Aile mükemmel demek değildir.
.
.
.
Ceylan, mutfağın eşiğinden içeri adım attığında, ortamdaki gariplik yüzünden dudaklarına hafif bir tebessüm yerleşti. Aklındaki iş düşüncelerini rafa kaldırdı. Peşinden gelen Engin de aynı şekilde gülümsedi. Ceylan, durumu kafasının bir köşesine not etti; daha sonra bununla ilgilenecekti. Şu an için öncelik farklıydı.
"Gençler, aç mı kalalım?" diye sordu, sesinde hafif bir alayla. Ardından ciddileşerek, "Engin, sen Ayşe'nin yerine geç, biz de Ayşe ile Uğur'un durumunu konuşalım," dedi.
Emir, Ceylan’ın sözlerini duyunca dalgın gözlerle önündeki yemeğe döndü, sanki konuşulanların dışında kalmayı tercih ediyormuş gibi. Engin ise, Ceylan’ın verdiği görevi kabul edercesine başıyla onaylayıp, salata malzemelerinin olduğu tezgâhın yanına geçti. Bıçak, tahtaya hafifçe vurduğunda mutfakta yankılanan ses, ortamın sessizliğini bir nebze olsun bozdu, fakat herkesin zihninde başka düşünceler dolanıyordu. Ceylan, Emir’in dalgınlığını ve Engin’in sessizce salataya odaklanışını izlerken derin bir nefes aldı. Bir an için mutfağın huzurlu kaosu ona geçmişin karmaşasını hatırlattı; her biri kendi yoluna gitmiş ama aynı masaya geri dönen insanların hikâyesini. Şimdi ise önlerinde başka bir gündem vardı. Uğur’un durumu.
Yüreğinde hissettiği ince bir sızıyla, gözlerini Ayşe'ye çevirdi. Bu konuşma, belki de beklenenden daha zor olacaktı.Ceylan ve Ayşe, sessizce Pamir'in çalışma odasına doğru yürümeye başladılar. Adımları yavaş, ama kararlıydı. Koridorun sonundaki kapı giderek yaklaştıkça, Ceylan’ın içindeki gerginlik de artıyordu. Ayşe ise, yanındaki kadının duygularını anlamış gibi, sessizliğini bozmadan ona eşlik ediyordu.Biraz sonra, Ceylan’ın eli kapı koluna uzandı ve hafifçe bastırarak kapıyı araladı. Kapının menteşelerinden gelen hafif gıcırtı, odanın derin sessizliğinde yankılandı. İkisi de bir an duraksadı, sonra birlikte içeri adım attılar.Odanın ağır, odunsu kokusu Ceylan’ın burnuna doldu, Pamir’in düzenli masasını ve kitaplarla dolu raflarını gördü. Ceylan, odadaki ağır havayı dağıtmak istercesine derin bir nefes aldı, sonra doğrudan Ayşe’ye döndü."Ayşe, ilk durum nedir?" diye sordu, sesi titrememeye çalışıyordu.
Ayşe, Ceylan’ın bu sorunun altında yatan endişeyi hissetti. Onu rahatlatmak amacıyla dudaklarına sıcak bir gülümseme yerleştirerek, yumuşak bir ses tonuyla yanıt verdi. Gözlerinde, bir dostun verdiği güveni sunuyordu; her şeyin kontrol altında olduğuna dair sessiz bir vaat gibi.Ceylan, Ayşe’nin sözlerini dikkatle dinliyordu, her kelimeyi içine sindirerek. Ayşe, gözlerini Ceylan’dan ayırmadan devam etti:
"Bu uzun bir süreç," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Küçük ruhunda derin yaralar var, onları bulup Uğur ile yüzleştireceğiz. Türkiye'ye döndüğümüzde seanslarımız sıklaşacak."Ceylan, Ayşe’nin söylediklerini onaylarcasına başını aşağı yukarı salladı, içindeki kaygıları bastırmaya çalışarak.
"Peki ya normal hayatı?" diye sordu, sesi bu sefer biraz daha yavaş çıkmıştı. Bu sorunun cevabı, onun için hayati önem taşıyordu.
Ayşe, bu sorunun geleceğini biliyordu. Gözlerini sıkıca yumdu, birkaç saniye süren o anın ağırlığı odada hissediliyordu. Ardından gözlerini açtı ve derin bir nefes alarak Ceylan’a baktı. "Burada size çok büyük iş düşüyor," dedi, Ceylan’ın gözlerinin içine bakarak. "Hayatının normal olması tamamen ailesine bağlı. Temastan kaçınacaksınız. Diğer türlü, normal hayatını aynen yaşayacaktır. Seanslarımıza da devam edeceğiz."
Ceylan, Ayşe’nin söylediklerini sindirmeye çalışırken derin bir sessizlik odayı doldurdu. İçinde bir yandan büyük bir endişe, bir yandan da umut dolanıyordu. Ayşe’nin rehberliğinde, Uğur’un yaralarını sarmaya çalışacaklardı; ama bunun ne kadar zorlu bir yolculuk olacağını ikisi de çok iyi biliyordu.Ceylan, Ayşe’nin söylediklerini onaylayarak başını hafifçe eğdi. Oğlu için her şeyi yapmaya hazırdı, gerekirse ona dokunmayacak, sevgiyle ve sabırla yaklaşacaktı. Bu düşünceyi zihninde netleştirdikten sonra, masanın hazır olduğunu hatırlayarak ayağa kalktı. Ayşe de hemen arkasından kalktı ve ikisi birlikte sessizce odadan çıkarak salona doğru ilerlediler.Salona vardıklarında, masada oturan Eylem, Eray ve Uğur’un yüzlerinde beliren gülümsemeler Ceylan’ın içini ısıttı. Herkesin yüzünde kısa da olsa bir rahatlama vardı, sanki odaya giren sıcaklık, kasvetli bulutları bir anlığına dağıtmıştı. Diğer yanda, Engin, Emir ve Pamir, masayı düzenlemekle meşguldü. Elif ve Emre ise çocukların yanındaydılar, onların enerjisini yatıştırmaya çalışıyorlardı.Ceylan’ı gördüğünde Elif’in yüzü aydınlandı. Hızla yerinden kalkarak, uzun zamandır görmediği dostuna doğru koştu. Ceylan’a sımsıkı sarıldı, öyle ki, sanki birbirlerini hiç bırakmak istemiyorlardı. Elif’in boynuna doladığı kollarının sıcaklığı, Ceylan’a hem geçmişin hem de bugünün dostluğunu hatırlattı. İkisi de bu anın kıymetini biliyor, bu sarılmayla aralarındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hissediyorlardı. Elif, dil işaretiyle bir şeyler söyledi ve Emre anında harekete geçip söylediklerini aynı hızda çevirdi. İkisinin bu senkronize hareketi, sanki aralarında bir oyunmuş gibi rahatça devam ediyordu. Emre, "Alanya'daki günlerimiz gibi," diye çevirdiğinde, Elif'in gözlerinde o eski günlerin sıcaklığı parladı. Ceylan, bu anıya bir kahkahayla karşılık verdi. "İkimiz Alanya'yı başka hatırlıyoruz," dedi, yüzünde içten bir gülümsemeyle. Elif’le paylaştıkları geçmişin tatlı bir nostaljisi, o anda salona yayıldı. Aralarındaki dostluk, zaman ve mesafelere rağmen hala canlıydı; hatıraları ise her biri için farklı bir anlam taşıyordu. Tüm zorluklara rağmen bir arada olmak, birbirinin gözlerinde kendi yansımasını bulabilmek, işte aile böyle bir şeydir; göz bebeğin, canındır. Geçmişi ve geleceği paylaşmak, hüznünü, sevincini ortak yaşamak ve zorluklara beraber göğüs germek için bir araya gelir aile. Eksik bir parça olsa da, yine de masada birleştiler. Ceylan, masanın en başına yerleşti; hemen yanında Pamir oturuyordu, Pamir’in yanında ise Uğur. Emre ve Elif yan yana oturmuş, aralarındaki sessiz bir uyumla birbirlerine yaslanmışlardı. Masanın diğer ucunda Engin, sağında ve solunda Eray ve Eylem’le birlikte yerini aldı. Ayşe ve Emir de, kaderin bir cilvesiyle, yan yana oturmak zorunda kalmışlardı. Kubilay’ın yeri boştu. Bu masa, geçmişin yaralarını sarmak, geleceği birlikte inşa etmek için bir araya gelen bir ailenin sessiz bir tanığı gibiydi. Her biri, içindeki farklı hislerle oturmuş olsa da, hepsi aynı amaç için oradaydı: Birlikte olmak, birbirlerine güç vermek ve aile olmanın ne demek olduğunu bir kez daha hatırlamak.
Ceylan, ağzındaki lokmayı yutarak Emre'ye döndü. "Emre, burada ne kadar kalacaksınız?" diye sordu, ardından gözlerini Elif’e çevirip içtenlikle ekledi, "Arkadaşımı çok özledim." Elif'e anlamlı bir bakış attı. "Bir süre kalsanız olur mu?"
Elif ve Emre kısa bir an için birbirlerine baktılar, sanki konuşmadan anlaşmış gibi. Ardından Emre, sakin bir şekilde, "Tamamen döndük," dedi.
Ceylan, duyduklarından büyük bir sevinçle gülümsedi. "Beni çok mutlu ettiniz," diye karşılık verdi. İçinde, eski dostların yeniden bir arada olacağı fikri, sıcak bir huzur bıraktı.Emir, sesi soluk ve yorgun çıkıyordu, sanki içinde bir ağırlık taşıyormuş gibi. "Ceylan, bir yer bulana kadar senin evinde kalsam sorun olur mu?" dedi, ardından ekledi, "Hem ikizlerle vakit geçirmek bana iyi geliyor."
Ceylan, Emir’in bu halini fark etti ve ona doğru dönerek kararlı bir şekilde konuştu. "Bir daha 'senin evin' diye bir kelime duymayacağım. Bizim evimiz ve her zaman kalabileceğin bir yer," dedi. Sözlerindeki sıcaklık ve kesinlik, Emir’in içinde bir titremeye yol açtı, bir yandan minnet, bir yandan da derin bir dostluk hissiyle doldu.
Tam o anda, Ayşe, Emir’in ne kadar duygusal bir an yaşadığını fark etmiş gibi, durumu yumuşatmak için araya girdi. Ayağa kalktı ve ellerini havada yavaşça çırptı. "Çocuklar, kim dondurma yemek ister?" diye sordu, sesi neşeli ve hafifti.
İkizler heyecanla yerlerinden fırladılar. "Ben..." diye bağırdı biri, hemen ardından diğeri de aynı coşkuyla, "Ben..." dedi. Uğur ise sakince yerinden kalktı ve Ayşe’yi sessizce takip etti.
Emir, sesinde derin bir hüzünle konuştu, "Ceylan, ben o adamın oğluyum. Beni istemezseniz anlarım." Sözleri masadaki herkesin yüreğine dokundu, yüzlerdeki ifadeler sertleşti. Engin, derin bir nefes alarak konuştu, sesinde kararlılık vardı. "Emir, ben o adamın kızına da aşık oldum. Yine olsa, yine olurum. Sen benim en yakın arkadaşımsın. Araya ne kadar zaman, ne kadar mesafe girerse girsin, hep öyle kalacak."Emir’in yüzünde derin bir sessizlik hâkim oldu. Sözlerin ağırlığıyla bir an duraksadı. Tam bu sırada Ceylan sözü aldı, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Emir, biz aileyiz. Aile olmak mükemmel olmakla ilgili değildir. Ama dersen ki, 'Ben aileden değilim,' o zaman sesimi çıkarmam."Emre, yıllar önce Alanya’da yapılan bir konuşmayı hatırladı. O anın anısı, yüzünde ince bir sızı bıraktı. Emir, başını olumsuzca sallayarak cevap verdi, "Asla, ben..." Kelimeleri toparlamaya çalışıyor, ama duyguları kelimelerden daha ağır basıyordu.
Ceylan, bu mücadeleyi Emir’in gözlerinde gördü ve araya girerek son noktayı koydu. "O zaman konu kapanmıştır, Emir." dedi, sesi huzur vericiydi.