Bana verdiğiniz acıyı sizden borç alarak aldım ve bilin bakalım kimlerin hesabı kabardı
.
.
.
Hava kararmış, deniz ise gri bir örtü gibi kaplanmıştı. Büyük bir yat, denizin ortasında sessizce süzülüyordu; üzerinde ise geceyi aydınlatan lamba ışıkları vardı. Ceylan komaya gireli tam 24 saat geçmişti. Yat, bir toplantı için bri araya geldiği düşmanların olduğu mekânıydı. Bu özel gecede, Aslan'ın müttefikleri Kubilay ile anlaşma yapma kararı alınmıştı. Ancak Aslan'ın ölümünden sonra, Aslan'ın adı bile camiadan silinmişdi, güç kazanma arayışındaki insanlar, bu geceyi büyük bir hesaplaşma olarak görüyordu.
Öfke ve kinle dolu bir şekilde, geceyi özel olarak seçmişti. Her şeyin hesabını soracaktı. Ailesinin kanını dökenlere affetmek yoktu; kimse yaşamak için bir şans bulamayacaktı.
Yatın üzerinde, bir yanda büyük bir masa kurulmuş, etrafında düşmanlar sessizce oturuyordu. İnsanların gözleri karanlıkta parlıyordu, yüzleri ise belirgin bir şekilde ifadesizdi. Herkes, bu gece için belirlenen kıyafetlerini giymişti: koyu renk elbiseler, kravatlar ve geceye uygun şatafatlı aksesuarlar. Baş köşede gözleri öfkeyle dolu ve parmakları sürekli olarak masanın kenarını sıkan Kubilay vardı. Kubilay'ın içi kin ve intikam ateşiyle doluydu; gözleri, öfkenin ve hesaplaşmanın derinliğini yansıtıyordu.
Yatın geniş salonu, lüks bir atmosferde tasarlanmıştı; zarif avizeler, altın varaklı duvarlar ve büyük bir masanın etrafında düzenlenmiş sandalyeler, şatafatı gözler önüne seriyordu. Masanın üzerinde özenle hazırlanmış sofra örtüleri, kristal şamdanlar ve parıldayan tabaklar bulunuyordu.
Özel aşçılar, şef ceketleri içinde, özenle dizilmiş tabakları ve şamdanları kontrol ediyorlardı. Her bir tabak, gurme lezzetlerle doluydu. Aşçılar, ellerindeki tepsileri sessizce yerleştirirken, masanın üzerinde ince ince döşenmiş çeşitli şaraplar, içecekler ve çatal-bıçak takımları dikkatle yerleştiriliyordu. Geleneksel ve modern yemekler bir arada sunulacak, her detay düşünülerek hazırlanmıştı. Her kişiye özel sevdiği yemek hazırlanmıştı. Her şey, anlaşmanın ve yemeğin başlayacağı anı bekliyordu.
Kubilay, masadaki tüm gözlerin kendisine döndüğünü hissettiğinde, derin bir nefes aldı ve boğazını temizledi. Gözleri, toplantının ortasında sessizce bekleyenlerin üzerine çevrildi. Salondaki hava aniden gerildi, herkes nefesini tutmuştu. Kubilay, sesini daha da belirgin hale getirmek için bir an duraksadı.
"En can alıcı soruya geldik," dedi, sesindeki soğukluk herkesin kulaklarında yankılanıyordu. "Kim bu b*k çukurunun sahibi?"
Diğerlerinden daha yaşlı olan Kubilay'ın gözlerine baktı."Bizden ne istiyorsun?"
Kubilay, masanın diğer tarafındaki kişilere soğukkanlı bir şekilde bakarken, hafifçe gülümsedi. "Beni davet eden sizlersiniz," diye yanıtladı, "Siz ne istiyorsunuz?"
Yanıtı aldıktan sonra, bir kahkaha patlattı. Gülüşü, karanlık salonun sessizliğini delip geçti. "Arkanda biz varız," dedi birisi, kendine güvenli bir tavırla.
Kubilay, gülüşünü kontrol edemeyerek masadakilerin şaşkın bakışları arasında kahkahasına devam etti. "Arslan'ın arkasında olduğunuz gibi yani," dedi, sözleriyle alaycı bir şekilde. Gülüşü, hem kendine olan güvenini hem de içindeki öfkeyi dışa vuruyordu. Gözleri, karşısındakilerin yüz ifadelerindeki şaşkınlığı ve rahatsızlığı gözlerken, sessizlik aniden bozulmuştu.
Birisi sözü alarak, sessizliği bozdu. "Biz seninle uzlaşmak istiyoruz," dedi. Arka plandan mırıldanmalar yükseldi; anlaşmazlık belirtileri belirginleşti. "Hemfikir gibi durmuyorsunuz," dedi Kubilay, bu ifadeleriyle dikkatleri üzerine çekti. Masanın etrafındaki herkes diken üstünde oturuyor, gerilim havayı daha da sıkıyordu.
"Hemfikiriz, evet evet uzlaşmak istiyoruz," diyerek sesler yükseldi, arka plandan bu öneriye destek veren sesler işitildi.
"Peki, hadi yemeklerimizi yiyelim," dedi Kubilay, eliyle bir hareket yaparak aşçılara işaret etti. Aşçılar, aniden devreye girerek yemekleri özenle servis etmeye başladılar. Sofranın üzeri, zengin bir seçkiyle dolup taştı; tabaklar incelikle hazırlanmış, her detay düşünülmüştü.
Kubilay, bir yudum alıp arkasındaki kişilere baktı. "Cevap vermedin Çetinkor," dedi, sesindeki sabır belirgindi.
"Doğru zaman diye bir şey var, onu bekliyorum," yanıtladı Kubilay, kendine güvenli ve soğukkanlı bir tavırla.
Yemekler iştahla yenmeye başlandı. Masadaki herkes, bol bol sohbet ederken yemeklerin tadını çıkarıyor, bir anlığına rahatladıkları izlenimi veriyordu. Kubilay, masanın diğer ucundan sakince yemeklerin nasıl tüketildiğini izliyordu. Gözleri, yüzlerinde memnuniyet ifadesi bulunan konukları dikkatle takip ediyordu. Yatın içindeki hava, bir süreliğine gerginliğin yerini rahatlamaya bırakmıştı; anlaşmanın sağlandığına dair bir iyimserlik hakim olmuştu.
Yemekler hızla ve iştahla tüketilmeye başlandı. Masadakiler, yemeklerin lezzetini beğenerek sohbet ederken, Kubilay sessizce onları izliyordu. Gözleri, masanın etrafındaki kişilerin rahatlamış yüzlerine ve yemeklerin hızla tükenmesine odaklanmıştı. Masadakiler, anlaşmanın sağlandığını düşündükleri için bir anlığına huzurlu görünüyordu.
bekliyordu. Yemeklerin sona erdiği an, sesini alçaltarak konuştu: "Bana verdiğiniz acıyı sizden borç alarak aldım ve bilin bakalım kimlerin hesabı kabardı."
Sözleri, aniden masadaki atmosferi değiştirdi. "Ödeme günününüz geldi," dedi Kubilay, soğukkanlı bir şekilde.
Sözleriyle birlikte, masadaki herkesin yüzünde ani bir değişiklik meydana geldi. "Sen Arslan Aydın'ı öldürdün." Dedi. Kaba adam.
Kubilay, silahını sert bir hareketle belimdem çıkarak, uzattı. Gözleri kararlı ve soğuk bir ifadesi vardı. Tetiği çektiğinde merminin hızla fırladığını ve konuşan adamın alnına isabet ettiğini net bir şekilde görüldü. Adamın yüzü, bir an için şaşkınlık ve korku dolu bir ifadeyle değişti, sonra sessizliğe gömüldü.
Kubilay, gözlerini adamın cansız bedeninden ayırmadan, soğukkanlı bir şekilde başını salladı. "Evet, öldürdüm," dedi sesi, karanlık bir tehdit tonuyla doluydu. "Ve bugün, sizleri de öldüreceğim." Sözleri, odada asılı bir ölüm sessizliği yaratmıştı; her kelime, bir kararın, bir sonun yaklaştığını hissettiriyordu.
Yaşlı adam, titrek bir sesle tehdit savururken, gözleri endişe ve öfkeyle parlıyordu. "Naptığını sanıyorsun, Çetinkor? Burada tek başınasın," dedi, sesi gergin ve hafifçe titreyerek. "Sağ çıkmazsın!"
Sözleri, aniden masadakilerin tepkisini çekti. Bir anda kaotik bir ortam oluştu; herkes ayaklandı, kaosun tam ortasında silahlar çekildi. Çatırdayan sesler, ayak sesleri ve metalin soğuk parıltısı ortamı sarmaladı. Odanın içi, adeta bir savaş alanına dönüştü; herkesin gözleri, hareketleri ve silahları, tehdit ve korkunun keskinliğini yansıtıyordu.
"Önce boğazınız yanmaya başlar." Dedi. Kubilay. "Ardından öksürükler başlar."
Masadakiler silahlarını ellerinden düşürdüler, boğazlarında keskin bir acı hissettiler.
Önce hafif öksürükler başladı, ardından öksürükler artarak daha güçlü ve acı veren hale geldi.
"Ardından mideniz, barsaklarınız, pankreasınız patlar... Gözleriniz yerinden çıkar gibi olur."
Masadakiler, hızla rahatsızlanmaya başladı; boyunları morarmaya, gözleri kızarmaya başladı.
"Ve kan kusmaya başlarsınız. Kendi kanınızda boğulacaksınız."
Kubilay'ın her cümlesi gerçekleşirken. Masadakiler panik ve dehşet içinde, birer birer başları yere düştü. Bazıları kendini kusturmaya çalışırken, diğerleri acı içinde kıvranıyordu. Kubilay, bu korkunç manzarayı sadece soğukkanlı bir şekilde izliyor, yüzünde belirgin bir memnuniyet ifadesi vardı. Her hareketi, gecenin bu karanlık hesaplaşmasını tamamlıyordu.