Yeni Üyelik
121.
Bölüm

66. Bölüm

@hamish

Herşey rezalet

.

.

.

Ceylan yavaşça kapının kolunu çevirdi, zemin üzerinde sürüklenen ayaklarının çıkardığı cılız ses koridorda yankılandı. Başını bile kaldırmadan, donuk bir yüz ifadesiyle kapıyı açtı. Kapının önünde, Kubilay’ın durduğunu görünce içinde bir şeyler yerinden oynadı, ama hiçbir şey olmamış gibi görünmeye çalışan adamın yüzüne baktığında istemsizce kaşları çatıldı. Karşısındaki adam ona doğal bir şekilde, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi bakıyordu.

“İçeri davet etmeyecek misin Mes?” Kubilay’ın sesi, o eski, tanıdık tınısıyla kulağında yankılandı. Yıllardır adını bu şekilde duyduğunda içinde bir sıcaklık hissederdi, ama şimdi bu kelimeler yüreğine buz gibi bir hançer gibi saplandı.

Ceylan’ın yüzü hızla değişti, istemsizce buruştu. Onu içeri davet etme düşüncesi bile midede bir düğüm gibi kıvrıldı. Sessiz bir nefes verip derin bir karar aldı. Kapıyı ardına kadar açmak yerine, kendisi dışarı adım attı, Kubilay’a arkasını dönmeden kapıyı kapattı. Sertçe kapanan kapı, onların arasındaki duvarın sembolü gibi çınladı.

Kubilay bir adım geri çekildi, Ceylan’ın yüzündeki sert ifadeyi incelemeye çalıştı, ama kadının gözlerinde geçmişten eser kalmamış gibiydi. Ceylan, çenesini hafifçe yukarı kaldırarak onunla göz göze geldi.

“Ne istiyorsun Kubilay?” Sesi soğuk, duygusuzdu. Ne bir öfke, ne bir sevgi—sadece bir boşluk.

Kubilay, elindeki kelimeleri toparlamaya çalışırken içini çekti. “Sadece konuşmak istiyorum. Yanlış anlaşıldık, hepsi senin iyiliğin içindi. Bunu anlamanı istiyorum.” Sesindeki kararlılık, Ceylan’ın bu sözleri duymaya hiç hazır olmadığını bilmesine rağmen dilinden döküldü.

Ceylan gözlerini devirdi, kalbinin çığlıklarını bastırmaya çalışırken kaşlarını çattı. "Benim iyiliğim için mi? Beni bu hale getirmenizin bir yolu mu bu? Her şeyi benden saklamanız mıydı iyilik? Bana güvenmek yerine sırtımı dönmemi beklemeniz mi?" Sesi titriyordu, ama öfkesinin altında yatan hayal kırıklığı her kelimesine nüfuz etmişti.

Kubilay, Ceylan’ın bu keskin çıkışına rağmen sakin kalmaya çalıştı. “Yanlış yaptık, seni kaybetmekten korktuk. Senin gibi. Seni korumak istedik...”

Kubilay, Ceylan'ın bu kadar sert olacağını tahmin etmemişti. Gözlerinde bir umut kırıntısı vardı, ama Ceylan’ın yüzündeki sert ifade, her şeyi yerle bir ediyordu. “Ne işin var burada, Kubilay?” dedi Ceylan, sesi titremeden, sanki karşısındaki adam onun hayatına hiç girmemiş gibi soğuktu. Kubilay, derin bir nefes alarak kelimelerini toparlamaya çalıştı. “Hala bize, ailene dönebilirsin, Ceylan. Olmamış gibi davranabiliriz. Her şeyi unutabiliriz,” dedi, sesinde bir kırıklık vardı ama hâlâ bir umut da taşıyordu.

Ceylan bu sözler karşısında anlık bir duraksama yaşadı. Kaşları hafifçe çatıldı, gözlerindeki öfke, yerini kısa bir süreliğine şaşkınlığa bıraktı. Ancak hızla kendini toparladı, derin bir nefes aldı ve Kubilay’a doğru döndü.

“Sen neyden bahsediyorsun, Kubilay?” diye sordu, sesi sakin ama tehlikeli bir tondaydı. “Beni hiç dinlemiyorsun.” Sanki içinde biriken her şey, bu birkaç kelimeyle açığa çıkıyordu. Parmaklarını sertçe yola doğru uzattı, karanlık sokakları işaret edercesine.

“Git buradan,” dedi, bu sefer sesi daha sertti, kesin ve geri dönüşsüz. Kubilay’ın karşısında duruyordu, sanki dünyasında ona artık yer olmadığını gösteren bir duvar gibi.

Kubilay arkasını döndü ama birkaç adım ilerledikten sonra durdu. İçindeki karmaşayı yenmek için derin bir nefes aldı ve yeniden yüzünü Ceylan’a çevirdi. “Ceylan, oyun oynamayı kes artık. Sen istediğin için buradayım. Sen istemeseydin, ben seni bulabilir miydim?”

Ceylan, adamın gözlerinin içine dümdüz bakarak karşılık verdi. İçinde biriken öfke ve hayal kırıklığı, her kelimesinde daha da belirginleşiyordu. Bu duygusallık, adeta boğazında bir yumru haline gelmişti.

“Senin için her şey oyun zaten, Kubilay,” dedi Ceylan, sesi soğuk ve sertti. “Geçmişte yaşayan zavallının tekisin. Ne benimle olabildin, ne Ciğdem’le. Ne de Pamir’le olmama izin verdin. Şimdi defol git.”

Sözleri, bir ok gibi hedefe ulaşırken, Kubilay bu sert ifadeye hazırlıklı değildi. Ceylan’ın gözlerindeki öfke ve hayal kırıklığı, onun için son derece tanıdıktı ama bu kez altında yatan duyguları anlamak için belki de çok geç kalmıştı.Kubilay, Ceylan’ın ayaklarına çökerken, çaresizlik içinde sesini yükseltti. “Sana bunu ben yaptım değil mi?” diyen sesi, içindeki duyguların ağırlığıyla sarsılıyordu. Ceylan, gözlerini ondan ayırmadan, kararlılığını korudu.

“Git, kalbini kıracağım yoksa,” dedi Ceylan, sesinde bir soğukluk vardı.

Ama Kubilay, onun tehditlerine aldırış etmedi. Dizlerinin üzerine çökmüş, sanki dünya onun etrafında dönmeyi durdurmuş gibiydi. Bacaklarına sımsıkı sarılarak, sanki Ceylan’ın ona bir kapı açmasını bekliyordu. “Yalvarırım, git deme. Ben gidemiyorum; ben sensiz yapamam,” diye fısıldadı. Kafasını kaldırdığında, Ceylan’ın kahverengi gözlerinin eskisi gibi olmadığını fark etti. O gözlerdeki parıltı, artık kaybolmuştu.Kubilay, Ceylan'ın gözlerindeki kararlılığı görünce daha da çaresizleşti. “Kız, bağır ama susma Mes…” dedi, sesi titrek ve ısrarcıydı. Ceylan, onun kollarını sıkıca tutarak kendi bacaklarından ayırdı. “Seninle ilgili hiçbir şey artık beni ilgilendirmiyor,” diye yanıtladı, sesinde bir alay ifadesi vardı. Ceylan’ın yüzündeki gülümseme, Kubilay için hem tanıdık hem de yabancıydı. O an, geçmişte paylaştıkları anların gölgesinde kaybolmuş hissetti. Ceylan, ona alaycı bir gülümseme atarak, “Siz benim karanlığımdan kaçtınız, ışığa herkes gelir,” dedi. Bu sözler, Kubilay’ın içinde bir boşluk yarattı.

Kubilay, Ceylan’ın bu kadar kararlı olmasına anlam veremedi. “Beni hiç tanımadın mı, Ceylan? Benim içimde senin için bir yer var,” dedi, ama sesi bir haykırışın sessizliğine dönüşmüştü. Kubilay, yorgun bir şekilde yere düştü. Kollarını iki yana açarak, Sevdiği kadına son bir umutla bakıyordu. Gözlerinde derin bir pişmanlık vardı; tüm bu yaşananların sorumlusunun kendisi olduğunu biliyordu. Kendi elleriyle yapmıştı her şeyi, Ceylan’ın ışığını çalmış ve onu karanlığa mahkûm bırakmıştı.

“Konu ben değilim Ceylan,” dedi, sesi sanki bir yüzyıllık bir yük taşır gibiydi. Kafasını salladı, gözleri yorgun ama kararlıydı. “Ailemiz.”

Ceylan, Kubilay’ın sözlerinin derinliğini anlamaya çalıştı. İçindeki çatışma, aile olmanın ne anlama geldiğini sorgulamasına neden olmuştu. “Ailemiz,” diye tekrar etti. Bir süre sonra Kubilay, yerdeki yerinden kalktı. Kendini toparlamak zorundaydı. “Sensiz ailemiz yarım…” dedi, sesindeki kırılganlık belirginleşti. Gözleri Ceylan’ınkilerle buluştu; orada kaybolmuş bir umudu, kırılmış bir kalbi görüyordu. Ceylan'ın gözleri dolmuştu, içindeki acının ağırlığıyla birlikte yaşları göz pınarlarından süzüldü. “Güvensiz hissetmeseydim, yine çabalardım,” dedi. Sesi titriyor, kelimeleri zorla dökülüyordu. “Her şeyle savaşabilirim ama güvensizlik bu... hayır.” Kubilay, Ceylan’ın ruhundaki çalkantıyı görebiliyordu. Yere düştüğünü fark ettiğin an, bambaşka bir insana dönüşüyordu insan. Her bir itiliş, geri dönülmeyecek izler bırakıyordu ruhlarda. Ceylan, ruhundaki yaraların ne denli derin olduğunu hissediyordu. Bu güvensizlik, ona eski halini hatırlatıyordu; ailesinin ona güvenmemesi, kendine bile güvenememesi… Ceylan, o an geçmişiyle yüzleşti. İstese canını verecek kadar çok sevdiği ailesi, şu an en çok yaralayan şeydi. Yokluğuna üzülmek daha kolaydı, çünkü yokluk bir kayıp hissi yaratıyordu ama güvensizlik, kalbini dışarı çıkarıp üzerinde tepinmişlik hissi veriyordu. Bu, dayanılmaz bir acıydı. Kubilay, Ceylan’ın karşısında çaresizce duruyordu. Onun için her şeyin yeniden başlaması gerektiğini biliyordu, ama Ceylan’ın içinde taşınan bu ağır yükü kaldırmak için ne yapabileceğini kestiremiyordu. Kapının aralanmasıyla birbirlerine bakan Ceylan ve Kubilay’ın arasındaki sessizliği Uğur bozmuştu.

"Baba, Pamiy gelmedi mi?" diye sordu, gözlerinde masum bir merakla.

Ceylan, o an oğlunun gözlerindeki parıltıyı görünce kalbinin derinliklerinde bir şeylerin sarsıldığını hissetti.

"Biri beni mi çağırdı?" Pamir yürüyerek yanlarına geldi. Aksanlı sesi, Uğur’un yüzünde beliren gülümseme ile birleşince, Ceylan'ın içini bir huzur kapladı. Kalbi hızlanmaya başladı. Uğur, Pamir’i görünce gözlerindeki ışıltı biraz daha arttı. “Pamir!” diye seslendi, heyecanı yüzünden okunuyordu. O an, üçlünün aklından benzer cümle tek bir düşünce geçiyordu: 'Uğur’um, sen de gülmezsen biteriz. Zaten her şey rezalet.'

Loading...
0%