Yeni Üyelik
80.
Bölüm

30. Bölüm

@hamish

Kolay ölüm yok

.

.

.

 

Pamir Santos, son bir kapanış için Portekiz'e uçtu. Hedefi, Arslan'ın Portekiz'de kalan son parçalarını yok etmekti. Ceylan'a değen hiçbir canlı hayatta kalmayacaktı. Üzerinde, resmi Portekiz polisi forması vardı; bu, onun gerçek bir polis gibi görünmesini sağlıyordu. Gözleri, formanın üzerindeki badge'ye odaklandı. Her şeyin yerine oturduğundan emin olduktan sonra, görevini beklemeye başladı.

Yedi farklı mekânda, her mekândan seçilmiş yedi "iğrenç" adamın alınması gerekiyordu. Pamir, polis memurları arasına karışarak, tek tek aracına yerleştirilen adamları dikkatle izledi. Sabırla her biri alındıktan sonra, en sonuncunun da yakalanmasını bekledi.

Araç, klasik bir polis minibüsüydü; soluk gri rengi, üzerinde birkaç kurşun izini andıran çizikler taşıyordu. Araç, dışarıdan bakıldığında sıradan bir polis aracı gibi görünüyordu.

Adamlar, elleri ve ayakları sıkıca bağlı olduğu için rahatça hareket edemiyordu. Bazıları sinirli, bazıları çaresiz bir şekilde oturuyordu; gözleri, birazdan kurtuluruz düşündürürcesine boş bir ifadeyle doluydu.

Pamir, polis araçlarının arkasından hızla ayrılma zamanının geldiğini fark etti. Hızla, yol ayrımında sağa saparak, normal güzergâhtan uzaklaştı. Polis memurları, bu ani hareketin farkında bile değillerdi. Aracın içindeki kelepçeli adamlar, ne olduğunu anlamaya çalışarak düşük sesle fısıldaşmaya başladılar. Korku ve belirsizlik, her birinin gözlerinde belirgin bir şekilde okunuyordu.

Pamir, sakin bir şekilde direksiyonu tutarak aracı sürmeye devam etti. Yol, daralmış ve daha az belirgin hale gelmişti. Araç, uzun süre ıssız bir patikada ilerledi ve sonunda geniş, boş bir tarlaya geldi. Etraf tamamen sessizdi, sadece uzaklarda hafif rüzgarın esintisi duyuluyordu.

Pamir arabadan indi ve adamlarına kısa bir işaret verdi. Arazide sadece yedi tane sedye vardı; her biri düzgünce yerleştirilmişti. Sedyeler, açık havada ve tarlanın ortasında, birbirine eşit mesafede dizilmişti. Ekibi hızla harekete geçti, her bir adamı dikkatle sedyeye bağladılar. Zincirler, elleri ve ayakları sabitlemek için kullanıldı; adamların hareket etmesi imkânsız hale gelmişti.

Sedye başlıkları yukarı kaldırılmış, adamların yüzleri tarladaki solgun ışıkta iyice belirginleşmişti. Her biri, endişe içinde sessizce bağlanmış, ne olacağını merakla bekliyordu. Sedye üzerindeki yedi adam, bağlandıkları yerden çaresizlik içinde bağırıyor ve tehditler savuruyorlardı. Sesleri, tarlanın sessizliğinde yankılanıyor, birbirinden bağımsız ama aynı derecede acil olan çığlıklar oluşturarak karmaşa yaratıyordu. Hepsi Portekizce konuşuyordu, bu nedenle sözleri Pamir’in kulağında anlam kazanmış gibiydi, ama tonları, öfke ve korku doluydu.

Pamir, bu bağırışmaların arka planda kalmasını istemedi. Sırtı dönük şekilde, sakin bir tavırla olayları izliyordu. Sedyelerin yanına yaklaştı ve her birinin tehdit ve çığlıkları arasında, gözlerini yavaşça onlara çevirdi. Pamir’in yüzü, soğukkanlı bir maskenin arkasında saklıydı; ifadeleri, adamların yaşadığı korkunun aksine, tamamen dingin ve hesaplıydı. Gözleri, ifadesiz bir şekilde, bağırışmaların üstüne çökerek odaklandı. Gözleri, tehditkar bakışlarla ona bakan adamları süzüyordu. Her bir ses, onun için sadece arka planda bir melodi gibi görünüyordu.

"Titanyum..." diye korkuyla birbirine baktı yedi adam.

Adamlar, bağlandıkları sedyelerde çığlık atarak ve tehditler savurarak, Pamir’in dikkatini çekmeye çalıştılar. İçlerinden biri, alaycı bir ses tonuyla, "Bizi nasıl buldun?" diye sordu. Diğerlerinin yanıtını beklemeksizin, Pamir sakin bir şekilde dönerek yanıtladı, "Hepinizin ailesi var." Sanki sır veriyormuş gibi, sesinde bir anlam yüklemişti.

Bir diğer adam, gözleri paniğe kapılmış bir şekilde, "Ailemize dokundun mu?" diye sordu. Pamir’in yüzünde kısa bir alay ifadesi belirdi; "Uuuu," dedi, sanki bu konuda konuşmak bile komikmiş gibi.

Ancak bir diğer adam, titreyen ses tonuyla, "Öldürdün mü onları?" diye sordu. Pamir’in yüzünde korkunç bir ifade oluştu. Yüz hatları sertleşti ve bir an için derin bir sessizlik hakim oldu. İçten içe, kesinlikle aile üyelerini öldürmeyeceğini biliyordu, ama bu bilgi adamların bilmesi gereken bir şey değildi. Pamir’in yüzündeki ifade, adamların korku içinde kalmalarını sağlamak için tasarlanmış bir maske gibiydi.Pamir’in yüzü, sessiz bir tehdit gibi görünüyordu; gerçekte ne olduğunu yalnızca kendisi biliyordu, ama bu, adamların korkularını artırmak için yeterliydi.

Bir adam, cesaretle sesini yükselterek, "Santos," dedi, "Tüm dünyanı yok edeceksin."

Pamir, yüzündeki maskeyi koruyarak sakin bir şekilde yanıtladı, "Benim dünyam Ceylan," dedi. "Ve siz onun dünyasını yok ettiniz."

Adamlar, bu yanıtın etkisini anlamaya çalışırken, Pamir’in yüzünde bir anda histerik bir alaycılıkla gülümseyen bir ifade belirdi. Kahkahası, soğuk ve keskin bir şekilde havada yankılandı. "Şeytanla dans etmeyi seçtiniz beyler," dedi. Sesindeki alaycı tını, etraftaki sessizliğe hakim oldu, sanki tüm dünyanın üzerini kaplayan bir karanlık örtü çekilmişti.Her bir ses, sanki onları cehenneme daha da yakınlaştıran bir işaret gibi geliyordu. Pamir’in bu histerik gülüşü, tüm ortamı gerilim ve kasvetle doldurdu; neşesi, adeta onların ruhlarına işkence eden bir yıkımın sembolü oluşturdu.

Pamir, sessiz bir kararlılıkla bir adamına işaret verdi. Adam hemen hareketlendi ve Pamir’in üzerinde bulunan Portekiz polisi üniformasını dikkatlice çıkardı.Pamir, üniformanın yerine yeşil bir önlük giydi. Önlük, parlak ve yeni görünüyordu. Pamir, yeşil önlüğü üzerine geçirdikten sonra, ellerine beyaz eldivenler taktı. Eldivenler, parmak uçlarına kadar tam uyumlu şekilde giyilmişti. Acele etmeden sakince bekledi.

Ardından, adamları Pamir’e, elektrikli testere verdi. Testere, metalik bir parıltı yayarak, keskin dişlerinin sesiyle gerilimi daha da artırıyordu. Pamir, testerenin ağırlığını ve dengesini kontrol ederek, çalıştırdı. Çıkan ses ve Pamir'in görüntüsü korkutucu bir hal almıştı.

"Size kolay ölüm yok." Diye bağırdı. Sesi dağlarda yankılandı.

Parmak uçlarıyla testerenin hareketini kontrol ederken, Pamir’in yüzündeki ifade, hesaplı bir soğukkanlılıkla değişti.

Adamlar, Pamir’in hazırlıklarını fark ettiklerinde, çaresizlik içinde yalvarmaya başladılar. Sesleri titriyor, "Biz hata yaptık," diye ağlıyordular. "Her şey Arslan Aydın’ın suçuydu. Biz istemedik, gerçekten istemedik."

Pamir, bu yalvarışlara aldırış etmeden, dikkatlice elektrikli testerenin düğmesine bastı. Testerenin motoru düşük bir uğultu yayarken, metalik dişleri keskin bir şekilde parlıyordu. Pamir, ilk adamın kafasına yöneldi ve kesici hareketi net bir şekilde belirledi. Testere, sert bir dirençle karşılaştı ve ardından kan fışkırarak havaya savruldu. Adamın çığlıkları, ürkütücü bir yankı yaratarak tarlanın boşluğuna yayıldı.

Bir sonraki adam, önceki manzarayı görünce korkudan ağlamaya başladı. Pamir, bu adamın kafasını da sırayla testereyle kesti. Kan, sıcak ve kıpkırmızı bir şekilde fışkırırken, adamın gözleri korkuyla devrildi. Hızla bir diğerine geçti, bir diğeri ise altına kaçırmıştı, titrek ve çaresiz bir şekilde bağırıyordu. Her bir kafanın kesilişi, dehşet dolu bir ortam yaratıyor, testerenin metalik sesi, kanın sessizlikte yankılanan parmak uçlarıyla birleşiyordu.

Kafalar, kesildikleri sedyelerin üzerinde bıraktıkları bedenlerden ayrı bir şekilde, kanlı bir şekilde etrafa yayılmıştı. Her biri tarlanın üzerinde birer karanlık iz bırakıyor, kan göletleri oluşturuyordu. Pamir, elektrikli testereyi yere bıraktı; alet, keskin dişleriyle metalik bir yankı bırakarak sessizleşti.Pamir, soğukkanlı bir tavırla üzerindeki yeşil önlüğü çıkardı. Önlük, kanlı lekelerle doluydu ve onu çıkarırken bir kaç damla kan, zemine düştü. Pamir, bu kanlı kıyafetten tamamen arınarak, adamlarının hazırladığı suyun yanına yürüdü. Elini yüzünü yıkadıktan sonra, Pamir’in görünümü yeniden temizlenmiş ve soğukkanlı bir hal almıştı.

Loading...
0%