@hamish
|
Seninle olmayacağımı biliyorum ama... . . . Beyaz duvarlarla çevrili, soğuk hastane odasında Ceylan ve Kubilay’ın gözleri oğullarına kenetlenmişti. Uğur, o küçük bedeniyle yatakta hareketsizce yatarken, her nefes alışı bile ağır geliyordu. Oğlan, geçirdiği onca acıya nasıl katlanmıştı? O bedeni nasıl bu kadar dayanmıştı? Normal bir insan, onun yaşadıklarıyla çoktan pes eder, bu kadar işkenceye dayanamadan yıkılırdı. Ama Uğur hâlâ oradaydı, savaşıyordu.Ayşe ve diğer sağlık çalışanları etrafında telaşla çalışıyorlardı, ancak bu sessizlik içinde Ceylan ve Kubilay için zaman durmuş gibiydi. Uğur’un vücuduna yapılan her müdahale, bir başka anıyı hatırlatıyordu. O çocuğun nasıl bu hale geldiği, yaşanan her bir travma, her bir yara onların zihninden silinmiyordu. Uğur’un bedeni bu acıları taşırken, Ceylan ve Kubilay’ın ruhları da onunla birlikte parçalanıyordu. Uğur’un üzerinde yapılan her işlem, her dokunuş, her müdahale, onların yüreklerinde açılan derin yaraların iziydi. Ceylan gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, ama bu onu rahatlatmıyordu. İçindeki korku, endişe ve suçluluk, boğazını düğüm düğüm etmişti. Yüreği oğlunun acısıyla yanarken, Kubilay’ın sessiz öfkesi de odayı dolduruyordu. Kubilay, her şeyin suçlusu gibi hissettiği bu anlarda sessizce dişlerini sıkarak durdu. Oğluna bakarken gözlerinde bir baba olarak yetersiz kalmanın ağırlığı vardı. "Uğur... her şeye rağmen bize uğur getirdiğin gibi kendine de getirebilecek misin?" diye fısıldadı Ceylan, dudakları titreyerek. Oğlunun güçlü olduğuna inanmak istiyordu. Onun yaraları, belki de her şeyin sonu değil, başlangıcı olabilirdi. Ama bu an, belirsizliğin karanlığında boğulmuştu. Ceylan, Uğur’un aileye uğur getirdiği gibi, kendi kaderine de bir çıkış yolu bulacağını umuyordu. Kubilay, çaresizce oğlunu izlerken, her saniye Uğur için daha fazla umut dilemekten başka yapacak bir şeyi olmadığını biliyordu.Kubilay’ın sesi odanın soğuk sessizliğinde yankılandı. "Ceylan, Uğur'u her gördüğümde kaburgama biri balyozla vuruyor gibi hissediyorum," diye fısıldadı, gözlerini oğlundan ayıramadan. Sözleri ağır, ama içindeki acının yalnızca bir gölgesiydi. Gözlerindeki boşluk, kalbindeki çöküşü yansıtıyordu. Her nefes alışında daha da ağırlaşan bir pişmanlık vardı içinde, oğluna yardım edememiş olmanın çaresizliği. Ceylan, pencerenin önünde durmuş, oğluna bakıyordu. Pamir'in yanında net olmasına alışık olsa da Kubilay'ın böylesine açık bir şekilde kendini ifade etmesi nadirdi. Onun bu kırılgan halini görmek, Ceylan’ı olduğundan daha da güçsüz hissettiriyordu. İçini çekerek yavaşça arkasını döndü, bakışlarını Kubilay’a yöneltti. Gözlerinde derin bir hüzün ve biraz da öfke vardı. "Buna pişmanlık deniyor Kubilay," dedi, sesi sert ve bir o kadar da duygusal. "Pişmanlık… insanın iliklerine kadar işleyen bir ağırlık. Her gün, her an, seninle beraber yaşar, seni bitirir." Sözleri soğukkanlıydı, ama kalbinde kopan fırtınalar gözlerinden okunabiliyordu. Uğur’un acısını, Kubilay’ın suçluluğunu ve kendi içindeki karmaşayı derin bir nefesle bastırmaya çalıştı. Kubilay ona bakarken dudakları titredi. Sanki her söz, kalbine bir darbe daha vuruyormuş gibiydi. "Ve ben bunu iliklerime kadar hissediyorum," diye ekledi Ceylan, sesindeki o sonsuz keder, odadaki soğuk havayı daha da ağırlaştırdı. Ceylan'ın söyledikleri, Kubilay’ın içine işledi. Pişmanlık, geçmişte yapılan hataların ağırlığını şimdi yüklüyordu omuzlarına. Ama artık ne söylese fayda etmezdi; geçmişin gölgeleri, bugünlerini karartmıştı. Kubilay ağır adımlarla arkasını dönerken oğluna uzaktan bir öpücük gönderdi. Uğur'un o masum, yaralı ruhuyla mücadele etmesini izlemek, her defasında daha da kırıyordu onu. Ancak oğlunun önünde yıkılmamaya kararlıydı. Yavaşça koridora adım attığında, derin bir nefes alıp göğsünde tuttu. İçinde patlayan duyguları kontrol altına alabilmek için bir an duraksadı. Nefesini verirken, arkada kalması gereken geçmişin izlerini silmeye çalıştı. Fakat tam o an, karşısında bekleyen Ceylan'ı gördü ve dengesi bozuldu.Ceylan’ın bakışları samimiydi, içinde taşıdığı acı ve suçluluk her şeyi gözler önüne seriyordu. Kubilay, onun dudaklarından dökülen kelimelerle bir kez daha parçalandı. "Kubilay, özür dilerim," dedi Ceylan, sesi yumuşak ama bir o kadar da ağır. Kubilay, bu özrün samimi olduğunu hissetti, fakat nedenini sorgulamadan edemedi. "Niçin?" diye fısıldadı, gözlerini Ceylan'dan ayırmadan. Ceylan, usulca elini kaldırıp adamın yüzüne uzattı. Parmakları, Kubilay’ın kirli sakallarına dokunduğunda, o sert ciltte hissettiği sıcaklık elini gıdıklıyordu. Bu küçük temas bile Kubilay’ın içinde bir fırtına kopmasına yetmişti. Gözlerinden bir damla yaş süzülerek Ceylan’ın eline düştü, ama o bunu fark etmedi bile. "Kendi acıma o kadar kapıldım ki," diye devam etti Ceylan, sesi titrek ama dürüst, "senin incindiğini unuttum." Bu itiraf, kalbinin derinlerinden kopup gelen bir özür gibiydi. Kubilay, gözyaşlarını silmek yerine, elini Ceylan’ın yanağında duran elinin üzerine koydu. O an, aralarındaki tüm kırılmalar, yanlış anlaşılmalar ve öfke, bu dokunuşla bir süreliğine kaybolmuş gibiydi. Ayşe odadan çıkmadan önce eldivenlerini çıkarıyor. Ceylan ve Kubilay'ın yanına geliyor. İkili dikkatini Ayşe'ye veriyor. "Şuan durumu stabil, bir süre hastanede kalması gerekecek." Nefesini dışarı veriyor. "O evde ne yaşadıysa, seni suçluyor Kubilay. Bu da onu Pamir'e yöneltiyor. Pamir'in buraya gelmesi gerekiyor." Ayşe yaptığı açıklama sonrası çalan telefonuyla eliyle bir dakika işareti yaparak uzaklaşıyor. Kubilay oğlunun odasının camına yaslanmış, derin düşüncelere dalmıştı. Camın soğukluğu alnına işleyip içindeki pişmanlıkla birleştiğinde daha da ağır geliyordu. Ayşe'nin söyledikleri kulaklarında yankılanıyordu; oğlu, yaşadıkları yüzünden onu suçluyordu. Ve şimdi Pamir, Kubilay’ın asla olamadığı bir baba figürü olmuştu Uğur’un gözünde. Bu gerçek, kalbini daha da ağırlaştırıyordu. Ayşe, yanlarından ayrılmadan önce yaptığı açıklamanın ciddiyetiyle, Kubilay’ın içindeki yük daha da büyümüştü. Bir baba olarak başarısız olduğunu hissetmek, onu yavaş yavaş yiyordu. "Haklı..." diye fısıldadı kendi kendine, içini çekerek. "Hiç babalık yapamadım." Bu itiraf, yılların birikmiş ağırlığını taşıyordu. Kubilay’ın hayatında yaptığı her hata, oğlu için eksik bıraktığı her şey, şimdi birer birer gözlerinin önünden geçiyordu. Ceylan ise sessizce onun yanında duruyor, onun acısını paylaşıyordu. Ama bu, ne kadar paylaşılsa da hafiflemeyecek bir yük gibiydi. Kubilay’ın gözleri, odada yatan oğluna doğru kaydı. Uğur, o kadar küçüktü ki tüm bu yaşananların yükünü taşımaması gerekiyordu. Ama Kubilay, ona daha fazla zarar verdiğini düşünmekten kendini alamıyordu. Oğlunun güvenini kaybetmiş, bir baba olarak yerini Pamir’e bırakmıştı. Bu gerçeği kabul etmek, onu her geçen dakika daha da yıkıyordu. Ceylan, içinde yankılanan kıvılcımlarla Kubilay’a bakarken, ona dokunmanın zamanının geldiğini hissediyordu. Yıllardır biriken her acı, her pişmanlık şimdi bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Elini yavaşça Kubilay’ın omzuna koydu. "Ben seni hep yıkılmaz sandım," dedi sessizce, gözlerinde biriken yaşlarla. "En azından benim suçlayabileceğim biri vardı." Kubilay, başını hafifçe kaldırıp ona baktığında, gözlerinde yalnızca derin bir pişmanlık ve çaresizlik vardı. Ceylan’ın sözleri, yıllardır taşıdığı yükü daha da ağırlaştırmıştı. Kadının içindeki kırılmışlığın derinliğini görebiliyordu, ve bu onu daha da incitiyordu. "Sense tek başına acı çektin," diye ekledi Ceylan, gözlerini Kubilay’dan ayırmadan. Kubilay, başını hayır dercesine salladı, kendini suçlamanın pençesinde kıvranıyordu. Ceylan’ın gözyaşlarını silmek ister gibi ellerini kadının yüzüne uzattı, yavaşça avuçlarının içine aldı. Ona dokunmak, sanki yıllardır beklediği bir rahatlama anıydı. O gözlerinden akan yaşları öptüğünde, aslında Ceylan’ın yüreğindeki kırıklığı hissettiğini gösteriyordu. "Hepsi benim hatam," dedi Kubilay, sesi titreyerek. "Artık inkar etmiyorum, Mes." Bu itiraf, yılların inkarının, inatçılığının ve gururunun yıkıldığı bir andı. Kubilay, kendi hatalarının yükünü sonunda kabul ediyordu. Ceylan’ın gözlerine bakarken, onun çektiği acıyı hissettiğini, paylaştığını ve bir daha asla onun bu yükü tek başına taşımayacağını vaat ediyordu. Ceylan bir anda geri çekilip, gözyaşlarını hızlıca siliyor. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalışıyor, sesinde hâlâ titreyen bir kararlılık var. "Geçmişi değiştiremeyiz, Kubilay. Şimdi ne yapacağız?" Kubilay kadının çözüm odaklı bakışına kısa bir an dalıyor ve hafifçe gülümsüyor. Ceylan her zaman gerçekçiydi, ne kadar kırılmış olursa olsun. "Pamir'i arayacağız," diyor Kubilay, kesin bir tonla. Ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarıyor ve hızlıca Pamir'in numarasını bulup arama tuşuna basıyor. Telefonun çalma sesi hastane koridorunda yankılanıyor. İkisi de geriye dönüp bakıyor, ve işte o an, koridorun ucunda Pamir ile göz göze geliyorlar. Pamir’in elindeki telefon, Kubilay’ın aramasıyla titriyor. Pamir, bir an duraksayıp, onlara doğru yürürken bakışlarını sabitliyor. Sonra, hiçbir şey olmamış gibi telefonunun reddet tuşuna basıyor ve soğukkanlı bir tavırla yanlarına yaklaşıyor. *** Ceylan, hastane odasının loş ışığında küçücük sandalyeye sığmaya çalışan koca adamın yanına yavaşça yaklaşıyor. Kubilay'ın göğsünün düzenli olarak kalkıp inmesinden derin bir uykuda olduğunu fark ediyor. Yorgunluk izleri her bir hareketinde belli, ve uykusu bile huzursuz. Elindeki hırkayı usulca onun omuzlarına örtüyor, uyandırmamak için her adımını dikkatle atıyor. Gözleri Kubilay'ın yüzüne takılıyor. Saçlarına doğru uzanıyor eli, içindeki bitmeyen, derin özlemin yönlendirdiği bir hareketle. Parmakları dikkatlice onun saçlarına dokunuyor, sakallarının yeni yeni çıktığı yüz hatlarını inceliyor. Zaman, aralarına ne kadar engel koysa da, o an, dokunuşu yıllar önceki körpe bir kızın içten duygularına dönüştürüyor. Kalbinin derinliklerinde çoktan yok olduğunu düşündüğü his, tıpkı yeniden yeşeren bir tohum gibi içinde filizleniyor. Ceylan, içinde büyüyen duyguları dile getirirken, sesi hafifçe titriyor. “İçimde bir yerde sana çok kırgınım, seni sevmekten vazgeçemiyorum ama affedemiyorum da.” Sözlerini söylerken eli hafifçe geri çekiliyor, ancak tam o sırada Kubilay aniden onun elini tutuyor. Parmaklarıyla yavaşça Ceylan’ın elini okşuyor, bu dokunuş Ceylan’ın kalbinin ritmini hızlandırıyor. “Senin beni affedeceğin zamanı bekleyeceğim,” diye fısıldıyor Kubilay, sesi alçak ve kararlı. Gözleri, sanki tüm dünyada sadece Ceylan varmış gibi ona odaklanmış. O kahverengi gözler, mavilerle buluşuyor. O gözlerde tereddüt yok, sadece sakin bir kararlılık. Ceylan’ın kalbi, sevgiyle gurur arasında sıkışmış durumda, içinden çıkamadığı bir girdabın içinde. "Affetmek istiyorum, bir türlü beceremiyorum," diyor Ceylan, gözlerinde mücadele ve özlem bir arada. Kubilay’ın diğer eli yavaşça kadının dolgun dudaklarına uzanıyor. O an, Ceylan’ın vücudundan bir elektrik dalgası geçiyor, onu baştan sona saran bir gerilim. Kubilay, gözlerini ondan ayırmadan, sessiz ama anlamlı bir şekilde ekliyor: “Bu kadar çabuk karar verme.” Ceylan'ın içinde bir şeyler kırılıyor gibi. Kubilay’ın yanında olmak bir yandan ona huzur verirken, diğer yandan acılarının tazeliğiyle savaşıyor. Kubilay, kadını ürkütmeden aralarındaki mesafeyi kapatmaya başlıyor. Ceylan’ın gözleri, karşısındaki adama teslimiyetle kapanıyor. O an, tüm dünyayı geride bırakıp sadece Kubilay’a odaklanıyor. Kubilay, yavaşça parmaklarını Ceylan’ın dudağına değdirmeden öpüyor, bu dokunuş, aralarındaki bağın yeniden filizlenmesine vesile oluyor. Bir süre sonra geri çekiliyor, ama Ceylan kendini boşlukta hissediyor, kaybolmuş gibi. “Mes,” diyor Kubilay, sesi hafif titrek ama kararlı, “eskiden olanlar çok korkunçtu ama biliyor musun, yeniden olsa yeniden yaşarım sırf seninle tanışmak için.” Hafif bir tebessümle ekliyor bu cümleyi, gözlerindeki ışıltı Ceylan’ın kalbinde bir umut kıvılcımı ateşliyor. “Bekleyeceğim, Mes. Kırdığım yerden çiçek açacak,” diye devam ediyor Kubilay. Ancak bu güzel sözler, onun yüzündeki tebessümün yerini gözlerinden süzülen damlalarla alıyor. Duygularının ağırlığı, gözyaşlarıyla birlikte akıyor. “Ben seni çok seviyorum Ceylan, vicdan azabımı unutacak kadar hem de.” Bu sözler, Kubilay’ın içindeki derin pişmanlık ve sevgi karışımını açığa çıkarıyor. Ceylan, bu kelimelerin altında yatan acıyı hissediyor; hem kendisine olan sevgisiyle hem de geçmişin yüküyle boğuşan bir adamın derinliğini görüyor. Kadın, sadece susuyor; ne diyeceğini bilemiyor. İki insan, birbirlerinin gözlerine öylece bakıyorlar. Yılların özlemi, yaşadıkları acılar ve yaptıkları hatalar birbirlerine akıp gidiyor. Anın ağırlığı altında, sadece insan olmanın getirdiği derinliği hissediyorlar. Bu sırada Pamir, kendini göstermeden çifti izliyor. Zamanın ne kadar geçtiğini bilmiyor; kaç güneş battı, kaç mevsim geçti, hepsi belirsiz. Geçen zaman, hissettiği zamanla kesinlikle aynı değildi. Herkes birilerine aşık oluyordu; ama herkesin duygularına karşılık verilmesi mümkün müydü? Orası muamma. Pamir, içindeki huzursuzluğa karşı koymaya çalışıyor. Kadının Kubilay’ı sevdiğini biliyor, ama yine de umudunu koruyor. Kalbini her seferinde nasıl parçalara böldüğünü düşünürken, bu anın ona da nasıl parçalandığını anlıyor. Kazanmasına izin vermek istemiyor artık; belki de kaybetmek, kazanmanın kendisinden daha fazla acı veriyordu. Telefonunun çalması, izlediği manzaradan onu çekip alıyor. Hızla çıkarıyor telefonu ve kulağına götürüyor. Sesin tanıdık bir ton olmasıyla birlikte, düşünceleri dağılmıyor; aksine, yaşadığı duygusal karmaşayı derinleştiriyor. Pamir, “Alo?” diye yanıtlıyor, sesi kararlılıkla titriyor. "Pamir, Rixton Portekiz'e götürülüyor. Elinde sizin için bir şeyler varmış. Bu son iyiliğim," dedi telefonun ucundaki komiser. Pamir, bu haberi duyduğunda derin bir nefes vererek, "Teşekkürler komiser," diye yanıtladı. Telefonu kapatırken, içindeki cesareti toplamak zorundaydı. Ceylan ve Kubilay'ın yanına doğru ilerlerken, aklındaki düşünceler hızla değişiyordu. Koridora adım attığında, Ceylan ve Kubilay'ı gördü. Şans eseri, az önceki görüntünün aksine, Ceylan ayakta duruyor, Kubilay ise hala oturuyordu. Ceylan, Pamir'i görünce kendini gülmeye zorluyordu, ama bu gülümseme, durumu hafifletmekten başka bir işe yaramıyordu. "Rixton, Portekiz'e gönderiliyor," dedi Ceylan, gözleri Pamir'e kayarken. Kubilay, oturduğu yerden kalkarak, "Ee yani tutuklanacak işte," diye çıkıştı. Pamir, bu duruma kayıtsız kalmayarak kafasını salladı. "Elinde isteyeceğimiz bir şeyler varmış," dedi. Kubilay, dişlerini gıcırdatarak tepki verdi. "Boş konuşuyor. Ne olabilir elinde?" Pamir, Kubilay'ın dibine doğru yaklaştı. "Pazarlık yapabilecek kadar önemli bir şey ki bize duyuruyor," dedi, sesinde bir kararlılık vardı. Ceylan, ikilinin arasına girerek onları ayırdı. "Kesin şunu. Kubilay, sen Rixton ile ne yapıyorsan yap. Elinde ne varsa al, gel işte." Ceylan’ın sesi biraz çaresizleşmişti; omuzları düşerek, "Pamir burada benimle kalacak," dedi.
|
0% |