Yeni Üyelik
75.
Bölüm

25. Bölüm

@hamish

Aslan ve Ceylan

.

.

.

Hava, Kubilay’ın içindeki öfkeyi yansıtacak şekilde kızgın ve boğucu bir şekilde yanıyordu. Güneş, sanki tüm dünyaya karşı bir kin besliyormuş gibi parlıyor, Kubilay’ın yaşadığı acıyı daha da belirginleştiriyordu. Cenazede, imam Kuran’ı okuyarak dualar ediyordu, gelen kalabalık ise “Başınız sağ olsun” dilekleriyle yaslarını paylaşıyordu. Ancak Kubilay, dimdik ayakta duruyor, yüzünde duygularını gizlemeye çalışan bir ifade vardı.Ceylan, başındaki siyah yazmasıyla, gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmış, yas içinde yanında yer alıyordu. Oğlu Uğur, huzur içinde hiçbir şeyden habersiz kucağında uyuyordu. Engin, Ceylan'a kısa bir mesaj gönderip, cenazede görünmeden ortadan kaybolmuştu.

Kalabalık yavaşça dağılırken, Ceylan oğlunu dikkatlice kendi arabasına taşıdı. Oğlunu nazikçe arka koltuğa yerleştirdi, ardından ön koltuğa geçti ve derin bir nefes aldı. Ancak, tam o sırada Kubilay, arabasının önünü keserek Ceylan’ın hareket etmesini engelledi. Kubilay’ın yüzünde kararlı bir ifade vardı, tıpkı gökyüzündeki öfkenin yansıması gibi. Ceylan, bir an için ne yapacağını bilemedi.

Ceylan, Kubilay'ın sert bakışlarıyla karşılaştığında, Kubilay'ın sesindeki sertlik gözle görülür hale gelmişti. Kubilay, yüzünde sıkıntılı bir ifade ile, yavaşça arabasının önüne yaklaştı.

“Ceylan, nolur beni zorlama,” dedi Kubilay, sesi titrek ve kararlı bir tonla. Ceylan’ın gözleri, Kubilay’ın gözlerinin derinliklerinde kaybolmuş gibi görünüyordu.

Bu sözler, Ceylan’ın kalbinde bir tedirginlik yarattı. "Ne istiyorsun Kubilay, açık konuş."

Ceylan, sesi kararlı ama içinde bir belirsizlik barındırıyordu. Kubilay derin bir nefes aldı, sanki tüm yükü üzerinde taşıyormuş gibi görünüyordu. Nefesini dışarı verirken, vurgulu ve ciddi bir şekilde konuştu:

"Tehlikedeyiz, bir savaşın içerisindeyiz. Benimle savaşma."

Ceylan, Kubilay’ın sözleriyle karşısındaki tehditi daha iyi kavrayarak, kafasını hafifçe yana eğdi. "Evimize gidelim," diye teklif etti Kubilay, gözlerinde yorgunluk ve karışıklık belirginleşmişti.

"Evimiz?" diye tekrar sordu Ceylan, kaşları hafifçe havalanmıştı. Bu kelime, onun için derin bir anlam taşıyordu, belki de geçmişin ya da geleceğin bir yansımasıydı.

Kubilay, daha fazla açıklamadan, yorgun bir şekilde ekledi: "Her neyse işte, benimle gelin." Sözleri, bir tür çaresizliği ve umudu bir arada taşıyordu; aynı zamanda Ceylan’a, bu karmaşık ve tehlikeli durumda yanına gelmesini istiyordu.

Ceylan’ın gözleri genişledi, içindeki korku ve şaşkınlık belirginleşti. "Kubilay dikkat et," dedi, sesi panik içinde titriyordu. Ancak, bu uyarının hemen ardından, Kubilay’ın arkasından yaklaşan adamın elindeki iğne, Kubilay’ın boynuna saplandı. Kubilay, ne olduğunu anlamadan, vücudu aniden gevşedi ve yere yıkıldı.

Ceylan, yaşanan şok karşısında hareket etmek için hızla harekete geçti, ancak iki adam tarafından hızla kavrandı. Ellerinden tutulup çekilirken, Ceylan mücadele etmeye çalıştı, fakat hemen karşısında beliren başka bir adam, bebeğinin başına dayadığı silahla onu teslim olmaya zorladı. Bebeği başka arabaya bindirilirken Ceylan'ın elinden hiçbir şey gelmiyordu. Çaresizliği iliklerine kadar hissediyordu. Ceylan, silahın soğuk metali başında hissederken, tüm vücudu bir titreme ve içinde kaldı. Tüm korkusu oğlu içindi.

Bir adam, Ceylan’ın başına geçirilen siyah bir bezle gözlerini kapattı. Bez, Ceylan’ın gözlerini tamamen karartarak, onun çevresini ve ne olduğunu net bir şekilde görmesini engelledi. Ceylan, zorla arabaya bindirilirken, oğluna bir şey olma duygusu kalbini ağırlaştırdı.

Ceylan, yaklaşık bir saat süren yolculuğun ardından, kolundan sertçe çekilerek arabadan indirildi. Issız bir alana, eski bir limanın kalıntılarına getirildi. Gözleri hâlâ siyah bezle kapalıydı. Hava, deniz kokusu ve hafif bir rüzgarla karışmış eski betonun kokusunu taşıyordu. Eski limanın içinde, Ceylan zorla bir sandalyeye oturtuldu ve elleri ile ayakları sıkıca bağlandı. Sandalyenin sert ve soğuk metal yapısı, Ceylan’ın vücudunu daha da rahatsız ediyordu.

Gözlerindeki bez çekildiğinde, Ceylan gözlerini açarak aydınlığa alışmaya çalıştı. İlk başta gözleri kamaşmıştı, ama sonra karşısında oturan Aslan’ı fark etti. Aslan, sakin ve soğukkanlı bir ifadeyle, önünde oturuyordu.

"Ceylan Altınsoy," dedi Aslan, sesi kesin ve etkileyici bir ton taşıyordu. "Seni böyle getirttirdiğim için kusura bakma. Nerede olduğumuzu bilmemen gerekiyor."

Ceylan, Aslan’ın sözlerine alaycı bir gülüşle karşılık verdi. "Şuan bulunduğumuz yer kesinlikle eski yat limanı," dedi Ceylan, kendinden emin bir şekilde. "Bu arada, birinci bloktayız. Arabamız köprüye girerken sarsıldı… İşte tam yerimiz: Birinci blok, ek 7."

Ceylan, gözlerini biraz daha açarak, bilinmeyenler hakkında konuşmaya devam etti. "Bilinmemezliğe gelirsek, neden gözümü bağladın?"

Sesindeki alaycılık ve bilgiçlik, Aslan’ın planlarını sorgulayan bir tavır sergiliyordu.

Aslan, Ceylan’a bakarken yüzündeki sakince ifade, soğukluğu yansıtıyordu. “Oğlun bu sefer bambaşka bir yere yolladım,” dedi, sesi düz ve etkileyici bir şekilde yankılandı. “Ben hatalarımdan ders çıkarırım.”

Ceylan’ın gözleri, Aslan’ın söylediklerine karşılık vermek için açılmıştı, ama aynı zamanda içindeki öfke ve çaresizlik de belirgindi. “Ve uslubuna dikkat etmeni tavsiye ediyorum, oğlun elimde,” diye ekledi Aslan, soğuk bir tehdit içeren tonuyla.

Ceylan’ın yüzündeki gülümseme aniden dondu, korku ve sinirle karışmış bir ifade yerleşti. “Ne istiyorsun, Allah’ın cezası, ne…” diye bağırdı, sesi titrek ve öfkeli bir şekilde yankılandı.

Aslan, dudaklarını büzerek sakin bir şekilde başını salladı. “Bu soruları geçtiğimizi düşünüyordum,” dedi, sesinde alaycı bir ton barındırıyordu.

Ceylan’ın gerginliği ve korkusu, Aslan’ın tatmin olmuş ifadesine uygun bir şekilde yansıdı.

“Ceylan,” dedi Aslan, sesindeki alaycılığı koruyarak, “bu kadar öfkelenmeni anlamıyorum. Sakin ol, her şey senin için daha da kötüleşmeden önce doğanın kanunu bir anla. Aslan Ceylan'ı her zaman yakalar."

Ceylan, Aslan’ın bu soğuk tavırlarına karşılık vermek isterken, sözlerinin yetersiz kaldığını hissetti. Yüzünü buruşturdu.

Aslan, başını hafifçe eğdi ve gülümseyerek, “Cevap veremeyecek kadar zayıf ve çaresizsin."

Ceylan’ın içindeki öfke, Aslan’ın bu soğuk ve alaycı yaklaşımı karşısında daha da derinleşti. “Oğlumun iyi olduğunu öğrenmek istiyorum,” dedi, sesi titrerken bile belirgin bir kararlılık taşıyordu.

Aslan, gülümseyerek, “Henüz o aşamaya gelmedik, Ceylan. Daha yapmam gereken pek çok şey var,” dedi. “İşin doğrusu, oğlunun iyi olması zerre umrumda değil." Aslan, Ceylan’ın tepkilerini izlemekten keyif alarak, alaycı tavrını sürdürüyordu.

***

Kubilay, kafasında keskin bir acıyla uyandı. Gözlerini açtığında, başının ağrıdan neredeyse patlayacak gibi olduğunu hissetti. Ellerini kafasına götürdüğünde, ağrının tüm kafasını sardığını fark etti; bu, adeta bir darbe etkisi gibi yayılıyordu. Bir an gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı ve yaşananları hatırlamaya çalıştı: Oğlunu ve Ceylan’ı kaçırmışlardı, bu sahne aklında net bir şekilde tekrar canlandı. Hastane odasında olduğuna inanmakta zorlandı. Odayı titizlikle incelediğinde, Ayşe’nin küçük koltukta rahatsız bir şekilde uyuduğunu gördü. Kolundaki kateteri dikkatlice çıkardı, kanın akmasını engellemeye çalışarak. Ayağa kalkarken, Faruk’un burada olmasını diledi; çünkü kendini yalnız ve çaresiz hissetmekten başka bir şey yapamıyordu. Sanki her şeyden uzaklaşmış, eli ayağı kaybolmuş gibiydi. Sessizce odadan ayrıldı, zemin kaplamasının üzerinde yavaş adımlarla ilerledi. Kıyafetlerini ve telefonunu yanına almayı unutmadan dışarı çıktı. Hastanede kalmak, Ceylan ve oğlunu bulmayı geciktiriyordu. Odanın birinci katta olması, onun burada geçirebileceği rahat bir süreyi işaret ediyordu. Ayşe’nin kendisini bırakmayacağını biliyordu, bu yüzden aceleyle hareket etmek zorundaydı.

Hastanenin bahçesine adım attığında, içindeki karanlık ve tedirginlik biraz olsun dağıldı. Taksi durağını gördüğünde, gözleri umut ve heyecanla parladı. Rastgele bir taksi çevirip, evinin adresini verdi. Taksiye binerken, her şeyin hızla değiştiğini düşündü, belki de bu onun son umudu olabilirdi.

Telefonu çalmaya başladığında, ekranında Pamir’in ismi belirdi. Gözleri, ekranda kayan isme odaklandı ve hızla telefonunu açtı. Sesini soğuk ve kararlı tutmaya çalışarak, yanıtladı:

"Efendim Santos," dedi Kubilay, sesi donuk ve mesafeli bir şekilde yankılandı. İçindeki gerginlik ve panik, sesindeki soğuklukla örtülmeye çalışılmıştı.

Kubilay, telefonu açar açmaz Pamir’in soğuk sesiyle karşılaştı. "Kubilay, direkt konuya girmek isterdim ama telefonlarımız dinleniyor. Benim eve gel, konuşmalıyız," dedi Pamir. Sesindeki ciddiyet, Kubilay’ın dikkatini çekmişti. Hemen durumun önemini kavradı; kaçırma olayının arkasında olabileceklerini düşündü.

Taksiye yolu değiştirmesi talimatını verdi. Yirmi dakika içinde, Pamir’in evinin önündeydi. Taksi durduğunda, Pamir’in korumalarından birine taksinin ücretini ödeyip yollamasını söyledi. Sonra arkasına bakmadan, hızlı adımlarla eve girdi.İçeri girdiğinde, Pamir kırmızı masanın önünde haritayla uğraşıyordu. Masanın üzerinde, çeşitli yerlerin krokileri seriliydi; özellikle Arslan’ın tanıdığı mekanlara ait haritalar dikkat çekiyordu. Pamir, haritaları dikkatlice inceliyordu, her ayrıntıya odaklanmış görünüyordu.

Kubilay, Pamir’in yanında dururken, "Beni ayağına kadar çağırmanın, Ceylan ve oğlumun kaçırılması ile ilgili olduğunu düşünüyorum," dedi, sesi keskin ve belirgin bir şekilde yankılandı. Pamir’in dikkatini çekmek için, bu sözlerle durumu doğrudan ortaya koydu. Gözleri, Pamir’in yüzüne odaklanmıştı, ne olduğunu anlamak için cevap bekliyordu.

Pamir derin bir nefes aldı, gözleri bir an için uzaklara daldı. İçinden, “Ceylan bu adama nasıl aşık olmuştu?” diye geçirdi. Sonra, Kubilay’a alaycı bir şekilde baktı ve "Çetinkor, zeki adamsın," dedi, sesi alayla karışmış bir şekilde yankılandı.

Kubilay, Pamir’in sözlerine rağmen sakinliğini korumaya çalıştı. "Sen hastanede baygın yatarken boş durmuş gibi mi duruyorum? Zaten ilk seni aramadım, Engin telefonlarıma cevap vermiyor. Geriye tek sen kalıyorsun," dedi Pamir, gözlerinde hafif bir öfke ve tahammülsüzlük vardı.

Pamir Kubilay'a doğru yaklaşarak, "Engin yok? Bu işte bir gariplik var," dedi, sesindeki kararlılık her zamanki gibi belirgindi.

Kubilay, gergin bir şekilde kafasını aşağı yukarı salladı. "Neyse, sen sadete gel. Yerlerini buldun mu?"

Pamir haritada iki mekan gösterdi. İkiside farklı bölgelerdeydi. "Buldum, iki farklı mekânda tutuluyorlar. "

Kubilay Pamir'i devam ettirerek."Bu yüzden iki farklı baskın yapmamız gerekiyor. Birinin başında sen diğerinde de ben olacağım. "

Pamir Kubilay'ı onayladı. "Peki ya hangi depoya gideceksin?" Pamir’in bu sorusu, Kubilay’ı kısa bir süreliğine afallattı.

Kubilay, Pamir’e sert bir bakış attı. "Pamir, ne kadar seni sevmesem de biliyorum ki Ceylan’ı en iyi sen korursun. Ben oğlumu kurtarmaya gidiyorum," dedi, sesinde kararlı bir ton vardı.

Pamir bu sözler üzerine sessiz kaldı. Ne diyeceğini bilemeden, Kubilay’a Uğur’un bulunduğu mekanın bilgilerini verdi. Kubilay, aldığı bilgileri hızlıca değerlendirip birkaç telefon görüşmesi yapmaya başladı. Pamir de aynı şekilde hazırlıklarına devam etti. Ev, hızla bir askeri üs halini aldı; her köşede silahlar, kamera ekipmanları ve çeşitli güvenlik malzemeleri bulunuyordu. Her iki adam da, durumun ciddiyetini ve yapılması gerekenleri derinlemesine biliyordu.

Loading...
0%