Yeni Üyelik
123.
Bölüm

68. Bölüm

@hamish

3 HAFTA ÖNCE

Pamir, yüzünde büyük bir gülümsemeyle düğün salonuna adımını attı. Son hazırlıkları gözden geçirmek için içeri girdiğinde, geniş salonun muhteşem görüntüsüyle büyülenmiş gibiydi. Zihnini meşgul etmek istiyordu; belki de yoğun hazırlıklar, yaşadığı heyecanı hafifletebilirdi. Krem ve lila tonlarının zarifçe harmanlandığı salon, duvarlardan masalara kadar her detayda incelikle düşünülmüştü. Özellikle aileler için ayrılan masalardaki gümüş detaylar, ışığın altında parıldıyor, göz alıcı bir atmosfer yaratıyordu. Pamir, takım elbisesini özenle seçmişti; slim fit kesimiyle vücuduna oturuyor, üzerindeki papyonu hafifçe gevşeterek rahatlamaya çalıştı.Salon yavaş yavaş dolmaya başlarken, gözleri girişte karşılayan Emre ve Engin'e takıldı. Onların sıcak karşılamaları misafirlerin yüzündeki gülümsemeleri artırıyordu. Pamir, yanlarına gitmeye karar verdiğinde Elif, sanki bu anı bekliyormuşçasına Emre'yi bir hareketle yanlarından çekti. Pamir ve Engin'in göz göze gelip gülümsemeleri, aralarındaki sessiz bir dostluk mesajıydı.Misafirler yerlerini alırken, salon iyice dolmuştu. Pamir ve Engin, kendileri için ayrılan nikah masasına yakın bir noktada, arkadaşlarının yanına geçtiler. Masanın başında Ceylan ve Kubilay oturmuştu. Onların hemen yanında, takım elbisesiyle oldukça şık görünen Uğur oturuyordu. Uğur’un yanında Pamir yerini aldı, karşısında ise Engin ve ikizler Eylem ile Eray oturmuşlardı. Eray da Uğur gibi klasik bir takım elbise giymişti; Eylem ise sarı elbisesiyle adeta bir kuğu zarafetindeydi. Bu arada Emre ve Elif, düğün ortamını unutmuşçasına bir şeyler tartışıyor, aralarındaki çekişme çevrelerindeki insanları hafifçe gülümsetiyordu.

Birden alkışlar yükseldi. Salonun tüm dikkatini çeken bir an yaşandı; beyazlar içinde zarif bir şekilde ilerleyen Ayşe ve bordo takım elbisesiyle ona eşlik eden Emir, salona girdiler. Tüm gözler çiftin üzerinde yoğunlaşmıştı. Havai fişekler patlarken, konfeti yağmuru çiftin etrafında uçuşuyor, adeta masalsı bir atmosfer yaratıyordu. Herkesin heyecanla beklediği bu an, salondaki duygusal havayı daha da yoğunlaştırmıştı. Pamir, bir an için etrafındaki tüm sesleri unuttu ve sadece bu büyülü ana odaklandı. Nikah kıyılmış, salonda alkışlar yankılanırken Ayşe, elindeki çiçeği havada sallamaya başlamıştı. Etrafındaki kalabalık heyecanla bağırıyor, herkes gözlerini Ayşe'nin elinde süzülen çiçeğe dikmişti. “Bir, iki… ve üç!” diyerek çiçeği havaya fırlattı. Çiçek, zarif bir yay çizerek süzüldü ve tam da Ceylan’ın kollarının arasına düştü. O an salonda bir kahkaha dalgası yükseldi. Ceylan, kollarında duran çiçeğe şaşkınlıkla bakarken, başını kaldırıp gözlerini Pamir’e çevirdi. Pamir ona aşkla bakıyordu. Yüzündeki şaşkınlık yerini büyük bir gülümsemeye bıraktı; o anın büyüsü, her ikisini de sessiz bir diyalogla birbirine bağlamış gibiydi.

Ceylan, ellerindeki çiçekle bir an duraksadı, sonra eteğini hafifçe çekiştiren Uğur’un sesini duydu. Küçük çocuk sabırsızca annesine bakıyordu. Gülümseyerek oğluna çiçeği uzattı. Uğur, yeşil ve mor çiçekleri neşeyle aldı, ardından hızla ikizlerin olduğu yere koşmaya başladı. İkizler, Eylem ve Eray, küçük arkadaşlarının heyecanını paylaşarak ona doğru eğildiler. O sırada Ceylan ve Pamir’in bakışları bir kez daha buluştu; aralarındaki bağ, çevredeki tüm karmaşaya rağmen sessiz ama güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor gibiydi.

Uğur son zamanlarda çok yol katetmişti. Annesi Ceylan ile aralarındaki iletişim artık çok daha kuvvetliydi; bu, her ikisinin de yüzünde belirgin bir huzur yaratıyordu. Engin, ikizleri ellerinden tutmuş, Ceylan ve Uğur ile birlikte yavaş adımlarla düğün çıkışına doğru ilerliyordu. Pamir, gelen gruba nezaketle yol verdi, Ceylan’ın yanından geçerken yüzünde beliren kocaman gülümseme, Pamir’in içini sıcacık etti. O an, her şeyin yerli yerinde olduğunu hissetti.

Arabaları önlerinde durduğunda, Ceylan oğlunu dikkatlice arabaya yerleştirdi. Ardından küçük Uğur’un alnına içten bir öpücük kondurdu. Sevgi dolu bu an, çevrelerindeki herkese yansıyordu. Engin, ikizleri Uğur’un yanına yerleştirdi ve gözlerini Ceylan’a çevirdi. O anın huzuruyla derin bir nefes aldı.

"Engin, benim her şeyim oldun. Seni çok seviyorum," dedi Ceylan, sevgiyle adama sarılırken.

Engin gülümseyerek, "Ceylan'ım, beni bir salsan da çocukları eve götüreyim," diye şakayla karşılık verdi. Ceylan kahkahasını tutamadı, arabasının ön kapısını açarak Engin’in yerleşmesini bekledi. Engin arabaya oturduğunda kapıyı kapattı ve araç gözden kaybolana kadar arkasından baktı. Gözleri, sevdiklerinin mutluluğunu izlerken parlıyordu. Araba uzaklaştığında, Ceylan, mekana geri dönmek üzere adımlarını yavaşça salona yönlendirdi. Kendisini bekleyen bir başka huzur ve belki de bir başka başlangıç vardı. Ceylan, derin bir huzurla çevresine baktı. O an, tüm ailesine sarılmak istiyordu. Düğün salonunda artık onlardan başka kimse kalmamıştı. Garsonlar masaları toplamış, mekan sessizliğe bürünmüştü. Büyük salon, beyaz masa örtülerinin üzerine ters çevrilmiş sandalyelerle doluydu. Sadece nikah masasında yeni evlenen çift, Ayşe ve Emir oturuyordu. Karşılarında ise yılların tecrübesiyle gülüşen Emre ve Elif vardı. Kahkahaları boş salonda yankılanıyordu, neşe dolu bir rahatlıkla sohbet ediyorlardı. Ancak salonun bir köşesinde ayakta duran Kubilay, bu mutlu manzaradan uzak bir melankoliye kapılmış gibiydi. Ceylan, gözlerindeki hüznü fark etti, bu hüzün onun kalbine bir ağırlık gibi çöktü.

Bir anda arkasından gelen tanıdık kolların sıcaklığını hissetti. Pamir’in güçlü kolları, nazikçe onu sardı. Ceylan hiç tereddüt etmeden kollarını adamın bedenine doladı. O an, sanki tüm dünya sessizleşti, sadece onların varlığı kaldı. Vücutları birbirine uyumla yaslanmış, aynı ritimde nefes alıp veriyorlardı.

Pamir, yumuşak bir tonda, "Beni arıyorsun gibime geldi, Senhora," diye fısıldadı.

Ceylan yüzünü ona doğru çevirip gözlerinin içine baktı. Bu anın derinliğinde kaybolmuş gibiydi. "Sakın gözümün önünden kaybolma," dedi yavaşça, sesi neredeyse bir ricaya dönüşmüştü.

Pamir, şımarık bir çocuk gibi kafasını sağa sola salladı ve gülümseyerek, "Asla, Ceylan'ım. Hafızamız silinse bile seni tekrar tekrar bulurdum," dedi.

Ceylan, Pamir’e doğru dönüp onun gözlerinin derinliğine baktı. Dudakları titreyerek, "Pamir..." dedi. Sesi, içinde bulunduğu anın büyüsünü bozmaktan çekinir gibiydi, ama söylemesi gereken çok önemli bir şey vardı. "Bu anı bozmak istemiyorum ama… Kendi başıma çözmeye çalıştım, Ayşe’nin en mutlu anını bozmak istemedim."

Ceylan’ın gözlerindeki ciddiyet, Pamir’in yüzündeki gülümsemeyi anında dondurdu. Pamir, kaşlarını hafifçe çatarken, Ceylan devam etti: "Aşık olduğun kadına bakıp, 'vakti geldi' nasıl denir, Senhora? Bir şeyler yaşıyorsun, benin haberim yok... Çünkü anlatmıyorsun."

Ceylan’ın kelimeleri, hava kadar ağırdı. "Pamir, tehdit altındayım. Bugün bir papağan geldi, sürekli 'Cennet ölüm istiyor' diye tekrarlıyordu. Dahası var, iki haftadır tehditler alıyorum. Sadece bir timsah amblemiyle. Bugün anladım ki bu iş sandığımdan daha ciddi." Bir anlık sessizlikte Pamir’in gözlerinde şaşkınlık belirdi. Gözleri büyüdü, yüzündeki endişe derinleşti. "Ceylan… daha önce neden söylemedin? Bu, İtalyan mafyasının imzası. Joseph Sue Mendolan."

Ceylan, gözlerini kaçırarak derin bir nefes aldı. Pamir, kafasını hafifçe salladı, yüzünde suçlulukla karışık bir kararlılık vardı. "Bu benim suçum, Senhora," dedi Pamir. "Tanıştığımız gün… Mendolan benim peşimdeydi. Türkiye’de bana dokunamayacaklarını düşündüm, ama yanılmışım. Şunu bil ki, zaman geri alınsa bile yine aynı şeyleri yapardım, seninle tanışmak için. Ama benim de karanlık taraflarım var."

Ceylan, Pamir’in yüzüne tekrar bakarak, başını hafifçe kaldırdı. Onun içindeki derinliğe, yıllardır sakladığı o gölgeye bakıyordu. "Sen öylece insanları incitmezsin," dedi, Pamir’e güvenini kaybetmeden.

Pamir’in yüzüne bir gölge düştü, ama soğukkanlılığını koruyarak, "Masum insanları," diye yanıtladı.

Ceylan, bu sözün ağırlığını hissetti, durdu ve bir an için tüm bu karmaşayı düşündü. Ardından sessizce sordu, "Ne yapacağız Pamir?"

Pamir, Ceylan’ın elini nazikçe tuttu, gözlerinde kararlılık vardı. "Hiçbir şey düzelmiyor; o zaman ortada düzelecek bir şey bırakmayacağız," dedi. Ceylan da biliyordu ki bu yol, geri dönüşü olmayan bir yola adım atmaktı. Ama Pamir’e güveniyordu, ona sımsıkı sarıldı ve ne olursa olsun birlikte bu karanlıkta yol alacaklarına karar verdi.

Ceylan’ın zihni, Pamir’e olan güveniyle doluyken aniden Kubilay’ın bağırışıyla irkildi. “Ceylan, dikkat edin!” Kubilay’ın sesi, boş salonda yankılanarak onları uyarıyordu. Ceylan, başını hızla yukarı kaldırdığında devasa bir avizenin üzerlerine doğru düştüğünü gördü. İçgüdüsel olarak, tüm gücüyle Pamir’i itip kenara savurdu. Pamir yere doğru sendelediği anda, dev avize büyük bir gürültüyle Ceylan’a çarptı.

Zaman bir an için durmuş gibiydi. Ceylan, kanlar içinde yere yığılırken salonun uğuldayan sessizliği kulakları sağır ediyordu. Pamir’in zihni donmuş, kalbi bir an duracak gibi olmuştu. Gözleri sadece Ceylan’ın kanlar içindeki bedenine odaklandı. Yerde toparlanmaya çalışırken ayakları bir türlü yer tutmuyordu, her şey bulanık ve ağır ilerliyordu.

Kubilay hızla Ceylan’ın yanına koştu. Kalbi ağzında atıyordu, elleri titreyerek Ceylan’ın başını kollarının arasına aldı. “Ceylan! Dayan, lütfen!” diye bağırdı, sesi acıyla doluydu.

Pamir sonunda kendini toparladı ve hızla Ceylan’ın yanına koştu. Gözleri korkuyla doluydu, kalbi sanki göğsünden fırlayacak gibiydi. Ceylan’ın solgun yüzüne bakarken, elini kanlar içinde kalmış ellerine koydu. “Ceylan… Ceylan, dayan…” dedi, sesi titriyordu. İçindeki panik, her şeyi kontrol altına almaya çalışan soğukkanlılığına rağmen yüzünden okunuyordu.

Ceylan, derin nefesler almaya çalışarak gözlerini araladı. Pamir’in yüzünü bulanık görüyordu, ama sesini duyabiliyordu. Zorlukla konuşmaya çalıştı, ama kelimeler dudaklarından güçlükle dökülüyordu. Pamir, Ceylan’ın elini tutmaya devam ederken etrafındaki çaresizliği hissetti. Zamana karşı bir yarış başlamıştı, Ceylan’ın hayatı pamuk ipliğine bağlıydı.

***

Ceylan'ın bilinci gidip geliyordu; her nefes alışverişi, adeta belirsizlik ve korkunun bir yansımasıydı. Kubilay ve Pamir, Ceylan'ın başında beklerken sessizlik içinde kaldılar. Doktor gelip kötü haberi verdikten sonra, ikisinin de yüzü daha da karardı: Ceylan hafızasını kaybetmişti. Pamir, durumun ağırlığını kalbinde hissederek olan biteni aileye anlatmıştı. Joseph Sue Mendolan’ın adı, adeta odanın içinde asılı kalmış, varlığını hissettiren bir tehdit gibiydi.

Kubilay, duygularını kontrol altına almaya çalışarak derin bir nefes aldı. "Santos, ne yaptın sen bu adama?" diye sordu, sesinde bastırmaya çalıştığı öfke ve merak karışmıştı. "Masa karışacak."

Pamir, hafifçe acıyla gülümsedi. İçinde taşıdığı karanlık hikayelerin yükü altında ezilen bir adamın ifadesiyle karşılık verdi. "Tek hikayesi olanın sen olduğunu sanıyorsun, Çetinkor. Cehennemde yürüdüm ben," dedi, sesi derin bir kararlılıkla doluydu, ama aynı zamanda geçmişin izleriyle çatlak bir şekilde yankılanıyordu.

Kubilay gözlerini devirdi, sabrını zorlayan bu belirsizlik karşısında sakin kalmaya çalışıyordu. "Böyle mi olacak? Hiçbir şey anlatmayacak mısın?" diye çıkıştı. Pamir’in geçmişi, Kubilay’ın bilmediği karanlık sırlarla dolu bir kutu gibiydi ve artık o kutunun açılmasını istiyordu.

Pamir, bakışlarını Ceylan’a doğru çevirdi. O anın sessizliği, Ceylan’ın kaybolan anıları ve her şeyin değiştiği bir geleceğin ağırlığını taşıyordu. Derin bir nefes aldı, içindeki acıyı ve suçluluğu bastırarak konuşmaya başladı. Gözleri, geçmişin gölgelerinde kaybolmuş gibiydi. Sözleri bir sır gibi dökülürken, her kelime derin bir dramı ve kaçınılmaz bir ihanetin izlerini taşıyordu.

“Bundan yıllar önce…” diye başladı Pamir, sesi alçak ama içten bir tonla. “Henüz kim olduğumu bilmediğim, kendimi bulmaya çalıştığım bir dönemdeydi. Joseph Sue Mendolan’la tanıştığımda, ben sıradan bir adamdım, daha doğrusu öyle olduğumu sanıyordum. Onun dünyası büyüleyiciydi. Zenginlik, güç ve hiç hayal edemeyeceğim kadar tehlikeli fırsatlar. Ama o dünyaya adım attığın an, bir daha çıkamazsın, ve ben çıkmak için her şeyi yapacaktım.”

Pamir duraksadı, yüzü kasvetli bir ifade aldı. Ceylan’ın hareketsiz bedenine baktı, sanki onu kurtarabileceği bir zaman varmış gibi. Sonra sözlerine devam etti. "Bir anlaşma yaptık. Mendolan, bana istediğim gücü ve parayı verdi. Karşılığında, onun karanlık işlerinde yer almamı istedi. O zamanlar bunu önemsiz gördüm; gençtim, açgözlüydüm. İstediklerimi elde etmek için her şeyi yapabileceğime inandım."

Kubilay sessizce dinliyordu, yüzünde öfke ve hayal kırıklığı karışımı bir ifade vardı. "Ama her şeyin bir bedeli vardı, değil mi?" diye sordu Kubilay, sabırsız bir tonda.

Pamir, başını ağır ağır salladı. "Evet, her şeyin bir bedeli vardı. Mendolan’ın karısı, Isabelle… O, Mendolan’ın en büyük hazinesi, ama en çok ihmal ettiği şeydi. İlgisizliğin boşluğunda biz birbirimize yakınlaştık. Başta sadece masum bir dostluk..."

Kubilay'ın gözleri şüpheyle daraldı. "Yani Mendolan’ın karısıyla mı?"

Pamir, gözlerini kapadı, bir anlık utanç yüzüne yayıldı. "Evet, Isabelle ile. Ama bu, bir aşk değildi; bu sadece kaçıştı. İkimiz de Mendolan’ın gölgesinde sıkışıp kalmıştık. Bir süre sonra, Joseph her şeyi öğrendi. Isabelle bana ihanet etti. Onun güvenini kazanmamıştım, sadece kaçış yolu olmuştum. Joseph, kendi karanlık dünyasından beni çıkartmanın bir yolu olarak onu kullandı. O gece… hayatım sonsuza dek değişti. Joseph, bana ihanetin bedelini ödetti." Kubilay’ın nefesi hızlanmıştı, ama sessizce dinlemeye devam etti. Pamir’in gözleri karanlıktı, yılların yükünü taşıyordu. "O zamandan beri peşimde. Isabelle bir oyun oynadı; beni yıkmak için, onu kullanarak Mendolan’ı zayıflatmaya çalıştım, ama tam tersine onun tuzağına düştüm. Şimdi ise Joseph, sadece intikam istemiyor… bu sefer seni, Ceylan'ı ve herkesin hayatını mahvetmek istiyor." Pamir, gözlerini Ceylan’dan ayırmadan, derin bir kararlılıkla yanıt verdi. "Hayır, bir daha o oyuna düşmeyeceğiz. Bu sefer savaşı ben başlatacağım, ama ortada düşman kalmayacak. Onu tamamen yok edeceğim."

***

Kubilay, Emir ve Emre’nin ağır silahları inceleyip birbirlerine bakarak sırıtışlarını görünce dayanamayıp içinden geçeni sesli dile getirdi. "Ne yapıyorsunuz Allah aşkına?" diye sordu, gözleri o iki adama şüpheyle bakarken.

Emir, elindeki tüfeği Emre’ye doğru uzatırken bir yandan pis pis sırıttı. "Ne yapıyora benziyoruz, hazırlanıyoruz," dedi, sanki dünyanın en doğal şeyiymiş gibi.

Emre de aynı anda aynı cümleyi tekrarladı, ağır silahın soğuk metalini ellerinde tartarak. İkilinin bu rahatlığı ve esprili tavırları, ortamın tehlikesini neredeyse göz ardı eder gibiydi. Kubilay ise şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı, iki adamın da savaşın ciddiyetini hafife alıyormuş gibi göründüğünü düşündü.

"Bu iş şaka değil," diye mırıldandı Kubilay, başını hafifçe iki yana sallayarak. "Bize karşı Mendolan ve adamları var. Gerçek bir savaşın içindeyiz."Emre de başını salladı, sertçe silahın mekanizmasını yerine oturturken. "Merak etme, iş ciddiye bindiğinde hazır olacağız. Sadece biraz... stres atıyoruz."

Kubilay, Emir ve Emre'nin gevşek tavırlarını izlerken hafifçe gülümsedi. "Joseph'le konuşmaya gidiyoruz, serseri kovalamaya değil," dedi, onları ciddiyete davet eder gibi.

Emre, kaşlarını havalandırarak başını salladı. "İkisi de aynı şey değil mi Kubilay?" dedi alaycı bir tonla, elindeki ağır silaha tekrar göz gezdirirken.

Kubilay, seçtiği hafif silahı beline yerleştirirken başını iki yana salladı. "Hayır, değil. Sadece birer hafif silah alın," dedi kararlılıkla. "Joseph, serserilerden daha çabuk korkacaktır."

Kubilay, ikisine dönerek ciddi bir bakış attı. "Bu sefer stratejiyle hareket edeceğiz. Onu köşeye sıkıştırmamız gerek, ama savaş çıkarmadan. Yeterince tehlikeli bir adam, onu hafife almayın."

Emir ve Emre, Kubilay’ın talimatlarına uyarken birbirlerine kısa bir bakış attılar, sessizlik içinde hazırlıklarını tamamladılar. Savaşın gölgesi üzerlerinde asılı duruyordu, ama Kubilay’ın planı her şeyin anahtarı olacaktı.

Kubilay, telefonun çalmasıyla irkilip hemen kulağına götürdü. "Kubilay," diyen ses, zayıf ve kesik bir nefesle yankılandı. "Ceylan'ı aldı... hiçbir şey yapamadım." Sesin tonu panik içindeydi ve Kubilay, kalbinin hızla çarptığını hissetti. Arkadaşının bilincinin gidip geldiğini, kelimelerin zorla döküldüğünü anladı.

Kalbi birden duracak gibi oldu. Telefonun diğer ucundaki ses aniden kesildi. Sadece derin ve düzensiz nefes alışverişleri yankılanıyordu. Kubilay’ın içi tarifi zor bir korkuyla dolarken, zihni hızla düşüncelerle dolmaya başladı.

Hızla arkasını döndü, Emre ve Emir’in yüzlerindeki şoku gördü. "Ağır silahları alın!" diye bağırdı. "Hemen! Hızlı olun!"

Emir ve Emre, Kubilay’ın acil komutunu duyunca harekete geçtiler. Emre, hafif silahını belinden çıkarıp ağır bir makineli tüfeğe yöneldi. Emir ise elini hemen mermilerin olduğu kutuya uzatarak hızlıca hazırlıklara başladı.

Kubilay, hızla düşünmeye çalıştı. Ceylan’ı geri almak için her şeyi yapmalıyddılar, ama şimdi zamanları yoktu. Joseph’in Ceylan’ı alması, düşmanın en tehlikeli hamlelerinden biriydi ve karşılarında daha güçlü bir rakip vardı. Odadaki papağan bağırdı. "Cennet ölüm istiyor."

***

Gözleri gökyüzüne kitlendiğinde, vurulmasının üzerinden iki hafta geçmişti ve hastane kontrolünden bir hafta geçmişti. Gecenin gündüzle buluşmasını izlerken, muhteşem buğulu görüntünün aksine aklında başka görüntüler dolaşıyordu. Kontrolden beri düzensiz olan uyku düzeni, kendine yabancılaşmasıyla tamamen değişmişti. Göz kapakları ağırlaşmış, düşünceleri dağınık ve bulanık bir hâlde savruluyordu.

Gece ve gündüz, birbirine ait iki zıt uyumlu dansöz gibiydi. Gün ışığı ortaya çıkarken, o ahenkli dansla nefesini tutuyordu. Gri geniş koltuğunda otururken ayaklarını sarkıttı; çoraplı ayakları, eski tahta zeminde adeta geceye inat ses çıkarıyordu. Yakınındaki eski kahve sehpasına uzanarak, düzenli duran defterlerinden birini ve hemen yanında duran kalemi eline aldı. Hızla yerine yerleşirken, dizlerini vücuduna çekerek defterin sayfalarını açtı. Kahve ve karanfil karışımı kokusu, ciğerlerine dolarak zihnini sarhoş edercesine hücum ediyordu.

Kokuyu daha da derinlere çekiyor, hatıralarının derinliklerine dalmaya çalışıyordu. Bu koku, ona eski günleri hatırlatıyor; anıların hatırlanması zor ve karmaşık bir bulmaca gibi zihninde yankı buluyordu. Kafasında bir şeyler hatırlamaya çalışırken, kalemi sayfanın üzerinde gezdirdi. Sahi, neydi? Hayatında bir şeyler eksik gibiydi, bir boşluk hissi ona eşlik ediyordu. Bu hayat ona ait gibi değil, sanki başka bir hayatın izlerini taşıyordu.

Kalemi sayfanın üzerine bıraktığında, parmakları ince çizgiler bırakırken düşünceler içinde kayboldu. O eski, tanıdık kokular arasında bir şeyin özlemi vardı; ama ne olduğunu bulamıyordu. Unutmaya çalıştığı hatıralar, hatırlamak için elinden geleni yapıyor gibiydi. Bir şeyin peşindeydi ama ne olduğunu bilemiyordu. Yavaş yavaş bir şeyler canlanmaya başlıyor, ama yüzeydeki buğulu görüntüler, derinlere inmesine engel oluyordu. Gözlerini kapattı ve kendini, kaybolmuş anıların peşine düşmüş bir hayalet gibi hissetti. İçindeki boşluğu, zihnindeki karmaşayı gidermek için bir yol bulması gerekiyordu. Hayatına dair bu belirsizlik ve karamsarlık içinde kaybolmak istemiyordu; belki de bu nedenle kalemi yeniden sayfada dans ettirmeye başladı. Her kelime, her cümle, onu geçmişe ve kaybettiği şeylere bir adım daha yaklaştıracaktı.

Gerçeklik kavramı tamamen değişmişti. Joseph, ona her şeyi anlatmıştı; on yıllık evli olduklarını, eşinin, yani Joseph Sue Mendolan'ın büyük bir iş adamı olduğunu ve bu yüzden çok sayıda düşmanı olduğunu öğrendi. Şimdi bir süre burada kalmaları gerektiğini biliyordu. Ancak bu bilgiler, içinde bulunduğu karanlık ve karmaşık durumu daha da derinleştiriyordu.

Hatıraları, kendisini yokuş aşağı bırakıyor, çıkmazlar koridorlarında dans ediyordu. Zihninde ne varsa, hepsi kilitli kapılardı; hepsinin başında çözülmesi gereken bulmacalar duruyordu. Tüm bunların başkası tarafından organize edilmemesi için dua edebilirdi. Ama hayır. Bunların hepsi kendi kilitleriydi; kendi elleriyle attığı anahtarlar, zihninin en çıkmaz yerlerine saklanmıştı.

Ve işte buradaydı, kendi hikayesinin bittiği yerde. Zihnindeki karmaşadan kaçış ararken, odanın kapısının tıklatılmasıyla dikkati dağıldı. Aniden elindeki defteri az önce bıraktığı yere koydu ve kapıya yöneldi. Kalbinin hızla atmasını hissediyordu; belki de bu, yeni bir başlangıç ya da tamamen farklı bir son olabilirdi.

Anahtarı çevirirken, kilidin sesi odanın sessizliğini deldi. Kapıyı araladığında, karşısında Joseph belirdi. Gözlerinde endişe ve belirsizlik vardı; ama aynı zamanda koruyucu bir bakış da taşıyordu.

“Ceylan, seni merak ettim,” dedi Joseph, sesi hafif titrek ve duygusal bir tınıdaydı. “Yalnız kalmanı istemedim.”

Ceylan, Joseph’in yüzüne bakarken içinde garip bir duygu belirdi. Belki de bu, kaybolmuş bir güvenin yeniden inşasıydı. “Her şey çok karmaşık, Joseph. Her şey çok hızlı oluyor,” dedi, sesi hafif titreyerek. “Sanki geçmişimden kopmuşum gibi hissediyorum. Hayatımın parçalarını bulmam gerek.”

Joseph, ona daha da yaklaştı. “Biliyorum. Ama birlikte bu çıkmazı aşacağız. Benimle kal. Her şeyi düzelteceğiz.”

Ceylan, onun bu sözleriyle içindeki kararsızlıkla yüzleşti. Joseph'in yanında kendini güvende hissediyor ama aynı zamanda korkularını ve kaygılarını da taşıyordu. “Ama ya geçmişim? Ya kaybettiğim anılarım?”

Joseph, derin bir nefes alarak, “Geçmişimizi değiştiremeyiz ama onu kabullenebiliriz. Her şeyin bir nedeni var. Hatırladıkların, kim olduğunun bir parçası. Ve ben, seni bu yolda yalnız bırakmayacağım,” dedi.

Joseph kolunu kapıya yaslayarak ellerini birbirine bağladı. Ceylan'ın gözlerine baktı; gözlerinde bir şeyler vardı, kaybetmekten korktuğu anılarının ve duygularının izleri... O gün, yediği baskının ardından aceleyle Türkiye’den kaçtığında, Ceylan’ı İtalya’da saklamak zorunda kalmıştı. Çetinkor varken Türkiye’de Pamir’in çıkmasına izin veremezdi. İtalya’da güçlüydü ve elindeki en büyük güç Ceylan'dı. Onu sonuna kadar kullanmayı planlıyordu.

"Bugün merkezde işim var," dedi Joseph, soğukkanlı bir ses tonuyla. "Bensiz sorun olmaz, değil mi?"

Ceylan gözlerini adamın gözlerine yoğunlaştırdı. Joseph’in ciddiyeti, her zamanki gibi onu etkiliyordu. Ama içindeki isyan ve bağımsızlık arzusu, daha fazlasını istemesine neden oluyordu. "Bugün sahile gitsem…"

Joseph bir anda ciddileşerek dikleşti. "Bunu daha önce konuşmuştuk, Ceylan."

Ceylan, Joseph’in gömleğinde parmaklarını gezdirerek hafif bir gülümsemeyle gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Adamın içini gıdıklanmasına yeten bu hareket, onu her zaman rahatsız edici bir tutkuya sürüklüyordu. "Sadece bir saat, hayatım. Hem korumalar da benimle gelir."

Joseph’in yüzündeki ciddiyet, Ceylan’ın etkileyici kokusunu içine çekerken tutkuya dönüşmeye başladı. “Neden sana hayır diyemiyorum ki…” diye fısıldadı, kendini bir an kaybetmiş gibi hissetti.

 

Loading...
0%