Yeni Üyelik
98.
Bölüm

46. Bölüm

@hamish

Kötü insanların her zaman şanslı olması gerekir. İyi adamların sadece bir kere şanslı olması yeterlidir.

.

.

.

Kötü insanların her zaman şanslı olması gerekir. İyi adamların ise sadece bir kez şanslı olmaları yeterlidir. Peki bu şans ne kadar sürecek? Orası muamma. Hayatın içinde birçok yüzle karşılaşacaksın, ama önemli olan, o kalabalığın içinde kendin için olanı bulmak. Eğer iki insan bir araya gelmek için yaratılmışsa, ne olursa olsun bu gerçekleşir. Ve kalbin, onun kalbiyle buluştuğunda, gerçek aşkın neler yapabileceğini anlarsın.Pamir, zihninde bu düşüncelerle dolup taşarken, arabasını hızla Ceylan’ın evinin önüne park etti. Seçimde karşılaştığı o kadın hâlâ aklındaydı. İçinde anlam veremediği bir his vardı, onu rahatsız eden bir şeyler. Masa seçiminden beri bir hafta geçmiş, Portekiz'den döneli ise on gün olmuştu. O seçimden sonra kimse pek konuşmamış, herkes sessizliğe gömülmüştü. Adımlarını dikkatle atıyor, polis teşkilatının gözü üzerlerindeyken en ufak bir hata yapmamaya çalışıyorlardı. Pamir, Ceylan'ın evinin bahçesine doğru yürürken, içinde her seferinde Ceylan’a yaklaşırken hissettiği o tanıdık huzursuzluk tekrar belirdi. Kapının önünde durdu ve derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı tıklattı. Kapı açıldığında yüzü soldu; karşısında Kubilay duruyordu. Kubilay, istemeye istemeye Pamir’i içeri buyur etti. İkisi de aynı şekilde gönülsüzce yan yana yürüyerek salona geçtiler. Salona girdiklerinde ortamın gerginliği hemen hissediliyordu. Emre, tekli koltukta oturmuş, Elif'i kucağına almıştı. Çiftli koltukta ise Emir ve Ayşe, adeta birbirlerini yiyecekmiş gibi karşı karşıya duruyorlardı. Engin, Ceylan’ın yanında ayakta bekliyordu. Pamir de odaya girdiğinde herkes tamamlanmış oldu. Odada sessizlik hâkimdi, ama bu sessizlik, yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi. Herkesin aklında, bu buluşmanın neler getireceği sorusu vardı, ama kimse dile getirmeye cesaret edemiyordu.
Ceylan, elini başına götürüp parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Başının içinde yankılanan düşünceler sanki kafasının çatlayacakmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Yaklaşık bir haftadır doğru düzgün uyuyamamıştı; gözlerinin altındaki morluklar, yüzündeki yorgun ifade, ruhundaki fırtınayı ele veriyordu. Seçim günü yaşananlar, zaten karmakarışık olan her şeyi daha da çıkmaza sokmuştu. Ancak ne olursa olsun, bu aileyi yıkmalarına izin vermeyecekti. Bunun için gerekirse her şeyini feda etmeye hazırdı. O sırada Kubilay, boğazını temizleyerek dikkatleri üzerine topladı. Sert bakışları, odadaki gerginliği daha da yoğunlaştırıyordu. "Ceylan, Baş şefi neden masaya dahil ettin?" diye sordu, sesi ne kadar sakin kalmaya çalışsa da alttan alta bir öfkeyi barındırıyordu. Ceylan, gözlerini ona çevirdi ve derin bir nefes aldı. "Masayla ilgileneceğim," dedi, sesi kararlılıkla doluydu. "Ancak ortada başka bir sorunumuz var. Polis... Başkomiser Azad, bizi misafir etmek istiyor." Sözleri ağzından çıkarken, odaya bir ağırlık çöktü. "Pamir, bugün sen onunla ilgilen. Gerekmedikçe bizim polise dahil olmamızı engelle." Pamir, hafif bir baş selamıyla onayladı. "Onu hallettim bil de," dedi, sesindeki rahatlama dikkat çekiyordu. Ancak hemen ardından kaşlarını çatarak ekledi, "Cidden Baş şef ne alaka? Adam Portekiz'den neden geldi?"

Ceylan, nefesini hızla dışarı vererek içindeki gerilimi biraz olsun hafifletmeye çalıştı. "Bilmiyorum," diye itiraf etti. Gözleri boşluğa bakarken düşünceleri Baş şefe yöneldi. "Beni başkan yapmasının bir sebebi var. Bugün onunla buluşacağım ve o sebebi öğrenmeye çalışacağım."

Ceylan’ın sesi, odadaki sessizliği delip geçen bir yankı gibi duyuldu. Herkesin kafasında soru işaretleri dolanırken, Ceylan’ın yüzündeki kararlılık, bu buluşmanın sadece bir merak değil, aynı zamanda bir hesaplaşma olacağını hissettiriyordu. Kubilay, içindeki öfkeyi daha fazla bastıramayarak istemsizce sesini yükseltti. Sesi odanın dört bir yanında yankılanırken, odadaki herkes bir anda irkildi, dikkatler bir anda onun üzerine toplandı.

"Ne demek buluşma?" diye patladı, sesi hiddetle doluydu.

Ceylan, derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. Yorgunluktan bitkin düşmüş olsa da, Kubilay’ın bu tepkisi onu hiç şaşırtmamıştı. Yıllardır süregelen bu kontrol çabası artık sabrını tüketmişti. Soğukkanlı bir şekilde ona döndü ve gözlerinin içine bakarak, sakin ama bir o kadar da meydan okuyan bir tonla konuştu.

"Uzun zamandır sana hesap vermiyorum, Kubilay," dedi. Sözleri, bir meydan okumadan çok, bir gerçeğin hatırlatılması gibiydi. Artık kimsenin ona ne yapması gerektiğini söylemesine izin vermeyecekti, en azından Kubilay’ın değil.Ayşe, odanın gerginliğini iliklerine kadar hissediyor, bu baskıdan kaçmak istercesine hızla ayağa kalktı. "Ben çocukların yanına çıkıyorum," dedi, sesi hafifçe titriyordu. Odanın havası o kadar ağırdı ki, nefes almak bile zorlaşıyordu.

Emir, Ayşe'nin arkasından hemen harekete geçti. "Ben de sana yardım edeyim," diye ekledi, onunla birlikte ortamdan uzaklaşmak için bahane arıyordu. İkisi de hızlı adımlarla odadan çıkarken, salonda kalanlar arasında gerilim daha da artıyordu.

Elif, Emre'nin kucağından usulca kalkarken, Emre bir anda Kubilay’ın yanına doğru neredeyse ışık hızıyla hareket etti. O kadar hızlıydı ki, adeta oraya ışınlanmış gibiydi. Kubilay’a bakışı, duruma müdahale etmeye kararlı olduğunu gösteriyordu.

Pamir ise yerinde duramıyor, gözlerinden adeta öfke fırlıyordu. Ceylan'a dönüp sesini yükseltti, kelimeleri neredeyse fısıltıdan çok bir emir gibiydi. "Ceylan, bak, Ceylan diyorum!" Sesi kararlılık ve endişe doluydu. "O adamın ne kadar tehlikeli olduğundan haberin var mı? Masaya oturtmakla zaten dünyanın en büyük hatasını yaptın. İkinci defa inine girmek, yapma, sakın!"

Sözleri odada yankılanırken, herkes Pamir’in ne kadar ciddi olduğunu anlamıştı. Ama Ceylan’ın kararlılığı da yüzünden okunuyordu; ne yapacağına sadece kendisi karar verecekti. Ceylan, öfkesini dizginlemek için derin bir nefes aldı, ama sesinin titremesini engelleyemiyordu. Bağırmamak için kendini zor tutuyordu. "Pamir, bugün karakola gidiyorsun," dedi, sesi keskin ve netti. "Komiser Azad ile görüşeceksin. Ve ben de Baş şef ile yalnız görüşmeye gidiyorum. Bu bir rica değil." Son cümlesi kararlılıkla doluydu, adeta bir emir gibi odada yankılandı. Kubilay, Ceylan’ın sözlerinin ardından hızla mutfağa yöneldi, öfkesini kontrol etmek için kendine bir anlık kaçış alanı yaratıyordu. Elif ise Ceylan'ın omzuna hafifçe vurdu, bu küçük dokunuşla ona destek vermek istiyordu. Gözlerinde, Ceylan’a olan güvenini yansıtan bir bakış vardı. Pamir, Ceylan’ın direktiflerini duyduktan sonra öfkeden adeta küplere bindi. Ama itiraz etmeyeceğini gösteren bir kararlılıkla kapıya yöneldi. Kapıya vurdu, öfkesini biraz olsun hafifletmeye çalışarak. Ardından hızlı adımlarla evi terk etti, Ceylan’ın dediklerini yapmak için yola koyulurken, sinirleri hala gergindi. Pamir, kafasındaki düşüncelerle boğuşurken, Ceylan’ın ne planladığını bilmemek onu adeta çıldırtıyordu. Bu belirsizlik sinirlerini yıpratmıştı. Arabasına binerken dişlerini sıktı ve kendi kendine, "Şu lanet herifle bir görüşelim bakalım," diye mırıldandı. Direksiyonu sıkıca kavradı, ayağını gaza bastı ve hızla karakola doğru yola çıktı.Karakola vardığında, arabasından inmeden önce silahını saklamaya karar verdi. Silahı, arabada güvenli bir yere koyduktan sonra, derin bir nefes alarak dışarı çıktı. Karakolun girişindeki polisler, Pamir’i hemen tanıdı. O ise sanki sıradan bir caddede yürüyormuş gibi, kendinden emin adımlarla karakola girdi. Girişteki polise yaklaştı, üzeri dikkatlice arandıktan sonra gözlüklerini çıkardı.

"Azad başkomiser ile görüşecektim," dedi, sesi kararlı ve soğukkanlıydı.

Polis memuru eliyle bir odayı işaret etti. "O da sizi odasında bekliyor."

Pamir’in tek kaşı kalktı, bu beklenmedik bir durumdu. Kapıyı tıklatma gereği duymadan odaya doğrudan girdi. Kapı açıldığında karşılaştığı manzara karşısında kısa bir an durakladı, ağzı hafifçe aralandı. Gözlerine inanmakta zorlandı; karşısındaki kişi onun beklediğinden çok daha farklı biriydi. Bu kadarına da hazırlıklı değildi.

Pamir, karşısında duran iki masaya dikkatlice baktı. Bir masada camdan atlayan kadın oturuyordu, diğerinde ise Azad olduğunu tahmin ettiği bir polis memuru. Gözleri, bir kadına ve sonra tekrar polise kaydı, kafasında bir sürü soru dönüp duruyordu. Polis memuru ayağa kalktı ve alaycı olduğunu düşündüğü bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Dosyanı okudum, şeyim kadar uzundu," dedi, sesi küçümseyiciydi.

Pamir, sakinliğini koruyarak, sanki bu sözler ona hiç etki etmiyormuş gibi davrandı. "Çabuk okudun o zaman," diye karşılık verdi, yüzünde hafif bir alayla.

Polis memuru, yüzü öfkeyle mosmor olmuş halde odanın ortasında duruyordu. Kadın ise bu duruma daha fazla dayanamayarak araya girdi. "Sen çıkabilirsin," dedi, sesi otoriterdi.

Polis memuru hemen cevap verdi, "Peki, Azad komiserim," diyerek odadan çıktı.

Pamir’in kaşı daha da kalktı, şaşkınlığını gizleyemedi. Demek ki, Azad komiser bir o kadındı. Bu beklenmedik durum, onun yüzünde istemsizce bir gülümseme oluşturdu. Azad Komiser, odanın ortasında durup Pamir’e bakarken, yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Kesinlikle duyduğum en kötü iş adamısın(!)" dedi, ses tonunda iş adamından kastının kirli işler olduğunu ima eden bir alay vardı. Onun samimiyetsiz gülümsemesi odanın her köşesine yayılıyordu; yürüyüşü, bakışları, konuşma tarzı... Her şey sanki bu soğuk alaycılığı pekiştiriyordu. Siyah klasik elbisesi, ince belini sıkıca saran kemeriyle birleşmiş, kıyafetleri onu sadece süslemiyor, aksine sert ve kadınsı bir hava veriyordu. Gözlerinde, bir yandan çekici ama bir o kadar da tehlikeli bir ışık vardı. Odayı dolduran hafif parfüm kokusu insanın başını döndürebilecek kadar yoğundu.Pamir, Komiser’in bu soğuk ve kontrollü duruşu karşısında hafifçe başını salladı. Gülümseyerek, "Ama adımı duydunuz, değil mi komiser?" dedi, sesine hafif bir meydan okuma katarak.

Komiser Azad’ın gülümsemesi bir an için dondu, gözleri Pamir’in üzerinde sabitlendi. Bu adamın kendine olan güveni onu hem sinirlendiriyor hem de daha fazla merak uyandırıyordu. Karşısında sıradan bir adam olmadığını biliyordu; bu, onunla başa çıkması gereken bir başka sorun olacaktı.
Azad Komiser, aralarında az önce geçen konuşmayı sanki hiç yaşanmamış gibi bir kenara bıraktı ve profesyonel bir tavırla sorusunu yöneltti. "Peki, sorularımı her zamanki iğnelemeleriniz olmadan cevaplar mısınız?" dedi, gözlerini Pamir’den ayırmadan. Pamir rahat bir şekilde koltuğa yaslandı, yüzünde umursamaz bir ifade vardı. "Sorularınızı camdan atlamadan sorarsanız, neden olmasın?" diye karşılık verdi, ilk karşılaşmalarına yaptığı bu gönderme ile ince bir alay sergiledi. Masadan bir kalem aldı, sanki karakolda değil de sıradan bir iş toplantısındaymış gibi davranıyordu. Azad Komiser, Pamir’in bu rahat tavrına kayıtsız kalmadı. "Buraya geleceğinizi tahmin etmemiştim. Yine avukatlarınızla uğraşacağımı düşünmüştüm," dedi, sesinde hafif bir şaşkınlık vardı ama aynı zamanda bu şaşkınlığı gizlemeye çalışıyordu.

Pamir, elindeki kalemi bırakmadan, gözlerini kadının yüzüne odakladı. "Bu bir soru değil," dedi, yüzündeki hafif gülümseme silinmeden.Kadın, Pamir’in bu meydan okumasına karşılık göz temasını kesmedi. Bu karşılıklı sessiz mücadelede, ikisi de güç dengesini elinde tutmak istiyordu. Azad Komiser, Pamir’in kendisini hafife almasına izin vermeyecekti, bu yüzden kararlılıkla gözlerini ondan ayırmadı. Azad Komiser, Pamir’in meydan okumasına karşılık göz temasını kesmeden yanıtladı. "Çoğu sorgunda adın nereden geldiğin sorulurdu. Bu benim tarzım değil. Aksine, sizin hakkınızdaki her şeyi biliyorum."

Pamir bu yanıt karşısında kahkaha attı. "Biliyor olsaydınız, şu anda odanızda değil, ellerim kelepçeli bir sorgu odasında olurduk," dedi, alaycı bir tavırla.Azad, Pamir’in bu rahat tavrını karşılamaya kararlıydı. Yavaşça ayağa kalktı, masasını geçerek Pamir’in karşısına oturdu. Ellerini birbirine kenetleyerek, sakin ama kararlı bir şekilde konuşmaya başladı. Gözleri, Pamir’in gözlerinin içine derinlemesine bakıyordu. Bu, bir güç mücadelesiydi ve her iki taraf da kimin üstün geleceğini belirlemek için hazırdı.Azad Komiser, Pamir’in "Ona da zaman gelecek" sözleri üzerine, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Ancak bu gülümseme, içindeki sabırsızlığı gizlemekte yetersiz kalıyordu. Pamir, kalemi masaya eski yerine bırakırken, doğrudan sordu: "Neden buradayım, komiser?" Kadın, artık sabrının sınırlarına yaklaştığını fark ederek açıklama yapma gereği hissetti. "İnkar ve onay faslını geçiyorum," dedi, sesinde belirgin bir kararlılık vardı. "Ben neden çatıştınız diyeceğim, siz de ne çatışması gibi şeyler söyleyip beni salak yerine koyacaksınız. Bu hiç gerek yok."Azad’ın gözleri, Pamir’in bu doğrudan ve meydan okur tavrını dikkatle izliyordu. Durumun ciddiyetini ve ne kadar ciddi bir açıklama gerektiğini biliyordu. Pamir’in bu kadar açık ve net bir şekilde sorunun cevabını istemesi, işlerin daha da karmaşık hale gelmesine neden olacaktı. Azad, Pamir’in bu tavrına karşılık vermeye hazır bir şekilde, derin bir nefes aldı ve sessizliğini bozmadı. Azad Komiser, başındaki hafif ağrıyı hissettiğinde yüzünü buruşturdu, derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. "Biz o gün Tülin Çağlar'ı tutuklamak için oradaydık. O adamlar da Tülin Çağlar'ın adamlarıydı. Ben gizli görevdeydim. İki yıl boyunca Tülin'in yanında çalıştım. Tam tüm delilleri buldum, siz işi batırdınız. Şimdi soruyorum: Tülin Çağlar nerede?" Pamir, ağzını açacakken Azad’ın sözleri onu kesmeye başladı. "Sakın bilmiyorum diye bir şey deme, Pamir Santos. Masayı biliyorum, neler döndüğünü de. Size izin vermemizin bir nedeni olduğunu unutuyorsunuz. Eğer ki o kirli işlerden bir askerimiz ya da bir vatandaşımız zarar gördüyse, ki gördü. Tülin Çağlar teröristlere silah sattı."Bu açıklama, odadaki havayı bir anda değiştirdi. Pamir’in gözleri genişledi, karşısındaki kadın komiserin söylediklerine büyük bir dikkatle odaklandı. Azad’ın söyledikleri, olayın karmaşıklığını ve tehlikesini daha da gözler önüne seriyordu.Pamir, hafifçe gülümseyerek Azad Komiser’e bakarken, gözlerinde bir miktar hayranlık vardı. Zeki kadınları her zaman takdir ettiğini belli ediyordu.
"Şu an nerede olduğunu bilmiyorum ama bu, öğrenmeyeceğim anlamına gelmez, komiser," dedi. "Benden haber bekleyin."

Loading...
0%