@hamish
|
Plan işlemeden önce emin ol . . .
12 SAAT ÖNCE Ceylan'ın ofisi, büyük pencerelerden süzülen ışığın odayı aydınlattığı geniş ve modern bir alandı. Duvarlar, sade ama etkileyici bir gri renge boyanmıştı; odanın ciddi havasını pekiştiriyordu. Ahşap parke zemin üzerinde yer yer krem rengi, modern tasarımlı halılar seriliydi. Ofisin bir köşesinde, üzerinde çeşitli hukuk kitaplarının, dosyaların ve birkaç kişisel eşyanın bulunduğu büyük, koyu ahşaptan yapılmış bir kitaplık dikkat çekiyordu. Odanın ortasında yer alan geniş masa, minimalist tarzda tasarlanmıştı ve üzerinde birkaç kalem, kağıt ve bir laptop dışında hiçbir dağınıklık yoktu. Masanın hemen arkasında, rahat ama güçlü bir duruş sergileyen koyu kahverengi deri bir koltuk bulunuyordu. Ceylan şu an koltuğunda oturamıyor, bunun yerine ofisin içinde bir sağa bir sola gidip geliyordu. Bu hareketliliği, içindeki fırtınayı dışa vurur gibiydi. Karşısında, masanın önünde, iki adam dimdik duruyordu: Emir ve Pamir. İkisi de Ceylan'ın aksine sabit ve sessizdiler. Emir'in bakışları ciddi ve odaklıydı, Pamir ise daha temkinli bir duruş sergiliyordu. İkisinin de elleri yanlarında duruyor, ağızlarından tek bir kelime bile çıkmıyordu. Ofisin duvarındaki büyük tablo, odadaki tek renkli unsurdu; kırmızı ve turuncunun karışımından oluşan soyut bir sanat eseriydi. Ancak, bu anın ciddiyeti içinde tablo, odanın diğer unsurları gibi gölgede kalıyordu. Ceylan’ın karışık duyguları, odadaki her nesnenin üzerine bir sis gibi çökmüş gibiydi."Ceylan, başım döndü, dur." Emir’in sesi, Ceylan'ı bir anlığına da olsa düşüncelerinden çekip çıkardı. Kadın, olduğu yerde aniden durdu, sanki ayaklarının altında kaygan bir zemin varmış gibi sendeledi. Dava biteli tam üç saat olmuştu, fakat hala Kaplan’dan bir haber yoktu. Bu belirsizlik, Ceylan'ın içini kemiren korkunun daha da büyümesine neden oluyordu.Ofisin içinde bir sessizlik hakim oldu. Ceylan, derin bir nefes alarak başını kaldırdı ve Emir’in endişeli yüzüne baktı. Emir, ona sanki daha fazlasını söylemek istiyor gibiydi ama kelimeleri diline gelmiyordu. Pamir’in sözleri odayı doldurduğunda, sessizlik bir kez daha parçalandı. "Cezaevinde sağ bırakmayacaklardır Kubilay'ı." Pamir, gözlerini Ceylan’dan ayırmadan, karanlık bir gerçeği dile getiriyordu. Bu, Ceylan'ın zaten bildiği bir şeydi ama duyunca kalbine bir bıçak saplanmış gibi hissetti. Pamir’in sesindeki soğukluk, odanın sıcaklığını emip götürmüş gibiydi. Ceylan, o an odadaki havanın nasıl da ağırlaştığını fark etti. Her nefes, sanki ciğerlerini yakıyordu.Ceylan’ın bakışları, odadaki kitaplığa kaydı. Oradaki ağır hukuk kitapları, şimdi ona o kadar da güçlü gelmiyordu. Kitapların arasında duran küçük, çerçeveli bir fotoğraf vardı; bu, Kubilay’la birlikte mutlu oldukları bir zamana aitti. O fotoğrafa bakarken içindeki öfke ve korku birbirine karıştı. Emir, bu karamsar atmosferi dağıtmak istercesine derin bir nefes aldı ve Ceylan’a doğru bir adım attı. "Ne yapacağız Ceylan? Burada oturup bekleyemeyiz." "İki hafta dayanır Kubilay." Ceylan sakince konuştu. Kubilay güçlü bir adamdı; yaşadığı onca acıya rağmen ayakta kalmayı başarmıştı. Ama düşüncelerinde boğulan Ceylan'ın aklı hep oğlundaydı. O küçük, narin bedenin bu kadar yükü nasıl taşıyacağına dair korkusu içini kemiriyordu. Bir anda telefonu çaldı, zihnindeki karanlık düşünceler yerini keskin bir dikkatle doldurdu. Eliyle cihazı hızla açtı ve hoparlöre aldı. Odada yankılanan ses, kalın ve ürkütücüydü; kelimeler sanki bir bıçak gibi kulaklarına saplanıyordu. "Aferin… dediğimi yaptığına göre oğlunu alabilirsin. Tabi önce yapman gereken son bir şey var." Adamın sesi, Ceylan'ın içinde biriken öfkeyi daha da alevlendirdi. Bu oyunun sonunun ne olduğunu bilmiyordu, ama bu adamın sesine daha fazla katlanamayacağı kesindi. Sinirlerini kontrol etmeye çalışarak ama sesindeki tehdidi saklamayarak cevap verdi: "Bir an önce oğlumun yerini söylesen iyi edersin, yoksa o Portekiz'deki mavi villanda seni kana boğarım." Bu sözlerin ardından telefondaki adamın yutkunması net bir şekilde duyuldu. Ceylan, adamın yüz ifadesini göremese de, tehditlerinin karşı tarafta bir etkisi olduğunu anlamıştı. Adam, Ceylan'ın ne kadar ileri gidebileceğini hafife almıştı. Bu bir hata olacaktı. Kadın sessiz kalmayacaktı, bu adamın düşündüğü gibi kolay bir av olmadığını gösterecekti.Odadaki gerginlik, adeta elle tutulur bir hale gelmişti. Emir ve Pamir, Ceylan'ın bu sert çıkışına şahit olurken, kadının içindeki kararlılığı ve öfkeyi açıkça görebiliyorlardı. Ceylan’ın gözlerinde, hiçbir şeyin onu oğlundan vazgeçirebileceğini gösteren bir iz yoktu. Telefondaki ses odada yankılandı, her kelimesi bir darbe gibi Ceylan’ın kulağında çınladı. "Peki o zaman…" dedi. "Emir oğlum, nasılsın?" Sesi fütursuzca çıktı. Bu beklenmedik hitap, odadaki herkesin donup kalmasına neden oldu. Emir, şaşkınlıkla gözlerini Ceylan’a çevirdi, ardından Pamir’e. Hiç kimse, bu adamın Emir’e seslenmesini beklemiyordu. Bir an için odada derin bir sessizlik oluştu; sanki zaman durmuş, nefesler tutulmuştu. Ceylan, bu sözlerin ağırlığını anlamaya çalışırken, telefonun diğer ucundaki adam devam etti: "İkizleri bana getir, oğlunu al." Bu sözler, odada bir şok dalgası gibi yayıldı. Emir’in yüzünde beliren dehşet ve Ceylan’ın gözlerinde biriken öfke, ortamı iyice gerdi. Adamın sözleri biter bitmez, hat kesildi. Telefonda yankılanan sessizlik, odadaki gerginliği daha da artırdı. Ceylan birkaç saniye boyunca yerinden kıpırdamadan durdu, adamın son talimatını kafasında tartmaya çalıştı. İçinde biriken öfke, artık kontrol edemeyeceği bir seviyeye ulaşmıştı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, ardından hızla telefonunu kavradı. Saniyeler içinde telefon duvara doğru savruldu. Cihaz sert bir şekilde duvara çarptı ve parçaları odanın dört bir yanına saçıldı.Ceylan’ın yüzü öfkeyle kıpkırmızı kesilmişti; bir yandan derin nefesler alırken, bir yandan da içindeki siniri kontrol etmeye çalışıyordu. Oda, telefonun parçalarının yere düşerken çıkardığı sesle yankılandı. Pamir ve Emir, yaşanan bu ani patlamayı şaşkınlıkla izliyor, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Ceylan, başından beri oyunun ne kadar karmaşık olduğunu biliyordu, ama bu kadar ileri gideceğini hiç tahmin etmemişti. Şimdi içinde bir çaresizlik büyüyordu. Bu oyunda hamle yapabilecek kadar güçlü hissetmiyordu kendini. Elinden hiçbir şey gelmiyordu ve bu onu daha da sinirlendiriyordu.Her zaman olayları sadece kendi açısından değil, karşı tarafın perspektifinden de değerlendirmeye çalışırdı. Ancak bu sefer durum farklıydı. Duyguları, onun en büyük zaafıydı ve bu zaaf, her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Oğlu söz konusuyken strateji geliştirmek, soğukkanlı düşünmek neredeyse imkansızdı.Bir an için odadaki sessizliği dinledi, düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Ardından derin bir nefes alarak, kararlılıkla Emir’e döndü. "Engin’i çağır, Emir," dedi sesi titremeyen ama içten içe yorgun bir tonda. "İkizleri de getirsin." Emir, Ceylan’ın gözlerindeki kararlılığı görünce tereddüt etmedi. Emir, hemen telefonuna uzandı. Ceylan’ın zihninde dönüp duran düşünceler, Emir’in harekete geçmesiyle biraz olsun dağıldı. İkizler, bu işin kilit noktasıydı. Ama bu hamle, Ceylan’ın planlarını ne kadar değiştirecek, sonuçları ne kadar ağır olacaktı? Bunu kestirmek zor olsa da, oğlu için yapması gereken ne varsa yapmaya hazırdı. Dünyanın tüm sancıları bir yana, Ceylan'ın yüreğinde tek bir ateş yanıyordu: Uğur'a kavuşma arzusu. Bu arzu, içindeki her türlü korku ve acıyı bastırıyordu. Uğur, onun için her şeydi ve bu yüzden yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Ne kadar tehlikeli olursa olsun, ne kadar büyük bedeller ödemesi gerekirse gereksin, Ceylan için oğluna kavuşmak, tüm bu sancılara değerdi. Oğlunu kollarına almak, onun güvenliğini sağlamak için her türlü sınırı zorlamaya hazırdı. Bu dünyanın tüm dertleri, acıları bir yana; Ceylan için Uğur'un varlığı her şeyin üstündeydi. |
0% |