Bu dünyayı sevmedim.
.
.
.
Eski yat limanı, terkedilmiş bir sessizlik içinde kalmıştı. Kayaların etrafında biriken yosunlar ve paslanmış demirlerle kaplı rıhtımlar, zamanın izlerini taşıyordu. Deniz, hafif bir rüzgarla dalgalanıyor, su yüzeyinde birkaç dalga kırıntısı oluşturuyordu. Yat limanının boşluğunda, birkaç eski ve unutulmuş tekne, karanlık köşelere çekilmişti. Limanın köşelerindeki hafif ışıklar, kısıtlı bir şekilde parlıyordu, ancak bu ışıklar bile eskiyen yapıları ve kırık dökük olan her şeyi gözler önüne seriyordu. Aslan ve adamları, bu sessiz ve unutulmuş mekanın merkezindeydi; her biri adımlarını dikkatle atıyor, ortamın sessizliğini bozma endişesi taşımadan ilerliyordu. Etrafı keskin gözlerle tarıyor, birbirlerine sessizce rapor veriyorlardı.
Pamir ise eski limanda Aslan'ın aksine sessizce duruyordu. Planın parçası gibi organize olmuştu; her hareketi dikkatle hesaplanmıştı. Adımları, sessiz ve dikkatliydi, sanki her biri bir tehlikenin farkındaymış gibi. Limanın gölgeleri, onların varlığını ve hedeflerini saran gizemli bir örtü gibi yayılıyordu. Gölgeler arasında kaybolarak adım adım ilerliyorlardı. Her bir hareketleri, bir ustanın elinden çıkmış gibi dikkatli ve hesaplıydı. Limanın sessizliğini bozmadan, adım adım, gölgelerde saklanarak yaklaşan ekip, Aslan’ın adamlarını teker teker hedef alıyordu.
Birinci hedef, dikkatsiz bir şekilde bir köşede durmuştu. Pamir, bir işaret vererek ekibinden birine yaklaştı ve hedefi sessizce etkisiz hale getirdi. Düşman yere yığılırken, diğerleri çevredeki izleri silmekle meşguldü. Pamir, arka planda her hareketi izleyerek stratejilerini güncelliyordu.
Bir başka adam, rıhtımın kenarında gezinirken Pamir'in ekibinden biri, hızlı ve sessiz bir şekilde yaklaşarak onu etkisiz hale getirdi. Diğerleri, olayın farkına varmadan harekete geçerek yeni bir pozisyona geçti. Her bir adam, bir diğerinin izini takip ederek aynı titizlikle ilerliyor, düşmanın dikkatini çekmeden operasyonu yürütüyordu.
Gölgelerdeki sessizlik, Pamir ve ekibinin soğukkanlı hareketleriyle bozuluyordu. Her biri, hareketlerini tam zamanında gerçekleştiriyor, düşmanlarını bir bir etkisiz hale getirerek eski limanın karanlıklarında izlerini kaybettiriyordu. Bu sessiz ve ölümcül av, limanın karanlıklarında devam ediyordu, adeta gölgelerin arasında bir dans gibi.
Karanlık limanın köşelerinden biri, bir siluet belirdiğinde, Pamir hemen harekete geçti. Sessiz ve hızlı bir adımla, düşmanı etkisiz hale getirdi. Düşmanların dikkatli gözleri, bir bir yok edilirken, ekip üyeleri çevredeki kaçış yollarını kapatarak stratejik bir sarmal oluşturuyordu.
Pamir, dürbününü gözlüğüne yerleştirip dikkatle etrafı incelemeye başladı. Ceylan'ın etrafındaki konteynırların üzerinde yerleştirilmiş bombalar dikkatini çekti. Bu, bir an için Pamir’i duraksattı; her şeyin tam olarak planlandığı gibi gitmesini sağlamak için detayları gözden geçirdi. Pamir, adamlarına çeşitli yönlerden imha talimatları verdi. Beş adam, beş farklı noktadan operasyonu başlatacaktı.
Pamir, Ceylan'ı dürbünle izlerken, Aslan’ın ortalarda görünmediğini fark etti. Ceylan’ın başı yere düşmüş, sonra yeniden kaldırmıştı. Tekrar düştü... Karanlıkta sessiz adımlarla Ceylan’a yaklaşırken, her hareketini titizlikle planladı. Ceylan’ın etrafındaki adamlar işlerini özenle yaparken, Pamir adım adım yaklaşıyordu.
Sonunda, Ceylan’ın yanına geldiğinde, Pamir sessizce elleriyle Ceylan’ın yüzünü yukarı kaldırdı. "Senhora..." dedi, sesinde kararlı bir ton vardı. Ceylan’ın gözleri, Pamir’in soğukkanlı ifadesiyle buluştu ve gerilimli sessizlik, adımların yankısıyla karıştı.
Pamir, Ceylan'ın iplerini çözerek serbest bıraktı. "Hadi seni çıkaralım," dedi, sesi güven verici bir tonla. Ceylan, Pamir’in yanında sakince yürümeye başladı. Etrafındaki bombalar imha edilmişti ve ortam artık daha güvenliydi. Pamir, kulağına gelen sesi dikkatle dinledi: "Bombalar tamamdır Patron." İkisi, sessizce ilerlemeye devam etti.
Ceylan’ın yüzü, duygusal bir karmaşanın izlerini taşıyordu. "Oğlum, Pamir..." dedi. "Her şey yolunda giderse babası sana oğlunu getirecek."
Ceylan’ın sesi titredi, "Ne… nasıl?"
Pamir, destek verircesine kadının elini nazikçe tuttu. "Senhora," dedi, "az ileride arabam var. Bir an önce senin oğluna kavuşman için yola çıkmalıyız."
Bir anda, Aslan’ın adamları dört bir yandan etraflarını sardı. Pamir ve Ceylan, ateş altında kaldıklarında, her şey bir anda kaosa dönüştü. Ceylan ve Pamir hızla sağa ve sola atılarak korunaklı bir pozisyon almaya çalıştılar. Ceylan panik içinde, "Pamir... silah!" diye bağırdı.
Ceylan, silahı kaptığı gibi ateş açmaya başladı. Pamir de hemen yanıt vererek çevresindeki düşmanlara ateş etmeye başladı. Ceylan’ın gözleri, öfke ve kararlılıkla parlıyordu; silahını titreyen elleriyle hedeflerine doğrultarak mermileri yağdırıyordu.
İkili, etraflarını kuşatan adamlarla amansız bir mücadeleye girişti. Pamir, Ceylan’ın yanında kalarak onun açıkta kalmamasını sağlıyordu. Çevrelerinden gelen mermi sesleri ve patlamalar, ortamı daha da gerilimli hale getirirken, Pamir ve Ceylan, cesur bir şekilde karşılık vererek direnişlerini sürdürüyorlardı.
Pamir, kulağına gelen uyarıyla gözlerini büyüttü: "Patron, bir bomba daha var. Bağlantısı yok, imha edemiyoruz." Panikle dolu bir ses tonu, hemen harekete geçmelerinin gerekliliğini belirtiyordu.
"Şimdi çıkın buradan, herkes dışarı!" Pamir, emir verirken sesinde kararlılık vardı. Ceylan’a dönerek, "Senhora, gitmeliyiz. Bomba var!" dedi.
Ceylan, etraflarındaki düşmanları vurmaya devam ederken, limanın karanlık köşelerine doğru geri çekilmeye çalışıyordu. Patlayan mermilerin ve düşen parçaların arasında, Pamir ve Ceylan hızla ilerliyordu. Ceylan, tüm gücünü toplayarak düşmanlarına ateş ederken, aynı anda kaçış yollarını kontrol ediyordu. Pamir, Ceylan’ı korurken ve düşmanları etkisiz hale getirirken, limandan güvenli bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu.
Pamir, kulağındaki sesin cızırtılı ve kesik kesik geldiğini duydu: "Patron, neredesiniz?" Hızla cevap verdi, ancak endişe dolu bir ses tonu, sinyalin zayıf olduğunu belirtiyordu.
Ceylan ve Pamir, hızla koşarak deniz kısmına yaklaştılar. Etrafı saran düşmanlar ve yaklaşan bomba, gerilimi arttırmıştı. Pamir, Ceylan’a endişeyle bakarak, durumun acil olduğunu anladı. İkili, denize doğru gözlerini çevirdi.
Birbirlerine son bir bakış attılar, ardından hızla denize doğru atıldılar. Patlama, büyük bir gürültüyle gerçekleşirken, deniz yüzeyinde bir yangın topu gibi alevler yükseldi. Pamir ve Ceylan, suya dalarken, patlamanın şiddetiyle birlikte dalgalar çevrelerini sardı. İkili, su altında birbirlerine sıkı sıkıya sarılarak, patlamanın etkilerinden korunmaya çalıştılar. Su yüzeyinde bir anda büyük bir dalga yükseldi ve etrafı kapladı.
İkili suyun yüzeyine çıkıp derin bir nefes aldılar. Pamir, helikopterin yaklaşan sesini duyduğunda, kafasını kaldırdı. Gelen halatla hızla Ceylan’ı kendine bağlayan ipi sarmaladı ve ikisini de helikoptere doğru yönlendirdi. Helikopter, denizden yükselirken, ikili suyun içinde birbirlerine sarılarak yukarıya doğru süzüldüler.
Helikopter, hızla havalanırken, Ceylan gözlerini kapattı ve korku dolu bir şekilde Pamir’e döndü. “Korkuyorum,” dedi, sesi titrek bir şekilde.
Pamir, Ceylan’ı sıkıca kucaklayarak, “Ben buradayım, Senhora,” dedi, onu rahatlatmaya çalışarak. İkili, helikoptere çıkarıldı ve içeri alındı.
Helikopterdeki adamlar, üzerlerine sıcak örtüler vererek onları rahatlatmaya çalıştı. Ceylan, Pamir’e bakarak, “Lütfen, Pamir, oğluma gidelim,” dedi, gözleri endişeyle dolmuş şekilde.
Pamir, Ceylan’ın elini nazikçe tuttu ve “Tabii ki, Senhora. Oğluna kavuşman için her şeyi yapacağız,” dedi, güven verici bir sesle.
Helikopter, hızla Pamir’in evine doğru ilerledi. İniş sırasında helikopterin gürültülü sesi, çevredeki sessizliği yankılandı. Ceylan ve Pamir, helikopter yere indiğinde hemen dışarıya çıktılar.
Ceylan, etrafı dikkatle inceledi. Evin çevresi sessiz ve sakin görünüyordu; sadece helikopterin yankılanan sesi, bu sessizliği bozuyordu. Pamir, işaret vererek helikopterin uzaklaşmasını sağladı. Ceylan, gözlerini etrafa çevirerek Kubilay’dan hiçbir iz bulamadı. İçinde bir belirsizlik ve endişe vardı. Helikopterin uzaklaşan sesi, etraftaki sessizliğe karıştı.
Ceylan, eve doğru koşarak içeri girdi. Evin içinde ilk bakışta kimseyi göremedi. Hızla dış kapıya yöneldiğinde, aniden bir sessizlik oluştu. Arkasını döndüğünde, Kubilay’ın kucağında yanmış, cansız bir bedeni fark etti.
Ceylan’ın gözleri, derin bir acıyla doldu. Acının, tüm kainat kadar büyük olduğunu düşündüğü bir acı vardı. İçinde, yanmış bir yangın gibi hissetti; tüm bedenini saran, tarifsiz bir acıydı. Ceylan üşüyordu, içi yanıyordu. Sırılsıklam bedeninden damlayan sularla minik adımlarla oğluna doğru yürüdü, yüzü tanınmaz haldeydi. “Olamaz,” diye fısıldadı, “minik Uğur’um olamazdı bu...” Acının heykelini dikerim diyen kadın bu acıyı bilmiyordu. Nasıl bir acıydı böyle. İçi yanıyordu, tüm okyanus bir olsa soğmazdı ya ciğeri.
Kubilay’ın kucağından, üzüntü ve çaresizlikle bebeğini aldı. Oğlunun yüzünü göremedi; tanıyamayacak kadar yanmıştı. Kubilay’ın gözlerine baktığında, aynı derin acıyı orada da gördü. Küçük oğlu artık yoktu. Çocuklar, annelerinden önce ölmemeliydi; bu acı, insanın aklını yitirmesine neden olabilecek kadar büyüktü. Ceylan, gözlerinde yaşlarla ve yüreğinde derin bir boşlukla, oğlunu kucaklayarak, acısının en karanlık derinliklerine çekildi.
Ceylan, derin bir acıyla titreyerek Kubilay’a yaklaştı. "Uğur değil de Kubilay, yalvarırım, oğlum değil de..." dedi, sesinde bir inançsızlık ve umutsuzluk vardı. Hâlâ oğlunun orada olmadığını kabul etmek istemiyordu.
Kubilay’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu; sesi titriyor, acı dolu kelimeler zorla çıkıyordu. "Diyemem, Ceylan," dedi, kelimeler boğazında takılı kalmış gibi.
Ceylan, tanınmaz haldeki bedene baktı, "Benim Uğur’um değil," diyerek boğazından derin bir hıçkırık koptu. Sesindeki acı, tüm varlığını sarhoş etmişti.
Ceylan’ın gözleri, önce Pamir’e döndü. Pamir, arabaya sırtını yaslamış, donuk gözlerle Ceylan’ın kucağındaki küçük cesede bakıyordu. Yüzündeki ifadede, derin bir keder ve yıkılmışlık vardı. Kadın, ardından başını Kubilay’a çevirdi. Kubilay, yutkunarak konuştu, sesi titrek ve zorlanmış bir şekilde.
“Bende… bende inanmadım. DNA testi yaptırdım,” dedi, kelimeleri zorla söylerken. Ceylan, bu sözlerin ağırlığı altında ezilirken, gözlerinde kaybolan umutlar ve derin bir boşluk vardı.
Ceylan’ın ağzından tüm dünyayı inleten bir çığlık koptu; acısı, gökyüzüne yükseldi ve her şeyi sarhoş eden bir yankı haline geldi. Çığlığının yankısı, Pamir’in sessiz gözyaşlarıyla ve Kubilay’ın tükenmişliğiyle birleşti.
Ceylan, ayakta duracak hali kalmadığı halde, hayatında tek bir nedeni vardı: annelik. Ama şimdi, bu sebepten elinden alınmıştı evlâdı. Kalbi, sanki dünya yıkılmış ve altında kalmış gibiydi. Nefes almak, onu sadece daha da hırpalayan bir eylem haline gelmişti. Her şey, yıkılmış bir dünya gibi hissediliyordu; bu derin boşlukta, her şeyin anlamsız ve karanlık olduğu bir hüsran içinde kaybolmuştu. Bu acı, tüm yaşamını sarmış ve yok etmişti.