Yeni Üyelik
88.
Bölüm

37. Bölüm

@hamish

Gömülü umut dolu bir mezarlık

 

.

.

.

 

Ceylan, yanında duran iki küçük bedene baktı; onların masumiyetinde kendine güç bulmaya çalıştı. Başka bir şansı yoktu, bu şekilde olmak zorundaydı. Beş saat önce Türkiye’deyken, şimdi Portekiz’de, Kaplan’ın evinin önünde bulmuştu kendini. Her şey olması gerektiği gibi gelişmişti, ama yine de içindeki huzursuzluk dinmek bilmiyordu.Kaplan’ın evi, sanki insanlardan örülmüş bir duvarla çevrelenmişti. Onca koruma, onca güç… Bu manzara, Ceylan’ın içine işleyen bir korkuyu tetikledi, ama bu korku onu yolundan döndürecek gibi değildi. İkizler, sanki onun içindeki kararlılığı hissederek ellerini sıkıca kavradılar; bu küçük dokunuş, Ceylan’a beklediği cesareti verdi. Adamlar, sessiz bir emir almışçasına kenara çekilerek Ceylan’a ve ikizlere yol açtılar. Her adımında, Ceylan sona biraz daha yaklaşıyordu. Ancak her bir adım, yerin ayaklarının altından kaydığı hissini daha da güçlendiriyordu. Yüreğinde yankılanan bir ses, ona durmasını, bu eve adım atmamasını söylüyordu.Mavi villanın kapısından içeri girerken, mavinin ona bu kadar soğuk ve düşmanca geleceğini hiç düşünmemişti. Daha önce huzur veren bu renk, şimdi ona tiksinti veriyordu.

Etrafını hızla süzdü; evin içindeki dekorasyon, dışarıdan ne kadar ihtişamlı görünüyorsa, içeride de aynı etkiyi bırakıyordu. Ancak bu ihtişam, Ceylan’ın içindeki korkuyu ve öfkeyi hafifletmeye yetmedi. Salonun ortasında durduğu anda, bir ses odada yankılandı. Bu ses, telefondaki o iğrenç sesin aynısıydı; tüylerini diken diken eden o karanlık ton, şimdi çok daha yakından ve çok daha tehditkâr bir şekilde kulağına çarpıyordu.

Kaplan, karanlık gölgelerden sıyrılıp Ceylan’ın karşısına çıktığında, yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Ceylan’ın kalbi hızla atmaya başladı; şimdi her şey ya sona erecek ya da yeni bir başlangıca adım atacaktı. Ceylan, gözlerini Kaplan’ın gözlerinden ayırmadan bekledi. Tek bir şeyin farkındaydı: Uğur’a kavuşmak için her şeyi göze almıştı ve geri dönüşü yoktu. Kaplan göğsünü gururla gererek konuştu. "Benim ne kadar kudretli olduğumu anlamaya mı çalışıyorsun?"

Ceylan, Kaplan’ı ilk gördüğünde hafif bir garipseme hissetti. Arslan’ın aksine, Kaplan sarışındı ve görünüşüyle kendine özgü bir hava yaratıyordu. Ceylan, adamın söylediklerini umursamamaya çalışarak içindeki öfkeyi bastırdı.

"Anlaşılan evin üvey çocuğu sensin," dedi Ceylan, Kaplan’a soğuk bir şekilde bakarak.

Kaplan, Ceylan’ın neyi ima ettiğini hemen kavrayacak kadar zekiydi. "Annemin genlerini alacak kadar nadirim sadece," diye yanıtladı. Bu sözlerle kendini övme şekli, Ceylan’ı daha da sinirlendirmişti.

Ceylan başını aşağı yukarı sallayarak, "Anlıyorum. Peki, benim genlerimle derdin nedir?" diye sordu.

Kaplan bu soruya kahkahalarla yanıt verdi. Kahkahaları, odanın duvarlarında yankılanırken, Ceylan’ın içindeki gerilimi daha da artırıyordu. Kaplan’ın bu neşesi, içinde sakladığı karanlık niyetlerin bir yansıması gibi görünüyordu. Ceylan, bu adamın tehlikeli olduğunu biliyordu ve her an tetikte olmaktan başka seçeneği yoktu. Şimdi, Kaplan’ın neden bu kadar övündüğünü ve Ceylan’ın genleriyle ne yapmayı planladığını anlamak zorundaydı.

Kaplan, alaycı bir gülümsemeyle Ceylan'a baktı. "Kitabın ortasından konuşmayı seviyor olmalısınız," dedi. Sözleri, Ceylan’ın sinirlerini daha da geriyordu.

Ceylan gözlerini kıstı, Kaplan’ın laflarına dikkatlice odaklandı. "Ne kadar net olabileceğimi bilemezsiniz. Şu bir gerçek ki, ben netliğin kendisiyim," diye yanıtladı. Sesi, soğuk ve keskin bir şekilde yankılanıyordu.

Kaplan, Ceylan’ın bu kendinden emin tavrını alaycı bir şekilde karşıladı. "Çok korktum sayın Altınsoy," dedi, kahkahalarla dolu bir ses tonuyla. Bu gülüş, Ceylan’ın içindeki öfkeyi daha da alevlendirdi.Ceylan artık sabırsızlanıyordu. Oğlunu görmek istiyordu ve bu düşünce her geçen dakika daha da baskın hale geliyordu. İçindeki bu yoğun arzu, Kaplan’ın kibirli tavırları karşısında bile soğukkanlı kalmasını sağlıyordu. Ceylan, gözlerini Kaplan’dan ayırmadan, derin bir nefes aldı ve "Oğlumu görmek istiyorum," dedi, sesinde kararlılık vardı. Bu isteği, hem bir tehdit hem de bir talep gibi yankılandı. Ceylan’ın gözleri, Kaplan’ın üzerine odaklandı; şimdi ne yapacağına bağlı olarak, tüm bu sürecin nereye varacağını belirleyecekti.

"Yeter artık, oğlumu görmek istiyorum."

Ceylan’ın bu kesin talebi, Kaplan’ı harekete geçirdi. Kaplan kafasını sallayarak adamlarına emir verdi.

"İstediğini alacaksın, Altınsoy, istediğimi aldığım zaman," dedi Kaplan, gülümseyerek.

Kapının açılmasıyla, odanın içine iki çocuk girdi; biri kız, diğeri erkek. Gözler hemen o tarafa döndü. Küçük kız, sapsarı saçlarıyla adeta etrafa ışık saçıyordu. Ancak Uğur, gözlerindeki ışıltı kaybolmuş, acı çeken bir hâlde görünüyordu. Koskoca iki yıl, ondan tüm saf enerjisini almış gibiydi. Çocuk, sönük bir şekilde yürüdü, adımlarında ağır bir yük taşıyormuş gibi görünüyordu.Ceylan’ın içi sızladı. Uğur’u görünce, gözlerinde bir umut ışığı yanmıştı ama aynı anda, acı dolu bir bakışla karşılaştı. İkizler, odanın köşesinde sessizce dururken, Ceylan'ın tüm dikkati Uğur’da toplandı. Derin ve sessiz bir bakışma yaşandı aralarında. Uğur, hızla Ceylan’a doğru koştu ama adımları ağır ve yavaştı. Ceylan, diz çöktü, kalbi umutla çırpınıyordu. Gözlerini kapadı ve oğlunun kollarına gelmesini bekledi. Ancak gelen rüzgâr, oğlunun sıcaklığından başka bir şey değildi. Uğur, önünde sabit bir şekilde duruyor, elini uzatsa annesine kavuşacaktı. Ama yaşadığı travma ve acılar, onun bu basit hareketi yapmasını engelliyordu. Oğul, annesini hatırlıyordu ama yaşadığı her şey, aralarındaki bağlantıyı zorlaştırıyordu. Bir damla yaş, Ceylan’ın gözünden düştü. Gözyaşı, yüzünde bir iz bırakarak süzüldü. Oğluna ne olmuştu böyle? Ceylan, Uğur'un bu hali karşısında ne yapacağını bilemeyerek, içindeki acıyı ve çaresizliği yaşadı. Oğlunun gözleri, yıllar boyunca taşınan yükleri ve acıları taşıyordu ve Ceylan, onun bu acılarından kurtulması için her şeyi göze almaya hazırdı. Salonun ortasında, Uğur, kahve gözlere bakıyordu. Tanıdık bir şeyler vardı gözlerinde; bu kokuyu, bu ortamı biliyordu. Kaplan ne yaptıysa, küçük çocuğun hafızasında silinmeyen izler bırakmıştı. Uğur, Eylem ve Eray’ın gözlerine baktı. Onların bakışlarında güven buldu; sanki yıllardır kavuşmayı bekleyen, özlem dolu bir bakışma vardı.Bu gözler, ona bir umut ışığı sundu ama aynı zamanda karmaşık duygular da getirdi. Uğur, her iki yüzü de tanıdık buldu; bu güven veren bakışlar, ona yalnız olmadığını ve desteklendiğini hissettirdi. İçindeki karmaşa, gözlerinde beliren derin ifadelerle daha da belirginleşti. Çocuk, annesine yaklaşmaya çalışırken yaşadığı çatışmayı ve duygusal karmaşayı gizlemeye çalışıyordu. Bu an, geçmişin yükleriyle, geleceğin umutları arasında bir köprü gibiydi; Uğur, bu karmaşanın içinde, ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu.

Kaplan, yanında duran küçük kızı severken, karşısındaki çocuklara göz gezdirdi. Uğur'a karşı planları oldukça farklıydı; onu, duygusuz bir makineye dönüştürmek için iki yıl boyunca çalışmıştı. İkizlerin yaşadığını öğrendiğinde, Kaplan'ın planları değişmişti. Bu çocuklar ölmeliydi; Kaplan’ın kanı, asla ve asla Altınsoy kanıyla birleşmeyecek, kirli kanlar yok olmalıydı. Kaplan, Ceylan’a dönerek, "Annenle baban yangında öldüren kim biliyor musun, Altınsoy?" dedi. Bu sorunun ardından, Uğur kafasını Kaplan'dan çevirdi, soruyu anlamaya çalışıyordu.

"Sakın…" Ceylan, Kaplan’ın bu sorusunu duyduğunda, kalbinde bir umut ışığının sönmesini hissetti.

Kaplan, kahkahalarla yanıtladı, "Doğru bildin, ben yaptırdım."

Kaplan, bu sözlerin ardından ayağa kalkıp boydan boya camın yanına yaklaştı ve evinin dışındaki manzarayı keyifle seyretmeye başladı. O anda, dışarıdaki güzel manzara, Kaplan'ın içindeki karanlık planlarla tamamen çelişiyordu.

"Altınsoy ailesi benim ailemi elimden aldı," dedi Kaplan, gülümseyerek. "Bende onları yaktım."

Kaplan’ın bu cümleleri, Ceylan’ın içindeki öfke ve acıyı daha da artırdı. Kaplan’ın soğukkanlı tavrı, onun ne kadar acımasız ve karanlık bir insan olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.

Kaplan, psikopatça bir kahkaha atıyordu; ağzından salyalar akıyordu. Gülüşü, odadaki atmosferi daha da karanlık ve korkutucu hale getiriyordu.

"Ama yetmezdi, tüm soy kurumadan bana rahat yoktu," dedi, sanki bu sözleri güzel bir masal anlatıyormuş gibi ifade ediyordu.

"Engin, sevgili amcan, kızımın ona aşık olması trajedi... Evlenmeleri ve senin kirli kanının benim kanımla birleşmesi, mide bulandırıcı."

Kafasını cama yasladı, gözleri delirmiş bir hâlde parlıyordu.

"Ama ben Arslan’dan farklıyım, ben güçlüyüm. Senin soyunu da kurutacağım, Santos ve Çetinkor’u da yok edip başa geçeceğim," diyerek, kendi güç ve planlarını övüyordu.

Kaplan kafasında hissettiği metalin etkisiyle gözleri kocaman oldu. Arkasını döndüğünde, Ceylan’ın elinde bir silah olduğunu ve Kubilay ile Pamir’in koruma olarak Ceylan’ın yanında durduğunu fark etti. Kendi adamları, cansız bir şekilde yerde yatıyordu ve çocuklar ortada yoktu. Beş dakika içinde her şeyin planlandığı gibi sessizce halledilmiş olması, Kaplan’ın kumpasa düştüğünü ve elinden hiçbir şey gelmediğini gösteriyordu. Zehir gibi çalışan aklı durmuştu. Odanın metalik, soğuk havası içinde, Kubilay’ın sözleri yankılanırken, silahların tıklama sesleri ve kasvetli sessizlik arasındaki gerilim daha da yoğunlaştı. Odanın her köşesi, savaşın eşiğinde olmanın verdiği bir ağırlıkla doluydu. Kubilay, silah dolu odanın ortasında durdu. Sesi, metalik yankılarla odayı sardı. "Var olmak için değil, yok etmek için savaşacağız," dedi, sesi kararlı ve soğukkanlıydı. Silahının şarjörünü değiştirirken, belindeki diğer silahları da dikkatlice kontrol etti. O an, her hareketiyle bir savaşçının titizliğini ve kararlılığını sergiliyordu.

"Tüm Portekiz geldiğimizi bilecek," dedi Pamir, sözlerinin üzerine eklediği ciddiyetle. Elindeki silahları, bir savaşın eşiğinde olan bir adamın özenle hazırlığı gibi düzenlerken, karanlık planları daha da belirginleşiyordu.

Diğer yanda, Emre, Emir ve Pamir, Kaplan’ın iş birlikçilerini ortadan kaldırmak için planlarını devreye sokmuştu. Portekiz’in karanlık yüzü, nihayet ortaya çıkarılacak ve tüm iş birlikçileri temizlenecekti. Emre’nin liderliğinde, bu operasyon, sadece bir temizlik değil, aynı zamanda bir hesaplaşmanın da parçasıydı.Nizam zamanı gelmişti. Portekiz, bu karmaşık ve tehlikeli operasyon sonucunda yerinden sarsılacaktı. Her şey, bir yıkım ve yeniden yapılanma sürecinin eşiğindeydi. Şehrin her köşesinde, bir dönemin sonu ve yeni bir başlangıcın işaretleri belirecekti. Kubilay’ın ekibi ve Emre’nin operasyonları, Portekiz’in dengelerini değiştirecek ve bu gece, şehri sarsan bir dönüşümün habercisi olacaktı.

Kaplan, kanlı ve sarsılmış bir şekilde yerdeki küçük kızı kucağına aldı. O anda odanın her köşesine sinmiş gerilim, içindeki öfkeyi daha da artırıyordu. Ceylan, silahını doğrulturken, Pamir ve Kubilay odanın çıkışını kapatmıştı. Kaplan’ın çaresiz çığlığı, sessizliği delip geçti.

Kaplan, aklına gelen bir düşünceyle harekete geçti. Ceylan’a doğru hamle yapar gibi yaptı, ama asıl hedefi küçük kızdı. Dışarıdan bakan biri, Kaplan’ın kızı koruduğunu düşünebilirdi. Ancak dışarıdan gelen bir mermi ve küçük kızın çığlığı, tüm dikkatleri dağıttı. Ceylan, doğrulttuğu silahının yönünü hızla değiştirdi.

"Silahı kim ateşledi?" Ceylan’ın sinirli sesi salonu sarstı.

"Size zarar verecek sandım," diye bir ses duyuldu, bu ses Ceylan’ı şaşırttı. Sesin kaynağı, yetkiyi kendisi vermiş olan gözcüydü. "Eğer herhangi bir hareket yaparsa vur," demişti.

Yerde kanlar içinde yatan küçük kıza dikkat kesilen Kaplan, hemen koştu ve kızı kucağına aldı. Ceylan hiçbir şey yapmazken, Pamir ve Kubilay Kaplan’ın önünü kesti.

Kaplan, Ceylan’ın gözlerine baktı. Biluyordu ki, eğer Ceylan izin verirse, iki adam da boyun eğecekti. Kaplan, Ceylan’ın vicdanına oynamaya karar verdi."Ceylan, yalvarırım beni bırak, bir daha yüzümü görmeyeceksin. Sadece Arslan’ın emaneti için," dedi Kaplan, çaresiz bir şekilde.

Kaplan’ın bu sözleri, Ceylan’ın içindeki öfkeyi ve acıyı daha da artırdı. Kaplan’ın vicdanına oynama çabası, onun ne kadar çaresiz ve tehlikeli olduğunu gösteriyordu. Ceylan, Kaplan’ın ne yapacağına ve bu anın nasıl sonuçlanacağına karar vermek zorundaydı.

Ceylan, genellikle kendini fazlaca merhametli görüyordu; ne yapılırsa yapılsın, affediyordu. Kendi gözünde bile bazen bu hali gülünç görünüyordu. Ancak bu sefer durum farklıydı; Kaplan’a karşı merhamet göstermeyecekti. Kaplan’ın merhamete ihtiyacı yoktu. Ceylan’ın tek arzusu, küçük kızın iyileşmesiydi.Silahını Pamir’e uzattı; Pamir tereddüt etmeden silahı eline aldı. Ceylan, küçük kızı Kaplan’ın kucağından dikkatlice aldı. Çocuğun başına bir şey gelmesi, Ceylan için affedilmez bir durum olurdu. Küçük kızın güvenliği, her şeyden önce geliyordu. Ceylan, merhamet ve affetme konusundaki sınırlarını bu kez net bir şekilde çizmişti; şimdi önceliği, küçük kızı korumak ve onu güvenli bir şekilde iyileştirmekti. Ceylan, kucağında kanlar içinde küçük kızla villayı hızla terk etti. Her adımı, kasvetli ve hızlıydı; villanın arka planda kalan gürültüleri, onun acil durumundaki odaklanmışlığını gölgeliyordu. Arabaya yaklaştığında, oğlunun şaşkınlığı daha da belirginleşti. Uğur'un gözleri dolu doluydu, sanki her an ağlayacak gibiydi. Kendisini tutmaya çalışsa da, gözlerindeki yaşlar ve derin endişesi, içindeki acıyı ve korkuyu açığa vuruyordu.

"Leman.. ölecek mi?" Uğur’un sesi, çaresiz ve kırık bir şekilde titriyordu. Küçük kızın kapalı gözlerine bakarken, endişesi daha da derinleşmişti. Kendi gözlerinde ise, umutsuzluk ve özlem birbirine karışmıştı.

Ceylan, oğlunun gözlerinin içine baktı ve derin bir nefes aldı. Küçük kıza nazikçe dokundu ve, "Hastaneye götüreceğiz onu," dedi, sesi mümkün olduğunca rahatlatıcı bir şekilde titriyordu.Oğlunun korku dolu bakışları ve kucağındaki küçük kızın kanlı hali, Ceylan’ın içindeki acıyı daha da artırıyordu. Hızla hareket ederek, arabaya yöneldi. Uğur, Ceylan’ın yanında sessizce beklerken, Ceylan da küçük kızı arabanın arka koltuğuna dikkatlice yerleştirdi.

Arabanın kapısını kapatıp, hemen şoför koltuğuna geçti. Kimseyi beklemeden navigasyonu açtı ve en yakın hastaneye doğru yola koyuldu. Arabayı son hızda sürerken, zaman zaman arka koltuktaki çocukları kontrol ediyor, her şeyin yolunda olup olmadığını gözden geçiriyordu. Uğur, ön koltuktan Leman’a ellerini uzatıyor, dokunmadan geri çekiliyordu. Gözlerindeki endişe ve çaresizlik, her geçen dakika daha da derinleşiyordu. Trafik cezalarını unutarak, arabayı makaslıyor, kırmızı ışıklarda durmadan geçiyordu. Kötü düşünmek istemiyor, sadece hızla ilerliyordu.Navigasyon, 5 kilometre sonra sağda bir hastane olduğunu söylediğinde, Ceylan hemen arabayı sağa çekti. Hızla inip, arka kapıyı açtı. Küçük kızı kucağına alarak, hızla hastaneye doğru yürümeye başladı. Uğur da yanında koşuyordu, ama ayakta durmakta zorlanıyordu. İçindeki acılar ve endişe, küçük bir çocuk için çok ağır bir yük oluşturmuştu.Acil servisin kapısına vardıklarında, doktorlar hızla yanlarına geldi. Küçük kızı sedyeye yatırdılar, Ceylan’ın gözleri doktorların her hareketini takip ediyordu. Bu sırada, yanındaki oğlu Uğur dayanamayarak gözleri kararıp yere düştü. Hemen başka doktorlar tarafından bir sedyeye yatırıldı.

Loading...
0%