@hamish
|
İnfaz vakti . . . Emre'nin gözleri, bir süreliğine yerleştiği mekânın dağınıklığında takılı kaldı. Etrafındaki eşyalar, aniden bölünen bir uyumun parçaları gibi dağılmıştı: devrilmiş sandalyeler, karışmış masalar, yere düşmüş kağıtlar... Bu kaotik görüntü, Emre'nin içindeki huzuru bozan bir işaretti. Telefonu çaldığında, bakmadan kulaklığına götürdü. "Alo,” dedi, sesi soğuk ve keskin. Ardından sessizliğe gömüldü, karşısındaki kişinin söylediklerini dikkatle dinledi. İki dakika kadar süren konuşmanın ardından, sesindeki endişe yavaşça yerini kararlılığa bıraktı. “Tamam, hemen geliyoruz,” dedi ve telefonunu kapattı. Bir an daha dağıttığı mekâna göz attı. İçsel bir huzursuzlukla, bulunduğu yerden hızla hareket etti. Siyah ceketi, hızlı hareketleriyle biraz daha dağılmış, yakaları düzeltilmeye çalışılırken dikkatlice hizaya getirildi. Adımlarını sıklaştırarak Emir'in yanına doğru ilerledi, düşünceleri ve duyguları iç içe geçmiş bir şekilde, beklenmedik gelişmelere hazırlık yapıyordu. Emir, yere yığılan adamın etrafında şiddetle hareket ediyordu. Güçlü yumrukları, adamın yüzünde ve vücudunda izler bırakmıştı. Her darbe, odanın sessizliğini çığlıklarla bölüyordu. Emir’in yüzü, öfke ve kararlılıkla şekillenmişti. Elindeki adamı, kanlar içinde bırakarak yere savurdu. Adamın zayıf ve yaralı hali, Emir’in sert tavrı karşısında neredeyse kaybolmuş gibiydi. Emre, gözlerini bu anın özensizliğinden uzaklaştırarak, kendini toparlamaya çalıştı. "Hadi toparlan, gidiyoruz. Bundan sonrasını adamlar halleder," dedi, sesindeki soğukluk ve otorite her zamanki gibi belirgindi. Emir, son bir kez yerdeki adamı süzdü, ardından kararlı adımlarla kapıya yöneldi. Ne olduğunu ya da nedenini sorgulamak için zamanları yoktu; tek düşündükleri, bu karmaşanın ardından hızlıca uzaklaşmaktı. "Hadi gidelim," dedi, kapıyı açarken, sesinde artık bir parça bile sabır kalmamıştı. Kapı, ardında bıraktığı kaosun ve belirsizliğin örtüsünü bir nebze kapatarak kapandı. Her insanın bir bedeli vardır. Bu bedeller ödenmek için bekler. Kaplan artık paketlenmişti ve şimdi Kaplan'a ödetilecek bedel sırası gelmişti. "Oğlum, bu nasıl kader lan?" Emir'in sesindeki sitem, Emre'nin bir anlığına ona yönelmesine neden oldu. Ancak, bu dikkat dağınıklığı sadece birkaç saniyeliğine sürdü; ardından Emre, kendini hızla yola vermişti. "Babamın infazı için son karar için..." Emir, ellerini saçlarına geçirerek, canını acıtabildiği kadar acıttı. Yüzündeki ifade, içindeki yoğun acıyı ve umutsuzluğu açıkça gösteriyordu. "Ne boktan bir çıkmaz, Emre, bu böyle," dedi Emir, sinirli ve çaresiz bir şekilde. Sözleri, içinde bulunduğu karanlık ve karmaşık durumun ağırlığını yansıtan bir yankı gibi odada asılı kaldı. Bu çığlık, belirsizliğin ve çaresizliğin bir ifadesiydi; Emir’in içsel fırtınasının dışa vurumuydu. Yanında konuşan bakışları üzerinde hisseden Emre, konuşma gereği duydu. Sözlerinin sertliği, ortamın gerginliğini daha da artırdı. "'Sıçarlar böyle kadere lan?' Diyerek işin içinden çıkamazsın," dedi Emre, sesi keskin ve belirgindi. Genç adamın gözlerindeki karmaşayı fark ettiğinde, gözleri kısa bir süreyle bir yerde kayboldu. Bu genç, beş yıl öncesinin taze yüzüne benziyordu: toy, körpe ve deneyimsiz. "Bak koçum, işi yokuşa sürme, net ol," dedi Emre, bir yandan direksiyona sıkı sıkıya tutunarak, diğer eliyle Emir’in omzuna vurarak konuşmaya devam etti. Sözleri, soğukkanlı ama etkili bir şekilde yapısal bir uyarıyı içeriyordu. "Senin bu baban denecek o şerefsiz, katliam yapmayı düşüyor resmen. Bu senin baban dahi olsa, insanlığa sığmaz." Emre’nin sesi, sert bir tonla konuşuyordu, ancak gözlerinde bir şeyler sarsılıyormuş gibi bir karanlık vardı. Emir’in omzuna dokunan eli, rahatlatmak için değil, belki de destek veya kontrol amacıyla oradaydı. Emre’nin sözleri, odadaki gerilimi keskin bir şekilde yansıtıyor ve genç adamın karşısındaki gerçekleri kabullenme zamanının geldiğini açıkça belirtiyordu. Emir, olan bitenin tamamen farkındaydı. Her şeyin son derece ciddi ve değişmez olduğunu biliyordu. Bu yüzden, mavi villaya yapılan yolculuk boyunca sessizliğini korudu. Villaya vardıklarında, her yerde cesetler vardı; içeriye adım attıklarında, odanın ağır atmosferi daha da belirginleşti. Kaplan, yerde diz çökerek bekliyordu. Başında, Pamir ve Kubilay vardı. Etrafta, tedirgin bir şekilde bekleyen korumalar mevcuttu. Ancak, Ceylan’ın orada olmaması dikkat çekiciydi.Emir, babasından uzak bir köşede durmuş, olup biteni gözlemliyordu. Kubilay, yapmayı istemediği ancak mecbur olduğu bir adım attı. Sözlerini Pamir’e yöneltirken, yüzündeki kaslar gerilmiş, boynundaki damarlar belirginleşmişti. "Pamir, senden bir şey rica edeceğim," dedi Kubilay, sesi ciddi ve titreyen bir tonla. Pamir’in yüzünde acımasız bir gülümseme belirdi. "Devam et, kıvranmana bayıldım," diye cevapladı, gözlerinde bir zevk ışığı yanıyordu. Kubilay’ın çenesi kasılmıştı ve ses tonunda bir otorite vardı. "Santos, kendim için senden bir şey isteyecek değilim," dedi, içsel bir kararlılıkla kendini telkin ediyordu. Eliyle baygın adamı işaret etti. "Bu şerefsizin kararı verildikten sonra Türkiye'ye döneceğiz. İki üç gün sonra geri geleceğim; o zamana kadar Ceylan ve oğlum sana emanet." Pamir, kafasını hafifçe yana eğerek, şaka barındırmayan aksanlı sesiyle konuştu. "Senden iyi bakacağım kesin, Çetinkor," dedi. Sesindeki ciddiyet, sözlerinin sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir taahhüt olduğunu gösteriyordu. Kubilay, bu sözleri duyduktan sonra gözlerini sıkıca yumdu. Şu anki durumda kendini düşünmenin gereksiz olduğuna karar verdi. Sessiz kalmak, bu karmaşanın içinde en doğru seçenek gibi görünüyordu. Kubilay’ın sessizliği, Pamir’i rahatsız etti. Pamir, gözlerini kısarak Kubilay’ın yüzünü incelemeye başladı, ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordu. Bu sessizlik, Pamir’in kafasında çeşitli senaryoların dönmesine neden oldu; Kubilay’ın dünyası ve düşünceleri, her zamankinden daha belirsiz hale gelmişti. Pamir’in gözleri, Kubilay’ın duygusal durumunu ve olası planlarını çözmeye çalışıyordu. Diğer tarafta her adımda, Emir’in zihninde yıllardır hatırlamadığı güzel anılar yankılanıyordu. Anılar, her ne kadar tatlı bir nostaljiyle dolu olsa da, şu anki acı verici gerçeklerle çelişiyordu. İçindeki karmaşa, zamanın ve anıların örtüsünden sızan bir acıyı barındırıyordu.Neden şimdi? Emir, kendi içinde bir ikilem yaşadı: Babasını sağ bırakıp tüm sevdiklerini kaybetmesi mi yoksa babasının infazını kabul etmesi mi daha çok acıtırdı? Bu sorular, düşüncelerini ağırlaştıran bir yük haline gelmişti. Yaşlı gözleri, bu karmaşanın içinde boğulmuş gibiydi, kelimeler ise boğazında düğümlenip kalmıştı.Babası canavardı, bunu Emir biliyordu. Ancak bu gerçekle yüzleşmek, kendi içinde derin bir çatışmayı da beraberinde getiriyordu. Sevdiklerinin kaybı ve babasının infazı arasındaki tercih, Emir’i büyük bir ikilem içinde bırakmıştı. Bu düşünceler, içindeki duygusal çatışmaları ve karmaşıklığı daha da derinleştiriyordu. Canavarlarla savaşan kişi, dikkatli olmalıdır; aksi takdirde kendisi bir canavara dönüşebilir. Emir, dipsiz bir kuyuya uzun uzun baktığında, bu kuyu da ona bakar gibi hissediyordu. İçindeki acının tarifi yoktu; kafası zonkluyor, anlamlandıramadığı sesler kendi iç dünyasında yankılanıyordu. Kubilay, Emir’in gözlerinde derin bir savaş gördü. Her şeyin karmaşası içinde, Emir’in içsel çatışmalarını ve belirsizliklerini anlamak zor görünüyordu. Kubilay, zamanı iyi değerlendirmeliydi; Türkiye’ye bir an önce dönmek zorundaydı. Emir, ne karar verirsen ver, bizim için hiçbir şey değişmeyecek,” dedi Kubilay, sesinde kararlı ve sabırlı bir ton vardı. Emir, bu kadar sevgiye alışık değildi. Hayatında tek gerçek sevgi kaynağı ablasıydı, ama o da artık yoktu. Babası ablasını severdi, ama bu sevgiyi kıskanmazdı. Ablasının sevgisi, Emir için her şeyden önemliydi. Ancak babası, ablasını da elinden almıştı. Küçük yeğenleri ve ablasından kalan som hatıralardı. Şimdi, elindeki silahı parçalamasına neden olacak kadar sıkı tutuyordu. Parmakları, soğuk metaldeki sert dokuyu kavrarken, içindeki acıyı ve kararlılığı simgeliyordu. Gözleri, yoğun bir karar verme anının eşiğinde olduğunu yansıtıyordu. Her şey, bu anın getirdiği sonuca bağlıydı; Emir, hem içsel hem de dışsal savaşların ortasında, artık karar verme vaktinin geldiğini biliyordu. Kararının ağırlığı, tüm yaşanan acıların ve kayıpların üzerine çöküyordu, ve bu an, onun için bir dönüm noktasıydı. Emir, gözlerini acıyla sımsıkı kapattı. Birkaç saniye sonra gözlerini açtığında, babasıyla göz göze gelmişti. Kaplan, acılar içinde kıvranan oğluna bakıyordu. Bu, babasının son çırpınışlarıydı; ya kurtulacak ya da ölecekti, başka bir çıkış yoktu."Oğlu..." Kaplan’ın ağzından çıkan bu kelime, Emir’in silahını ateşlemesiyle aynı anda yankılandı. Kaplan’ın kafasından giren kurşun, diğer taraftan çıkarken, kanlar etrafa fışkırdı. Babasının heybetli vücudu, kanlar içinde yere düştü. Emir’in elindeki tabanca, boş depo ile yere düştü ve metalik yankı odada çınladı. Emir, donuk gözlerle cansız bedene bakarken, Kubilay hemen yanına yaklaşıp ona sarıldı. “Ağla… ağla koçum, onun için değil, baban için ağla,” dedi Kubilay, sesi yumuşak ama kararlıydı. Emir, sanki bu komutu beklercesine ağlamaya başladı. Öylesine ağlıyordu ki, yılların süregelmiş acılarını ve birikmiş duygularını dışa vuruyordu. Gözyaşları, yerdeki kanla birleşiyor, iki tür acı bir araya geliyordu. Diğer tarafta, Emre ve Pamir cesedi naylona sarıp taşıyorlardı. Cesedi araca yerleştirdikten sonra, işleri bitmiş gibi geri dönüp depoya döndüler. Emir, Kubilay’a dikkat kesilmiş, bir şey söyleyecek gibi görünüyordu. "Bir şey daha var..." Emir’in sesi, kararlı ve titrek bir şekilde yükseldi. Pamir, gözlerini devirmemek için kendini zor tutarken, Emre’nin yüzü “yok artık” dercesine donmuştu. “Ne oldu, oğlum, söyle…” Kubilay, babacan bir tavırla Emir’e yaklaştı. Normalde, Kubilay’ın bu tavrına gülümseyebilirdi, ancak ne zaman ne de yer buna uygun değildi. Emir, tüm ciddiyetiyle derin bir nefes aldı ve soğuk havayla ciğerlerini doldurdu. “Abi… annem benim için gelecektir,” dedi Emir, gözlerinde kararlı bir ifade vardı. Bu sözler, hem umut hem de korku taşıyordu; Emir’in içindeki gelecek beklentisi, belirsizlik ve eski yaraların üstünde yeni bir açılışı işaret ediyordu. Kubilay dişlerini sıkarak düşünmeye çalışıyordu, ama odadaki gerginlik içinde kafası bir türlü netleşmiyordu. Odanın içinde bulunan tüm erkekler, birbirinden farksız bir şekilde derin bir çözüm arayışındaydı. Tam bu sırada, Pamir’in telefonu çalmaya başladı. Odanın ağır ve baskıcı atmosferi, bir anda bu beklenmedik sesle bölündü. Herkesin odağı bir an için değişti, ama bu, Kubilay’ın sinirlerini daha da gerdi. Gözlerinde öfke kıvılcımları belirirken, bu rahatsız edici telefon sesi Kubilay’ın sabrını tüketmek üzereydi. “Ya şu lanet telefonu aç ya da kapat!” diye bağırdı Kubilay, sesi odada yankılandı. Bu ani patlama, odadaki gerginliği daha da artırdı. Pamir, telefonu eline alırken, odadaki herkesin dikkati tekrar yoğunlaştı. Pamir, telefonu hızla cebine geri koydu. Depoda bulunan herkesin bakışlarını üzerinde hissediyor, adımlarını yavaşça Emir’e doğru yönlendiriyordu. Odanın içindeki gerginlik, Pamir’in attığı her adımla daha da yoğunlaşıyordu. Pamir, soğukkanlı bir şekilde Emir’in yanına yaklaştı ve odada bomba etkisi yaratacak bir cümle kurdu. “Emir, anlaşılan annen senin için değil, küçük kız için gelmiş,” dedi. |
0% |