@hamish
|
Sevgi yetmiyor bazen, doğru zaman gerekli . . . Ceylan kapıyı açtı. Salona girmeye gerek duymadan hızla oğlunun odasına yöneldi, adımlarında kararlılık vardı. Merdivenleri tırmanırken zihninde yankılanan düşünceler bir an için yüzüne sert bir ifade yerleştirdi. Odasının kapısına geldiğinde Kubilay’ı orada bulmayı beklemiyordu, bu yüzden içeri girdiğinde birkaç saniyelik bir şaşkınlık yaşadı. O anın şaşkınlığıyla duraksayan Ceylan, Kubilay'ın hareketini fark etmedi. Kubilay, oğlunu uyandırmamaya dikkat ederek sessizce ayağa kalktı. Ceylan’a yaklaşıp kolundan tutarak onu hafifçe çekiştirdi. “Gel,” dedi fısıldayarak, aceleci ama dikkatli bir şekilde. Ceylan, dirense de Kubilay’ın kararlılığı karşısında hareket etmek zorunda kaldı. Adam, birkaç kapı ilerideki bir odaya doğru yöneldi, Ceylan’ı da peşinden sürüklüyordu. Nihayet odaya girdiklerinde Kubilay kapıyı hızla kapattı. Ceylan, anlık şoku üzerinden atar atmaz yüzünü buruşturdu. İçindeki öfke ve rahatsızlık bir an bile kaybolmamıştı. Sert bir hareketle kolunu Kubilay’ın elinden kurtardı, gözlerinde ateşli bir öfke vardı. "Ne yaptığını sanıyorsun, Kubilay?" diye sordu, sesi alaycı bir tınıyla yükseldi. Kubilay’ın yüzündeki damarlar gerildi, dudakları sıkıca kapalıydı. Gözlerinde biriken hiddet, kelimelerinin önüne geçmiş gibiydi. “Sana söylemek istediğim şeyler var benim,” dedi, sesi titrek bir şekilde yankılandı odada. Ceylan, küçümseyen bir kahkaha attı, ama kahkahasında yılların acısı ve kırgınlığı vardı. “Senin bana bir şeyler söylemen için benim ölmem gerekiyordu, Kubilay,” dedi, gözlerinin derinliklerinde sakladığı bir hüzünle. Kubilay derin bir nefes aldı, boğazına düğümlenen kelimeleri güçlükle yutmaya çalışıyordu. "Evet Ceylan, evet… Ben yaptım tüm yanlışları," diye itiraf etti, sesi bir an için çatladı. "Nedenlerini açıkladım. Her şeyi gördün." Ceylan'ın gözleri, Kubilay’ın gözlerine kilitlenmişti. Gözleri dolmuştu, o an söyleyemediği tüm kelimeler orada, bakışlarında saklıydı. Yılların biriktirdiği kırgınlık, hayal kırıklığı, ve içten içe yankılanan hüzün, sessiz bir haykırış olarak adamın üzerine çöktü. Kubilay, titreyen sesiyle devam etti. O güçlü olmaya çalışıyordu, ama her kelimesi, kalbinin en kırılgan yerinden çıkıyordu. O bir erkekti; hatalarla dolu geçmişinde delliğini mükemmelleştiren bu kadını kaybetmek istemiyordu. Onunla olmak için içindeki tüm gurur ve inatla savaşıyordu. "Çok mu kırdım seni?" diye sordu, sözleri boşlukta yankılanarak ağırlaştı. Belki de cevabı bilmek istemediği bir soruydu bu. Ceylan, başını hafifçe sağa eğdi, gözlerindeki ağırlık ve yorgunluk bir an için daha da derinleşti. Birkaç saniye sessizce durdu, düşünceleri içinde kaybolmuş gibiydi. Sonunda, hafifçe iç çekti. "Şimdi değil Kubilay…" diye fısıldadı. Sesi alçaktı, ama içinde derin bir kararlılık ve duvar gibi yükselen bir mesafe vardı. O an, ikisi de fark etti ki konuşulacak çok şey vardı ama doğru zaman bu değildi. Ceylan'ın sözcüklerinin ardındaki mesaj açıktı: Bu yaralar öyle kolay kapanmayacaktı. Ceylan, Kubilay’ı sert bir hareketle iterek kapıyı açtı. Pamir’le göz göze gelmeden adımlarını hızlandırdı, bakışlarında sormaya yeltenme bile dercesine bir kararlılık vardı. “Senhora...” diye seslendi Pamir, merakını gizleyemeden, ama Ceylan'ın sesi ona cevap vermez, sadece net bir emir gibiydi: “Hadiyin, konuşmam gereken şeyler var.” Ceylan, hızla merdivenlerden inmeye başladığında iki adam — Kubilay ve Pamir — bir an bile gözlerini birbirlerinden ayırmadan, sanki her an kavga etmeye hazırmış gibi kadının arkasından peşine takıldılar. İkisinin arasındaki elektrik, odadaki havayı keskinleştirmişti. Salona indiklerinde, uykulu bir şekilde koltuğa yaslanmış olan Emir ve yanındaki Ayşe, gelen üçlüyü dikkatle süzüyordu. Gerginliğin herkes tarafından hissedildiği bir ortamda, sessizlik bir süre hüküm sürdü. Çok geçmeden, Elif ve Emre, kol kola salona girdiler. İçerideki havanın ağırlığı, ikisinin yüzlerinde birer gölge gibi belirdi. Tam bu sırada, Engin neşeli adımlarla salona hoplaya hoplaya girdi, ancak enerjik hali bile ortamın gerginliğini yumuşatmaya yetmiyordu. Gözlerini tek tek insanların üzerinde gezdirdikten sonra Emre, doğrudan Pamir’e dönerek, merakla sordu: “Pamir, Azad Komiser işi neymiş? Benlik bir durum var mı?” Salondaki herkesin bakışları bir anda Pamir’e çevrildi, sessizlik çöktü. Pamir, tüm gözlerin üzerinde olduğunu hissedip bir an için durakladı, sonra sakin bir tavırla konuştu: “Tülin’i istiyor... Bize dokunmaması için tehdit ediyor.” Bu sözler odada yankılanırken, Ceylan ellerini birbirine bağladı. Yüzünde soğuk bir kararlılık belirdi, ve gözlerini Pamir’e dikerek sessizliği bozdu. “Bendeki belgeleri sana veririm, Pamir. Tülin işi sende. Azad’la ne yapıyorsan yap ama bizi bu işten uzak tut.” Pamir’in yüzüne sinsice bir gülümseme yayıldı. Kafasını onaylarcasına salladı, bir anlık sessizlik içinde içindeki eski oyun oynama arzusunun yeniden canlandığını fark etti. Uzun zamandır bastırdığı bu his, şimdi yeniden gün yüzüne çıkıyordu. Ceylan boğazını temizlemek için hafifçe öksürdü, tüm dikkati bir anda üzerinde topladı. Odadaki herkes merakla ona döndü, gerginlik yerini dikkatli bir bekleyişe bıraktı. Ceylan derin bir nefes aldı, söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalışırken gözleri bir an boşluğa daldı. Sonra sessizliği bozan kelimeler titrek ama net bir şekilde döküldü: “Asıl meseleye gelirsek...” dedi, sesi biraz kısıktı ama odada yankılandı. “Bunu nasıl söylerim bilmiyorum, ama artık daha fazla saklayamam. Baş şef... yani gerçek adıyla Rixton...” Kısa bir duraksama oldu. Ceylan, yüzlerindeki şaşkınlığı ve merakı hissediyordu. Sonunda, cümlesini tamamladı: “Rixton, benim öz kardeşim.” Salonda derin bir sessizlik yayıldı. Herkesin gözleri şaşkınlıkla büyüdü, kimse ne diyeceğini bilemedi. Pamir, Kubilay, Emre, Ayşe… Hepsi farklı duygularla donakalmıştı. Ceylan’ın söylediği bu gerçek, birçok şeyi alt üst edecek gibiydi. Kubilay’ın yüzü sertleşti, gözleri Ceylan’a dikildi. "Buna inandın mı?" diye sordu, sesi sakin görünse de içinde fırtınalar kopuyordu. Ceylan derin bir nefes daha aldı, artık gizleyemeyeceği bir sırrı ortaya dökmenin ağırlığını hissediyordu. "Zamanı geldi," diye yanıtladı, bakışlarını kaçırmadan. "Saklayacak bir şey kalmadı. Bundan sonra ne yapacağımızı hep birlikte karar vermeliyiz." Ceylan derin bir nefes alarak devam etti, sesi hala sakin ama içinde derin bir gerginlik vardı. "Ben de inanamadım," dedi, gözleri bir an boşluğa daldı. "Ama kanıtları var. Her şey önümde. Emre, bu işi teyit ettir lütfen." Salondaki atmosfer bir anda ağırlaştı. Herkes birbirine baktı; bu bilgi, dengeleri tamamen değiştirebilirdi. Engin, şaşkın bir yüz ifadesiyle başını iki yana salladı. “Eğer doğruysa...” diye söze başladı ama cümlesini bitiremedi. Olasılıklar zihninde dönüp duruyordu. Ceylan, odadaki herkesin yüzüne tek tek bakarak, olan biteni anlattı. Gözlerinde yorgun bir ifade vardı, ama kelimeleri netti. “Bir süre önce Rixton bana yaklaşmaya çalışmış zaten. Davranışları, bakışları... Sanki geçmişimizi biliyor gibiydi. İlk başta inanmak istemedim. Yıllar önce bilmediğim kardeşim geri dönmüş olamazdı. Ama sonra... belgeler... DNA test sonuçları... Hepsi gerçekti. Rixton benim kardeşim, adını değiştirip hayatına devam etmiş. Ceylan’ın sesi boğuklaştı. “Bunu saklayamazdım, herkesin bilmesi gerekiyordu. Bu sadece benim meselem değil artık.” Emre kaşlarını çatarak konuştu: “Teyit ettireceğim,” dedi ciddi bir tavırla. “Bundan şüphemiz olmamalı. Eğer bu doğruysa, işler tahmin ettiğimizden daha karışık.” Ayşe, sessizce ilerleyerek herkesin dikkatini üzerine topladı. Gözlerinde derin bir düşünce vardı, sesi sakin ama bir o kadar da ciddiydi. "Ben de bir şey söylemek istiyorum," diye başladı. Herkesin bakışları ona yönelmişti. “Uğur’un temas etme belirtileri var,” dedi, yavaşça sözcüklerini seçerek. “Güvendiği ve istediği kişiye dokunabilir. Bu, onun bilinçaltında sakladığı ya da aradığı güven duygusuyla alakalı olabilir. Henüz tam anlamıyla net değil, ama bu durumu göz ardı edemeyiz.” Odadaki hava bir kez daha değişti. Ceylan ve Kubilay, Ayşe’nin sözlerini sindirmeye çalışırken Pamir de dikkatle onu dinliyordu. Uğur'un yaşadığı bu gelişme, belki de daha önce fark etmedikleri derin bir meseleyi gün yüzüne çıkarıyordu. Ceylan, Uğur'un bu durumunu anlamaya ve kabullenmeye çalışıyordu, içindeki annelik içgüdüsü, her şeyin daha da karmaşıklaşacağını fısıldıyordu. Ayşe'nin sözleri odaya derin bir düşünce bırakmıştı. "Ayşe, emin misin?" diye sordu Ceylan, gözlerindeki kaygı ve merakla. "İstediği kişiye dokunabilecek mi?" Ayşe, bir süre düşündü. Gözlerini hafifçe kısarak kendisine dikkatle bakan Ceylan’a döndü. “İstediği kişi demeyelim de, bilinçaltında yer edinen kişiyi etkileyebilir. İlk önce Pamir ile etkileşimini izlemem gerekiyor,” dedi, sesinde dikkatli bir analiz vardı. "Ancak o zaman tam anlamıyla bir şey söyleyebilirim." Kubilay, sinirle gülümsedi. İçindeki öfkeyi ve hayal kırıklığını bastıramıyordu. Sessizce ayağa kalktı ve odayı terk etti. Ceylan, onun bu ani çıkışına kayıtsız kalamayarak hemen peşinden gitmek üzere hızla ilerledi. Arkasında Ayşe'yi tek başına bıraktı. Kubilay, dışarıda pencereye yönelmiş, derin düşüncelere dalmıştı. Ceylan, ona yaklaştığında adımlarını yavaşlattı. İçinden, ona sarılmak ve başını sırtına yaslamak geçti, ama bir anlık tereddütle geri çekildi. Cesareti yoktu. Yine de, sesindeki yumuşaklıkla konuştu: “Her şey yoluna giriyor, Kubilay. Senin canını sıkan ne?” Kubilay, yanında beliren Ceylan’a döndü. Yüzündeki ifade karışıktı, öfke ve kırgınlık iç içe geçmişti. “Oğlum,” dedi, sesindeki acı net bir şekilde duyuluyordu. “Benimle değil, Pamir’le iletişime geçmek istiyor. Bu mu her şeyin yoluna girmesi? Yeterince ayrı kaldım oğlumdan.” Ceylan, gözlerinde hafif bir buruklukla ona baktı. Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi. “Bencilsin, Kubilay,” dedi, sesi hafifçe titreyerek. “Oğlunun ilerleme kaydetmesine sevinemeyecek kadar hem de.” Sözleri, Kubilay’ı derin bir sessizliğe gömdü. Ceylan, daha fazla konuşmadan arkasını döndü ve yavaşça ilerlemeye başladı. Kubilay, Pamir’e kısa bir bakış attıktan sonra, hızla hareket ederek Ceylan’ı kollarının arasına çekti. Ceylan, bir anlık şaşkınlıkla kolların arasına düştü, ama uzun zamandır özlemini duyduğu bu his ona huzur vermişti. Bu sarılma, sadece fiziksel değildi; bir güven, bir bağlılık ve oğulları için birliktelik hissiydi. Belki de her şey, bu zorlu süreçte birbirlerine duydukları destekle yoluna girecekti. Pamir, duygularını içine atıyordu. Sevmek, sahip olmak değildi onun için; Ceylan’ın yüzündeki gülümseme kaybolmadığı sürece her şey yolundaydı. Ama adım atmak üzereyken bir an sendeledi, çıkardığı hafif sesle Ceylan’ın dikkatini çekti. Ceylan, Pamir’e dönüp bakarken adamın gözlerindeki kırgınlık, Ceylan’ın içindeki çatışmayı alevlendirdi. Kendi içinde sıkışıp kalmıştı, ne yapacağını bilemiyordu. Ayşe salona girdiğinde, ortamda garip bir elektrik olduğunu sezdi, ama bunu belli etmeden durumu toparlamaya çalıştı. “Pamir, benimle gelir misin? Yukarı çıkarken anlatırım sana,” dedi, sanki durumu hafifletmek istercesine. Pamir, ceketini koltuğa bırakarak Ayşe’yle birlikte yukarı çıkmaya başladı. Konuşmak istemiyor, sadece ilerliyordu. Arkalarından Kubilay ve Ceylan da onları takip etti. Yukarıya çıkınca Ayşe, Pamir’e döndü. “Pamir, Uğur sana dokunmak istiyor. Çok nadir de olsa beyninde yer edinmişsin. Ama senden istediğim, ona dokunmaman. Sadece bekle; o, senin yanına gelecektir.” Pamir, Uğur’u seviyordu ve ona fazlasıyla değer veriyordu. Ayşe’nin söylediklerini dinlerken sadece kafasını salladı ve küçük oğlanın odasına girdi. Uğur, Pamir’i görür görmez heyecanlandı, hızla yanına koştu. Küçük elleriyle Pamir’in parmağından tuttu ve onu yatağının yanındaki büyük oyuncak arabaya götürdü. Pamir, Uğur’un ona dokunduğunu fark ettiğinde, gözleri şokla büyüdü. “Pamiyy, beni it!” dedi Uğur neşeyle. Pamir’in gözleri dolmuştu. Ne zaman bu kadar duygusal olmuştu ki? Küçük oğlanın ona dokunabiliyor olması, tarifsiz bir duygu yarattı içinde. Bir yandan Uğur’u izleyerek arabayı itmeyi sürdürdü. Gözlerinde yaşlarla dolu, ama içinden kahkaha atıyordu. Ceylan, kapıdan onları izliyordu. Uzun zamandır oğlunu bu kadar mutlu görmemişti. O an, kalbinde tarifsiz bir huzur ve mutluluk hissetti. Kubilay, az önceki sinirinin yerini alan mutluluğu fark etti. Küçük oğlu mutluydu, ve bu mutluluğun sebebi Pamir de olsa, buna katlanabilirdi. O an, oğlunun huzurunun her şeyden daha önemli olduğunu kabul etti. Ceylan, bir anda kolunun Kubilay tarafından tutulduğunu fark edince irkildi. Gözlerini Kubilay’a çevirdi, ne var dercesine kaşlarını kaldırdı. “Biraz konuşalım mı?” dedi Kubilay, gözlerinde bir kararlılık vardı. Ceylan, son bir kez oğluna ve Pamir’e bakarak çalışma odasına doğru ilerledi. Arkasından Kubilay da odaya girdi. Kubilay, kadının gözlerine baktı. Onun her zaman içini açan, sıcaklık veren kahverengi gözleri, şimdi de umut doluydu. “Evet, Kubilay?” diye sordu Ceylan, sakin bir tavırla. Kubilay elini boynuna götürdü, kolyesindeki yüzükleri çıkardı ve Ceylan’ın avucunun içine bıraktı. “Ceylan’ım... benimle birlikte bir ömür geçirmeye...?” Ceylan, elindeki yüzüklere baktı, sonra bakışlarını Kubilay’a çevirdi. Sözünü keserek, derin bir nefes aldı. “Beni unutamaz mısın, Kubilay?” Kubilay acı dolu bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Seni nasıl unutabilirim? Biz seninle evlendik.” Ceylan derin bir nefes alarak, “Ama boşandık da, Kubilay.” Kubilay, gözlerinde inatla baktı. “Sen unutabilecek misin, Ceylan?” Ceylan, gözlerini kaçırarak, “Ben sensiz olmayı seçtim, Kubilay,” dedi, sesi hafifçe titreyerek. Kubilay, hayal kırıklığı içinde fısıldadı: “Öyle mi? Peki ya gözlerin neden başka bir şey söylüyor? Gururuma rağmen hala ‘seninim’ diyorlar.” Ceylan derin bir nefes alıp ellerini saçlarına geçirdi. “Neden sürekli bir tercih yapmamı istiyorsunuz? Ben duygularıma hükmedemezken, siz neden bana hükmetmeye çalışıyorsunuz?” Kubilay, derin bir nefes vererek sessiz kaldı. Ceylan ise kararlı bir şekilde ekledi: “Ama...” dedi, kelimelerini özenle seçerek, “... ama bir ‘aması’ yok, Kubilay. Ben Pamir’e değer veriyorum.” Kubilay’ın yüzündeki acı daha da derinleşti. “Peki ya ben...?” Ceylan, elini yavaşça adamın yüzüne götürdü, şefkatle. “Senin için değerli olabilmem için ölmem gerekti, Kubilay. Ne kadar değer versem de, biz diye bir şey olamayacağını biliyorum. Sen sadece oğlumun babasısın.” Ceylan, avucundaki yüzükleri masanın üzerine bırakarak, kararlılıkla oğlunun odasına yöneldi. İçeriye girdiğinde, Uğur ve Pamir’in el ele uyuduğunu gördü. Yatakta yan yana yatan ikilinin üzerini düzeltti. Tam o sırada Pamir, hafifçe irkilerek gözlerini açtı. Daha yeni uzanmıştı, sadece Uğur’u uyutmak istemişti. Ceylan, yumuşak bir sesle fısıldadı, “Uyu, anlaşılan yorgunsun. Hadi, dinlen.” Pamir, bu sözleri duyunca rahatladı ve gözlerini kapatarak uykuya teslim oldu. |
0% |