@hamish
|
Aile bir aradayken yenilmezdir. . . .
Kubilay, soğuk taş zemin üzerine eğilmiş, bozuk aynadan yansıyan adama dikkatle bakıyordu. Yüzündeki derin çizgiler, hapishanenin kasvetli ışığı altında daha belirgin hale gelmişti. Gözlerindeki kararlılık, yaşadığı onca acıya rağmen bir an bile sönmemişti. Elinde tuttuğu paslı şiş, gizlemeye çalışıyordu. Ayna karşısındaki adam, Kubilay'ın dikkatini dağıtmadan adım adım ona doğru yaklaşıyordu. Koğuşun pis, nemli ve rutubet kokan tuvaletinde, hayatının en garip anını yaşıyordu Kubilay. Buradaki zaman, tıpkı dört duvar arasına sıkışmış bir tutsak gibi ağır ilerliyordu. Her saniye adeta bir ömür gibi geçiyordu. Ama Kubilay'ın içindeki hayatta kalma arzusu, bu yavaş ilerleyen zamana karşı direniyordu. Ölemezdi, ölmek istemiyordu. Hele ki Kaplan gibi iğrenç ve vicdansız bir adamın uşağı tarafından öldürülmek, onun için kabul edilemezdi. Bu yüzden daha dikkatli olmalı, bir an bile tedbiri elden bırakmamalıydı. Kubilay'ın aklında, bitmeyen bir hesaplaşma vardı. Hesap sorması gereken, intikam alması gereken insanlar vardı. Ama en önemlisi, bulması gereken bir oğlu vardı. Bu düşünce, onun içinde yankılanan bir çığlık gibiydi, sessiz ama sarsıcı. Kubilay, bu karanlık ve kasvetli hapishanede yaşadığı her anı, dışarıda onu bekleyen bu göreve adıyordu. Ölemezdi, çünkü oğlu hâlâ bir yerlerde yaşıyor olabilirdi. Kubilay, içindeki öfkeyi ve hayatta kalma arzusunu, elindeki şiş kadar keskin bir silah gibi kullanacaktı. Ve o güne kadar, dikkatle ve sabırla bekleyecekti. Kubilay, adamın hızlı ve düzensiz soluklarının beyninde yankılandığını hissediyordu. Bu nefes sesleri, etrafındaki soğuk ve kasvetli tuvaletin duvarlarında yankı yapıyor, Kubilay'ın düşüncelerini dağıtıyordu. Sanki adamın her nefesi, Kubilay'ın sinir tellerine dokunan bir bıçak gibiydi. İçindeki gerilim, adamın varlığıyla daha da artmıştı. Derin bir nefes aldı, tüm dikkatini topladı ve karşısındaki tehdide odaklandı. Adamın yüzünde alaycı bir ifade belirdi, sesi rahatsız edici bir şekilde iticiydi. "Kaplan Costra'nın selamı var," dedi, kelimeler ağzından zehir gibi dökülüyordu. Kubilay, adamın sesindeki tiksintiyi hissetti. Kubilay, gerilim dolu bir anda omzunda aniden bir elin varlığını hissetti. Soğuk, sert bir dokunuştu bu, ve Kubilay'ın içgüdüleri hemen devreye girdi. Eli hissetmesiyle geriye doğru hızla çekilmesi bir oldu, kasları aniden gerildi. Adamın şaşkın bakışları altında, elindeki paslı şişi düşürmemek için telaşla hamle yapmaya çalıştığı açıktı. Beklemediği bu karşılık, adamın dengesiyle birlikte güvenini de sarsmıştı.Kubilay'ın içindeki adrenalin, savunmadan saldırıya geçmesiyle zirveye ulaştı. Hızla adamın eline uzandı ve bileğini sertçe büktü. Şimdi üstünlük tamamen Kubilay'daydı; adamın yüzünde acıyla karışık bir şaşkınlık ifadesi belirdi. "Asıl sen söyle," dedi Kubilay, sesinde alaycı bir tonla. Sözleri adeta zehirli bir ok gibi adamın kulağına ulaştı. Kubilay, kontrolün tamamen kendisinde olduğunu biliyor, karşısındaki adamın korkusunu hissediyordu. Bu güç dengesinin değişimi, onu bir an için bile olsa, bu karanlık hapishanede bir avcı gibi hissettirmişti. Adam, panikle ve çaresizlikle bulunduğu yerden kurtulmak için debeleniyordu, ancak Kubilay'ın demir gibi kararlı elleri onu bırakmamakta kararlıydı. Kubilay, adamın bileğini daha da sert bir şekilde büktü ve elindeki şişi yere düşürdü. Adamın yüzündeki acı ve korku, her geçen saniye daha da belirginleşiyordu. Kubilay, bu anın kendisi için ne kadar kritik olduğunu biliyor, karşısındaki tehdidi tamamen etkisiz hale getirmeye odaklanmıştı.Kubilay, hızla adamın dizine sert bir darbe indirdi ve onu yere yığılmaya zorladı. Adam yere düştüğünde, Kubilay hız kesmeden ellerini adamın omuzlarına, kemiğin olduğu hassas bölgeye yerleştirdi. Hiç düşünmeden parmaklarını bastırdı, adamın omzundaki sinirleri acımasızca sıkıştırarak büyük bir acı hissetmesini sağladı. Adam, Kubilay’ın baskısı altında debelendikçe acısı daha da katlanıyordu, ama Kubilay’ın elinden kurtulmanın hiçbir yolu yoktu. Son olarak, Kubilay dizini kaldırdı ve hızla adamın kafasına indirdi. Bu darbe, adamın tüm direncini kırdı; gözlerindeki panik yerini boş bir bakışa bıraktı. Adam tamamen bilincini yitirmiş, yerde hareketsiz yatıyordu. Kubilay, yüzüne bulaşan kanı soğukkanlılıkla temizlerken, cebinden çıkardığı mendille ellerini silmeye başladı. Kanın metalik kokusu burnuna dolarken, Kubilay bu kokuya duyduğu tiksintiyi bastırmaya çalıştı. Musluğu açtı ve ellerini tamamen kandan arındırdı. Akan suyun soğukluğu bile içindeki öfkeyi dindiremiyordu. Son kez yerde yatan adama baktı, sonra yere düşen paslı şişi eline aldı.Tuvaletin kırık kapısından çıktığında, dışarıda başka bir adamın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Adamın gözlerinde hem korku hem de şaşkınlık vardı, ne yapacağını bilemez halde donakalmıştı. Kubilay, elindeki şişi sakin bir şekilde adama uzattı. Adam, korkuyla titreyen elleriyle şişi aldı, gözlerini Kubilay’dan ayıramıyordu. Kubilay, tiksintiyle adamı iterek kenara çekti, sanki pis bir şeye dokunmuş gibi. Adam, Kubilay'ın bu hareketiyle iyice şaşkına döndü."Gider tıkanmış, gardiyana söylersin," dedi Kubilay, sesi sakin ama tehditkârdı. Hiçbir açıklama yapmaya gerek duymadan oradan uzaklaştı, geride kalan adam ise ne yapacağını bilmez halde donakalmıştı. Kubilay, hapishanenin karanlık koridorlarında yürürken, her adımı onu intikamına bir adım daha yaklaştırıyordu. Kubilay, kafasındaki planı gerçekleştirmek için sabırsızlanıyordu. Hapishaneden kaçmanın tek yolu Emre'nin gelmesiydi, ve Kubilay sabırla o anı bekliyordu. Daha fazla zaman kaybetmek, oğlunu sonsuza dek kaybetmek anlamına gelirdi. Kaplan’ın her şeyi, Kubilay’ın hayatına dair ne varsa, yok etmek istediğini biliyordu. Ama Kubilay, oğlunun yaşadığına emin olmadan, Ceylan'a bir şey söyleyemezdi. İşler çoktan değişmişti, özellikle de Kaplan'ın ortaya çıkmasından sonra. "Bir daha Ceylan'ın yüzüne bakmayacağım," diye kendi kendine fısıldadı. "Ama oğlumu kurtaracağım. Her şey kabulümdü, ama ihanet olacak şey değildi. Ceylan'a açtığım yara ölümcül olacaktı, tıpkı onun bana açtığı yara gibi." Bu karanlık düşüncelerle dolu Kubilay, planını hayata geçirmek için en doğru anı bekliyordu. Hapishaneden firar ederek, oğlunu bulup onu kurtaracaktı. Ceylan'a karşı içindeki öfke, adeta bir ateş gibi yanıyordu, ama bu öfkeyi kontrol altına alarak, ona ihanet eden herkese karşı intikamını almayı kafasına koymuştu. Gardiyanın sesi koridorlarda yankılandı: "Kubilay Çetinkor, görüş zamanı." Kubilay, içinden “İşte başlıyoruz,” diye geçirdi. Bu anı uzun zamandır bekliyordu. Yatağına doğru bir adım attı, ancak hemen yön değiştirip koğuş kapısına ilerledi. Gardiyan, Kubilay’ın bileklerine kelepçeleri takarken Kubilay, planın kusursuz bir şekilde işlemesi için tüm adımlarını dikkatlice atıyordu. Hapishanenin kasvetli koridorlarından geçerek görüş alanına doğru ilerlediler. Odaya girdiğinde, gardiyan ellerini çözdü ve sessizce dışarı çıktı. Kubilay, gardiyan çıkarken odaya şöyle bir göz gezdirdi ve karşısında Emre’yi gördü. Emre, ayağa kalktı ve ona üzerinde durduğu kıyafetleri uzattı. Her şey önceden planlanmıştı. "Bugün çıkacaksın, yarın sabah sayıma yetişeceksin," dedi Emre, sesinde ciddiyet ve kararlılık vardı. "Bugünkü gardiyan bizim iş birlikçimiz, ancak sabah ne olur bilmiyoruz."Kubilay, Emre’nin sözlerini dikkatle dinlerken, planın her detayını bir kez daha gözden geçirdi. Bu gece kaçacaktı, ama sabah sayımına kadar geri dönmesi gerekiyordu. Bu işin çok riskli olduğunu biliyordu, ama oğlunu kurtarmak için her türlü riski göze almıştı. Emre’nin elinden kıyafetleri alırken, gözlerinde kararlılıkla planın ilk adımını atmaya hazırdı. Kubilay, sessizce üzerini değiştirirken bir yandan da Emre'yi dikkatle dinliyordu. Emre'nin söyledikleri, planın ne kadar ince düşünülmüş olduğunu bir kez daha gösteriyordu. "Gardiyan seni revirde gösterecek," dedi Emre, gözlerini Kubilay’dan ayırmadan. "Kriz geçirdiğini sanacaklar. Ben şimdi gidiyorum, arka kapıda bekliyor olacağım. Gardiyan seni bana getirecek." Kubilay, Emre’nin omzuna vurarak ona minnettarlığını ifade etti. "Tertip, sağ olasın," dedi, gözlerinde dostça bir bakışla. Bu iş birliğinin ne kadar kritik olduğunu ikisi de çok iyi biliyordu. Emre, çantasını alarak kapıya yöneldi, arkasına dönüp son bir kez Kubilay’a baktı. "Yeğenimi kurtardığın zaman, teşekkür et tertip," dedi, sesi kararlıydı, ama içinde bir umut ve endişe vardı. Kubilay, Emre'nin sözlerinin ağırlığını hissetti. Kubilay, odada kısa bir süre yalnız kaldıktan sonra, beklediği an geldi; gardiyan sessizce içeriye girdi. İşaretleşmeden, sessizce hareket ederek kör noktalardan çıkışa doğru ilerlemeye başladılar. Gardiyan, hapishanenin her köşesini, her detayı biliyordu ve ona göre hareket ediyordu. Kubilay da gardiyanın yaptığı her hareketi dikkatle taklit ediyordu, hiçbir hata yapmamak için gözünü dört açmıştı.Nöbet değişikliği saati olduğu için koridorlar bomboştu, sanki hapishane kendi içine çekilmiş gibiydi. Her adımda, özgürlüğe bir adım daha yaklaştığını hissediyordu. Çıkışa ulaştıklarında, Kubilay farkında olmadan nefesini tutmuştu. Gözleri hızla etrafı taradı, sonunda Emre'nin arabasını gördü. Kubilay, tüm gücüyle arabaya doğru koştu, ciğerleri bu ani efor karşısında isyan ederken o, hızını hiç kesmedi. Nihayet arabanın kapısını açıp içeri girdiğinde, derin bir nefes vererek ciğerlerine dolan havayı hissetti. Kaçış planının ilk adımı başarıyla tamamlanmıştı, ama önünde hâlâ uzun ve tehlikeli bir yol vardı. Kubilay, telefonu eline aldı ve hemen Emir’i aramaya başladı. İş birliği yaptıkları uzun zamandır süren bu ortaklık, bu kritik anlarda oldukça önemliydi. Telefon birkaç saniye çaldıktan sonra meşkul sesi geldi. Kubilay, sakin bir şekilde tekrar aradı. Telefon tekrar çaldı, çaldı...Sonunda Emir’in sesi telefonda kükredi: "Lanet, telefonu meşkule atıyorsam meşkulümdür. Ne diye arıyorsun?" Kubilay, Emir’in sinirli tonuna rağmen soğukkanlılığını koruyarak cevap verdi: "Emir, her zaman hapishaneden firar etmiyorum. Bana lazımsın; oğlumu almaya gideceğiz." Emir, bu sözlerle şok oldu. Kubilay’ın oğlunun durumu hakkında nasıl bilgi sahibi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Emir, konunun ciddiyetini anladı ve hemen yanıt verdi: "Ağabey, konuşmamız gereken şeyler var. Yarım saate havalimanında, senin pistte buluşalım."Kubilay’ın içinde büyük bir şaşkınlık vardı; Emir’in oğlunun yaşadığını bilmesi, Kubilay’ı oldukça sarsmıştı. Ancak Emir’in bu konuda herhangi bir şaşkınlık göstermemesi, Kubilay’ın kafasını karıştırmıştı. Telefonu sessiz bir şekilde kapattı, herhangi bir ek açıklama yapmadan. "Tertip, havalimanına gidiyoruz," dedi Kubilay, Emre’ye dönerek. Emre, herhangi bir sorgulama yapmadan hızla arabayı havalimanına doğru sürdü. Hapishaneden havalimanına olan mesafe oldukça kısa olduğundan, yolda fazla zaman kaybetmeden on dakikada oraya varmışlardı. Arabayı park ettikten sonra, pistte doğru yöneldiler. Emre’nin arabayla geçişi kolay olmuştu, çünkü parası olan biri için giriş yapmak genellikle sıkıntısızdı. Pistte geldiklerinde, Emir ve Engin’i kendi jetlerinin yanında gördüler; jet uçuşa hazır durumdaydı. Kubilay, Emir ve Engin’i dikkatle inceledi, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Emir, Kubilay’ın bakışlarına dikkat çekmeden, sakin bir şekilde yanıtladı: "Portekiz’e giderken anlatacağız. Zaman kaybedemeyiz." Kubilay, jetin içinde tam bir belirsizlik ve gerilim içinde oturuyordu. Portekiz'e gitmek üzere hazırlandıklarını biliyordu, ama bu kadar yoğun bir atmosferde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Jetin içindeki lüks, gri ve beyaz renklerin hakim olduğu geniş koltuklar arasında sessizlik hakimdi. Bir süre sonra, Kubilay’ın sabrı taşmaya başladı. Korkutucu bir şekilde sesini yükselterek, "Artık biri dökülsün," dedi. Engin, derin bir nefes alarak boğazını temizledi ve Emre ile Kubilay dikkatle ona odaklandılar. "Engin, söylesene," dedi Emre. Engin, konuşmaya başladı, sesinde ciddiyet vardı: "Kubilay, Ceylan oğlunu kurtarmaya gidiyor." Kubilay'ın gözleri büyüdü. Şok içinde, "Ne diyorsun sen?" diye sordu. Pamir, aksanıyla söze karıştı: "Serefsiz Kaplan, Ceylan’a ya oğlunu ya da seni seçeceğini söylemiş." Kubilay, sesi mırıltı halinde titreyerek, "Oğlumuz için…" dedi. Pamir devam etti: "Evet, Ceylan oğlunu seçti, seni değil. Eğer yeniden böyle bir durumla karşılaşsa, yine aynı şeyi yapar." Kubilay, Pamir’e dönerek, "O zaman Portekiz’e oğlumuzu almaya gitti," dedi. Emir, derin bir nefes aldı ve durumu açıklığa kavuşturdu: "O kadar kolay değil. Babam olacak şerefsiz, bu kadar kolay pes etmez. Etmedi de. İkizlere karşılık, Uğur'u vereceğini söyledi." Kubilay, sinirden gülerek, "Ceylan’da buna inandı öyle mi?" diye sordu. Engin, kafasını sağa sola sallayarak yanıtladı: "Saçmalama Kubilay, Ceylan'ı tanımıyor gibi davranıyorsun. Tabii ki plansız gitmedi. Ceylan’ın planı harikaydı; tek eksik olan senin firar edeceğin kısmıydı. Ama bu, bize avantaj sağlayacak." Kubilay, yaşanan tüm bu belirsizlikler ve entrikalar içinde bir kez daha derin bir nefes aldı. Engin, Emir’e dönerek konuşmaya devam etti: "Sen devam et." Emir, planı detaylandırarak sözlerine başladı: "Ceylan, ikizler ile beraber babamın yanına gidecek. Kendi jetiyle gidiyor, babamın şüphe duymaması gerekiyor. Biz de adamlarımızla peşinde olacağız. Ceylan içeride babamı oyalarken, biz tüm adamları indireceğiz." Kubilay, bu planları dinlerken kafasını salladı. Ceylan’ın kendisine ihanet etmemiş olması düşüncesi, zihninde yankılanıyordu. İçindeki karmaşa ve duygusal yük, uykuya yenik düşmesine neden oldu. Gözlerini birkaç dakika kapatarak dinlenmeye çalıştı. Çevresindeki sesler, bir uğultu halinde beyninde dolaşmaya başladı. Gözlerini açtığında, Kubilay ve ekibi Portekiz'e ulaşmıştı. Beş adam, ortak bir amaç için, her şeyin başladığı ülkede toplanmıştı. Portekiz’in kendisi, yönetilen bir cadde değil, tüm bir ülke olarak düşünülebilecek kadar karanlık ve karmaşıktı. Herkes her şeyi bilir, ama kimse bir şey bilmezdi.Artık iki yöneticinin de aynı anda Portekiz’e gelmiş olması, küçük Kaplanlar için haddini bilme zamanının geldiğini işaret ediyordu. Ülke, hareketliliğin etkisi altında titriyordu; herkes geldiklerini duyacaktı, ancak Kaplan bu gelişmeden habersiz kalacaktı. Kaplan, yıllar önce yaptığı anlaşmayı bozmuştu; anlaşmada Aydın soyadını bırakıp Contra soyadını almış ve sessiz sedasız yaşamayı planlamıştı. Ancak şimdi, Aydın kanı yeniden kendini göstermişti ve bu, sesinin kesilmesi gerektiğini gösteriyordu.Kubilay, sevdiği insanların zarar görmemesi gerektiğini düşündü. Ne kadar çok insanı seversen, o kadar zayıf oluyordun. Sevdiğin her şey, sana zarar vermek isteyenler için bir opsiyon haline geliyordu. Kaplan, hamlesini yapmış ve tüm opsiyonlarını kullanmıştı; ama atladığı bir şey vardı. "Aile bir aradayken kimse yenemez." Bu düşünceler, Kubilay’ın kafasında yankılanırken, ekibiyle birlikte harekete geçmeye hazırdı. Artık Portekiz’deki bu karanlık oyunun içine adım atmışlardı ve her şeyin asıl şimdi başladığını biliyorlardı. |
0% |