Yeni Üyelik
91.
Bölüm

40. Bölüm

@hamish

En üst kattan atladı hayaller

.

.

.

Soğuk beyaz ışık, hastane koridorunu keskin bir şekilde aydınlatıyordu. Duvarlar sanki hastalığın ve çaresizliğin rengine bürünmüş gibi soluk, beyaz bir tonda, çıplak kalmıştı. Zemindeki fayanslar, her adımda yankılanan tıkırtılarla boşluğu dolduruyordu. Koridorun sonundaki pencere, dışarıda yağan yağmurun cama vurduğu ağır damlaları gösteriyordu; sanki dünya bu steril ve kasvetli ortamın dışındaki tek canlılık belirtisini oraya hapsetmişti. Buraya ait olmayan tek şey, koridorun ortasında karşılıklı duran üç kişiydi.“Bu kadar mı yani?”

Kubilay’ın endişesi, sesine yansıyordu, ancak karşısındaki Ceylan, sükunetini koruyarak ona baktı.

“Her şeyi anlattım.” Ceylan derin bir nefes aldı, sesinde bir dinginlik vardı. “Amacı bize zarar vermek olsaydı, zaten bunu yapabilirdi.”

Emre, gözlerini Kubilay’dan ayırmadan başını hafifçe salladı. O da Ceylan gibi mantıklı düşünüyor, korkuya kapılmadan meseleye odaklanıyordu.
“Ceylan haklı, tertip. Hadi şimdi gidelim yoksa buradan asla dönmemen gerekecek.”

Ceylan, Kubilay’ın endişesini derinlerinde hissediyordu. Kalbinin en savunmasız noktasına dokunan bu duygu, onu harekete geçirdi. Yavaşça ayağa kalktı, aralarındaki mesafeyi azaltarak neredeyse Kubilay’a dokunacak kadar yaklaştı. Özlemle Kubilay’ın yüzüne doğru elini uzattı. O sırada odada bulunan Pamir, kaşlarını çatmış, bu yakınlıktan rahatsız olmuştu. Pamir’in aksine Emre, hafif bir gülümsemeyle durumu izliyordu. “Kubilay, şimdi git, git ki yarın birlikte olabilelim,” Ceylan’ın sesi titremişti; sonra söylediklerinin farkına varıp elini hızla geri çekti. “Yani, şey… Uğur’la birlikte yani.”

Pamir’in içindeki öfke bir volkan gibi kabarıyordu, ama yüzünü mümkün olduğunca sakin tutmaya çalışıyordu. Her zaman yaptığı gibi, durumu alaya alarak kapatmak istedi.

“Hadi Senhora, daha karpuz keseceğiz.”

Pamir, öyle saçma bir şey söylemişti ki, o an kendini daha ne kadar berbat bir duruma düşürebileceğini düşünmeden edemedi. Ceylan ise hafif bir gülümsemeyle ona doğru yürümeye başladı. Az önce neden böyle bir girişimde bulunduğunu kendisi bile bilmiyordu. Pamir’in yanına vardığında, adam ona kolunu uzattı. Ceylan, Pamir’i kırmayarak koluna girdi. Birlikte dar koridorda yürümeye başladılar, adımları yankılandı. Arkada kalan Kubilay ise Ceylan’ın bir kez olsun arkasına dönüp bakması için sessizce dua ediyordu.
Ceylan, içinde kopan büyük fırtınalara rağmen arkasını dönmedi. Pamir’le birlikte, küçük oğullarının muayene edildiği odanın önüne geldiklerinde, her şey sanki donmuş gibiydi. Nevin hastaneden ayrıldıktan hemen sonra, Ceylan Pamir’i aramıştı. İçindeki tarif edilemez hisler onu boğarken, hastaneye bir doktor ordusu yığmıştı. Oğlunda ters giden bir şeyler olduğunu hissediyordu ve bu his onu pençesine almış, yavaş yavaş içini kemiriyordu. Yaklaşık bir saattir odadan hiç kimse çıkmamıştı; sadece arada bir birkaç hemşire çıkmış, fakat hiçbir açıklama yapmadan sessizce koridorda kaybolmuşlardı.Koridorda hâkim olan sessizlik, insanın sinirlerini incitip, sabır taşlarını çatlatacak kadar yoğundu. Ceylan, Pamir’in yanında oturuyordu, ama içindeki huzursuzluk, onun sabit kalmasını engelliyordu. Endişeyle dizini sallıyor, gözleri sürekli kapalı kapıya kayıyordu. Pamir de sessizdi, ama içinde kopan fırtınalar dışarı vurulmamıştı. Bekleyişin ne kadar süreceğini bilmiyordu Ceylan; saatler mi, yoksa yalnızca dakikalar mı kaldığını tahmin etmek imkânsızdı. O an, tek bir şey istiyordu: Oğlunun sağlıklı olması. Zaman sanki akmıyor, ağırlaşan her saniye, Ceylan’ın omuzlarına biraz daha yük bindiriyordu.Doktorların kapıyı aralamalarıyla birlikte, hem Ceylan hem de Pamir hızla ayağa kalktı. O an, koridordaki kasvetli sessizlik bir anda yerini yoğun bir gerginliğe bıraktı. Pamir, Ceylan’ın kulağına doğru eğildi ve fısıldadı:

"Şimdi her şeyi öğreneceğim."

Ceylan, Pamir’in söylediklerine karşı çıkmadı; gözleri, doktorların dudaklarından dökülen kelimelere kilitlenmişti. Anlamaya çalışıyordu, ama kelimeler o kadar hızlı ve akıcı bir şekilde geçiyordu ki, Portekizce olan bu konuşmayı takip etmek onun için neredeyse imkansızdı. Her kelime, bir öncekinin peşine ekleniyor, cümleler ise birbiriyle yarışıyor gibiydi. Ceylan, bu yabancı dilin içinde boğulurken, sadece birkaç kelimeyi yakalayabiliyordu, ama bu parça parça anlamalar onun için yeterli değildi. Anlayamadıkça, içindeki sıkıntı büyüyordu, çaresizlik damarlarında dolaşıyordu.Pamir’in ifadesi ise tam tersine, ciddi ve soğukkanlıydı. Doktorlar, durumu dikkatlice açıklarken, Ceylan sadece Pamir’in yüzündeki hafif değişiklikleri izliyordu. Gözlerinde beliren düşünceler, Ceylan’ın içindeki merakı daha da artırıyordu. Konuşma bittiğinde doktorlar usulca yanlarından ayrıldı, koridorun uzak köşelerinde kaybolarak geride bir belirsizlik bıraktılar.Ceylan, Pamir’e döndüğünde, gözleri merakla doluydu. Pamir, Ceylan’ın bu merakını tüm benliğinde hissedebiliyordu. Ceylan’ın kendisine dönen bakışları, cevapsız kalmaya dayanamayacak kadar derindi. Pamir, içinden kendine telkinde bulundu: “Bunu uzatmanın anlamı yok.” Derin bir nefes alarak, gözlerini Ceylan’dan ayırmadan konuşmaya başladı. "Pamir, benim kıyamadığım oğluma kıymışlar."

Bu sözler dudaklarından dökülürken, Ceylan’ın dünyası bir anda yerle bir oldu. Nefes almak bir an için unutuldu, kalbi sanki durdu. Gözleri doldu, hızla kızardı, ama gözyaşları dökülmeden önce omuzları ağır bir yükün altına girmiş gibi çöktü. Boğazında bir hıçkırık yükseldi, kontrol edemediği bir sesle dışarı çıktı. Pamir, bu kırılma anını gördüğünde, tereddüt etmeden hareket etti. Ceylan’ı iki kolundan tutarak onu destekledi, ayağa kaldırdı, ama bu sadece fiziksel bir destek değildi; Pamir, Ceylan’ın ruhunun parçalanmaması için onu ayakta tutmaya çalışıyordu.Ceylan’ın dünyası, bir hıçkırıkla birlikte parçalanmıştı. Gözlerinde yaş birikiyordu, ama bu yaşlar akmaya cesaret edemiyordu. Pamir, Ceylan’ın bu ani çöküşünü engellemek için tüm gücüyle onu tutuyor, sarsılan bedenine bir denge kazandırmaya çalışıyordu. Ceylan’ın sözleri, sadece bir annenin değil, yüreği paramparça olmuş bir kadının acısını taşıyordu.

Pamir, bu acıya karşılık vermek istiyordu, ama sözler yetersizdi. Sessizce Ceylan’ın gözlerine baktı, onda bir güç bulabilmesi için orada olduğunu hissettirdi. Ceylan’ın içindeki yıkım, Pamir’in ellerinde bir nebze de olsa hafifliyordu.

Bir hıçkırık boğazından koptu, tüm acısıyla dışarı çıkarken Ceylan’ın bedenini titretmişti. Pamir, bu yıkılmış hali görünce hemen harekete geçti. Pamir’in sesi, endişeyle karışmış bir kesinlikle yankılandı:

"Ceylan, kendine gel. Uğur’un sana ihtiyacı var." Pamir derin bir nefes aldı, Ceylan’ın gözlerinin içine bakarak ekledi. "Hem daha bitirmedim."

Ceylan’ın gözleri aniden kocaman açıldı. Pamir’in sözleri, zihninde bin bir türlü senaryo yaratmıştı ve hepsi de en kötü ihtimallerle doluydu. O an, aklından geçenlerin hiçbirinin gerçek olmaması için içten içe dua ediyordu.

"Söyle, Pamir… Oğluma ne oldu? Daha ne var?" Sesi titriyordu; Pamir’den gelecek olan cevabın ağırlığını kaldıramayacak gibiydi. Ama yine de öğrenmek zorundaydı, bilmek zorundaydı.

Pamir yutkunuyordu, ama boğazındaki o keskin düğüm bir türlü geçmiyordu. Adem elması aşağı yukarı hareket etti, sanki nefes almak bile zorlaşmıştı. Aniden susamış gibi hissetti, ağzı kurumuş, kelimeler boğazında sıkışıp kalmıştı. Ne kadar uğraşsa da, sesini bir türlü toparlayamıyordu. Sonunda, boğuk bir mırıltı şeklinde konuştu:

"Uğur’un bir hastalığı var."

Ceylan, sabırsız ve merak dolu gözlerle Pamir’e bakıyordu, neredeyse adama doğru eğilmiş, "Hadi, söyle," dercesine. Artık daha fazla dayanamazdı; içindeki merak ve endişe, her şeyden baskın gelmişti. Pamir’in dudaklarından dökülecek olan her kelimeyi bekliyordu.
Ceylan’ın zihninde, "hastalık" kelimesi umutla karışık bir korku yaratmıştı. Eğer bir hastalıksa, elbette bir tedavisi de olmalıydı, değil mi? Ama Pamir’in dudaklarının arasından çıkan kelime, Ceylan’ın zihninde kurduğu hiçbir senaryoya uymuyordu. Pamir, zar zor bir fısıltıyla söyledi:"Haphephobia… yani insanlara dokunamıyor."
Ceylan bir an için nefesini tutmuş, sanki söylediklerinin anlamını çözmeye çalışıyordu. Bu kelime, onun için yeni ve korkutucuydu; oğlunun hastalığı, sadece fiziksel değil, ruhsal bir engeldi ve bu gerçekle nasıl başa çıkacağını bilemiyordu.

Loading...
0%