Yeni Üyelik
110.
Bölüm

57. Bölüm

@hamish

Keşke babam başkası olsaydı

.

.

.

Depodaki gürültü giderek daha da artıyordu. Patlamaların yankısı, çatılardan ve duvarlardan geri dönerek tüm alanı doldurmuş, kulakları sağır eden bir çınlama yaratmıştı. Barut kokusu havaya yayıldıkça, nefes almak bile zorlaşıyordu. Ertuğrul, omzuna isabet eden kurşunun acısıyla sendeleyerek yere düştü. Acı, tüm vücudunu felç etmiş gibiydi. Nefes almakta zorlanıyor, her yutkunuşunda derin bir sancı hissediyordu. Göz kapakları ağırlaşıyor, bilinci gitgide bulanıklaşıyordu.

Ceylan, birkaç metre ötede ipleri çözmek için tüm gücünü kullanıyordu. Zıplarken ipte yarattığı boşluk, ona gereken fırsatı vermişti. Parmakları titrerken nihayet ipin son düğümünü çözmeyi başardı. Yerde duran tabancayı hızla kavradı. Gözleri, etrafı tararken Pamir'e doğru hamle yaptı. Onun bağlı ellerini çabucak serbest bıraktı. Pamir, kulaklığındaki tuşa bastı, kararlı bir ses tonuyla fısıldadı:

"İyi iş, komiser."

Ancak planlarında hesaplamadıkları biri vardı: Azad. Ertuğrul'un ince detaylarla ördüğü kurguda, bu isim yoktu. Azad’ın varlığı işleri karıştıracaktı.

Ceylan, hızla Kubilay’a döndü. Yorgun ve zayıf bedeni Ceylan’ın üzerine doğru devrilirken, Kubilay’ın gözleri ona odaklandı. O an dünyadaki tüm kaos bir anlığına silindi. Ceylan’ın yüzü, sanki bir meleğin sureti gibi ona bakıyordu. Gözleri cennetle buluşmuş gibiydi. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.

"Pamir," dedi Ceylan titrek bir sesle, "buradan çıkmalıyız."

Tam o sırada Pamir’in kulaklıktan aldığı uyarı, her şeyin aciliyetini vurguluyordu. Ses, sert ve kesindi:

“Hemen çıkın oradan! Bir ordu geliyor, iki dakikadan az vaktiniz var.”

Tehlike yakındaydı, kaçmaları gerekiyordu. Ceylan bir an bile düşünmeden Kubilay’ı kavradı, Pamir ise Ertuğrul’u ayaklandırmaya çalışıyordu. Saniyeler bile artık önemliydi.

Pamir, Azad'ın sert uyarısı kulağında yankılanırken Kubilay’ı Ceylan’ın üzerinden aldı ve kendine yasladı. Ceylan öncü olarak önden gidiyor, her köşeyi kontrol ediyordu. Adımlarını hızlandırmaya çalışıyorlardı, ancak Kubilay bir anda durdu. Gözleri kararsızca geriye, deponun karanlıklarına döndü. İçeride bırakmak zorunda olduğu şey aklından çıkmıyordu. Bir zamanlar yakasını bırakmayan geçmişi, artık bir gölge gibi peşindeydi. Bu sona ermeliydi. Sürekli tetikte yaşamak, kaçıp durmak dayanılmaz bir yük haline gelmişti.

Pamir, Kubilay’ı çekip harekete geçirmek için bir adım attı, ama adam kıpırdamıyordu. Birkaç saniye süren sessizliğin ardından Kubilay, kararlı bir ifadeyle başını çevirdi.

"Pamir, Ceylan’ı al ve git," dedi sakin ama derin bir sesle.

Pamir’in sabrı tükeniyordu. Öfkeyle tısladı, bakışları sertleşti.

"Bunca şeyi seni ölüme yollamak için yapmadım, Kubilay. Bunu biliyorsun."

Kubilay, yüzünde hafif bir tebessümle Pamir'e baktı. Yorgun ama kararlıydı. Pamir’in anlamasını bekliyordu. Her şeyin sonunda, onu bırakmayacağını biliyordu.

"Ailemiz için ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağım," dedi kararlılıkla.

Bu sözler, Pamir’in içindeki gerilimi bir anlığına dondurdu. Daha fazla zaman kaybetmeden, Kubilay’ı bırakmaya karar verdi. Eğer Kubilay, içerideki geçmişiyle yüzleşmek zorundaysa, ona engel olamayacağını anladı. Ancak bu kararın sonuçlarının ne olacağını kestiremiyordu. Eğer Kubilay oradan sağ çıkamazsa, Pamir’in önünde nasıl bir çıkmaz olduğunu hayal bile edemiyordu. Ceylan dönüp bir şey söylemek için ağzını açtığında Pamir, konuşmasına fırsat tanımadan onu kolundan kavradı ve hızla sürüklemeye başladı. Bu, kaçınılmaz bir sondu.

Kubilay, her adımda daha da güçsüzleşmesine rağmen tüm iradesini topladı ve geri döndü. O karanlık deponun içinde yankılanan patlamalar ve çatışmanın ortasında, geçmişinin simgesi olan Ertuğrul yerde can çekişiyordu. Ertuğrul, omzundaki yaraya rağmen toparlanmaya çalışırken Kubilay bir hamleyle onun boğazından kavradı ve tüm gücüyle yukarı doğru çekti. Yüzü Ertuğrul’un yüzüne yaklaşırken, sert ve kararlı bir sesle konuştu:

"Ben Kubilay Çetinkorum."

Ertuğrul, acıya rağmen sırıtmaya başladı. Bir elinde sımsıkı tuttuğu silahı Kubilay’ın kafasına dayadı. Yüzündeki sırıtış daha da genişledi, sanki yaklaşan sonun farkındaydı ama bundan korkmuyordu.

"Evet," dedi soğukkanlılıkla, "sen Kubilay Çetinkorsun. Hazır mısın?"

Kubilay, diğer eliyle Ertuğrul’un silahını hızlı bir hareketle kaptı ve onu uzağa fırlattı. Ertuğrul, zayıf düşen bedeniyle karşı koyamadı. Silah birkaç metre ötede zemine çarparken bir metalik yankı bıraktı. Kubilay’ın gözleri karanlık ve kararlıydı. İçindeki öfke her şeyin önüne geçmişti.

"Ben hazır doğmuşum, Ertuğrul," diye tısladı. "Ailem için bu savaşı başlattığında, kaçınılmaz sonunu mühürledin. Ve bil ki, ailem için her şeyi yaparım."

Bu sözler, Kubilay’ın hem kendisi hem de Ertuğrul için nihai kararıydı. İçindeki tüm intikam arzusu, bu anın keskinliğinde doruk noktasına ulaşmıştı.

Odaya dolan adamlarla birlikte ortam iyice gerilmişti. Bir ordu dolusu adam, Kubilay ve Ertuğrul’u kuşatmıştı. Ancak Ertuğrul, bu durumdan memnun gibiydi; gözleri parlıyordu. Kendisini kurtaracak bir güç gibi görüyordu bu adamları. Ama Kubilay, her birine dikkatlice bakarak ilerledi. Sessizce, kimin bu adamların lideri olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra başını kaldırdı ve sert bir ifadeyle sordu:

"Bu sizin patronunuz mu?"

O an kimsenin cevap vermesine fırsat tanımadan, hızlı bir hamleyle Ertuğrul’un boynunu kavradı. Bir an bile tereddüt etmeden, boynunu tek bir hareketle kırdı. Yılanın başını ezmenin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Eğer lideri ortadan kaldırırsan, gerisi sana karşı bir şey yapamazdı. Ertuğrul’un cansız bedeni yere düşerken, odadaki adamlar donakaldı. Kubilay’ın bu kadar soğukkanlı ve acımasız olmasını beklememişlerdi. Geri çekilmeye başladılar, adeta birer gölge gibi karanlığın içine doğru kaçıyorlardı.

Kubilay, tek bir kelime bile etmeden, aralarından yürümeye başladı. Adamlar, onun varlığı karşısında tek tek açılıyorlardı. Korku, odadaki havaya sinmişti. Karşılarında sadece bir efsane değil, namını her yerde duydukları o acımasız adam vardı. Onu durdurabilecek kimse yokmuş gibiydi. Kubilay, hiç tereddüt etmeden bir insanın boynunu kırabilen, gözünü bile kırpmayan bu adam, onlar için tarifsiz bir tehditti.

İçlerinden biri, titreyen elleriyle silahına doğru uzandı, ama parmakları tetikte bile duramadı. Kubilay’a ateş etmeye cesaret edemedi. Kimse edemedi. Hepsi birer gölge gibi onun önünden çekiliyordu, çünkü Kubilay’ın etrafındaki korku, odadaki herkesi felç etmişti.

Kubilay odadaki adamların arasında yürümeye devam ederken her adımı, duvarlardaki yankıları büyüten birer tehdit gibi geliyordu. Herkes geriye çekiliyor, korkuyla ona yol açıyordu. Kubilay, adamların bakışlarında sadece korku değil, aynı zamanda bir teslimiyet de görüyordu. Yıllardır onun namını duymuşlardı, ama şimdi bu namın gerçek olduğunu görmek karşısında hepsi donmuştu. Ellerini silahlarına götürebilecek kadar cesur olan kimse yoktu.

Kubilay, önündeki kapıya doğru ilerlerken, odadaki gerilim doruk noktasına ulaşmıştı. Her an birinin ateş açabileceğini hissediyordu, ama bu riski göze alarak adımlarını kararlı ve korkusuzca atıyordu. Arada bir bakışlarını adamların gözlerine dikip, onları sessiz bir tehdit ile süzüyordu. Ne kadar güçlü olduklarını, silahlı bir ordu olduklarını biliyordu, ama bu onların ruhlarındaki korkuyu gizlemeye yetmiyordu. Onun önünde kimse duramıyordu.

Tam kapıya yaklaştığında, arkasındaki bir hareket dikkatini çekti. Bir adam, çaresizlik ve korku içinde silahını çekmişti. Eli titreyerek Kubilay’a doğrulttu. Adamın gözlerindeki dehşet, ona silahı kullanmakta tereddüt ettiğini açıkça gösteriyordu.

Kubilay, arkasına bakmadan, adama doğru başını hafifçe çevirdi. Sesi alçak ve tehditkârdı:

"Yapma."

Adamın parmakları tetikte kasıldı, ama Kubilay’ın soğukkanlılığı ve gözlerindeki ölümcül kararlılık, onun iradesini kırmıştı. Adam silahı indirip yere bıraktı. O an odaya bir sessizlik çöktü. Korku artık herkesin damarlarına kadar işlemişti. Kubilay, bu sessiz teslimiyetin tadını çıkararak kapıyı açtı ve dışarı adım attı.

Kapının dışında Pamir ve Ceylan onu bekliyordu. Pamir, Kubilay’ı baştan ayağa süzdü.

Kubilay kapıdan dışarı adımını atar atmaz Ceylan, içinde biriken tüm endişeyi, korkuyu ve rahatlamayı serbest bırakır gibi hızla ona doğru koştu. Hiç düşünmeden, tüm gücüyle Kubilay’ın boynuna atladı. Kubilay, aldığı darbenin etkisiyle acısını gizlemek zorunda kaldı; omzundaki yaradan gelen şiddetli sızıyla yüzü hafifçe gerildi, ama bir şey söylemedi. Ceylan’ın sarılışı her şeyi unutturacak kadar güçlüydü. Küçük bedeni, kocaman bir güven arayışındaydı sanki. Onun için bu sarılma, tehlikenin geçtiğinin bir işaretiydi. Kubilay, acısına rağmen bir anlığına duraksadı, ardından Ceylan’a sarılarak onu koruyucu kollarının arasına aldı. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu, ikisi de hayatta kalmanın hafifliğiyle birbirine kenetlenmişti. Ceylan, boynuna sıkıca sarılıp, Kubilay’ın göğsüne yaslandığında, derin bir nefes aldı. Bu sarılma, Kubilay’ın içinde kaybolan duyguları harekete geçirdi. Tüm karanlığına ve acımasızlığına rağmen, bir an için Ceylan’ın yanında her şey daha yumuşak, daha hafif hissettiriyordu. Pamir, bir adım geriden bu sahneyi izlerken, içindeki hüzün dalgası yüzüne yansımıştı. Her ne kadar bu mücadelede beraber olmuş olsalar da, Kubilay ve Ceylan’ın arasında kurulan bu bağ, ona hep bir yalnızlık hissettirmişti. Pamir, başından beri savaşın içinde bir adım arkada kalmıştı, ama Ceylan’ın Kubilay’a böyle sarıldığını görünce, içindeki boşluk daha da büyümüştü. Kubilay’ın gücüne, kararlılığına ve Ceylan’ın ona duyduğu güvene bakarken, kendi içindeki savaş daha karmaşık bir hal alıyordu. O sırada Azad, Pamir’i sessizce izliyordu. Pamir’in yüzündeki hüzün, Azad’ın gözünden kaçmamıştı. Derin bir bakışla ona doğru adım attı. Sessizce Pamir’in yanına yaklaştı, ama bir şey söylemeden sadece göz göze geldiler.

***

Hüzün… en büyük sessiz çığlıktır. Bir kere yüreğe dokundu mu, anlamaya çalışmazsan seni sonu gelmeyen karanlık gecelere sürükler. Kalbinin derinliklerinde hissettiğin, içindeki o boşluk, o derin sızı… Hüzün, tüm duyguların en saf haliyle yüzleşmen gereken gerçektir. Belki de insanın yalnızca varoluşuna tanık olan tek şeydir hüzün. Küçük bir bebeğin yumuşacık ellerinde dokunulmaz, ama oradadır. Yaşlı bir ninenin yüzündeki her bir yaşam çizgisi hüzünle yoğrulmuştur. Bir annenin bebeğini emzirirken gözlerinde beliren duygu hüzündür. İçinde büyümeyen, tamamlanamayan o diğer yarın, sessizce sana bağırır. Hüzün, içinde kaybolduğun, ama en çok kendini bulduğun yerdir. Kubilay’ın kaçırılmasının üzerinden iki hafta geçmişti. O sürede yaşananlar, hayatın her yönüne damgasını vurmuştu. Karanlık, beklenmedik olaylar her şeyi değiştirmiş, dengeler alt üst olmuştu. Ceylan’ın son yaşadığı travmalar, Pamir ve Kubilay ile arasına bir mesafe koymuştu. Geride bıraktığı bu karmaşık ilişkiler, ona kendini kaybetmiş hissettiriyordu. Ev taşıma işleri ve Emre ile Elif’in İstanbul’a yerleşme telaşı, onun için sanki bir kaçış yolu olmuştu. Yaşadığı duygusal karmaşa, içindeki fırtınayı dindirecek bir bahaneye dönüşmüştü. Onlarla görüşmemek için kendini meşgul etmiş, ama içinde büyüyen duygusal düğüm giderek karmaşıklaşmıştı. Ceylan, bu süreçte iki adamla – Pamir ve Kubilay’la – adeta köşe kapmaca oynuyordu. Onlardan kaçmaya çalışırken, içindeki duygu karmaşası onu her defasında geri çekiyordu. Ne kadar kaçarsa kaçsın, duygularından kaçmak mümkün değildi. Zamanın ve mesafenin duyguları silikleştireceğini umsa da, hüzün kalbinin derinlerinde varlığını sürdürüyordu.

Ancak bu zorlu günlerin arasında, bazı şeyler beklenmedik şekilde değişmişti. Emir ve Ayşe, aralarındaki çatışmayı bir kenara bırakmış, yerini sıcacık bir ilişkiye bırakmışlardı. Yıllardır süren çekişmeler, artık aşka evrilmişti. Emir, sonunda Ayşe’ye evlenme teklif etmişti. Bu büyük haberi, bu akşamki yemekte duyurmayı planlıyorlardı. Herkesin içindeki gerginliğin ortasında, onların mutluluğu bir nebze olsun evin havasını değiştirecekti.

Engin ise son zamanlarda ailesi ve iş arasında gidip gelen bir dengede yaşıyordu. Karakoldaki tüm işlerin yükünü sırtlanmış, kendini sürekli meşgul etmeye çalışıyordu. Fakat bu meşguliyetin sebebi, duygusal karmaşasından kaçma arzusuydu. Evdeki herkes, Engin’in içine kapanık halini fark etmişti. Ancak onun bu hali, zamanla çözülmeye başlamıştı. Artık hislerini kabul etmeye ve onlarla yüzleşmeye karar vermişti. Karakoldaki işlerin yanı sıra, ailesine daha fazla vakit ayırmaya başlamıştı. İçindeki hüzün, ona ailesinin önemini tekrar hatırlatmıştı. Bu akşam, herkesin bir araya geleceği o yemek masasında, hayatın farklı yönlere savurduğu insanlar bir arada olacaklardı. Hüzün, mutluluk, belirsizlik ve umut iç içe geçmişti. Kubilay’ın yokluğunda değişen bu hayatlar, her şeyin bir dengesi olduğunu anımsatıyordu. Her şeyin yavaş yavaş yerli yerine oturduğu, ama asla eskisi gibi olmayacağı bir hayat.

Pamir ve Kubilay’ın arasındaki garip ittifak, dışarıdan bakan herkes için kafa karıştırıcıydı. İkisi de birbirine tamamen zıt karakterlerdi, ama bir şekilde aralarında ateşkes imzalamışlardı. Birlikte hareket ettiklerinde, tüm camiaya karşı yenilmez olduklarını kanıtlamışlardı. Bu birliktelikleri sadece güçlerini pekiştirmekle kalmamış, Ertuğrul ile iş birliği yapan herkese acımasızca hesap sormuşlardı. Bu süreçte, Pamir ve Kubilay’ın namı daha da yayılmış, düşmanlarına korku salmıştı.

Elif ve Ceylan, yemek masası hazırlıklarıyla uğraşıyordu. Elif, mutfağa bir şeyler almak için giderken Ceylan, içten içe bu yemekten kaçmanın yollarını düşünüyordu. Zihni sürekli son zamanlarda yaşadığı olaylarla doluydu, ve bir an bile olsa nefes almak istiyordu. Masanın kurulduğundan emin olduktan sonra, sessizce cam balkondan bahçeye adım attı. Bahçede Emir ve Ayşe’nin çocuklarla oynayışı, Ceylan’ın yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturdu. Ayşe, Uğur ile çok büyük bir mesafe katetmişti son iki haftada. Uğur, Ayşe’nin ikizleriyle oynamaya alışmıştı; onlara dokunmak ilk başlarda zor olsa da artık çoğu zaman rahatlıkla onlara yaklaşıyordu. Uğur, Ceylan’ı görünce sevinçle hızla kadına doğru koştu. Aralarındaki yeni buldukları dokunma sistemiyle, Ceylan’ın eteklerinden tuttu. Bu, onun Ceylan’a olan sevgisini gösterme biçimiydi. İkizler Emir’in sırtına tırmanırken, Uğur da Ceylan’ın yanından ayrılıp onlara katıldı. O an, herkesin içindeki mutluluk bahçeye yayılmıştı.

Ayşe, Ceylan’ın yanına doğru yürüdü. Ceylan, gözlerini ona dikerek sordu:

"Ne zaman söylemeyi düşünüyorsunuz?"

Ayşe, bu soru karşısında bir anlığına dondu. Başından aşağıya buz gibi bir su dökülmüş hissi yaşadı.

"Neyi?" diye sordu, ama cevabı bildiğini de hissetti.

Ceylan dirseğiyle hafifçe onu dürttü.

"Olaylardan sonra. Biliyordum, aranızdaki çekimin farkındaydım, ama bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum. Bu gece söyleyecektiniz, değil mi?"

Ayşe, bir an için utangaç bir şekilde başını eğdi, ardından hafifçe başını sallayarak onayladı. Ceylan, gözleri kocaman açılmış bir şekilde iki elini ağzına götürdü. Şaşkınlıkla fısıldadı:

"Evlenme teklifi mi etti?"

O sırada Emir, birkaç saniyeliğine onlara doğru bakıp, sonra tekrar çocuklarla oyununa döndü. Ayşe, utanarak başını aşağı yukarı salladı. Ceylan, mutlulukla kadını kollarının arasına aldı. İkisi de bu anı paylaşmanın mutluluğuyla sarılmıştı. Ayşe, tüm içtenliğiyle karşılık verdi; bu sevincin onun için ne kadar özel olduğunu biliyordu.

"Tebrik ederim," dedi Ceylan, gözlerinde hafif bir yaş birikmişti. "Çok sevindim. Herkesin sevineceğinden emin olabilirsin. Siz birbirinize çok yakışıyorsunuz."

Ayşe, Ceylan’ın kollarında mutlu bir şekilde derin bir nefes aldı. Her şey tam olması gerektiği gibiydi.

Engin’in de Emir’in yanına katılmasıyla, Ceylan ve Ayşe, keyifli bir sohbet eşliğinde yavaşça salona geçtiler. Ayşe, Elif’e yardım etmek bahanesiyle Ceylan’ın yanından sessizce ayrıldı. Ancak mutfağa doğru giderken neden böyle bir şey yaptığını tam anlamlandıramadan yanına gelen Kubilay’ı fark etti. Kalbi bir anda hızlandı. Kubilay’ın varlığı her zamanki gibi huzursuzluk ve heyecan arasında bir çizgideydi.

“Mes...” Kubilay’ın sesi, özlem dolu ve erkeksi tınısıyla kulaklarına doldu. İçinde soğuk bir ürperti yayıldı. Geçmişte bu adamdan vazgeçtiğine emindi, ama neden hala ona bu kadar güçlü bir şekilde etki ediyordu? Bu duyguyu anlamaya çalışırken, kendisine daha da kızıyordu.

"Kubilay, sen gelecek miydin?" diye sordu. Sesi heyecandan titriyordu. Kubilay, kadını yıllardır tanıyordu ve bu titremenin altında yatan anlamı hemen fark etmişti. Bu durumu fark etmek, yüzünde hafif bir gülümseme oluşturdu.

"Emre’nin benim yakın arkadaşım olması dışında…" Kubilay’ın cevabı, alaycı bir tınıyla çıktı. Ceylan, onun bu haliyle kendisiyle dalga geçmesine katlanamıyordu. O an içgüdüsel bir hareketle narin ellerini Kubilay’ın dudaklarına götürdü, onu susturmak istercesine. Kubilay’ın vücudu bir anda kasıldı, şaşkınlığı belli oluyordu. Ceylan ise yaptığı hareketin farkına varınca, ellerini hızla geri çekti. Ne yapmıştı? Onun bu ani tepkisi, içindeki karmaşanın bir yansımasıydı.

Tam o sırada Pamir, sessizce salona girdi. Ortam bir anda daha da garip bir hal aldı. Pamir’in varlığı, her zaman Kubilay ve Ceylan arasındaki tansiyonu artırırdı. Ceylan, göz ucuyla Pamir’i fark eder etmez, kaçmanın en iyi seçenek olduğunu düşündü. Hızla mutfağa doğru yöneldi ve ortamdan uzaklaştı. Geriye kalan iki adam, bir an için sessizliğin içinde kaldı. Pamir, Kubilay’ın yanından geçerek geniş koltuğa oturdu, rahat bir tavırla. Kubilay da sessizce onu izleyip karşısındaki koltuğa yerleşti.

İki adam birbirine hiç konuşmadan bakıyordu, ama aralarındaki sessizlik her zamankinden daha yoğun ve yüklüydü. Pamir, sessizliğin içinde kendini biraz geriye yasladı, gözlerini Kubilay’a dikti. Ne olursa olsun, ikisi de yan yana oturmuş olsalar da aralarındaki gerilim hâlâ çözülmemişti.

Pamir’in sözleri Kubilay’ın kulağında yankılanırken, yüzünde hafif bir alaycı gülümseme belirdi.

"Neden beni kurtarmaya geldin, gerçekten beni kurtaracak halin yok," dedi Kubilay, sesinde hafif bir meydan okuma vardı.

Pamir dudaklarında ironik bir tebessümle karşılık verdi. "Sadece boş vaktim vardı," diye yanıtladı. Ancak, bu sözlerin ardından Pamir’in gözlerinde ciddiyet beliriverdi. Gözlerini devirdikten sonra, konuşmasının tonunu daha da keskinleştirdi.

"Ceylan’dan vazgeç."

Kubilay, bu sözleri duyduğunda hafif bir gülümseme dudaklarının kenarına yerleşti. Gözlerinde derin bir anlam belirdi. "Bu benim elimde olan bir şey değil. Kontrolümün dışında… Denemedim mi sanıyorsun?" Sesi sakin, ama bir o kadar da derin bir çaresizlik taşıyordu.

Pamir, bu cevaba karşı dişlerini gıcırdatarak tepki verdi. "Seni reddetmiş," diye tısladı, gözlerinde bir parıltı belirdi, "niye diretiyorsun?"

Kubilay, sakinliğini bozmadan devam etti. "Artık anlamı olmasa bile, ben onu ilk gördüğüm anda aşık oldum," diye fısıldadı. "Ve ben Ceylan’ı daima seveceğim. Hep hayatında olacağım, sana rağmen."

Kubilay’ın bu son sözleri, Pamir’in içine yerleşen kıskançlık ve öfkenin ateşini körükledi. Pamir, Kubilay’ın gözlerindeki kararlılığı ve Ceylan’a olan aşkını her seferinde hissetmekten nefret ediyordu. Bu durumun ortasında, Pamir ve Kubilay’ın arasında yıllardır süregelen bu soğuk savaş bir kez daha alevleniyordu. İkisi de farklı yollarla Ceylan’a bağlıydı, ve bu bağlılık onları sonsuza dek rakip kılıyordu.

***

Geniş masada herkes yerini almış, yemek yiyerek muhteşem bir sohbetin tadını çıkarıyordu. Ceylan, kendi duygularından uzaklaşmayı başarmıştı ve sohbet, Emir ile Ayşe’nin evlilik planlaması hakkında dönüyordu. Elif, Emre’nin sözcülüğünü üstlenerek muhabbetin içine dalıyordu. Küçük çocuklar ise masanın köşesinde kendi aralarında neşeli bir sohbetin içinde kaybolmuşlardı; kahkahalar, cıvıl cıvıl sesler eşliğinde havada uçuşuyordu.

Engin, sohbetin içine çok fazla dahil olmasa da, zaman zaman başını onaylarcasına sallayarak sessizliğini koruyordu. Kubilay ve Pamir’in derin sessizliği masadakilere garip gelmiyordu; bu ikili, kendi dünyalarına dalmış gibiydi, aralarındaki gerginlik hissediliyordu ama kimse buna dikkat etmiyordu.Bir anlık dikkat dağınıklığı, bir anlık panik… Bardak, Kubilay’ın parmakları arasında çatırdayarak aniden parçalandı. Parçaların havada süzülmesi, herkesin dikkatini çekmeden bir an için donmasına neden oldu. Masanın üstünde dökülen su ve cam parçaları, her şeyin durduğu o anı daha da çarpıcı hale getirdi. Kan, Kubilay’ın elinden yere düşen bardakla birlikte sıçrayarak Uğur’un minik ellerine akmaya başladı. O an, zaman sanki yavaşladı; düşen cam ve akan kan arasında sadece birkaç salise vardı.Uğur, ne olduğunu anlamadan masanın üzerindeki kan lekesine bakarken, etrafındakiler bir anda ne olduğunu kavrayamadı. Olayın şok edici anı, masadaki herkesin gözlerini Kubilay ve Pamir’e çevirmesine neden oldu. Ceylan, hemen durumu fark etti ve içindeki kaygı kabardı. Masadaki neşeli sohbet bir anda sona erdi, yerini gergin bir sessizliğe bıraktı. Uğur, bir anda çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Küçük ellerindeki kanı etrafa atmaya çalışıyor, yüzünde korku dolu bir ifade belirmişti. Çocukların gülüşleri bir anda yerini panik dolu bir atmosfere bırakmıştı. Engin, durumu hemen fark ederek ikizleri salondan hızlıca çıkarırken, Pamir Uğur’a dokunacakken Kubilay onu engelledi. Pamir’in gözleri Kubilay’a öfkeyle dolmuştu, ama şu an daha önemli bir şey vardı: Uğur.

Ayşe ve Ceylan, küçük çocuğun yanına koşarak geldi. Ayşe, Uğur’a dokunabilen nadir kişilerden biriydi; küçük çocuğun korkusunu hafifletmek için elinden geleni yapıyordu. Hızla Uğur’un elini temizlemek için onu lavaboya götürdü. Ceylan ise endişeli gözlerle arka planda, Ayşe’nin çocuğu nasıl sakinleştirdiğini izliyordu.

Lavaboda, Uğur’un ellerini yıkarken çocuk titremeye başladı. Gözleri gidip gelen küçük çocuğu dik tutmaya çalışırken Ayşe, “Sakin ol, Uğur. Her şey yolunda,” diye fısıldıyordu. Ancak Uğur’un gözleri korkuyla parlıyordu. "Yapma nolur, BABAM BASKASI OLSUN NOLUR..." çığlığı, havada yankılanarak herkesin yüreğini burktu.

O an, Uğur’un çaresizliği ve kaygısı tüm odayı kaplamıştı. Ceylan, o an ne yapacağını bilemedi; içindeki sıkıntı, Uğur’un sesinde yankılanıyordu. Pamir, Kubilay’a dönerek, "Onun yanında olmalıyız," dedi, ama Kubilay’ın yüzünde kararlı bir ifade vardı; düşünceleri başka bir yere dalmış gibiydi.

Ayşe, Uğur’un başını okşarken, "Ben buradayım, Uğur. Hiçbir şeyden korkma," diyerek çocuğun titreyen bedenini daha da sıkı tutmaya çalıştı. Uğur’un gözlerindeki korkunun bir nebze olsun geçmesini sağlamaya çalışıyordu ama çığlıkları hala kulaklarında çınlıyordu. Uğur, o an sadece bir çocuktu; yaşadığı travma, gözlerinin önünde büyüyen bir kabus gibiydi.

Kubilay, bu durumu görürken içindeki gerilimle baş edemedi. Uğur’un bu halinin altında yatan duygular, kendi içindeki yaralara dokunmuş gibiydi. Gözleri, küçük çocuğun çaresizliğinde kaybolmuştu. Pamir, Kubilay’ın tepkisini görünce, onun da bir şeyler hissettiğini anlamıştı. İkisi de aniden birbirlerine döndüler; Kubilay, bir adım öne çıkarak Ayşe ve Ceylan’a destek olmak için yanlarına doğru hareket etti.

2 YIL ÖNCE PORTO RİKO

"Alşana, Leman."

Elinde sadece bir tek oyuncağı olan ayıyı küçük kıza uzatıyordu. Bu ayı, onun için sadece bir oyuncaktan fazlasıydı; güvenli bir liman, hayal dünyasının kapısıydı.

"Bunu asla kaybetme, tamam mı?"

Küçük kız, ayıcığı büyük bir sevgiyle eline alarak kocaman sarıldı.

"Asla, bijim ayımız."

İki küçük çocuk, sanki dünyanın sırrını paylaşmışçasına gülüyordu. Gözlerindeki neşe, çevrelerindeki karanlık dünyaya karşı bir direniş gibiydi. Ancak gülümsemeleri, bir an sonra kayboldu. Küçük kız, oğlanın kolunu tutarken, oğlan aniden acıyla çığlık attı. Kız, korkuyla onun kolunu sıyırdı. Oğlanın yarasına bakarken gördüğü manzara karşısında, kendi gözleri doldu ve yavaşça yaralarına üflemeye başladı.

"Acıyor mu?" diye sordu, endişeyle.

Küçük oğlan kafasını sağa sola salladı, gözlerinde ise minik yaşlar parlıyordu. "Sen üfleyince geçti," dedi gülümseyerek, neşesini korumaya çalışarak.

Odaya giren Kaplan, iki çocuğun aniden sustuğunu görünce, durumu anladı. Küçük oğlanın içindeki korku, başka bir tür belirsizliğin habercisiydi. Ayağa kalkarak küçük kıza bir buse bıraktı ve giden adamı takip etti. Adımları, yere ağır bir şekilde sürtünerek ilerliyordu. Hep geldiği odaya yöneldi; kapalı, karanlık bir alan... İçeri girdiğinde, Kaplan kapıyı kapattı.

Karşısında, Kubilay’ın gözlerine sahip çocuğa bakıyordu. O gözler, adeta içinde kaybolunacak bir deniz gibi, gizemli ve derindi. Kaplan, sigarasını yakarak dumanı içine çekerken, yüzünü bir süre iğrenircesine ona çevirdi.

Sigaradan yayılan duman, odanın içinde yavaşça dağılırken, Kubilay’ın gözlerinde bir şeyler belirmeye başladı. O an, geçmişin karanlık hatıralarıyla dolu odada, her şeyin sonunun ne olacağını kimse bilmiyordu. Küçük çocuk, gözlerini dikip Kubilay’a bakarken, içindeki korkuyla savaşıyordu. Kaplan’ın gözlerinde ise bir şeyler çözülmeye çalışıyordu; belki de geçmişin izleri, geleceğin kararlarını şekillendirecekti.

Kaplan, soğuk bir ses tonuyla, "Yine buradasın," dedi. "Senin baban, benim imparatorluğumu yok etti."

Adam, hırsla sigarasını küçük oğlanın kolunda söndürürken, geçmişin acı dolu izleri yeniden açılmaya başlıyordu. Oğlan, eski yaralarının kapanmadan daha yenileri açıldığını hissederek, çaresiz bir şekilde ağlamaya başladı. Sevginin ne olduğunu bilmeden acının derinliklerine sürükleniyordu. Adamın gözlerine bakarken, arkasından vuran ışığın onun üzerinde büyük bir gölge oluşturduğunu gördü. Küçük çocuğun her hareketi, o karanlık adamı daha da acımasız gösteriyordu.

"Baban beni mahvetti. BANA BAKMA. Şimdi senden onun kanını akıtacağım."

Adamın gür sesi, küçük oğlanı başta olduğu kadar korkutmuyordu; içindeki korkunun yerini, bir an önce her şeyin olup bitmesi istemi almıştı. Belindeki çakıyı çıkararak, küçük oğlanın koluna derin bir çizik çekti. Oğlan acıyla bağırdı, ama odanın ses geçirmezliği, küçük kızın onu duymasını engelliyordu.

Küçük çocuğun kolundan aşağı kan avuçlarının içine dökülürken, yarayı daha da derinleştiriyordu.

"Babanın günahı bunlar..."

Oğlanın kolunu bıraktığı anda, sert bir şekilde yere çarptı.

"Nolur yapma..."

Adam, küçük oğlanı odada bırakıp karanlık bir köşeye kilitledi. Oğlan, hıçkıra hıçkıra ağlarken, iç çekmeleri odanın duvarlarında yankılandı.

"KEŞKE BENİM BABAM BAŞKASI OLSAYDI."

Küçük çocuk bir yandan sayıklarken, bir yandan titriyor, vücudundan akan kan, küçük gölcükler oluşturuyordu. Yüzü, kansızlıktan bembeyaz kesilmişti; her bir damla, hayata karşı son bir isyan gibiydi. Yerdeki kan görüntüsü, yattığı odanın temizliği ve yeniliğiyle öylesine bir tezat oluşturuyordu ki, gözlerini kırpıştırarak her şeye bir daha bakmak zorunda kaldı. Etrafındaki kanın görüntüsü ve ağır demir kokusu, onu derin bir boşluğa sürükledi. Acıdan uyuşan vücudu, daha fazla dayanamayıp kendini karanlığa teslim etti. Karanlık, ona kucak açarken, acı dolu bir huzur getiriyordu. O an, geçmişin pençesinden kurtulmak için en son umudunu yitirdi; ruhu, sessizliğin derinliklerine doğru süzülüyordu.

 

Loading...
0%