Her gidenle bir parçamız gider.
.
.
.
Uçakta yanındaki iki küçük bedene baktı. İkizleriydi, Eray ve Eylem. Ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Ceylan ona yardım ederdi, ama öncelikle Türkiye'ye sağ salim dönmeliydiler. Elini Eylem’in yüzündeki yanık izine götürdü ve fısıldayarak, "Benim güzel kızım, bundan sonra seni her şeyden koruyacağım," dedi. Eylem, sözleri anlamış gibi gülümsedi.
Eray ve Eylem, Uğur ile yaşıt ikizleriydi. Babalık rolünü yeni öğrenmişti, ama sanki içten içe bunu biliyordu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, Ceylan ile konuşacak zamanı olmamıştı. Olayların başına dönerse, Mehmet'in davetinin akşamında Emir Costra'dan aldığı kısa mesajı hatırlıyordu: "Portekiz, Kuba, telefonunu yok et." Mesaj kısa ve netti. Hayatında hiç bu kadar korkmamıştı. Emir, sevdiği kadının ikiziydi ve onu tek bir sebepten çağırırdı: Esin’e bir şey olmuştu. Ceylan'a basit bir mesaj attı. Kimseye bir şey söylemeden, o gece Türkiye'den ayrıldı. Uçağa binmeden önce telefonundan kurtuldu. Kendi adının yazılı olmadığı bir pasaportla ilk kez yurt dışına çıkmıyordu. Her şey çok garipti. İçini saran belirsizlik, kafasında demire sürtme isteği uyandırıyordu.
Esin ile Emir aracılığıyla tanışmıştı. Emir, en yakın arkadaşıydı. Ancak Emir'in babası Kaplan Costra, ondan hiç haz etmezdi; nedenini hiçbir zaman öğrenememişti. Üniversiteyi Portekiz'de okuyordu ve kumara orada başlamıştı. Kaplan Costra, kumar dünyasında tanınan bir isimdi ve onun mekanlarına sık sık giderdi. Başlangıçta Esin ile ilişkileri çok güzeldi; gizlice evlenmişlerdi. Fakat her şey, Esin aniden gelip onu terk ettiğinde değişti. Esin, kumarı bahane etmişti, ama derinlerde başka bir neden olduğunu düşünüyordu. Esin'in ayrılığı, onu daha da derin bir kumar bataklığına sürükledi. Borçları hızla büyüyordu ve genç yaşının verdiği cehaletle daha da karanlık bir yola girmişti. Emir, Ceylan'ı aramıştı ve Ceylan onu alıp kliniğe yatırmıştı. Kendinde değildi, tüm bu süreç boyunca dertlerinin ve karanlık düşüncelerinin etkisi altındaydı. Türkiye'ye döneceği gün Emir, ona sadece tek bir şey söylemişti.
"Esin’e bir şey olmadığı sürece, sen buraya gelmeyeceksin."
Bu sözler zihninde yankılanırken, Portekiz’e vardı. Esin’e bir şey olmuştu. Pilotun İngilizce olarak Portekiz'e vardığımızı duyurmasıyla hızla yerinden kalktı. Kuba'ya gitmeliydi; bu, Emir ile gizli buluşma yerleriydi. Havaalanından bir taksi çevirdi, taksiyi yolun ortasında durdurup parasını ödedikten sonra takip edilme riskini göze alamayacağını düşündü. Bir saat kadar yürüdükten sonra, ağaçlarla çevrili tahta eve ulaşabildi. Tek odalı bu ev, ağaçların arasında gizlenmişti ve dışarıdan bakıldığında görünmüyordu.
Kapıyı açarken, ensesinde metal bir namluyu hissetti. Emir olduğunu her halükarda anlayabilirdi, isterse yüz yıl geçsin. Yüzünü Emir'e döndüğünde, Emir’in silahını indirdiğini gördü. Emir’in gözleri kırmızıydı, bir şeylerin ters gittiği çok belliydi, ama ne olduğunu bilmiyordu. Odanın içindeki bebek sesleri dikkati çekti; iki küçük beden, bebek arabasında yatıyordu. Kafasında binlerce soru vardı ve Emir, ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi.
Bir anda, silah patlama sesleri duyulmaya başladı. Nedenini bilmediği bir içgüdüyle, bebekleri koruma refleksiyle bebeklerin yanına döndü.
Emir, silahını kontrol ederken eline bir mektup sıkıştırdı.
"Engin, bu mektupta her şey yazıyor. Bebekleri al, arkadaki araba var. Türkiye'ye geri dön," dedi Emir, ciddi bir tonla.
"Sen ne olacaksın Emir?" diye sordu Engin, endişeyle.
Emir’in yüzü, Engin’in sorusuyla kısa bir an gülümsedi. "Bana bir şey olmaz bro, sen yeğenlerine iyi bak," dedi.
Engin, Emir’in “yeğenlerim” demesi üzerine kafasında soru işaretleri oluştu. Esin’in başka biriyle çocuk yapıp, onları kendisine mi emanet ettiğini düşündü. Emir, Engin’in düşüncelerini okur gibi bir ifadeyle, "Saçmalama Engin, bebekler senden," dedi.
Emir, bu karmaşanın ortasında, "Engin, çabuk çık buradan," diye seslendi.
Emir’in sesiyle, derin bir transtan uyanmıştı. Elindeki mektubu sıkıca tutarak bebekleri kucağına aldı. Hızla ağaç evden çıktı, bebekleri güvenli bir yere bırakıp üstü örtülü arabayı açtı. Bebekleri dikkatlice arabaya yerleştirdi ve ardından kendisi de araca bindi. Yan koltuğa bebekleri yerleştirdikten sonra, arabayı hareket ettirdi ve hızla uzaklaşmaya başladı. Yeterince uzaklaştığını düşündüğünde, arabayı kenara çekti ve mektubu açtı.
Mektubu açtığında, içinde yazanlar karşısında sarsılmıştı. Esin’in sesini duyuyor gibiydi ve her kelime, derin bir acı ve karışıklık taşıyordu.
Engin,
Benim Esin, yanında duran iki güzellik bizim ikizlerimiz. Eylem ve Eray. Hani gelecekteki çocuklarımız hakkında konuşmuştuk ya kız olursa Eylem erkek olursa Eray koyarız diye ikizimiz oldu. Bende senin parçalarına seninle düşündüğümüz isimleri verdim.
Aşkım,
Senden hiç ayrılmak istemedim. Evet kumar oynamandan hoşlanmıyordum ama asıl mesele bu değildi.
Birtanem benim babam; Kaplan Costra, Arslan Aydın'ın kardeşi. Benim amcam Arslan. Bunu sana hiç bir zaman anlatamadım. Çiğdem'i yani halamı kaybettiğimiz zaman Çetinkor ailesiyle bitmeyen savaş başladı. Babam sizin Çetinkor ailesiyle bağınızı öğrendi. Seni öldürmekle tehtit etti, ben senden senin için vazgeçtim. Babam böylelikle peşini bıraktı. Sen gittikten sonra hamile olduğumu öğrendim. Babamdan gizli doğurdum bebekleri. Senin kanının kendi kanına karışmasını istemiyordu. Emir her şeyi biliyor bana yardım ediyordu. Üç yıl gizli şekilde büyütmeyi başardım. Ne kadar sürecekti böyle bilmiyordum.
Babam garip bir şeyler olduğunundan şüphelendi. Bebeklerimi öğrendi, benim gözümün önünde bebeklerimin evini ateşe verdi. Emir Eray'ı bulup çıkarabilmişti ama Eylem yoktu.. Hiç tereddüt etmeden eve girdim. Eylemi bulmam zaman aldı, Eylem'i bulmuştum ama yüzünün bir kısmı yanmıştı. Hayatı boyunca taşıyacağı bir iz bıraktı kızımda. Emir ikizlerimi sana getirecek. Benim küçük ikizlerime çok iyi bak aşkım. Her şey yolunda giderse bu mektubu hiç okumamış olacaksın, tüm olayları benim ağzımdan dinleyeceksin.
Engin eğer bu mektubu okuyorsan ben yaşamıyorumdur. Ne olursa olsun bebeklerimi buradan götür.
Engin babam asla ikizlerin peşini bırakmayacak.. Hemen Türkiye'ye dön. Babam, Türkiye'de bir şey yapamaz. Öyle umut etmek istiyorum.Onları canım pahasına korudum sen de öyle yap.
Seni seven hep sevmiş olan Esin..
Mektubu okurken, gözleri dolmuş ve yanında duran ikizlerine bakarak kararlı bir şekilde hareket etmeye karar vermişti. Gözlerindeki hüzün ve kararlılıkla, mektubu yavaşça katladı ve bebeklere olan sorumluluğunu derin bir şekilde hissetti.
Emir’in ne yaptığını bilmiyordu ve içinde biriken acıyı bastırmak için bağıra bağıra ağlamak istiyordu. Yıllardır kendi içsel yıkımını gizleyerek gülmüş ve güçlü görünmeye çalışmıştı, ama artık her şeyin bir vakti olduğunu anlıyordu. Öncelikli olarak geceyi geçirecek bir yer bulmalı ve ikizlerin karnını doyurmalıydı.
Bilinmedik bir otele girdikten sonra, Uğur sayesinde bebeklerle ilgili birçok şeyi bildiğinden, bir şekilde işleri halledebilirdi. Otelde geceyi geçirdi, ama gözlerine bir damla uyku girmedi. Portekiz’de olduğunu kimse bilmiyordu ve bu yüzden kendi ismini kullanamazdı. Bebeklerle geri dönmek için iki pasaporta ihtiyacı vardı.
Otelin telefonunu kullanarak, Pamir’in adını vererek birkaç arama yaptı. Şüphelenmediler ve pasaportların hazırlanması için bir hafta süresi verdiler. Normalde bir ay sürecek işlemi, bir haftada halletmişti. Emir’den bir hafta boyunca hiç haber almadı; bir hafta, ona bir yıl gibi gelmişti.
Sonunda pasaportları alıp uçağa binebildi. Türkiye’ye ineceği anı bekliyordu. Uçaktan iner inmez bir telefon almalıydı, ama öncelikli olarak bebekleri güvenceye almalıydı. Türkiye’de yas tutabilirdi, ama ilk olarak ikizlerinin güvenliğini sağlamak zorundaydı.
***
Evde kapıyı açar açmaz, Engin tuhaf bir şeylerin olduğunu hissetti. İçeri adım attığında, evin içinde ağır bir yas havası vardı. Her şey sessiz ve hüzünlüydü. Bebekleri kucağında tutarak salona girdi ve ortamın mevlüt okutulduğunu fark etti. Odayı saran hüzün, onun içine işledi.
Nurten Hanım, Engin’i görünce hemen yanına koştu. Bebeklerin izin verdiği kadar boynuna sarıldı. Yüzündeki acı ve başsağlığı dilekleri, Engin’in ruhunu daha da derin bir şekilde sarstı.
“Başımız sağ olsun oğlum,” dedi Nurten Hanım, gözleri yaşlarla dolu.
Engin, başını sağa sola sallayarak, bu kadar şeyin bir anda fazla geldiğini hissetti. İçinde bir karmaşa vardı; Ceylan’a bir şey olamazdı. Yavaşça, kendini zor tutarak, “Ceylan’a mı bir şey oldu Nurten Hanım?” diye sordu. Sesi, tutuk ve derin bir endişe taşıyordu.
Nurten Hanım’ın yüzü, Engin’in gözlerindeki endişeyi fark etti. “Oğlum, bugün Uğur’un vefatının yedinci günü. Unuttun mu yoksa? Kuran okutuyoruz,” dedi. Engin’in içinde bir anlık şok yaşandı.
Engin, Uğur’un öldüğünü duyduğunda şok oldu. Kucağında uyuyan bebeklere baktı; Ceylan’ın hissettiği acıyı kalbinin en derinliklerinde hissetti. Nurten Hanım’ın yanından hızla geçerek, çalışma odasına yöneldi. Yedek telefonunu çıkarıp önce Ceylan’ı aradı, ama yanıt alamadı. Neler olup bittiğini bilmiyordu ve kendi acısını yaşayamadan bir acı daha eklenmişti hayatına.
Engin, "Pamir, Uğur... Ceylan..." diye konuşmaya çalıştı, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Pamir’in sesi öfkeyle yükseldi, adeta bir kükreme gibi.
“Allah'ın belası, nerdesin sen? Aslan Faruk'u öldürdü, yoktun. Arslan Uğur'u öldürdü, ortada yoksun. Arslan Ceylan'ı vurdu, sen yoksun. Nerdesin, nerde?”
Pamir’in sesi, Engin’in kulaklarında yankılanıyordu. Engin, hiçbir açıklama yapamadı. Ceylan’ı kaybetmek istemiyordu. Her şeyin bu kadar fazlası arasında ölemezdi. Sesi, tamamen kendinden bağımsız ve titrek bir şekilde çıktı.
“Bana ölmediğini söyle, Pamir,” dedi, çaresiz bir şekilde.
Pamir’in yanıtı, Engin’in kalbini daha da sıkıştırdı. “Ameliyata girdi, lanet herif,” dedi Pamir, öfke ve acı dolu bir sesle. Engin, bu haberle sarsıldı; Ceylan’ın hayatta kalma mücadelesi, onun tüm ruhunu tüketen bir acı yarattı.
Pamir, ameliyathanenin önünde ter içinde bekliyordu. Ceylan’ın hastanede olduğunu öğrendiği anda buraya gelmişti, ancak üç saat geçmesine rağmen ameliyat hala bitmemişti. İçindeki öfke, Uğur’u kurtaramamanın ve Ceylan’ın bu halde olmasının suçunu Kubilay’a yüklemişti. O gün Kubilay, Uğur'u kurtarabilseydi... Ceylan bu halde olmayacaktı. Engin’in nefes nefese yanına gelmesi, sinirlerini daha da bozmuştu.
Tüm hırsıyla Engin’in yüzüne bir yumruk attı. Yumruğun etkisiyle Engin yere düştü. Pamir, Engin’in üzerine çıktı ve öfkeyle daha da sert vurdu. Engin, karşılık vermeden acı içinde yattı. Pamir’in yumrukları, bir türlü dinmeyen bir öfkeyle doluydu. Tam bir kere daha vuracakken, birinin elinin tutulmasıyla Pamir’in hızı kesildi.
Pamir, elinin tutulduğunu fark etti ve Engin’in eline baktı. Yumruk attığı el, kan içinde ve titriyordu. Pamir, Engin’in bu hali karşısında, öfkesinin yerini karmaşık bir duygunun aldığına dair bir iz buldu.
"Her şeyi anlatacağım," dedi Engin, acıyla dolu bir ses tonuyla.
Pamir, bir an duraksadı ve Engin’i dinlemeye başladı. Engin, başından geçenleri ve Ceylan’ın durumunu anlatırken, içindeki tüm acıyı ve karmaşayı Pamir’e aktardı. Pamir, her kelimeyi dikkatle dinledi, ama ne söyleyeceğini bilemez bir durumda kaldı. Engin, sevdiği kadını kaybetmişti ve şu anda kendisi de Ceylan’ı kaybetme riskini yaşıyordu.
Engin, merakla sordu, "Pamir, ne oldu, bilmek istiyorum."
Pamir, bir haftada yaşanan her şeyi, tüm ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Engin, her şeyin baş döndürücü hızla değiştiğini hissetti. İçindeki acı, tarif edilmesi imkansız bir hal almıştı. Göz yaşları, donmuş bir ifade gibi yüzünde kalmıştı. Pamir’in durumu da farklı değildi; o da Engin gibi, yaşananları anlamaya çalışırken büyük bir acı içindeydi.
İki adam, duvarın dibinde umutla bekliyorlardı. Ceylan’a bir şey olmaması için dua ediyorlardı.
Kubilay, hastanenin koridoruna adım attığında, görünüşü tamamen yıkık haldeydi. Üzerindeki elbiseler kirli ve dağınıktı, yüzü ise endişe ve yorgunluktan solmuştu. Gözleri, uykusuzluk ve stresle derin çukurlar oluşturmuş, cilt tonu gri bir solgunluk almıştı. Her adımında sanki ağır bir yük taşıyormuş gibi, yere doğru eğilmişti. Kafasında dağınık saçları, bozulmuş ve dağılmış, yüzündeki çizgiler ise gerginliğin izlerini taşıyordu.
Koridorda Kubilay’ı gören Pamir’in öfkesi kontrolden çıktı. Arslan’ın ölümüne dair suçlamalar henüz kanıtlanmadığı için Kubilay serbest bırakılmıştı. Ancak Arslan Aydın’ın ortakları, gerçeği biliyordu ve bedelini ödetmeye kararlıydılar.
Pamir, kendini daha fazla kontrol edemedi ve yerinden sıçrayarak hızla Kubilay’ın boğazına yapıştı. Kubilay da Pamir’in yakasını tuttu, karşılıklı bir boğuşma başladı.
“Eğer Ceylan’a bir şey olursa,” diye bağırdı Pamir, “önce seni, sonra kendimi öldürürüm!”
Engin, iki adamın arasına girdi, çünkü hiçbir şeyin sırası şimdi değildi.
"Durun, yeter..."
O sırada ameliyathaneden çıkan doktorun sesi, gergin havayı kesmişti. “Ceylan Altınsoy’un yakınları kimler?” diye sordu. Üç adam, doktorun etrafında toplandı ve aynı anda, “Biziz,” dediler.
Doktor, boğazını temizleyerek devam etti. “Hasta fizyolojik olarak iyi, fakat komaya girdi. Nedenini araştırıyoruz. Ne zaman uyanır, bilmiyoruz.”