Pamir, Ceylan yenge de kabul etti. Tabii beni görünce Ceylan yenge resmen beni kovdu evden,” diye ekledi Faruk, sona doğru yüzünde hafif tebessüm oluştu.
“Tamam, Faruk. Bu akşam gideceğimiz yer belli. O gereksiz açılışa gidiyoruz. Mehmet davet ettiğinde önemsememiştim,” dedi Kubilay, gözlerini Faruk’tan ayırmadan.
Faruk, biraz gerilerek sordu: “Ağabey, bu akşamlık beni affetsen olur mu?”
Kubilay, tek kaşını kaldırdı. Faruk hayatı boyunca böyle bir şey istemezdi. Neden diye sormayacaktı, sadece gideceği yerin ruhunda oluşturduğu bu endişeyle baş başa kalacaktı.
Kubilay, “Tamam kardeşim, sen işini hallet,” dedi. Faruk başını salladı. İkili kendi odalarına geçtiler. Faruk gergin şekilde nefesini verdi. Hızla bir kaç evrak ve dosya alarak evden ayrıldı.
Kubilay, dolabının karşısına geçtiğinde, her zamanki titizliğiyle hareket ederek siyah takım elbisesini dikkatlice giydi. Elindeki siyah kravatı ve şık siyah süet saatini nazikçe yerine yerleştirdi. Bunu yaparken, her hareketi özenle gerçekleştirilmişti; elbiseler ve aksesuarlar, onun alışkanlıkları ve zarafetiyle Ceylan tafarafından uyumlu bir şekilde seçilmişti.
Banyoya geçtiğinde, yüzündeki kararlılık daha da belirginleşti. Aynanın karşısına geçtiğinde, saçlarını düzenlerken yüzündeki yorgunluk belirtileri yok olmuştu. Aksine, öz güven ve kararlılık gözle görülür şekilde artmıştı. Aynadaki yansıması, kendinden emin ve hazır bir adamı gösteriyordu. Tam bu sırada telefonuna gelen mesaj, dikkatini çekti. Ekrandaki bildirimle irkilmişti; mesaj, Engin’in haberini yapan muhabirden gelmişti. Kumar olayının basına Pamir tarafından sızdırıldığını belirten mesaj, Kubilay’ın içindeki huzuru bozan bir detay sundu. Muhabirin konuşmamaya yemin ettiği anlaşılsa da, paranın cazibesi göz ardı edilemezdi. Kanı bozuk insanların, az bir paraya her türlü ahlaki sınırı aşabileceklerini biliyordu.
Kubilay, telefonunun ekranında mesajı gördüğünde parmakları hızla klavyede hareket ediyordu. Yüzündeki ifadesi, ciddi ve kararlıydı.
'Engin Bey ile görüşmeyi yaptım, paramın geri kalanını istiyorum' diyen mesajı okudu sonra, telefonunun ekranına dikkatlice baktı.
Sonrasında, parmaklarıyla kısa bir mesaj "
'Metro, 7214.' Yazarak, göndermeden önce birkaç saniye ekranda tuttu.
Ceylan’ın ona bu kadar inanamaması, Kubilay’ın kalbini adeta yerinden sökmüş gibi hissettiriyordu. İçinde yaşadığı bu acıyı, kendi elleriyle inşa ettiğini biliyordu, ancak yaşananlar onun beklediği gibi olmamıştı. Küçük bir hile, devasa dalgalara dönüşmüş ve sonuç olarak Pamir, bir anda kurtarıcı haline gelmişti. Bu karmaşa ve belirsizlik, Kubilay’ın sınırlarını zorluyordu; yaşadığı duygular, kendisine daha fazla katlanma gücü bırakmıyordu. Bu durum, onu derin bir çaresizlik ve öfke içinde bırakmıştı.
***
Dışarıdaki flaş patırtısının zıttına, iç mekân pencereden süzülen loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Mehmet Tok'un daveti, sosyete camiasında büyük yankı uyandırmıştı ve Kubilay, gözde milyarder olarak kendi masasında yerini almıştı.Kendisinin masasına geçerken, Mehmet Tok’un nezaketle elini uzatmasına rağmen, Kubilay’ın ilgisi tamamen karşı masada oturan Ceylan ve Pamir’e odaklanmıştı. Ceylan, zümrüt yeşili, vücudunu saran uzun elbisesiyle adeta parlıyordu. Elbisesi, her hareketinde ışıltı saçıyor, odadaki tüm gözleri üzerine çekiyordu. Pamir ise Kubilay’ın aksine, papyonlu siyah slim fit takım elbisesiyle şık bir hava yaratmıştı. Engin’in Ceylan’ı masadan alması ve Pamir’e baktığı kin dolu gözler, Kubilay’ın aklında bir düşünceyi tetikledi: Engin, haberi Pamir’in yaptığını öğrenmişti. Mehmet Tok, Kubilay’a elini uzattığında, Kubilay ilgisini kayıtsızca tokalaşmaya yöneltti. Adamın söylediği şeyler, Kubilay’ın ilgisini çekmiyordu. El sıkışma sonrası, Mehmet Tok’un kürsüye doğru yönelmesi, uzun ve sıkıcı tekstil konuşmalarını yapacağını işaret ediyordu. Pamir, Tok’un sohbetini dinliyormuş gibi yaparak Kubilay’a yaklaştı, ama aklındaki düşünceler başka bir yerdeydi. Kubilay’ın zihni, Engin’in tavırları ve Pamir’in varlığıyla karışmıştı; odanın içinde, olayların karmaşasında kaybolmuştu.
İkili başından beri dinlemedikleri konuşmayı alkışlarken, ikilinin yüzümde sahte bir gülümseme vardı. Kubilay ve Pamir’in arasındaki gerilim, salondaki diğer konuşmaların üzerine gölge düşürüyor gibiydi. Kubilay, gözlerinde kararlılık ve acıma duygusuyla, sesini alabildiğine kısıp, Pamir’e meydan okuyordu.
“Pamir, sana acıyorum. Beni seven kadınla olmaya çalışıyorsun,” dedi Kubilay, kartlarını açık oynamaktan çekinmeyerek. Sözleri, Pamir’in üzerinde yıkıcı bir etki bıraktı.
Pamir, hiç tereddüt etmeden karşılık verdi. “Ben senin aksine ona, onu sevdiğimi söyleyebiliyorum.” Kendi zaaflarını bildiği gibi, Kubilay’ınkileri de biliyordu ve bu noktayı kullanarak meydan okudu.
Kubilay, derin bir nefes alarak, “Unutma ki Ceylan beni seviyor,” diye yanıtladı. Sesindeki sınırlı ton, kendisiyle çatışmasını yansıtıyordu.
Pamir, gözlerini Kubilay’ın gözlerine dikerek, “Zamanla beni de sevebilir. Bunu biliyorsun,” dedi, gerilimi iyice artırarak.
Kubilay’ın yanıtı, öfkesini ve umutsuzluğunu gizleyemeyen bir şekilde geldi. “Peki madem ki bu acıya katlanmak istiyorsun, bırakalım beni seven kadın tercihini yapsın.”
Bu sözlerin ardından, iki adamın da dikkatleri, başından beri dinlemekte olan kadına yöneldi. Ceylan, Engin’in anlattıkları karşısında kaşlarını kaldırmış, ilgiyle dinliyordu. Engin, kadına elini kolunu nereye koyacağını bilemez bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Kadın, masadan kalkmaya yöneldiğinde, Engin hemen kolunu tutarak geri çekilmesini engelledi. Ceylan, Engin’in tutma girişimine aldırmadan, ani bir hareketle kolunu kurtarıp, kendi kararını vermek üzere Kubilay ve Pamir’in bulunduğu yere doğru yürümeye başladı. İki adamın kalp atışları, Ceylan’ın her adımıyla hızlanıyordu; her biri, kadının kararını ve davranışını büyük bir endişeyle bekliyordu.
Kadının yüzlerine bakmadan salonu terk etmesi, Pamir ve Kubilay'ın kafasında soru işaretleri bırakmıştı. Pamir, kadının peşinden gitmeye karar vermişken, bazı iş adamları tarafından durdurulmuş ve geri dönmek zorunda kalmıştı. Kubilay ise, kadının özür dilemek için geri döneceğini öngörerek rahat bir tavırla salondan ayrıldı. Valenin arabayı getirmesiyle araca bindi ve İstanbul trafiğinden uzak, sakin bir ara yola sürdü.
Yolun ortasında, önüne çıkan bir tümsekle birlikte ani bir fren yaptı. Arabası sarsıldığında bagajında bir şey olduğunu hissetti. Merak içinde arabasından indi ve bagajın arkasına doğru yürüyerek kapıyı açtı. İçerideki manzara karşısında şok oldu: Faruk, kanlar içinde ve bilincini yitirmiş halde yatıyordu. Kubilay, gözlerinin ona oyun oynadığını düşündü; gözlerini sımsıkı kapatıp tekrar açtı, ama görüntü değişmemişti. Panik içinde, Faruk'u bagajdan çıkardı ve kucağına aldı. Faruk'un kafası, Kubilay'ın göğsüne yaslanmıştı. Faruk'un yüzü solgun ve cansızdı, gözleri ise hala açık bir şekilde, hayatın son ışığını yitirmiş olarak bakıyordu. Kubilay, dostunun üzerindeki kanların ve acının ağırlığıyla sarsılmış olarak yere çökmüş, Faruk'u kucaklamıştı.
Kubilay, Faruk'un kanlı bedenini kucağına almış, gözyaşları ve acı içinde titriyordu. Yüzünden akan yaşlar, Faruk'un kanlarıyla birleşerek zemin boyunca akıyordu. Faruk'un yüzü solmuş, gözleri açık ama cansız bir şekilde bakıyordu. Kubilay, gözyaşlarını sildikçe Faruk'un kanları daha da belirginleşiyordu.
"Allah'ım nolur! Faruk, ölme lan. Bak, kızmayacağım Ceylan'la iş birliği yaptığın için, söz, bak yeter ki ölme oğlum," diye ağlıyordu Kubilay. Sesinin titremesi, gözyaşlarının acı içinde hızla dökülmesiyle birleşmişti. Faruk'un kanlı vücuduna sarılırken, genç adamın sesi çıkmıyor, yalnızca ağlaması ve fısıldadığı sözler vardı."Her yerin kan lan, sen sevmezsin ki kanı. Ondan mı sesin çıkmıyor?" Kubilay'ın gözleri, umutsuzluk içinde parlıyordu, Faruk'un vücudunu sarsarak, ağlayarak ve kanın üzerindeki yaşları temizlemeye çalışarak çaresizlik içinde haykırıyordu. Faruk'un kanı ve Kubilay'ın gözyaşlarının karıştı. Bir çığlık, Kubilay'ın derin bir acı ve öfkeyle kopardığı, "Benim yüzümden," diye bağırdığı çığlığı oluşturdu. Etrafındaki kalabalığa aldırmadan, sesi titreyerek, öfkesini ve acısını dile getiriyordu. "Kardeşim," diye inliyordu, gözleri dolu dolu ve kalbi parçalanmış halde. "Sana bunu yapanları ellerimle geberteceğim."