@hamish
|
Affetmek ve kabullenmek . . . Kubilay, soğuk rüzgarın koridorda savurduğu bir anının içindeymiş gibi adımlarını hızlandırdı. Önünde duran polis memuru, suçlu taşıyan aracın arkasını açarken derin bir nefes aldı. İçeriden gelen metal kokusu, onu geçmişin karanlık dehlizlerine sürükler gibiydi. Memur, Kubilay’a dönerek uyardı, "Sadece beş dakika konuşabilirsin. Portekiz görevlileri birazdan burada olacak." Kubilay, başını onaylarcasına salladı, ardından aralık olan kapıya yöneldi. Araca adımını attığında, karşısında Rixton'ı buldu. Karanlık bir gülümseme yüzünde belirmişti, gözleri Kubilay'ınkine alayla dikildi. "Dökül bakalım," dedi Rixton, o derin, sinir bozucu tonuyla. Kubilay, içindeki sabrı zorlarken, Rixton’ın ciddiyetsizliğinden rahatsız oldu. Ancak bunu belli etmemeye çalıştı. Rixton ise bir an bile duraksamadan, gözlerini devirdi. "Ama enişteciğim," diye başladığında, sesindeki alay açıkça hissediliyordu. "Beni üzüyorsun." Bu sözlerle birlikte Kubilay’ın kaşları çatıldı, alnında biriken öfke damlaları gözlerine yansıdı. Rixton’ın rahat tavırları, içindeki tüm huzursuzluğu yüzeye çıkarıyordu. Aracın dar alanı, onları birbirine daha da yakınlaştırırken gerilim, gözle görülür bir şekilde yoğunlaşıyordu. Kubilay, derin bir nefes aldı ve sesini alçaltarak ama kesin bir tonda konuştu, "Aslında çok iyi biriyim, ama kötü biri olmamı istersen... bilirsin, onda daha da iyiyim." Sözlerindeki tehdit barizdi, kelimeleri adeta havada ağır bir sis gibi dolanıyordu. "Kes sesini ve konuş." Rixton'ın gözleri bir an için ciddileşti, ardından başını hafifçe yana eğdi. "Ne olduğunu sanıyorsun, Kubilay? Bu, senin oyunun değil. Ama... belki bir şeyler paylaşırım. Eğer bana yarar sağlarsa." Kubilay’ın nefesi hızlandı. Rixton’ın bu ciddiyetsiz, tehditkâr tavrı artık bardağı taşırıyordu. Ama o, yine de kendini kontrol altında tutmak zorundaydı. Zaman daralıyordu ve bu adamın elinde ne olduğunu öğrenmek zorundaydı. "Oğlum hakkında ne biliyorsun? Söyle," dedi Kubilay, sesindeki öfke giderek yükselirken. "Sana ne vaat edildi? Ne biliyorsun?" Rixton, Kubilay’ın bu sorusuna karşılık sadece hafif bir tebessümle yanıt verdi. "Beni doğru sorularla sıkıştırıyorsun, enişte. Ama asıl mesele şu ki, o çocuğun kaderi senin ellerinde değil. Sen sadece bir piyonsun."Kubilay, içindeki öfkeyi dizginlemekte zorlanıyordu. Rixton ise bu gerilimi keyifle izliyordu. "Sana tek bir tavsiye vereceğim," dedi alaycı bir şekilde, eğilerek Kubilay’ın gözlerine daha yakından baktı. "Yanlış yerlerde arama. Oğlun için yapman gereken fedakarlıklar, düşündüğünden daha büyük olabilir." Bu cümleyle birlikte Rixton, arkasına yaslandı, sanki her şeyi çözüme kavuşturmuş gibi rahat bir nefes aldı. Kubilay ise içindeki karanlıkla yüzleşirken, bu adamın oyununa daha fazla düşmemeye kararlıydı. Kubilay, Rixton’un söylediklerini duyduğunda, beyninde şimşekler çaktı. "Elimde Uğur'un görüntüleri var." Bu sözler, Kubilay’ın içindeki tüm zincirleri koparmıştı. Boğazındaki damarlar belirginleşirken, tüm kasları gerildi. "Ne görüntüsünden bahsediyorsun?" diye sordu, sesi tehditkâr bir fırtına gibi titriyordu. Rixton ise bu gerilimi hissetmesine rağmen gülümsemesini bozmadı. Alaycı bir sesle ekledi: "İşkence gördüğü videolar desem?" Bu cümleyle birlikte Kubilay, kontrolünü tamamen kaybetti. Bir anda Rixton’ın boğazına saldırdı. Ellerini adamın boynuna doladı ve bütün gücüyle sıkmaya başladı. Rixton önce kahkaha attı, ama Kubilay’ın gücü arttıkça o kahkahalar kesildi. Kubilay’ın gözleri kararmıştı, nefes alamayan Rixton’ın moraran yüzüne bakarken içindeki öfke onu tamamen ele geçirmişti. Rixton’ın gözleri korkuyla açılırken, Kubilay boğazını daha da sıktı. Artık gülmesi tamamen kesilmişti. Solgunlaşan yüzünde yalnızca çaresizlik ve korku vardı. Kubilay, adamın son nefeslerini zorla çektiğini hissedebiliyordu, ama bu onu durdurmaya yetmedi. "Yerini söyleyeceksin," dedi Kubilay, dişlerini sıkarak, ellerini gevşetmeden. Sesi sakin ve kararlıydı, ancak içinde fırtınalar kopuyordu. Rixton, boğulmanın eşiğinde çaresizce çırpınırken, gözlerinde kalan son umut kırıntıları da tükeniyordu. Rixton’un nefesi tamamen tükenmeden önce elleriyle boğazını kapmaya çalıştı, ancak güçsüz kalıyordu. Bir an için, tüm maskesi düşmüş gibi göründü. Artık o kibirli adam gitmiş, yerine korkmuş bir insan kalmıştı. Son bir çabayla fısıldadı: "Tamam... Söyleyeceğim..." Kubilay, parmaklarını biraz gevşeterek Rixton’un nefes almasına izin verdi, ancak bakışlarını onun gözlerinden ayırmadı. Tehditkâr sesiyle yeniden sordu: "Nerede?" Aracın kapısının hızla açılmasıyla içeriye dolan serin hava, polis memurunu karşılaştığı manzara karşısında kısa süreli bir şok geçirmesine neden oldu. Kubilay, Rixton’un boğazına yapışmış, yüzündeki öfke ve kararlılıkla adama acımasızca bakıyordu. Memur hızla müdahale ederek Kubilay'ı Rixton’un üzerinden zorla çekip aldı, adeta yaka paça arabadan dışarıya indirdi. Kubilay’ın gözleri öfkeyle parlıyordu, nefes alıp verişi düzensizdi. Memurun sert tutuşuna rağmen, gözleri hâlâ içeride, Rixton’a dikiliydi. O an Rixton, boğulmanın etkisiyle zorla nefes almaya çalışıyordu. Birkaç derin nefes aldıktan sonra boğuk ve zor duyulan bir Portekizce cümle fısıldadı: "Portekiz'e gel… beni kurtar... görüntüleri al." *** Portekiz’in kıyılarına yakın, donanımlı bir hapishanenin çevresinde sessizlik hüküm sürüyordu. Beton duvarlar, tellerle kaplı yüksek çitler ve gözetleme kuleleri, buradan kaçmanın imkânsız olduğunu düşündürecek kadar güçlüydü. Ancak Kubilay ve Emre, bunu başarmaya kararlıydılar. Hapishanenin içi, dışarıdan daha karanlık ve tehditkârdı. Rixton, hücresinin köşesinde bekliyordu. Portekiz'de kimse ona yardım edebileceğini düşünmüyordu. Ancak Kubilay'ın sözünü unutmamıştı: "Yerini söyleyeceksin." Onu kurtarmak için geleceğini tahmin ediyordu. Çünkü Kubilay’ın oğlu Uğur’un işkence görüntüleri elindeydi ve bu, kaçınılmaz bir pazarlık kartıydı. Kubilay, Emre'nin planladığı tüm detayları kafasında tekrar ederken, hapishanenin yakınındaki küçük bir depoda bekliyordu. Siyah kıyafetler içinde, Emre’nin getirdiği ekipmanları kontrol ediyordu. Sinyal kesici cihazlar, gaz maskeleri ve susturuculu silahlar, planın her aşamasında kullanılmak üzere hazırdı. "Her şey hazır mı?" diye sordu Kubilay, Emre'ye. Emre, sükunetini bozmadan bir göz atışta donanımı kontrol etti. "Evet. İçeri sızdıktan sonra devreye giren alarm sistemini devre dışı bırakacağız. Yalnızca üç dakikamız olacak, o yüzden her şey hızlı ve sorunsuz ilerlemeli." Kubilay’ın gözlerinde kararlılık vardı. "Üç dakika yeter." Hapishanenin koridorlarında devriye gezen gardiyanlar sıradan bir gece bekliyorlardı, fakat Emrenin içerideki adamı elektronik sistemleri çoktan manipüle etmişti. Güvenlik kameraları anlık görüntü kaydetmeyi bırakmış, izlenemez hale gelmişti. Bu sırada Kubilay ve Emre, servis kapısından sessizce içeri girdiler. Birkaç küçük patlayıcı, duvarların içinde kalın kabloları kesmek için yerleştirilmişti.Kubilay, kalbinin hızla attığını hissediyordu. Her adımı, ona bir adım daha yakın hissettiriyordu Uğur’u bulmaya. Emre, her zamanki soğukkanlılığıyla Kubilay’ın önündeki yolu açarken, aralarındaki sessiz işbirliği belirginleşiyordu. İlk engel, üçüncü kat koridorundaki iki gardiyandı. Emre, sessizce ilerleyip gardiyanlardan birinin arkasına yaklaştı ve usta bir hareketle adamı bayılttı. Diğer gardiyan şaşırmaya fırsat bulamadan Kubilay tarafından etkisiz hale getirildi. İkisi de yerde hareketsiz yatarken, Emre hızlıca güvenlik sistemine yöneldi. "Devre dışı bırakıyorum," dedi ve birkaç saniye sonra elektronik kilitler serbest kaldı. Kubilay, Rixton’un hücresine ulaştıklarında derin bir nefes aldı. İçeri girip karşısında alaycı bir şekilde oturan Rixton’a baktı. “Dışarı çıkmak için ne çok çabaladım,” diye söze girdi Rixton, gülümseyerek. “Ama ne yalan söyleyeyim, seni burada görmeyi beklemiyordum.” Kubilay, Rixton’a kıyafetleri verirken yüzüne yaklaştı. "Seni burada bırakıp giderim, kapa çeneni." dedi alaycı bir tonla. “Bu iş daha bitmedi.” Rixton, hafifçe gülümseyerek kalktı. “Bana ne kadar ihtiyacın olduğunu biliyorsun.” Hapishanenin acil çıkışına yöneldiklerinde, dışarıda onları bekleyen kaçış aracı çoktan hazırdı. Fakat her şey tam yolunda gitmiyordu. Gözetleme kulelerinden birindeki devriye, bir şeylerin ters gittiğini fark etmişti. Alarmlar çalmaya başladı. Emre, direksiyona geçti. "Çabuk olun!" Kubilay, Rixton’u arabaya iterek kendisi de bindi. Araba hareket ederken arkalarında sirenlerin sesleri yükseliyordu. Hapishane ışıkları ardı ardına yanmaya başladı. Hızla Portekiz’in dar sokaklarına daldılar. Emre, ustaca araçları atlatıyor, geride bırakıyordu. Kubilay ise arka koltukta Rixton’a doğru dönüp sertçe konuştu: "Şimdi konuş, o görüntüler nerede?" Rixton, hafif bir tebessümle başını arkaya yasladı. “Sana zaten göstereceğim dedim. Ama şimdi değil. Daha güvenli bir yerde olmalıyız.” Kubilay dişlerini sıktı. Sabır, şu anda en çok ihtiyacı olan şeydi ama her an Rixton’a saldırma isteğini zor bastırıyordu. Araba hızla yola devam ederken, Kubilay ve Emre'nin gözlerinde aynı hedef vardı: Uğur’u kurtarmak. Ve Rixton'un söylediği her şey onları bu amaca bir adım daha yaklaştırıyordu.Portekiz’in dar sokaklarında Emre, polis arabalarını ustalıkla atlatıyordu. Her virajda tehlikeyi kıl payı savuşturuyor, motorun sesiyle birlikte Kubilay’ın kalbi hızla atıyordu. Arkada Rixton, sakin bir yüz ifadesiyle her şeyin kontrol altında olduğuna inanmış gibi oturuyordu. Ancak Kubilay’ın yüzündeki öfke ve kararlılık, durumun ciddiyetini açıkça belli ediyordu. “Biraz daha hızlı ol,” diye homurdandı Kubilay, arkasındaki polis sirenlerinin yankılarını duyarak. Emre direksiyona sıkıca asıldı, gözleri yolda kararlıydı. "Merak etme, onlardan kurtulacağız." Sokaklar birer birer geride kalırken, Emre'nin aklı sakin ve soğukkanlıydı. Tam o sırada, büyük bir virajın ardından önlerindeki yol tamamen açıktı. Sonunda polis arabaları görünmez olmuştu. Emre, bir ara sokağa girerek hızını azalttı ve dar bir çıkmazda arabayı park etti. Derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini diktiği dikiz aynasında polis arabalarının ışıkları kaybolmaya başlamıştı. “Bu kadar. Şimdilik izimizi kaybettirdik,” dedi Emre, Kubilay’a dönerek. Kubilay, arka koltukta Rixton’a doğru eğildi. "Şimdi bizi nereye götüreceksin?" diye sordu sert bir sesle. Rixton, her zamanki alaycı tavrını takınarak, "Kendi evime. Orada güvende olacağız," dedi. Kubilay ona inanmak istemese de başka seçenek yoktu. Rixton'un rehberliğinde, Emre aracı dar sokaklardan geçirip daha lüks bir semtteki büyük bir villanın önüne getirdi. Villa, güvenlik sistemleriyle dolu, oldukça gösterişli ve korunmaya yönelik inşa edilmişti. Eve girdiklerinde, Rixton onları geniş, lüks bir oturma odasına yönlendirdi. "Beni bekleyin. Görüntüleri almaya gidiyorum," dedi ve arka tarafa doğru kayboldu. Kubilay, Emre’ye dönüp başıyla onayladı. Emre, gözlerini villa içindeki güvenlik kameralarına dikti, olası bir tehlikeye karşı tetikte bekliyordu. Birkaç dakika sonra Rixton, elinde küçük bir USB bellekle geri döndü.Kubilay, elini uzatıp USB'yi aldı ve cebine koydu. Bir an bile tereddüt etmeden, kemerinden çıkardığı silahı Rixton'un kafasına dayadı. "Bu iş burada bitmeyecek," diye hırladı Kubilay. Rixton, hiç şaşırmış gibi görünmedi. Yavaşça başını eğdi, silahın namlusunu hissediyordu. "Evet, bunu bekliyordum," diye fısıldadı. Ama o sırada, odaya küçük bir çocuk girdi. Sekiz yaşlarında, sarı saçlı ve masum yüzlü bir oğlan çocuğu. Rixton’un oğlu, Leo. “Baba?” dedi Leo, gözlerini babasına ve Kubilay’a dikerek. Korkmuş bir hali yoktu, ama içeride olanları anlamaya çalışıyordu. Kubilay, bir an için donup kaldı. Silahı hâlâ Rixton’un kafasına dayalıydı, ama gözleri küçük çocuğa odaklandı. Oğlunu düşünmeden edemedi. Kendi oğlu Uğur’un yüzü bir anda zihninde belirdi. Bir an için tüm dünya durdu. Kalbi hızla atıyordu. Silahı biraz gevşetti, gözlerini Leo’dan ayırmadan Rixton’a baktı. “Bu çocuğun bir babasız kalmasına izin vermem,” dedi Kubilay, silahı geri çekerek. “Uğur için seni bağışlıyorum, ama bir daha aynı hatayı yaparsan seni kimse kurtaramaz.” Rixton, derin bir nefes aldı. Küçük Leo’ya bakarken gözlerinde bir pişmanlık ifadesi belirdi. "Teşekkür ederim," dedi zayıf bir sesle. "Gerçekten..." Kubilay, silahı yerine koyarken Leo’ya dönüp bir şey demeden odayı terk etmeye hazırlanıyordu. Ama tam kapıdan çıkacakken, Rixton’un sesi yeniden duyuldu. "Ben... özür dilerim," dedi Rixton. "Her şey için. Ne yaptıysam, ailem içindi. Ceylan'ı gerçekten önemsiyorum. Bir aile gibi hissettim... her şeye rağmen." Kubilay durdu, dönüp Rixton’a baktı. Gözlerinde hem öfke hem de bir parça anlayış vardı. "Bir aile mi?" dedi alayla. "Ölüme yolladın hepimizi." Rixton, derin bir nefes alarak devam etti. "Gerçek kardeşim değil ama... Ceylan’ın babası bana bir zamanlar yardım etti. Beni sokaklardan aldı. Bana her şeyi öğretti. Ailem yoktu ama o bana bir yol gösterdi. Fakat sonra Ertuğrul çıktı. Onun yüzünden her şey değişti. Ailemle tehdit etti beni." Kubilay, Rixton'un söylediklerini sindirmeye çalışırken, Emre ona doğru bir adım attı. "Kubilay, buradan çıkmalıyız." Kubilay, başını hafifçe sallayarak Emre’ye katıldı. Ama çıkmadan önce bir kez daha Rixton’a baktı. "Bu söylediklerin doğruysa... artık sorumlu olduğun aileni koru. Ülkeden çıkmak için benim adımı kullan. Bu da son iyiliğim." Rixton, sessizce başını salladı. Elindeki mektubu uzattı. Yaptıklarının ağırlığı altında eziliyordu, ama aynı zamanda Leo’nun varlığı onu hayatta tutuyordu. Kubilay mektubu aldı. "Ceylan'a ver olur mu?" Dedi Rixton. Kubilay ve Emre, villadan sessizce çıkarken arkalarında Rixton’u ve Leo’yu bıraktılar. |
0% |