Yeni Üyelik
106.
Bölüm

53. Bölüm

@hamish

Bir başka hatanın dalgınlığı

.

.

 

Kubilay, gözlerini aralamakta zorluk çekiyordu. Verilen iğne, vücudunu derin bir uyuşukluğa batırmıştı. Kasları gevşemiş, sinir uçları adeta uyuşmuştu. Ellerinin demir kafese kelepçelenmiş olduğunu hissetmesi, midesinde aniden bir bulantıya neden oldu. Küf kokusu burnuna ve genzine dolarak, bulunduğu yerin pisliği ve bozukluğunu hissettiriyordu. Küfün yanı sıra ortamın rutubetli havası, Kubilay’ın içinde bulunduğu durumun ne kadar kötü olduğunu vurguluyordu.Gözlerini zorla aralayarak etrafa bakındığında, kendisinin tanıdık olmayan bir yerde olduğunu hemen fark etti. Çevresini takım elbiseli, sessiz ve kararlı adamlar sarmıştı; fakat Rixton ve Tülin’in izine rastlayamadı. Çevredeki adamların yüzleri soğuk ve ifadesizdi, bu da Kubilay’a yalnız ve çaresiz hissettiriyordu. Birden, vücuduna verilen elektrik şoku tüm düşüncelerini kesip attı. Elektrik akımı, bedeninde keskin bir acı yaratarak hızla yayıldı. Kasları, elektrik akımının etkisiyle sarsılıyor, tüm vücudu titriyordu. Titreme, sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin bir zihinsel etkiler de yaratıyordu. Her bir kası, elektrik akımının getirdiği sarsıntıyla kıvranıyor, bu acı verici his Kubilay’ın tüm bedenini ve zihnini etkisi altına alıyordu. Elektriğin etkisiyle, Kubilay’ın düşünceleri bulanıklaşırken, zihninde sadece keskin acılar ve karanlık bir boşluk kaldı. Vücudundaki titremeler, her kasının ve sinir uçlarının adeta patladığı hissini veriyordu. Şokun etkisi altında, çaresizliğini ve zayıflığını hissetmekten başka bir şey yapamıyordu. Bu yoğun acı ve titreme hali, Kubilay’ın kendini tamamen kaybetmiş hissetmesine neden oluyordu; vücudu, adeta elektriğin kölesi olmuştu.

"Yeter." Depoda yankılanan sesle, elektriği veren adam çihazı durdurdu.

"Ertuğrul...," Kubilay’ın dudaklarından fısıldanan isim, o anki kaotik sessizliği yırtarak yankılandı. Yüzünü kapıya doğru çevirirken, gördüğü adam karşısında delirmişçesine kahkahalar atmaya başladı. Hayatın acımasızlığıyla karşılaşmak, Kubilay’ın bu anı daha da şiddetli bir şekilde hissetmesine neden oldu. Ertuğrul’un yüzü, Kubilay’ın tüm bildiği şeyleri altüst eden bir kabusa dönüştü.Ertuğrul, adım adım Kubilay’a yaklaşıyordu. İki elini birbirine vurarak, boş ortamda yankılanan alkışları yaratıyor, bu anın tadını çıkarıyormuş gibi görünüyordu. “Ne diyeyim, beni tanımazsın sanıyordum,” dedi. Sesindeki alaycılık, Kubilay’ın içindeki umudu daha da söndürüyor, acısını derinleştiriyordu. Kubilay, gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes alarak kendini dikleştirmeye çalıştı. “Onca zaman sonra... neden şimdi?” Nefesini verirken, sesinde bir hüzün ve öfke karışımı vardı. Ertuğrul'un kendini göstermesi, zamanın ne kadar acımasız ve beklenmedik olabileceğini bir kez daha kanıtlıyordu.

Ertuğrul, Kubilay’ın gözlerine dik dik bakarak, geçmişin yükünü birer birer açığa çıkarıyordu. “Güzel yere değindin, Çetinkor,” dedi. “Malum, Faruk beni mahvettikten sonra saldıydı. Hayatım tamamen çıkmazdaydı, ne işim vardı, ne bir hayatım. Dipten geldim; yapmadığım bok kalmadı. Hapishanede yatardım kışları...”

Kubilay, Ertuğrul’un söyledikleri üzerine acımasız bir şekilde gülümsedi. Ertuğrul, Kubilay’a yaklaşarak elini havaya kaldırdı ve bir işaret yaptı. Hemen ardından, Kubilay’ın vücudu yeniden elektrik akımına maruz kaldı. Kasları şiddetle titremeye başladı, her biri sanki kontrolsüz bir şekilde çekiliyordu. Elektrik akımı kesildiğinde bile, titremeler bir süre daha devam etti; Kubilay’ın bedeni, acı ve sarsıntının etkisi altında kıvranıyordu. Ertuğrul, Kubilay’ın burnunun dibine gelerek, sesini daha da alaycı bir tonla yükseltti. “Sana teşekkür ederim Arslan ve Kaplan’ı yok ettiğin için,” dedi. “Bir imparatorluk emrimde artık.” Sesindeki gurur vardı.

Ertuğrul, Kubilay'ın burnunun dibine kadar yaklaşıp, sesini alaycı ve acımasız bir şekilde yükseltti. “Asıl kısıma geliyorum, bekle... Faruk'u öldürüp bagajına koydurttuğum güne yani...” Kubilay’ın yüzündeki gülümseme bir anda dondu. Ertuğrul’un söyledikleriyle, Faruk’un öldürülmesi... Tüm umutlarını ve güvenini yıkıp geçti. Faruk’un, Kubilay’ın can dostunun katilinin, hala yaşadığını ve şimdi kendisinin karşısında olduğunu öğrenmek, Kubilay’ın içindeki her şeyi tüketti. Çaresizlik ve öfkenin birleştiği bu an, Kubilay’ı derin bir umutsuzluk içinde bıraktı. Duyguları, iliklerine kadar işleyen bir soğukluk ve acı ile yer değiştirdi. Faruk’un ölümüyle ilgili hissettiği yıkım, her şeyin sona erdiği hissini daha da güçlendiriyordu.

Ertuğrul, Kubilay'ın gözlerinin içine bakarak, alaycı bir şekilde devam etti. “Şimdi beni iyi dinle… Faruk nasıl mı geberdi?” dedi, sesi düşük ve kasvetli bir tonla. “Kubilay diye inleyerek geberdi…”

Bu kelimeler, Kubilay’ın içindeki her şeyin paramparça olmasına neden oldu. Faruk'un son anlarındaki acısı ve çığlıkları, Kubilay’ın yüreğine bıçak gibi saplanıyordu.

***

ғᴀʀᴜᴋ'ᴜɴ öʟᴅüɢü ɢüɴ

Faruk, şehrin birkaç kilometre dışında bulunan bara yaklaşırken içinde bir huzursuzluk vardı. Arabasını bara yakın bir yere park edip, anahtarları vale görevlisine fırlatarak araçtan indi. İçeri adımını attığında, ortamın kokuşmuş havası ve yüksek sesli müzik burnunu sızlattı. İçki ve ter kokusuna alışarak ilerledi ve bankoya doğru yöneldi.

Barmen, Faruk'un yabancı olduğunu fark edip yanına yaklaştı. “Buyrun,” dedi, Faruk’un yüzünü dikkatle inceledi.

Faruk, barmenin dövmeli kollarına bakarak, “Bana buranın sahibi lazım, nasıl ulaşabilirim?” diye sordu.

Barmen, Faruk’u dikkatlice süzerek, yanındaki diğer barmene işaret etti. “Sen şu avukat değil misin?” diye sordu, tanıdık bir ifadesi vardı.

Faruk cebinden bir tomar para çıkararak, barmene uzattı. Konuşmayı pek sevmeyen bir adam olarak, paranın etkili bir çözüm olduğunu biliyordu. Barmen, parayı görünce gülümseyerek tezgahın üstünden zıpladı ve Faruk’un işini halletmek üzere içeriye doğru ilerledi.

"Buradan sonrasına ben gelemem."

Faruk, barmenin kendisini bir koridora yönlendirdiği an, içindeki rahatsızlık daha da arttı. Koridor dar ve karışıktı; Faruk'un her adımı, içindeki huzursuzluğu pekiştiriyordu. Barmen kapıya yaklaşırken, Faruk silahını kontrol etti, emniyeti açarak hazır hale getirdi. Müzik sesi giderek artıyor, ortamın tehlikeli bir hâl aldığı sinyallerini veriyordu. Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde, odanın karanlığında silüetler belirginleşti. Faruk, sırtını duvara vererek karşısındaki iki adamı hedef aldı ve soğukkanlılıkla ateş etti. Adamların yere yığılmasıyla, Faruk ilerlemeye devam etti. Bir diğer adamın elindeki silahı tekmeyle düşürdü ve kafasına bir kurşun sıkmadan önce, silahını eline aldı. Hızla hareket ederek, önündeki adamın silahını kaptı ve diğer adamı vurarak yere serdi. Yüzleştiği tehlikenin ve çatışmanın ortasında, bir kurşunun omzundan girmesiyle acı içinde kaldı. Kemiğinde hissettiği sızlama, onun için oldukça gerçekti. Faruk, kanlı bir iz bırakmadan geri çekilmek için sürünerek hareket etti ve karşısındaki adamı vurarak, diğer silahını belinden aldı. Şiddetli bir mücadele içinde, karşısına çıkan düşmanları birer birer etkisiz hale getirmeye devam etti. Silahlarının mermileri tükenince, Faruk silahlarını karşıdan gelen, yüzünü seçemediği bir adama doğru fırlattı. Adam, silahları havada kaparak eğildi. Kan kaybı ve ağrı nedeniyle Faruk'un görüşü bulanıklaşırken, kendini toparlamaya çalıştı. Son bir gayretle gözlerini araladığında, odanın karşı köşesinde Ertuğrul'un siluetiyle göz göze geldi. Ertuğrul'un soğukkanlı, alaycı bakışları, Faruk'un içinde bir umut kırıntısını bile yok etmişti. Ertuğrul, Faruk'un kanlar içinde yatan bedeline bakarken içinden derin bir rahatlama hissi geçirdi. "Sonunda," diye geçirdi aklından, sonunda bu anı yaşamanın huzurunu yaşıyordu. Yanına doğru adımlarını yavaşça attı, her bir adımında Faruk'un acılı inlemelerini duydu. Ertuğrul, alaycı bir gülümsemeyle Faruk'un açık yarasına parmağını batırarak derin bir acı hissi uyandırdı. Faruk, inlemelerini keskin bir çığlığa dönüştürdü. "Seni o gün öldürmeliydim... Tek hatamsın," dedi Ertuğrul, Faruk'un önde gelen hatalarını bir kez daha yüzüne vururken.

Ertuğrul'un sesindeki alaycılık, Faruk'un yaşadığı acının yanında keskin bir ironi gibi parlıyordu. Kafasını yana yatırarak, silahını Faruk'un kafasına dayadı. Faruk'un gözlerinde korku ve umutsuzluk arasında gidip gelen bir ifade vardı. Ertuğrul, bu anı uzun zamandır beklediğini düşündü, geçmişin acılarına bir son vermek üzereydi.

"Son hatanım," dediğinde, Faruk'un son anlarını yaşamasına neden olacak hareketi gerçekleştirdi. Silahın sesi, odada yankılandı; bir patlama, ardından kafasının arkasından fışkıran kanlar. Faruk'un bedenindeki yaşam izleri hızla yok olurken, son kelimeleri anlaşılmaz bir şekilde havada asılı kaldı. "Kubilay, seni gebertecek." Faruk'un gözleri, hayatın son ışıkları sönmeden önce, Ertuğrul'un bakışlarıyla birleşti. Faruk kendini sonsuzluğa bıraktı, tüm acıların ve suçların geride kaldığı bir boşluğa gömüldü.

***

Ertuğrul’un alaycı sesi, Kubilay’ın acı dolu sessizliğini daha da derinleştiriyordu. "Şu haline bak Kubilay," dedi Ertuğrul, sözcükleri bir mermi gibi hedefe gönderen bir tınıyla. "Elin kolun bağlı. Yazık, ne kadar da güveniyordu sana. Yanındakileri koruyamıyorsun."

Ertuğrul’un sözleri, Kubilay’ın bedenindeki acıyı derinleştirirken, aynı zamanda ruhsal yaraları da açıyordu. Kubilay’ın vücudu, elektriğin etkisiyle gerilmekteydi; kasları gerilmiş, ağrının etkisiyle sarkıyordu. Her kasılma, her titreme, adeta Ertuğrul’un kelimeleriyle uyumlu bir şekilde acıyı artırıyordu. Kubilay’ın sinir uçları, vücudunda dolaşan acının şiddetiyle sarsılıyordu, her hareketinde daha da gerginleşiyordu.Ertuğrul, Kubilay’ın durumunu izlerken, işkencenin etkisini iyice hissettiriyordu. "Güvenin bu kadar sarsıldığını görmek ne kadar da keyifli," diye devam etti, her sözcüğü Kubilay’ın kalbinde bir bıçak gibi kesiliyordu. Kubilay’ın sesi, derin bir acı ve umutsuzlukla yankılanıyordu. "Beni öldür Ertuğrul!" diye bağırdı, sesi öfke ve çaresizlikle titreyerek duvarlarda yankılandı. Sözleri, bir canavarın çığlığı gibi, hem tehditkar hem de acımasız bir şekilde havada asılı kaldı. Ertuğrul, Kubilay’ın bu çıkışı karşısında bir an duraksadı. Gözlerinde küçük bir gülümseme belirdi; Kubilay’ın bu şekilde kükrüyor olması, onun acımasızlığının ve düşüşünün derinliğini ortaya koyuyordu. Kubilay’ın isyanı, Ertuğrul’un içindeki karanlık tarafı besleyen bir yakıt gibi, onu daha da güçlendiriyordu. Ertuğrul’un gözleri, Kubilay’ın acı dolu ve tehditkar bakışlarına odaklandı. "Öldür ki, hamle sırası bana gelmesin. Ölmek için yalvaracaksın," dedi Kubilay, sesi öylesine güçlü ve belirgindi ki, her kelime sanki bir bıçak gibi keskin ve ölümcül bir tehdit içeriyordu.

Loading...
0%