Yol ayrımı
.
.
.
Zamanın yaraları iyileştirdiği söylenir, ancak Ceylan için ölümün gölgesinde bu iyileşme ne kadar kolay olabilirdi? Zaman, acının derinliğini ve yoğunluğunu azaltmazken, onun karşısında iki seçenek olarak çıktı. Ya kalıp, her şeyiyle yaşayıp ölecek ve ölüden farksız bir hayat sürdürecekti ya da bu hayattan sonsuza kadar ayrılacaktı. Ceylan, bu kadar acıyı daha fazla kaldıramayacağını fark etti. Son bir karar vermeliydi. Oğlunun ölümüne neden olan Arslan'ı ortadan kaldıracak ve sonra kendi hayatına son verecekti. Bu acıyla yaşamanın kendisine uygun olmadığını biliyordu; ruhunda düğümler fazlaca sıkıydı ve artık bu düğümleri çözecek umudu kalmamıştı. Uğurunu kaybetmişti ve bu kayıp, onun varlığını derinden sarstı.
Evde, Kubilay ve Pamir ile birlikteyken Arslan'ın Beylerbeyinde ki evinde olduğu haberini almıştı. Bu yüzden, Pamir ve Kubilay'dan önce davranarak yola çıkmıştı. Arslan’ın her şeyini bu hale getirmişti; şimdi, adaletin peşinde, son bir mücadeleye hazırdı. Ceylan, amacına odaklanmış bir şekilde, karanlık gecede yalnız bir savaşçı gibi hareket etti.
Ceylan, arabadaki aynaya bakarken, saçlarının eski siyah renginin solgun bir sarıya dönüştüğünü ve uzun saçları artık kısaydı. Aynadaki yansıması, yaşadığı değişimin ve derin acının bir yansımasıydı. Gözlerini sıkıca kapatarak derin bir nefes aldı; kalbinde yankılanan acıyı hissetti.
Sessizce, kendine bir söz verdi: "Uğur’um, annen sana kıyanı gebertip yanına gelecek." Bu söz, bir veda ve intikam arzusunun ifadesiydi. Ceylan, bu sözlerle hem oğluna olan sevgisini hem acısını ifade ediyordu.
Acı dolu bir yola adım atarken, her şeyin bu kararla son bulacağına inananıyordu. Acı ve kayıptan sonra yeni bir başlangıç yapma inancıydı. İçindeki derin boşluk ve kederle, artık tek bir hedefi vardı: Oğlunun katilini ortadan kaldırmak ve sonra, huzuru bulmak için kendi hayatını sonlandırmak.
Ceylan, tüm hırsıyla gazı kökleyip hızla yola çıktı. Trafik ışıklarını ve diğer araçları umursamadan makaslar atarak, Arslan’ın evine vardığında arabayı gelişi güzel bir şekilde park etti. Kapıyı kapatmaya bile gerek görmeden, hızla indi ve belindeki silahı kontrol etti. Silahın jarjörünü çıkarıp tekrar takarak, ateşlemeye hazır hale getirdi.
Ceylan, deponun önündeki çatışma izlerini görünce şaşırmadı. Pamir ve Kubilay’ın buraya adam yığacağını ve Arslan’ın her şeyi bu hale getireceğini önceden tahmin etmişti. Yerdeki ölü bedenlerin, çatışmanın korkunç izleriyle birlikte yayıldığı manzara, bir savaş alanını andırıyordu. Çatışmanın izleri, kırılmış camlar, yerlerde kanlı izler ve silahların çöp yığınları arasında dağılmıştı.
Kubilay ve Pamir, Arslan’ın malikanelerine adeta savaş açmıştı. Sahip olduğu her şeyi, yaşamın son bulduğu ve şiddetin hüküm sürdüğü bir alan haline gelmişti. Pamir Portekiz de, Kubilay Türkiye de Arslan’ın tüm varlığı, acımasızca yok ettiler. Her şeyin yerle bir olduğu, mobilyaların parçalandığı, duvarların kanla kaplandığı ve her şeyin kargaşa içinde olduğu bu mekanlar, bir savaş alanını andırıyordu.
Herkes Çetinkor ve Santos soyisimlerini akıllara kazımıştı.
Ceylan, öfke ve intikam ateşiyle dolmuş bir şekilde, bu yıkımın ortasında, var gücüyle merdivenlerden yukarıya doğru tırmandı. İçinde yaşanan kaos ve dehşet, adım adım kendini gösteriyor, her şeyin son bulduğu bu anın derinliğini artırıyordu.
İçindeki öfke ve intikam arzusu, her hareketini belirliyor ve karanlıkta beliren Arslan’ı hedef alıyordu. Ceylan, artık son bir adım atmaya, adaletin sağlanmasını sağlamaya kararlıydı.
Aslan, çatıda öylece manzarayı izliyordu. Gözleri, altta yaşanan kaosun ve yıkımın üzerine odaklanmıştı. Arslan’ın sesi, korkusunu gizlemekte zorlanıyordu; titrek ve endişeli bir tonla konuşuyordu. "Benim için geleceğini biliyordum."
Ceylan, sessizce çatının kapısını aralayıp içeri girdiğinde, Arslan’a doğru adım attı. Elindeki silahı, soğuk ve kesin bir şekilde Arslan’a çevirdi. Gözleri, ölümcül bir kararlılıkla parlıyordu. Yüzündeki ifade, kendinden emin ve soğukkanlıydı; tüm duygularını ve acısını geride bırakmış, sadece intikam için savaşan bir savaşçı gibi görünüyordu.
“Artık ölü bir adamsın,” dedi Ceylan, sesindeki ton keskin ve netti. Bu sözler, Arslan’ın sonunun geldiğini ve Ceylan’ın amacına ulaştığını belirten bir yargı gibiydi. Ceylan’ın bakışları, Arslan’a adeta son bir darbe vurmak üzere hazır olan bir cezalandırıcıyı andırıyordu.
"Bu sefer Ceylan, Aslan'ı yakaladı." Sesinde biraz sonra öleceğinin kabullenişi vardı.
Ceylan, gözleri yaşla dolmuş, boğuk ve ağlamaklı bir sesle Arslan’a seslendi. "Oğlumdan ne istedin? Ne suçu vardı?" Sesi, acının ve çaresizliğin bir yansımasıydı, duyguları titrek bir şekilde dile getiriliyordu.
Arslan, ifadesiz bir şekilde Ceylan’a baktı, içindeki soğukkanlılıkla konuşmaya devam etti. "Özür dilemeyeceğim. Kubilay mutlu olmamalı. Kardeşimi benden almışken, hayır..." dedi, gözlerinde bir pişmanlık ve kinin karışımı bir ışık vardı.
Ceylan’ın acısı, Arslan’ın yanıtlarıyla daha da derinleşti. Arslan’ın sesi, soğuk ve acımasızdı. "Senin suçun, Ceylan. Oğlunun babası olarak Kubilay’ı seçmen," dedi, kelimeleri sanki Ceylan’ın kalbine bir bıçak gibi saplanıyordu. Arslan’ın bu sözleri, Ceylan’ın yaşadığı kaybın ve kederin üzerine tuz basar gibi etkili oldu.
Ceylan, tam tetiği çekecekken kapıdan nefes nefese elinde silahla Kubilay girdi. Arslan, bir anda silahını Kubilay’a çevirdi. Ancak, Kubilay’ın içeri girmesiyle Arslan’ın gözleri, Ceylan’a dönmeden önce Kubilay’ı değerlendirdi. Endişeyle Ceylan'a bakıyordu. Arslan silahını Ceylan’a çevirip ateşledi.
Ceylan, ne olduğunu kavrayamadan kalbindeki kanı hissetti. Gözleri, yavaşça kararmaya başladı. Kubilay, hemen Ceylan’a doğru koştu ve onu yere düşmekten korumaya çalıştı. "Hayır, hayır, hayır, olamaz!" Kubilay’ın acı dolu sesi tüm binayı inletiyordu. Sesindeki derin keder ve çaresizlik, her köşeye yayılıyordu. Ceylan, adamın kollarında, vücudunun tüm ağırlığıyla yere yığıldı. Kubilay, onu kucaklayarak sıkıca tuttu. Ceylan’ın gidişi, neşeli bir ayrılış değildi; her zaman kurtulmak, kaçmak içindi. Hayatta beklenmedik değişimler kökten değişim yaratır, ve bu an da öyle bir değişimdi. Kubilay, hayatı boyunca kadının acılarıyla sınanmıştı; çünkü insan en sevdiğiyle sınanırdı. Kubilay’ın sesi, acı içinde kıvranıyor gibiydi. Kadın, kollarında sessizce sarsılırken, Kubilay gözyaşlarını hırsla silerken yüzündeki gülümseme, içindeki acıyı bastırmaya yetmiyordu. Bir yandan da, Ceylan’ın başını öne eğmiş şekilde yüzünü izliyordu.
Kubilay, öfkeyle gözyaşlarını sildikten sonra, kendisini izleyen Arslan’a öfkeyle baktı. Silahını sıkıca kavradı ve Arslan’a ateş etti. Jarjörü tamamen boşaltarak Arslan’a kurşun yağdırdı, ama içindeki öfke ve acı bir türlü dinmedi. Ceylan, dayanamayacak kadar yorulmuş ve acı içinde, gözlerini kapattı.
O an Kubilay, Ceylan’ı kaybetme düşüncesiyle sarsıldı. Önce Faruk, sonra oğlunu kaybetmişken, Ceylan’ı da kaybedemezdi. İçindeki acı, bir insanın dayanabileceğinden çok fazlaydı. Ceylan’ın hayatını kurtarma çabası, her şeyin önündeydi.
Kubilay, Ceylan’ı hastaneye yetiştirmeye çalışırken, peşindeki polislerden habersizdi. Gözleri, sadece kucağındaki kanlar içindeki bedene odaklanmıştı. Kucağındaki Ceylan’ı, en hızlı şekilde arabaya yerleştirdi. Koşarak binadan çıktı; hızla araç kapısını kapatamadan, çevresini polisler sardı. Polisin sirenleri ve ışıkları, Kubilay’ın etrafını çevirmişti. Polisin çevresini sarmasıyla birlikte, bir memur seslendi:
"Kubilay Çetinkor, seni Arslan Aydın’ı öldürmeye teşebbüsten gözaltına alıyorum."
Bu sözler, Kubilay’ın panik ve çaresizlik içinde olduğu anı daha da derinleştirdi.
Kubilay’ın tutuklanmak umrunda değildi; tek istediği Ceylan’ı hastaneye yetiştirmekti. Tüm dikkatini, Ceylan’ın hayatını kurtarmak için yönlendirmişti.
"Bir yere kaçmıyorum..." sesindeki çaresizlik, tüm umudunu yitirmiş bir şekilde yankılanıyordu. O anki duygusal bozukluğu, kelimelerine yansıyordu. Çaresizlik içinde, çevresindeki polis memurlarına bağırmaya başladı.
“Yolu açın, kaçmıyorum. Çıkmamız lazım!”
Polisler, hızla harekete geçti. Üç memur, Kubilay’ı yere serdi. Ellerini sırtında birleştirip kelepçelediler. Kubilay, elleri kelepçeli ve yerde yatarken kurtulmaya çalıştı, ama her hareketi, polisin güçlü ve sert müdahalesiyle engellendi. Bağırışları, tüm binayı inleten bir çığlığa dönüştü. Çaresizlik, sesinden ve hareketlerinden her yönüyle belirgindi.
"Ne olur bırakın, Ceylan ölüyor. Yalvarırım, bırakın!" Kubilay’ın sesi, acı ve umutsuzlukla titriyordu.