Yeni Üyelik
118.
Bölüm

63. Bölüm

@hamish

Hüznün içinde bir damla mutluluk

.

.

.

Ceylan, çalışma masasının başında, elini başına dayamış bir şekilde düşüncelere dalmıştı. Kafasındaki sorular o kadar yoğun ve karışıktı ki, zihnini toparlamakta zorlanıyordu. Her ne olduysa, olması gerektiği için mi olmuştu? Ancak bir şeyi olması gerekenden daha karmaşık hale getiren neydi? Olanları anlamlandırmaya çalışırken, her şey daha da bulanıklaşıyordu. Tam iki haftadır aldığı isimsiz tehditler, zaten zor olan hayatını daha da içinden çıkılmaz hale getirmişti. Oğlu iyileşme belirtileri gösterse de, tehditlerin ardı arkası kesilmiyordu. Ataklar azalmış, ama oğlunun hastalığıyla mücadele etmek hâlâ güçtü. Ceylan, bu gerçekle yüzleşip ona göre hareket etmeye çalışıyordu. Oğlunun iyileşmesi, onu hayata bağlayan tek şeydi; ama şimdi, tehditlerin gölgesi her şeyin üzerine çökmüş gibiydi. Her an bir şey olacağı korkusu içinde büyüyor, uykularını kaçırıyordu. Tehditlerin arkasında ne olduğunu bir türlü çözemiyordu. Tek ipucu, her seferinde karşısına çıkan “Timsah” amblemi olmuştu. Ancak bu sembol de onu bir sonuca ulaştıramamış, sadece kafasını daha fazla karıştırmıştı. Kendisine kimseye bu tehditlerden bahsetmemişti; ne Pamir'e, ne Kubilay'a, ne de başka birine. Tehditlerin ağırlığıyla tek başına mücadele etmeye çalışıyordu. Fakat bu, dayanılmaz bir yük haline gelmişti. Kalbi her gün biraz daha daralıyor, endişe onu her geçen gün biraz daha tüketiyordu. Ceylan, derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Oğluna bir şey olacak olma ihtimali, onu en derinden mahvediyordu. Oğlunun minik ellerini kaybetme korkusu, her şeyden ağır geliyordu. Elini başından çekip masanın üzerine bıraktı. Parmak uçları, masanın pürüzsüz yüzeyinde gezinirken zihnindeki korkularla boğuşmaya devam ediyordu. Aniden omuzlarına çöken yorgunlukla birlikte, vücudu bir anlığına dahi olsa pes etmiş gibiydi.

"Gerçekten gitmemi istiyor musun?"

Ceylan, Pamir’in sorusu karşısında kelimeler boğazında düğümlendi. Gözleri birden doldu, ama konuşmaya cesaret edemiyordu. Pamir'in bu sorusu onu daha da derin bir boşluğa sürükledi. Kafasını ağır ağır aşağı yukarı salladı. Tek kelime etse gözyaşlarına hakim olamayacağını biliyordu. Sessizliği içinde çırpınıyor, kelimelerin yerine gözyaşlarıyla cevap vermeye çalışıyordu. Pamir, Ceylan’ın tepkisini izlerken gözlerinde beliren çaresizliği gördü, ama geri dönmek istemedi. Birkaç adım attı, ama birden durdu. Geriye dönüp sesini yükseltmeden ama içinde biriken öfkeyi de saklamadan konuştu.

"Hayır, gitmiyorum," dedi, gözlerinde kararlı bir parıltı. "İki haftadır ne halde olduğunu görmediğimi mi sanıyorsun? Tamam diyorum, zaman ver diyorum, ama yeter Ceylan, yeter. Söyle artık ne oluyor!"

Pamir, Ceylan'ın hıçkırıkları arasında yavaşça ona yaklaştı. Sesinin sertliği yerini yumuşak bir tona bırakmıştı. "Neye ihtiyacın var?" diye sordu, gözleri endişe ve merhamet doluydu. Ceylan’ın gözyaşlarına dayanamayarak onu nazikçe kollarının arasına aldı. Ceylan, Pamir’in sıcaklığına sığınırken, içinde biriken tüm korkuların ve çaresizliğin bir kısmı hafifliyormuş gibi hissetti.

"Sana," dedi Ceylan, sesi titrerken Pamir’in göğsüne yaslanarak. Bu kelime tüm yükünü, kırılganlığını ve ihtiyacını anlatıyordu. Pamir, onun bu kırılganlığına karşılık olarak daha da sıkı sarıldı, adeta onu koruma sözü veriyormuş gibi.

Ceylan'ın nefesi hala düzensizdi, ama Pamir’in kollarında güvende hissetmek, ona biraz olsun rahatlama sağlamıştı.

"Burada benimlesin, güvendesin," dedi Pamir, telkin edercesine, sesinde sakinleştirici bir tonla. "Seni endişelendiren ne? Bana anlatabilirsin."

Ceylan’ın gözleri yeniden doldu, ama bu sefer kelimeler dudaklarının ucuna kadar gelmişti. Ceylan, Pamir’in güven dolu kollarında bile her şeyi anlatmaya hazır değildi. İçindeki korkular ve tehditlerin ağırlığı hâlâ konuşmaya engeldi. Pamir’e her şeyi söylemek istiyordu ama bir şeyler onu durduruyordu, sanki her kelimeyi dile getirse daha büyük bir tehlike kapıdaymış gibi hissediyordu. Pamir’in gözlerinin içine baktı, ona güvendiğini biliyordu ama bu yükü yalnızca kendisi taşımalıydı. En azından şimdilik. Derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını silerek, kendini toparlamaya çalıştı. Pamir’in içten gelen sorularına karşılık, farklı bir yön aradı. Onu meşgul etmeli, daha fazla sorgulamasını engellemeliydi. Hafifçe gülümsedi, gözyaşlarının arasında zorla toparladığı bir gülümsemeydi bu.

"Akşama Ayşe’nin kınasına hazırlanmalıyız," dedi, sanki hiçbir şey olmamış gibi, konuyu birden değiştirmeye çalışarak. Pamir’in yüzündeki endişeli ifade yavaşça yumuşadı, ama içindeki şüpheler hâlâ oradaydı. Ceylan’ın bu ani konu değişikliği onu düşündürse de, daha fazla zorlamak istemedi.

Pamir, Ceylan’ı biraz daha rahatlatmaya çalışarak, "Tamam," dedi, hafif bir tebessümle. "Hazırlanırız. Ama aklının bir köşesinde şunu tut: Ne zaman istersen, konuşmaya hazırım."

Ceylan başını hafifçe salladı, gözlerini Pamir’den kaçırarak. Kendi kendine, bu sırrı daha ne kadar saklayabileceğini bilmiyordu, ama şimdilik bunu ertelemek en doğrusu gibi görünüyordu.

***

Kubilay, karşısında kırmızı elbisesiyle parlayan Ceylan'a baktı. Onun zarif silueti, elbisenin kusursuz bir şekilde vücudunu sarması, ona derin bir iç çekiş getirdi. Kırmızının bu kadar yakıştığı bir kadını bırakmak, kalbinin içinde derin bir yara açıyordu. Gözleri, Ceylan'ın gözlerinde kısa bir an bile olsa durmak istedi. O anı yakalamaya çalışıyordu; belki son bir kez, sadece bir an daha onun sevgisini hissedebilmek için. Ama biliyordu, her şeyin sonuna gelmişlerdi. Ceylan, gözlerini Kubilay'dan kaçırarak yere baktı. Derin bir nefes alıp yavaşça dudaklarını araladı. Sesi ince bir fısıltı gibiydi, ama her kelime ona bir hançer gibi saplanıyordu.

"Sana hep minnettar kalacağım, Kubilay. Ancak başka bir şey diyemem."

Bu sözlerin ardından Kubilay’ın yüzünde beliren hafif gülümseme, acının altında eziliyordu. Gülümsedi, ama gözlerinde neşenin izi yoktu. Yüzündeki ifade, yalnızca kederi saklamaya çalışan bir maskeydi.

"Minnettar olmana gerek yok, aile ne içindir?" dedi, sesi soğukkanlı ama içindeki fırtınaları belli eden ince bir titreme ile.

Kubilay, Ceylan’ın kahverengi gözlerine kilitlendi. O gözlerde artık kendisi için bir şey bulamayacağını biliyordu, ama yine de bakıyordu, belki bir kırıntı arıyordu, geçmişin yankılarını duymak istercesine.

"Başından beri farkındaydım, artık kalbinde yerim olmadığının..." diye devam etti, başını hafifçe yana eğerek. Sözcükler yavaşça dökülüyor, her biri daha derin bir boşluğa çekiyordu onu.

"Demem o ki benim için üzülme. Zaten kalbinde benim için yer yoktu," dedi. Dudakları hafifçe kıvrıldı, ama acıyı gizlemek için bir tebessüm değil, gerçekleri kabullenmenin burukluğu vardı o ifadenin altında. "Oğluma iyi bir baba olmam içindi bunlar. Ben sadece bir kez daha olsun girmeyi denedim."

Bir an durdu, kelimelerin boğazında düğümlendiğini hissetti. Gözleri, hala Ceylan’ınkilerle buluşmak için çırpınıyordu, ama o artık uzaktaydı. "Beni sevdiğin gibi Pamir'i sevemezsin sandım. Senin kafanı karıştırdığım, seni seçime sürüklediğim için özür dilerim." Kubilay, derin bir nefes aldı, ama nefesi göğsünde sıkışmış gibiydi. Dudakları yeniden kıvrıldı, ama bu kez gözlerinde bir ağırlık vardı, her şeyin ağırlığı. Birkaç adım geri çekildi, gözlerini bir an kapatarak, içindeki fırtınayı dizginlemeye çalıştı. Ceylan, tam bir şey söylemek üzereydi ki, Kubilay yavaşça ona yaklaştı ve kadının yanağına nazik bir buse kondurdu. Bu an, aralarındaki sessizliği paramparça eden ince bir çizgi gibiydi; Kubilay’ın dudakları, Ceylan’ın tenine değdiğinde her şey bir anlığına durdu. Zaman, hislerin ağırlığı altında eziliyordu. "Beni dert etme, ben yolumu bulurum," dedi, sesi hafif ama kesin bir kararlılık taşıyordu. Ceylan’ın gözlerine son bir kez baktı; içindeki tüm aşkı ve pişmanlığı o bakışta saklıydı. Gözleri, Ceylan’ın kalbine son bir kez dokunmak istercesine durdu. "Seni seviyorum ve mutlu olmanı istiyorum. Pamir seni hak ediyor, her şeye rağmen…"Sözcükler, bir veda gibi döküldü Kubilay’ın dudaklarından, ama bu veda, geçmişin ağırlığını bir nebze olsun hafifletecek miydi, bunu o da bilmiyordu. Derin bir nefes aldı, kalbindeki acıyı saklayarak kadından uzaklaştı. Her adımı ağır, ama bir o kadar da kararlıydı. Ceylan'ın önünde uşak edasıyla hafifçe eğildi. Bu hareket, ondan duyduğu saygının ve artık yollarının ayrıldığının bir göstergesiydi. Son bir kez, başını hafifçe kaldırıp Ceylan’a baktı. Gözlerinde her şey vardı: Sevgisi, pişmanlığı, kabullenişi… Artık Ceylan’ın hayatında olmayacağını bilerek sırtını döndü.

***

Ceylan, aynanın karşısında Ayşe’nin saçlarına son bir dokunuş yaparken, odayı tatlı bir telaş sarmıştı. Ayşe, hafif bir hüzünle aynadaki yansımasına bakarak iç çekti. "Yalnızca iki nedimem var, ne kadar da az," dedi, dudaklarını büzerek.

Eylül kaşlarını çattı. "Ben neyim burda?"

"Sen en güzel nedimesin." Eylül'ü üzerinde Elif ve Ceylan'ın kıyafetinin mini hali vardı.

Eray sinirle, "Peki biz niye böyleyiz?" Uğur ve kendini gösterdi. Kırmızı takımlar içerisinde minik adamlar gibi duruyorlardı.

Ceylan ikizlerin burunlarını sıktı. "Sabredin."

Ceylan, Ayşe'nin bu şikâyetine gülerek karşılık verdi. "İki nedimen var ama dört tane de yedek nedimin var," diye hafifçe kaşlarını kaldırdı. Ayşe'nin merakla Ceylan’a bakmasına fırsat kalmadan, kapı yavaşça aralandı.

Pamir, Engin, Emre ve Kubilay, hepsi kırmızı takımlar içinde, ellerinde çiçeklerle içeri girdiğinde, Ayşe şaşkınlıkla gözlerini açtı. Elif ve Ceylan’ın yanına gelen bu kırmızı takım elbiseli adamlar karşısında, bir anlık şokun ardından Ayşe gülmeye başladı. Hem kahkahalarla gülüyor hem de gözleri doluyordu.

"Bizi rezil ettin, Ceylo," dedi Emre, takındığı sahte bir sitemle. Gözlerini kısarak Ceylan'a bakarken, yüzündeki alaycı gülümseme herkesi kahkahaya boğdu.

Ceylan, sahte bir masumiyetle ellerini havaya kaldırdı. "Ne yapabilirim, kız kardeşime destek lazım!" dedi, ardından Ayşe’nin yanına geçip onun boynuna sarıldı. Ayşe’nin gözlerindeki mutluluk, odadaki herkesin yüzüne yansıyordu.

Pamir, ellerindeki çiçekleri Elif’e uzatarak, "Sadece gelinlere değil, nedimelere de çiçek verdik. Hepimiz üzerimize düşeni yapıyoruz," dedi, göz kırparak.

Ayşe, çiçekleri zarif bir şekilde aldıktan sonra bakışlarını Ceylan'a çevirdi. "Seni asla unutmayacağım, Ceylan. Bu kına günü sayende..."

"Şşşş makyajı bozmak yok." Dedi Ceylan şakacı bir tavırla.

Kahkahalar, neşeli konuşmalar odada yankılanırken, herkesin üzerindeki hüzün yerini keyifli bir coşkuya bırakmıştı. Kırmızı takım elbiseler içinde nedimelik yapan dört adamın varlığı, kına hazırlıklarına renk katmıştı.

Kubilay, geniş bahçesini kınaya açmıştı. Ev, en ince ayrıntısına kadar süslenmiş, kına için her şey eksiksiz hazırlanmıştı. Girişe yerleştirilen ışıklar, canlı çiçekler ve renkli halılar, bahçeye adeta bir masal havası katıyordu. Halaylar çekiliyor, oyun havaları çalınıyor, herkes neşeyle dans ediyordu. Davulun ritmiyle insanların ayakları yere vurmuyor, neşe gökyüzüne yükseliyordu. Ceylan ise bir köşede, gözlerini neşeyle oynayan ailesinden ayıramıyordu. Yüzünde tatlı bir hüzün vardı; oğlu iyileşirken, tüm tehditlere rağmen ailesinin böyle mutlu bir anı paylaşması ona umut veriyordu. Pamir, Emre, Engin, Elif ve üç çocuğum kahkahaları ona her şeyin iyiye gittiğini hatırlatıyordu. Tam bu sırada Kubilay ve Emir, karşılıklı bir oyun havasına kapılıp dansa başladılar. İkisi de adımlarını ustalıkla atıyor, izleyenlerden alkış alıyorlardı. Ancak Kubilay, bir anda müziğin ortasında durdu ve Emir’e bakarak sesini yükseltti. "Lan, sen benden Ayşe’yi istemedin!" dedi, gözlerinde ciddi bir bakışla. Emir şaşkınlıkla duraksadı, etraf bir an sessizliğe büründü. Kubilay elini havaya kaldırıp müziği tamamen durdurdu. Oyun havaları sustu, herkes birbirine bakıyordu. Birden ciddileşen bu ortamda, kızlar ve erkekler iki gruba ayrıldı. Kubilay, Elif ve Emre kız tarafını temsil ederken, Pamir, Ceylan ve Engin erkek tarafı olmuştu. Ayşe'nin yüzünde hafif bir gülümseme belirdi, ama heyecandan elleri titriyordu. Gelenekler gereği, şimdi kahveler yapılacaktı. Ayşe, mutfağa gidip kahveleri hazırlarken herkes birbirine şaka yollu bakışlar atıyordu. Kahve servisi yapılınca, herkesin gözü Ayşe’deydi. Ayşe, küçük fincanları özenle misafirlere dağıttı. Ceylan, ilk yudumu aldıktan sonra sakin ama kararlı bir sesle, "Allah'ın emri Peygamerin kavli ile kızımız Ayşe'yi oğlumuz Emir'e istiyoruz," dedi, gözleri Ayşe ve Emir'in üzerinde.

Kubilay, kısa bir sessizliğin ardından, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. "Gençler birbirini sevmiş, bize hayırlı olsun demek düşer," diye yanıtladı. O an, herkesin üzerindeki ciddiyet dağıldı, kına neşesi geri döndü.

Gece ilerledikçe, kına yakılma zamanı geldi. Ayşe'nin üzerindeki heyecan ve tatlı telaş daha da belirginleşmişti. Gelenek gereği, bindallılar giyilecek ve her şey hazırlandıktan sonra kına töreni başlayacaktı. Kadınlar kınalıklarını giymek için hazırlığa başladılar; işlemeli, kırmızı ve altın detaylı bindallılar odanın her köşesine şıklık katıyordu. Ayşe, üzerindeki bindallıyla ışıldarken, erkekler de kendi kuşaklarını takmak için hazırlığa giriştiler. Kubilay, Pamir, Engin ve Emre, kendilerine özel olarak dikilen kuşakları takarken birbirleriyle şakalaşmadan duramadılar. Pamir, Kubilay’ın kuşağını sıkıca bağlamaya çalışırken, "Bu kuşak seni zayıf mı gösterecek, ne?" diye laf attı. Kubilay gülerek omzunu geriye attı, "Zaten yakışıklıydım, kuşakla ya nasip oldum."

Emre ise Elif'e göz kırparak, "Kuşaklar bizde daha iyi durdu, kabul et." Elif gülerek karşılık verdi, "Sizin de içinizde neler yatıyormuş meğer." İşaret diliyle konuştu.

Bu neşeli anların ortasında, müziğin yavaşlamasıyla birlikte ortamda duygusal bir hava oluştu. Kına yakılma zamanı gelmişti ve herkes yerini aldı. Ayşe'nin gözleri hafifçe dolmuştu. Kınalık tepsi ortaya çıkarıldığında, herkes ciddiyetini takındı. Hüzünlü türküler çalarken, gözlerden birer damla yaş dökülüyordu.

Kınayı yakma görevi Elif'e verilmişti. Elif, Ayşe'nin ellerine nazikçe kınayı yerleştirirken, gözlerinde bir sıcaklık ve şefkat vardı. "Mutluluğun daim olsun, Ayşe," dedi gözleriyle. Ayşe’nin avuçlarına yerleştirilen kına, bir geleneği yaşayabilmenin mutluluğunu yansıttı.

"Gelin elini açmıyor, kaynana nerde?" Emre'nin bağırmasıyla herkes kahkaha attı.

Ceylan ise, törenin bir parçası olarak, kına yakılan ellerin üzerine altını bıraktı. Küçük altını bırakırken, "Bu altın, mutluluğun ve huzurun simgesi olsun," diye içtenlikle mırıldandı. Ayşe'nin gözlerinden dökülen yaşlar, hem hüzün hem de mutluluğun birleşimiydi.

Loading...
0%