Yeni Üyelik
119.
Bölüm

64. Bölüm

@hamish

3 HAFTA SONRA

 

Kubilay, dudaklarının arasına bir sigara yerleştirdi ve elleri ceplerinde dolanırken zihni bir an için dağılmış gibiydi. Soğuk gecenin serin rüzgarı, yüzünü hafifçe yalayarak onu gerçeğe döndürdü. Ellerini ceplerinde gezdirirken bir çakmak bulmayı umuyordu. Tam o anda, yüzüne doğru uzatılan bir elin hareketini fark etti. Gözlerini kaldırdığında, çakmağı ona uzatanın Pamir olduğunu gördü. Pamir'in gözlerinde her zamanki soğukkanlı bakışı vardı. Kubilay sigarasını ateşlemek için derin bir nefes aldı, dumanı ciğerlerine çekerken rüzgarın karıştığı gece havası ile birlikte sigaranın acı dumanı bedenine yayıldı. Yavaşça dumanı dışarı üflerken, Pamir’in bakışlarını üzerinde hissetti. Sigaranın ucu kızıl bir kor haline geldiğinde, bir anlığına duraksadı ve Pamir'e baktı.

"Sigarayı bıraktın sanıyordum, Çetinkor," dedi Pamir, alaycı bir tonla. Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme vardı, ama gözlerinde merakla karışık bir ciddiyet seziliyordu.

Kubilay, sigaradan bir nefes daha aldı. Duman parmaklarının arasında ince ince yükselirken, gözleri kısa bir an sigaranın beyaz külüne takıldı. "Neden bıraktığımı kendime hatırlatmak için arada içiyorum," dedi, sigarayı dudaklarından uzaklaştırarak. Parmaklarının arasında biraz daha sıkıca tutarak, elindeki sigaraya uzun uzun baktı. Her nefes ona eski bir alışkanlığı, geçmişin ağırlığını anımsatıyordu. Pamir, Kubilay’ın elindeki sigarayı hızlı bir hareketle aldı. Tek kelime etmeden, sigarayı dudaklarına götürüp derin bir nefes çekti. Duman, ciğerlerine dolarken yüzündeki ifadede bir tiksinti belirdi. "Bu iğrenç hava," diye mırıldandı. Sigarayı tekrar Kubilay’a uzatmadan önce, nefesini dışarı üflerken düşünceli bir şekilde başını salladı.

Kubilay, sigarasından derin bir nefes daha alıp dumanı acele etmeden dışarı üfledi. Gözleri boşluğa dalmıştı, kaybolan zamanın izleri yüzündeki çizgilerde saklıydı. "Pamir," dedi ağır bir sesle, "tam tamına üç hafta. Ceylan’ın hastaneden kaçırılmasından bu yana üç hafta geçti. Ne iyi olduğunu biliyoruz ne de başka bir şey. Sadece bir ihtimalin peşinden geldik İtalya’ya." Sesi hüzünle karışık bir öfkeyi yansıtıyordu. Bu belirsizlik içinde kaybolmak ona ağır geliyordu. Pamir ise gözlerini kıstı, Kubilay’ın kelimeleri zihninde yankılanırken yavaşça yere baktı. Sigarayı dudaklarının arasından çekip, yere attı. Ayağının altına aldığı sigarayı ezip söndürdü, dudaklarının kenarında keskin bir ifade belirdi. "İster üç hafta geçsin ister üç ay, fark etmez. Dünyayı karış karış aramamız gerekse bile arayacağız," dedi Pamir, sesi sertleşmişti, içinde büyüyen sinir artık bastırılacak gibi değildi. Umutsuzluğa kapılan Kubilay’a baktıkça sinirleri daha da geriliyor, içindeki hırs ve öfke onu adım adım sıkıştırıyordu. Pamir’in gözleri ateş gibi parlıyordu, yüz hatları gerilmişti. Kubilay, Pamir'in kararlılığını izlerken bir an duraksadı. Pamir’in sinirli adımlarla arabasına doğru ilerlediğini fark etti. Onun ardı sıra yürüyüşü, her geçen saniyede daha da hızlanan adımlarıyla sinirini dışa vuruyordu. Kubilay ise arkadan bakakaldı, Pamir’in gidişini izlerken kısa bir süre tereddüt etti. Sonunda sesini yükseltti.

"Santos, nereye?"

Pamir, sinirle dolmuş bir gülümseme takınarak durdu. Omuzlarını dikleştirip kafasını hafifçe yana eğdi, o gülümseme yüzünde donmuş gibiydi. Gözlerini Kubilay’a dikti, içinde biriken öfkenin sınırlarını zorlayan bir sesle konuştu.

"Cehennemin dibine..." dedi, sesi alayla karışmış ama soğuk ve keskin. Ardından arabasına binip motoru çalıştırdı, tekerlekler çakıl zeminde gıcırdarken, Pamir hızla uzaklaştı. Gecenin sessizliğini yırtan motor sesi, Kubilay’ın kulağında çınlayarak kayboldu.

Pamir, ayaklarının altında hissettiği yumuşak basınçla farkına vardı ki yeşilliklerin arasında yürüyordu. Toprağın nemi ve doğanın kokusu ciğerlerine dolarken, içindeki merak bir volkan gibi yükselip taşmaya başlamıştı. Her adımında daha da derinleşen bir huzursuzluk hissiyle sahile uzanan, denize doğru kıvrılan rıhtıma doğru yürüyordu. Gözleri önünde uzanan muhteşem manzara, sakin gibi görünen denizin ardında saklanan bir tehlikeyi işaret eder gibiydi. Ayağı bir taşa takıldı. Düşmesine ramak kala, dengeyi toparlayıp taşı ileriye doğru fırlattı. “Sahi, şimdi neredeydi Ceylan?” Kafasındaki soruların yankısı adeta içini kemiriyordu. Yüreği sıkışmıştı, bir türlü kurtulamadığı bir endişeyle boğuşuyordu. Rıhtımın ucuna yaklaştıkça gözlerine ilişen figür, kalbini daha da hızlandırdı. Orada, denize karşı, rüzgarın savurduğu saçlarıyla, kırmızı elbisesi içinde bir kadın duruyordu. Rüzgar, etrafında sertçe esiyor, kadının saçlarını bir oraya bir buraya savuruyordu ama o, sanki tüm bu kargaşadan etkilenmiyormuş gibi, dimdik duruyordu. Pamir’in gözleri kadının her detayına takıldı. Kırmızı, kadına bu kadar mı yakışırdı? Öyle ki sanki bu rüzgar, bu deniz, bu gökyüzü bile ona eşlik ediyordu. Pamir’in yüzünde acı dolu bir tebessüm belirdi. İçindeki özlem, deniz dalgaları gibi kabarıyordu. Adımları yavaşladı, rıhtımın ucundaki kadına yaklaştıkça içindeki o karanlık hisler de yoğunlaşıyordu. Bedeni gerildi. Kadının yüzünü göremiyordu ama o duruş, o silüet, ona tanıdık bir çaresizlik çağrıştırıyordu. Bir an ellerini uzatmak istedi. Kadına uzanıp onu geri çekmek, o yalnızlığı ve hüznü paylaşmak istedi. Ama adımları tereddütle geri çekildi. Korku tüm benliğini sardı; ne yapacağını, ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu.

O an, kadının bedeni birden ileri doğru eğildi. Pamir’in gözleri büyüdü, nefesi kesildi. Kadın, hiç tereddüt etmeden, sanki kararlı bir sona doğru ilerlercesine kendini suyun derin dalgalarına bıraktı. Rıhtımın kenarında kaybolan kırmızı silüet, denizin karanlık kucağında yutulmuştu. Pamir’in boğazında bir düğüm oluştu. Yutkundu ama ses çıkaramadı. Gözleri, kadının sulara gömüldüğü yerde sabit kaldı. Rüzgar hâlâ sert esiyordu, ama artık sadece bir tehlikenin habercisi değil, gerçekleşmiş bir trajedinin yankısı gibiydi.

Pamir’in zihninde yankılanan tek şey, kadının suyun altında çırpınışlarıydı. Tuzlu suyun boğazını yakacağını, ciğerlerine dolan suyun her nefesle birlikte içini acıtacağını düşünüyordu. O an, kadının kim olduğunu ya da neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu. Fakat düşünmeden suya atladı. Kafasında dönen tek soru, neden ölmek isteyen birine yardım etmeye çalıştığıydı. Ama bedeni, aklından önce hareket etmişti. Nefesini tutarak suyun soğukluğuyla boğuştu. Dalgalar ona direniyordu ama o, tüm gücüyle kulaç attı. Kadının kırmızı elbisesi, suyun içinde şişerek grotesk bir görüntü oluşturuyordu. Elbise, sanki kadının cesaretiyle tezat oluşturan bir can simidi gibi etrafında dolanıyordu. Pamir, kadına ulaşmak için dişini tırnağına taktı. Ellerini uzattı, parmakları kadının bedenine dokunduğunda yüreği sıkıştı. O an, ölümle yaşam arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu daha net hissetti. Kadının sapsarı saçları, suyun içinde yüzüne yapışmıştı. Pamir, kadını hızla suyun dışına çıkardı, rıhtıma doğru yöneltti. Kendisi de bir an olsun duraksamadan, suyun içinde boğulmuş kadının yanına geçti. Nefesi tıkanmış, göğsü hızla inip kalkıyordu ama zihni sadece kadına odaklanmıştı.

Baygın bedeni yere serdiğinde, elleri titreyerek kadının yüzüne doğru gitti. Saçlarını nazikçe yüzünden geri çekti ve o an, karşısındaki tanıdık yüzle sarsıldı. Zihni bir an durdu, dünya etrafında dönüyormuş gibi hissetti. Boğazından çıkan kelime, zar zor duyulacak bir fısıltıydı:

"Ceylan..."

Ceylan’ın zihni karanlığın içinde kayboluyordu. Geçmiş, sadece kendine anlattığı bir hikayeydi, ama hangi kısmı gerçeği yansıtıyordu? Ya öğrendiği gerçekler, tahammül edemeyeceği kadar acımasızsa? O an, suyun derinliklerine kendini bırakışı, hazır olduğunun bir işaretiydi. Ölümü kabullenmişti, peki neyi bekliyordu? Kafasındaki sesler gittikçe uzaklaşıyor, bedenine hükmetme yetisini kaybediyordu. Kasları gevşiyor, taş gibi ağırlaşıyordu. Karanlığa teslim olmanın huzuru içinde kendini bırakmıştı. Ama vücuduna sarılan kollar onu yeniden hayata çekiyordu. Tamamen teslim olmayı beklerken, dudaklarına değen sıcak nefes onu yeniden yakıyordu. Ciğerlerine dolan o nefes, içini alev alev yakmış, bedenine döndüğünü hissettirmişti. Bir dizi öksürük, içindeki suyu dışarı atmaya çalışırken Ceylan acı içinde kıvranıyordu. Gözleri karanlıkla savaşırken, kendisini tutan adamın varlığını hissetti.

Tanıdık bir his vardı ama kim olduğunu çıkarmak zordu. "Senhora, iyisin..." diye mırıldandı adam, sesi tanıdık bir yankı gibiydi, ama hala bir bilinmezlik içinde sürükleniyordu. Gözleri bulanık bir şekilde açılmaya çalışırken, o an tanımadığı ama bir o kadar da bildiği bir yerde olduğunu fark etti. Ceylan’ın zihni bulanık ama bedeni harekete hazırdı. Aksanlı adam, başını ellerinin arasına almış, derin nefesler alarak garip bir şekilde ona bakıyor ve gülümsüyordu. Bu gülümseme sinirlerini iyice gererken, acı içinde kıvranan Ceylan adamın neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kaşları bir anda çatıldı, o an kaçması gerektiğini biliyordu. Hızla ayağa kalktı, aynı anda Pamir de yerinden fırladı. Etrafına hızla göz gezdiren Ceylan, az ileride park edilmiş bir araba gördü ve gözleri o noktada parladı. Gerideki adamı umursamadan arabaya doğru koşmaya başladı. Islak kırmızı elbisesi vücuduna yapışmış haldeydi, soğuğa rağmen hırkayı güçlükle çıkarıp ellerine sardı. Tam arabanın camını kırmak üzereydi ki, bir anda kilit sesiyle kapılar açıldı. Şaşkınlık yüzüne yayılırken, arkadan gelen tanıdık aksanlı ses yeniden kulaklarına çalındı.

"Daha kolayı var, Senhora."

Adamın sesindeki soğukkanlılık Ceylan’ı bir anlık şokla duraklattı. Elindeki hırka yavaşça yere düşerken, bu adamın kim olduğunu ve neyin peşinde olduğunu daha da merak etmeye başladı. Ceylan'ın kafasında "Senhora" kelimesi yankılanıp duruyordu. İçinde beliren huzursuzlukla, baş ağrısını hiçe sayarak sesini yükseltti:

"Anahtarı ver hemen!"

Aksanlı adam ona sakinlikle yaklaşıp yine aynı tonda konuştu:

"Senhora, iyi değilsiniz. Sizi istediğiniz yere götüreyim."

Ceylan bir an duraksadı, şüpheyle baktı. Adamın söylediklerini tam anlamıyla kavrayamıyordu ama yine de aceleyle şoför koltuğunu es geçip yan tarafa yerleşti. Pamir, onun bu kararını sessizce onaylayarak hafifçe gülümsedi ve şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp hızla klimayı açtı. Sıcak hava Ceylan'ın tenine değdikçe, gerginliği bir nebze de olsa azaldı. Gözleri istemsizce dikiz aynasına kaydı.Pamir peşlerindeki arabanın farlarını dikiz aynasında fark ettiği anda tüm dikkatini yola vermiş, otoyolda zikzaklar çizerek arabayı atlatmaya çalışıyordu. Direksiyonun kontrolünü bırakmadan, elini hızla torpidonun gözüne attı. Gördüğü silah ve tek şarjörü fark eden Ceylan, kararlılıkla silaha sarıldı. Hızlıca şarjörü silaha yerleştirip tetiği hazırladı. Kahverengi gözlerini Pamir’in gözlerine dikerek uyardı:

"Arabayı sakın sarsma, sakın(!) Tek şarjör var."

Pamir, Ceylan'ın bu sert ve kararlı halini görünce, şaşırarak ilk tanıştıkları anı hatırladı. O an aklından geçti, ama zamanı değildi. Hafızasını kaybettiğini biliyordu ve bu konuşmayı ertelemek zorundaydı. Ceylan, tereddütsüzce arabanın camını indirdi, vücudunu camdan dışarı sarkıtarak, arka tekerlekleri hedef aldı. Dikkatle nişan aldı ve şarjörü takip eden arabanın tekerleklerine boşalttı. Arkalarındaki araç bir anda takla attı. Ceylan tekrar arabaya girip camı kapattı. Tam o sırada bir patlama sesi duyuldu. Patlamayla birlikte Ceylan’ın bilinci bulanıklaşmaya başladı. Beynine akın eden hatıralar, onu boğucu bir ağrıyla sarsıyordu. Başı dönmeye başladı, çünkü artık her şeyi hatırlıyordu.

Pamir, Ceylan’ın kötüleştiğini fark edince arabanın hızını azaltarak yolun kıyısına çekti, tıpkı ilk tanıştıkları zamanki gibi. Ceylan, titreyen elleriyle arabanın kapısını açıp ayaklarını dışarı sarkıttı, bedeni titremeye başladı. Pamir, derin bir nefes almadan Ceylan’ın yanına oturdu, gözleri endişe doluydu. Ceylan son bir çabayla başını kaldırdı ve ona bakmaya çalıştı.

Ceylan’ın sesi Pamir’in kulaklarında yankılandı:

"Kendini tanıtmana gerek yok, sen... Pamir Santos'sun."

Pamir, şaşkınlık ve sevinçle ona baktı. Yüzünde beliren gülümseme kısa sürdü. Ceylan’ın bilinci hızla kapanıyor, güçsüz bedeni Pamir’in kolları arasına düşüyordu. Pamir, bir anlık şaşkınlığın ardından endişeyle onu sıkıca kavradı. Kalbi hızla atarken, gözleri Ceylan’ın solgun yüzüne kilitlenmişti. Elleri titrerken, onu nazikçe geri arabaya yatırmaya çalıştı.

İçinden hızla dualar ederken bir an için durup, derin bir nefes aldı. “Seni bulmak ne kadar zordu, ama seni kaybetmek... Asla, tanrım güzelliğinden habersiz bu küçük kadını bana kavuşturdun.” diye fısıldadı kendi kendine. Ceylan'ın soğuk yüzüne bakarak ona tekrar ulaşmanın bir yolunu bulmaya kararlıydı.

Loading...
0%