Yeni Üyelik
108.
Bölüm

55. Bölüm

@hamish

Aile kimsenin giremediği bir kaledir.

.

.

.

Odada ağır bir sessizlik hâkimdi, boğazları yakan ölü bedenin kokusu her geçen saniye daha da yoğunlaşıyor, herkes birbirine bakıyordu. Koltuğa yayılmış Tülin’in cansız bedeni, etrafına yayılan uyuşturucu maddeler ve boş şırıngalar, bir bakışta fazla dozdan öldüğünü düşündürtse de, odadaki herkes bunun bir cinayet olduğunu içten içe biliyordu. Bu, planın bir parçası değildi, hesaplanmamış bir gelişmeydi. Kimse bu manzarayla karşılaşmayı beklememişti. Pamir, Tülin'in solgun yüzüne son bir kez bakmadan edemedi. Bir zamanlar güç ve tehlike dolu olan o kadının şimdi bu hali, Pamir’de derin bir huzursuzluk uyandırmıştı. Kafasındaki düşünceler birbirine karışırken, gruptakiler tek tek evi terk etmeye başladı. Emir, Emre ve Ceylan sessizce çıkarken, Pamir son olarak kapı eşiğinde durdu, Azad’a dönerek fısıldadı:

"Anlaşma bitmiştir. Tülin senin, bilgiler bizim."

Azad, Pamir’in söylediklerini duyduğunda boğazı düğümlendi. Cevap veremedi, sadece sessizce başını sallayarak Pamir’i izledi. Pamir’in ayak sesleri kapıdan uzaklaştıkça odada daha derin bir sessizlik çöktü. Birkaç dakika sonra, evi dolduran beyaz tulumlu ekipler her köşeye toz serpmeye ve delil aramaya başladı. Parmak izlerini yakalamak için dikkatlice çalışıyor, gördükleri her şeyi titizlikle fotoğraflıyorlardı. Azad, odanın ortasında, başında toplanan ekibi izlerken öylece kalakalmıştı. Şimdi müdahale eden biri gibi değil, daha çok olayların kurbanı olan biriydi. Gördüklerinin ağırlığı altında ezilirken, müdürün sert bir hareketle omzuna dokunmasıyla irkildi. Müdürün öfkeli bakışları, Azad’ı yeniden gerçeğe çekmişti. Müdür gözlerini ona dikmiş, neredeyse fısıldar gibi ama sert bir sesle konuştu:

"Toparlan! Ne yapacağını biliyorsun."

Azad, omzundan düşen hayali ağırlığı silkercesine toparlanmaya çalıştı. Kendisini odaya geri çekti, soğuk ve dikkatli bir şekilde durumu gözden geçirdi. Olay artık sadece bir uyuşturucu vakası değildi; derinlerde bir yerlerde başka bir şey dönüyordu, ve bunu çözmesi için Tülin’in ölümünden daha fazlasını bulması gerektiğini biliyordu.Azad, müdürün sesindeki alaycı tonun üzerine düşünmeden edemiyordu.

"Ne kadar izinsiz olsa da aferin komiser, işinin başına dönebilirsin."

Bu kadar kolay mıydı? Bir an askıya alınıyorsun, sonra aniden geri çağrılıyorsun. Bunda kesinlikle bir şey vardı. Müdürün gözleri bir şeyler saklıyormuş gibi parlıyordu. Azad’ın içindeki şüphe büyüdükçe büyüdü, ama burada dikkat çekmek istemiyordu. Kendini zorlayarak herhangi bir tepki vermemeye çalıştı.

Derli toplu eve, ölü bedenin üzerine serilmiş örtüye, kanıt poşetlerine bakmadan hızla dışarı çıktı. Aklı hâlâ müdürün söylediklerinde takılıydı, bir şeylerin ters gittiği açıktı ama şu anda yapabileceği bir şey yoktu. Evin dışında bir an durakladı ve kendi arabasıyla gelmediğini hatırlayınca lanet okudu. Kendi başına gitme şansı yoktu.

Azad, nefesini düzenleyerek tekrar içeri girdi. Azad müdürün olay yerinde olmadığını fark ettiğinde içini bir huzursuzluk kapladı. Dışarıda olmadığından emindi, bu yüzden diğer odanın kapısına yanaştı. İçeriden gelen telefon konuşması sesleri, kapıyı açıp içeri girmesine engel oldu.

"Akşam beşte dediğiniz mekanda olacağım. Merak etmeyin, kimse cinayet olduğunu bilmeyecek, Rixton Bey."

Kadının sesi kararlı ve alçaktı, karşısındaki kişiyi dikkatle dinlediği belliydi. Azad, duyduğu isimle irkildi. "Rixton"... Bu isim neden bu kadar tanıdık geliyordu? Aniden, kafasında bir aydınlanma yaşadı; Tülin ve Kubilay ile bağlantılı her şeyin ardındaki isim buydu. Kapı ardında bir tıkırtı duydu, kadının telefonu kapattığını anladı. Hiçbir şey duymamış gibi yaparak hızla cinayet bölgesine geri döndü. Nefesi hâlâ düzensizdi, ama belli etmemek için kendini zorladı.

Bir an sonra, müdür kapıdan çıktı ve Azad’ı görünce kaşlarını kaldırdı.

"Sen gitmemiş miydin, Azad?" diye sordu, sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Azad, gerginliğini gizleyerek kendini bir gülümsemeye zorluyor.

“Müdürüm, kendi arabamla gelmedim, üstelik cüzdanım da yanımda değil. Beni karakola bırakabilir misiniz?” diye soruyor.

Müdür, sahte olduğu anlaşılmayan bir gülümsemeyle başını sallıyor. Sessizce evden çıkıyorlar ve geniş bir arabaya biniyorlar. Aralarında derin bir sessizlik oluşuyor, ama Azad yolculuğun uzun sürmediği için şükrediyor. Arabadan inerken kibarca teşekkür ederek binaya hızla giriyor. Odasının kapısını açıp müdürün odasına girdiğinden emin olunca, kendi masasına geçiyor ve hemen telefonuna sarılıyor.Hızla bir mesaj yazarak Pamir’e haber veriyor, ardından canlı konum atıyor.

Saatine baktığında dördü geçtiğini fark ediyor. Müdürden önce davranarak otoparka iniyor ve kendi arabasını, müdürünkini görecek ancak dikkat çekmeyecek bir mesafede hazırlıyor. Birkaç dakika sonra müdür arabasına biniyor ve takip başlıyor. Mobese kameralarının olmadığı, daha tenha sokaklara girdiklerinde Azad şüphelerinin doğruluğundan emin oluyor. Pamir’in takip aracı az ileride, ama bu bile onu rahatlatmıyor; aksine, gerilim daha da artıyor. Bunca zaman müdürüne olan güveninin ihanetle karşılık bulması onu derinden sarsıyor. Gerçek sandığı her şeyin yanlış olduğunu fark etmek, ona ağır geliyor.

Müdürün arabasının durmasıyla, Azad kendini hemen gizlemek için kendi aracını iki araba arasına park ediyor. Gözleri müdürün her hareketini takip ediyor, kalbi küt küt atarken sanki gerçekleri öğrenmeye bir adım daha yaklaştığını hissediyor.

Boş sokakta, müdür ve Rixton’dan başka kimsenin olmaması ortamı iyice ürkütücü hale getiriyor. Azad, sessizce arabadan inip dikkat çekmeden yakınlarına yanaşıyor. Etrafı kolaçan ettiğinde Ceylan ve Emre’nin müdüre, Pamir ve Emir’in ise Rixton’un olduğu tarafa yerleştiklerini fark ediyor. Tam her şey kontrol altındaymış gibi görünürken, Engin’in bir tenekeye çarpmasıyla ortalık kaosa dönüşüyor. Sokakta gözükmeyen adamlar bir anda belirmeye başlıyor, fakat Azad kısa sürede onların teker teker öldürüldüğünü görüyor.Engin, Rixton’un adamlarını bir bir yere sererken, müdür ve Rixton iki zıt yöne doğru kaçışmaya başlıyor. Ceylan ve Emre, müdürün peşine düşerken, Pamir ve Azad Rixton’un izini sürüyor.

"Pamir, diğer taraftan git," diye bağırıyor Azad.

Ancak Pamir inatla düz devam ediyor.

"Pamir, girsene araya!" diye hiddetle sesleniyor Azad.

Pamir durup, ters bir şekilde cevap veriyor. "Bana sakın emir verme komiser, ben senin adamın değilim."

Kadın, sinirle sımsıkı bağladığı saçlarını çekiyor. İkisi de bir an durup koşmayı kesiyor.

"Ne emrinden bahsediyorsun, adam kovalıyoruz, önünü kesersen—" diye açıklamaya çalışırken Pamir yine onu bölüyor.

"Yine de bana emir veremezsin."

Kadın, ağzı açık şekilde Pamir’e bakıyor. "Manyak mısın be adam?"

İkisi de bir an gözleriyle savaşırlarken, Emir sırtında baygın Rixton ile yanlarına geliyor. İkiliye bir an bakıp, hiçbir şey söylemeden aralarından geçiyor. Hareketlilik olmayınca arkasını dönüp sert bir ses tonuyla, “Hadiyin, gidelim, vaktimiz yok,” diye sesleniyor.

Bu sefer arkadaki ikili, Azad ve Pamir, aynı anda hareket ediyor. İleride Pamir’in aracına biniyorlar. Pamir direksiyonun başına geçerken Emir, baygın Rixton ile arka tarafa yerleşiyor. Azad ise Pamir’in yanına, ön koltuğa oturuyor. "Pamir, tüm malikhanelere baskın yedik. Şimdi nereye gideceğiz?" diye soruyor Emir, biraz da endişeyle.

Pamir direksiyonu sıkıyor, ardından kafasını direksiyona hafifçe vuruyor. Rixton ellerindeydi, ama adamlarının bir köşede rahat durmayacakları kesindi. Bu iş daha da karmaşık bir hale bürünüyordu."Hiçbir yer güvenli değil," diye mırıldanıyor Pamir, gözleri hala yolda.

Azad hafifçe gülümsüyor. "Çok güvenli bir yer biliyorum."

Pamir kafasını kaldırıp Azad’ın gözlerine bakıyor. "Karakol," diye ekliyor Azad, sanki en mantıklı çözüm buymuş gibi.

Pamir, derin bir nefes alarak arabayı kenara çekiyor. Bir an tereddüt ediyor, ama sonra kararını vermiş gibi Emir’e dönüp talimat veriyor.

"Bizimkilere haber ver Emir. Müdürü yakalayınca benim eve götürsünler. Haberleşiriz... Biz karakola gidiyoruz."

***

Pamir, Azad’ın sözlerini dinlerken bir yandan elindeki kerpeteni yavaşça havaya kaldırıyor. Odaya doğru gözlerini dikmişti, Rixton içeride konuşmamaya kararlıydı. Ancak artık sıra Pamir’deydi ve o, farklı yöntemleriyle duruma el koymaya niyetliydi.

Azad eliyle sorgu odasını işaret ederek hafif bir iç çekişle söylüyor: “İçeride. Ne yaparsam yapayım konuşturamadım.”

Pamir’in yüzünde hafif bir alayla tek kaşı havaya kalkıyor. "Benim farklı yöntemlerim var," diye mırıldanıyor. Elindeki kerpeteni göstererek, "On tırnağını seviyorsa konuşur," diye ekliyor, soğukkanlı bir tavırla.

Azad, bilmişçesine gülümseyerek, "20 demek istedin sanırım," diye yanıt veriyor.

Pamir, kapının kolunu tutarken omzunun üzerinden cevap veriyor: "Kimseyi konuşturmak için ayak kokusu çekecek değilim... Gerçi daha onuncu tırnağa geçiş yapamadık."

Kapıyı açmadan önce duraksıyor, sanki içeride ne olacağını biliyormuş gibi bir güvenle, “Bu sefer konuşacak, emin ol,” diyerek içeriye adım atıyor.
Azad, sorgu odasının dışında, cam ekranın arkasında Pamir'i izlerken içinde bir huzursuzluk kıpırtısı hissediyor. Pamir'in kurnazlığı ve soğukkanlılığı, ona karşı garip duygular uyandırıyor. Adamın her hareketi, tüylerini diken diken ediyordu. Başını sağa sola sallayarak, bu kadar zeki ve soğukkanlı bir adamın tehlikeli olduğunu düşünüyor. Sorgu odasındaki Rixton, dikkatle Pamir’i izlerken soğukkanlı bir yüz ifadesi takınmıştı. Ama gözlerinin derinliklerinde, Pamir’in masaya koyduğu kerpeteni gördüğünde hafif bir korku belirmişti.

Pamir, Rixton’un bakışlarını yakaladı ve alaycı bir ses tonuyla konuştu: “Ne yalan söyleyeyim, daha çok şaşıracaksın.”

Kerpeteni yavaşça eline alıp, Rixton'un kelepçeli elini kavradı ve parmağını kerpetene yerleştirdi. Rixton'un elleri, soğuk metalin etkisiyle hafifçe titremeye başladı, ama korkusunu gizlemeye çalışarak elini çekmedi. Aksine, metali daha da sıkıca kavradı, kararlılığını belli etmek istercesine.

Pamir, Rixton’un yüzüne eğildi, sesi sakin ama tehditkârdı. “Hadi bakalım, gerçekten bu kadar cesur musun? Şimdiye kadar konuşmayan herkes, eninde sonunda konuştu."

Pamir Rixton'un tırnağının birini çekip kopardı. Cebinden sakince bir sigara çıkarıp yaktı. Pamir, sigaranın dumanını yavaşça ciğerlerinden dışarı üflerken masaya bakıyordu. Kanın metalle karışan o yoğun, kesif kokusu odayı doldurmuştu, ancak Pamir’in yüzündeki ifade hiç değişmedi. Kerpeteni kenara bırakmış, elindeki kana bakıyordu; parmaklarına bulaşmış o kırmızı sıvıyı bir süre inceledi, sonra alaycı bir gülümseme belirdi dudaklarında.
Rixton, acıyla kıvranıyor, ama aynı zamanda bir şekilde Pamir’e meydan okurcasına gözlerini onun üzerine dikiyordu. Kanlı elini göğsüne bastırmaya çalışırken zor nefes alıyordu. Pamir, sigarasından bir nefes daha aldı, bu sefer daha derin. Duman, odayı sarmalarken sakin bir ses tonuyla konuştu.

"Seninle oyun oynamaya vaktim yok, Rixton. Çetinkor nerede?" Sesindeki sakinlik tehdit doluydu.

Rixton, acıyla dudaklarını ısırarak gülümsedi. "Kubilay'ın ölümünün senin işine geleceğini biliyorsun, Pamir. Ceylan'la o zaman tam anlamıyla mutlu olabilirsin. Öyle ya, tek engel o değil mi?"

Pamir’in dişleri gıcırdadı, ama soğukkanlılığını kaybetmemeye çalışarak derin bir nefes aldı. Sigarasını bir kez daha dudaklarına götürdü ve derince çekti. Bir an için gözlerini kapadı, sonra tekrar açtığında yüzünde kararlı bir ifade vardı.

"Hayır," dedi, neredeyse fısıldayarak. "Kubilay yaşamalı. Eğer Kubilay ölürse, Ceylan da ölür... ve Ceylan ölürse, ben ölürüm."

Bu cümlenin ağırlığı Rixton'un yüzündeki alaycı ifadeyi silerken, Pamir bir anda adamın tırnağını kökünden söküp aldı. Odayı dolduran çığlık duvarlardan yankılanırken, masanın üzerinde biriken kan, o sessiz anı boğucu bir şekilde kesiyordu. Pamir, masaya bıraktığı kanlı çakmağına bakarken, sakinliğini hiç bozmadı. Sigaranın ucundan yükselen duman odada ağır ağır dolanıyordu. Elindeki kana bir kez daha bakıp, sanki derin bir düşünceye dalmış gibi mırıldandı: "Bu sadece başlangıç..." Rixton, kesik kesik nefes alarak acı içinde inliyordu. Her bir ağrı, onu daha da çaresiz bir hale sokuyor, dişlerini sıkarken yüzündeki gerilim iyice belirginleşiyordu.

"Seni öldürmek için sabırsızlanıyorum," dedi Rixton, sesi titreyerek, nefretle dolu bir bakışla Pamir’e saldırıyormuş gibi.

Pamir, adamın tehditlerine aldırış etmeden, gerçekçi olmayan bir kahkaha attı. "Emin ol, uzun bir sıranın sonundasın," diye yanıtladı, soğuk bir gülümsemeyle. Ardından, sigarasını Rixton’un koluna bastırdı; metalik bir acı ve yanma kokusu doldu odaya. Rixton'un inlemesi, boş odada yankılanırken, Pamir’in yüzündeki ifade değişmedi.

Kerpeteni eline alıp Rixton’un tırnağına yerleştirirken, "Tamam... dur, söyleyeceğim ama bir şartla," dedi Rixton, yavaşça geri çekildi.

Pamir’in dudağı bir köşeden kıvrıldı. "Öyle bir konumda değilsin," diye yanıtladı. Adamın korku dolu bakışlarına aldırmadan, tırnağını çekecekken Rixton derin derin soludu. Diğer parmağındaki sızlama yüzünden bir anda çığlık attı.

"Ertuğrul... ben değil, o yaptı," diye fısıldadı, sesinde panik belirginleşmişti.

Pamir, tırnağına baskı yaparken bir an duraksadı. "Bu, benim için yeterli değil," dedi. Rixton'un yüzündeki korku, gözlerindeki umutsuzlukla birleşerek Pamir'i daha da hırslandırdı. Kerpeteni masanın üzerine koyarken, "Ertuğrul’un nerede olduğunu söylemek zorundasın. Aksi takdirde, bu acı bitmeyecek."

Rixton derin bir nefes aldı, iradesini zorlayarak, "Sanayi bölgesinde, eski depoların orada," dedi.

Loading...
0%