Cennet ölüm istiyor
.
.
.
GÜNÜMÜZ
Masa Toplantısı-04.04-Fas
Portekiz'den Santos lideri, Türkiye'den Çetinkor lideri, Rusya'dan Kaloşov lideri, İtalya'dan Mendolan lideri, Meksika'dan Mendoza lideri ve Fas'tan Uhubbi lideri. Herkes yerini almış, sakince bekliyorlardı. Ortam oldukça gergindi. Mendoza lideri, masanın en yaşlısı olarak sakince ayağa kalktı. Ardından Uhubbi kalktı.
"Masa toplantısına ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyorum ancak bugün ki toplantımız hiç hoş bir konu için değil." Sözü Mendoza'ya vererek yerine oturdu.
"Santos ve Çetinkor ile Mendolan arasındaki bu savaş, tüm masayı etkiliyor," dedi, sesi derin ve yankılanan bir tonda odanın dört bir yanına yayıldı. "Masa önce gelir. Uzlaşma sağlanması gerekiyor."
Çetinkor lideri, gergin bir şekilde öne doğru eğildi. "Beni burada istemiyorsanız, bunu açıkça söyleyin," dedi, sesinde bir tehdit barındırarak. Pamir kahkaha attı. "Mendolan bizim için bir tehdit bile değil. Masadan atılması için oylama istiyoruz."
Mendolan sinirle bağırdı. "Santos ve Çetinkor adını dünyadan sileceğim!" Sözleri odanın sessizliğini delip geçti, herkesin dikkatini üzerine çekti. Yüzünde bir öfke ifadesi belirdi. "Beni küçümsemeye cesaret ediyorsanız, bunu pahalıya ödeyeceksiniz."
Kaloşov, gerilimi hafifletmeye çalışarak söze girdi. "Herkesin bu kadar öfkelendiği bir durumda, aklımızla hareket etmemiz gerek. Savaşlar her zaman kaçınılmazdır ama kayıplar da bunun bir parçasıdır. Bizim için en akıllıca hareket, ateşkestir. Kimse masadan ayrılmayacak."
Uhubbi, elini masaya vurarak dikkatleri üzerine çekti. "Bizim üzerimize düşen, bu savaşın getireceği olası kayıpları minimize etmektir. Kalaşov'un haklı olduğu bir nokta var; eğer çatışma devam ederse, bu sadece sizi değil, bizi de etkiler."
Mendoza, sesini yükselterek tekrar söz aldı. "İki oyla kimse masadan atılmaz Santos," dedi, ifadesindeki kendine güvenle odanın ortasına dikildi. Histerik Mendolan bir kahkaha attı ve gözlerini masadaki diğer liderlere döndürdü.
Mendoza, Mendolan’ın alaycı tavrına karşılık olarak öfkeyle cevap verdi. "Sende kes sesini, Mendolan. Kendini bu kadar büyük görmene neden olan sadece geçmişteki başarılardır. Ama unutma, her güç sahibi bir gün düşer. Ve o gün yaklaşıyor."
Odada tansiyon yükseldi, herkesin nefesi kesilmişti. Çetinkor lideri, sabırsızca araya girdi. "Artık bir sınır koymanın zamanı geldi."
Kaloşov, sesindeki sertliği artırarak, "İki gruptan biri yok olana kadar devam edecek bir savaşa girmeyi denediniz. O zaman biz dahil olmadan başaracaktınız. Şimdi herkes sınırını bilecek," diyerek sözlerini bitirdi. Gözleri masanın etrafındaki her bir lideri tarayarak, bu savaşın getireceği sonuçların ciddiyetini vurguladı.
Mendolan, Kaloşov’un sözlerine alaycı bir gülümseme ile karşılık verdi. "Sınır mı? Senin sınırların nerede başlıyor, Kaloşov? Korkaklar için çizilen sınırlar, cesurların yıpranmasına neden olmaz. Ben, karşıma çıkan her düşmanı yenecek gücü kendimde bulurum."
Mendoza, sakin bir tonla konuşarak masanın dikkatini üzerine çekti. "İki taraf da birbirine hakkını vermiş ve başaramamış durumda. Masa gereği bir ateşkes yapılacak. Eğer bu anlaşmaya uyulmazsa, iki grupta infaz edilecek," dedi. Sözlerinin ağırlığı, odadaki gergin havayı daha da yoğunlaştırmıştı.
Gerilim, odada bir kez daha yükseldi. Herkes, ateşkesin sağlanıp sağlanamayacağını ve bu süreçte gergin bir bekleyiş içinde olduğunu hissedebiliyordu. Mendoza, masanın ortasına kağıdı koyarak dikkatleri üzerine çekti. "Bu, hepimizin hayatını etkileyecek bir anlaşma," dedi.
Uhubbi, yanında bulunan kutudan bir bıçak çıkardı ve Mendoza'nın koyduğu kağıdın üzerine dikkatlice yerleştirdi. Bıçak parıldarken, odadaki herkesin nefesi kesildi. Çetinkor, bir adım öne çıkarak yüzünde kararlı bir ifade ile ayağa kalktı. Mendolan da aynı şekilde hareket ederek, kararlılığını göstermek için yanına geldi. İkili, baş parmaklarına bıçakla küçük kesikler attılar ve kanlarının damlaları kağıdın üzerine düştü. Herkesin gözü önünde bu eylem, anlaşmanın simgesi haline geldi. Kağıt, artık kanla mühürlenmişti ve ateşkes yapılmıştı. Uhubbi, bıçağı alarak dikkatlice kutuya yerleştirdi. Odada bir sessizlik hakim oldu. Herkes, bu anın ağırlığını hissediyordu. Gelecek, her ne olursa olsun, belirsizdi ama şu an için ateşkes yapılmıştı. Ancak bu anlaşmanın sağlamlığı, her liderin tutumuna bağlıydı ve herkesin gözleri, bu sürecin nereye varacağını merakla izliyordu.
***
Boğaz’ın masmavi sularıyla çevrili, şık bir yalıda akşam güneşi zarifçe batarken, her şey düğüne hazırdı. Hafif bir rüzgar dalgalanıyor, suyun üstündeki ışıklar Ceylan'ın kırmızı gelinliğinin üzerindeki desenlerle dans ediyordu. Gelinlik, cesur ve özgür ruhunu yansıtırken, Pamir'in kahverengi smokini zarafetle vücudunu sarıyor, ikisinin de içlerindeki heyecan yüzlerine yansıyordu. Şık bir müzik fonunda yankılanırken, misafirlerin fısıltıları boğazın dinginliğine karışıyordu. Elif, Ceylan’ın en yakın dostu olarak tanıklık ederken, yanında Engin duruyordu. Herkesin yüzünde gülümsemeler vardı ama herkesin kalbinde başka duygular dolaşıyordu. Kubilay, Uğur'un elini sımsıkı tutmuş, gözlerini Ceylan ve Pamir’den ayıramıyordu. İçindeki acı, sessiz ama derindi. Oğlu mutlu mutlu etrafa bakarken Kubilay’ın gözleri sadece Ceylan’daydı. Kaybettikleri, ellerinden kayıp giden zaman, şimdi boğazın serin havasında yeniden yüzüne vurmuştu. Pamir, Ceylan’a doğru dönüp ellerini tutarken, onun gözlerine baktı. O an, dünyadaki herkes kaybolmuş gibiydi. Ceylan, Pamir'in gözlerinin derinliğinde huzur buluyordu. Kırmızı gelinliğiyle o kadar güçlü ve eşsiz görünüyordu ki, etrafındaki her şey sönük kalmıştı. Pamir’in içinden gelen sıcak bir sesle konuştu:
"Senhora, hayatımın her anını seninle geçirmek, her günün ilk ve son anında seni görmek istiyorum. Her adımda seninle olmak benim en büyük mutluluğum."
Ceylan, Pamir’in gözlerinin içine bakarak, sesindeki titremeye engel olamayarak cevap verdi:
"Sen, benim ışığım oldun Pamir. Geçmişin ağırlığını unutturan, yaralarıma merhem olan... Seni hep seveceğim, her her nefesimde..."
Şahitler yerlerini aldı, Elif ve Engin ikisine gülümseyerek baktılar. Resmi nikah memuru da şahitleri onayladıktan sonra Pamir’e döndü:
"Sayın Pamir Santos, Ceylan Hanım'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Pamir, hiç tereddüt etmeden, gözlerinde sevgi dolu bir parıltıyla cevap verdi:
"Evet, kabul ediyorum."
Sıra Ceylan’a geldiğinde, boğazın serin rüzgarı hafifçe saçlarını uçururken, gözlerinde pırıltılarla cevap verdi:
"Evet, kabul ediyorum."
Nikah memuru yüzlerinde kocaman bir tebessümle iki elini birleştirip konuştu:
"O halde sizi karı koca ilan ediyorum."
Ceylan Pamir'in ayağına bastığında, Pamir'in dudaklarından inleme çıktı. Misafirlerden alkışlar yükselirken, boğazın serin havası her iki ruhu da birbirine daha da bağlamıştı. Kubilay ise derin bir nefes alıp Uğur’a baktı. İçindeki sızı daha da derinleşmişti, ama oğlunun mutluluğunu gölgelemek istemedi. İçindeki kırık, geçmişten gelen hayal kırıklıkları ve pişmanlıklarla doluydu. Ceylan’ın artık ona ait olmadığını kabullenmişti. Sadece oğlu için oradaydı, başka hiçbir şey için değil.
Pamir, Ceylan’ın elini sıkıca tuttu ve alnına bir öpücük kondurdu. "Artık seni asla bırakmam," diye fısıldadı.
Ceylan kocaman bir gülümsemeyle başını salladı. "Beni hiç bırakmadın ki," diye cevap verdi usulca.
Boğaz’ın üzerine serilen akşam karanlığı, yalıdaki düğüne sakin bir huzur getirmişti. Hafif esen rüzgar, denizin tuzlu kokusunu davetlilerin masalarına taşıyor, her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu. Yemek masaları özenle süslenmişti; kristal kadehler, beyaz porselen tabaklar ve şık çatal bıçak takımları, akşamın zarif bir parçası gibi parıldıyordu. Masaların ortasında yer alan beyaz güller, küçük mumlarla ışıklandırılmıştı. Mumların titrek ışığı masaların üzerinde romantik bir hava yaratıyor, gelin ve damadın masasına odaklanan davetlilerde huzurlu bir neşe oluşturuyordu. Ceylan, kırmızı gelinliği içinde ışıl ışıl parlıyordu. Kumaş, her adımında zarif bir şekilde dalgalanıyor, Pamir'in kahverengi smokiniyle mükemmel bir uyum sağlıyordu. Yemekler yenmiş, kahveler içilmiş, sohbetler edilip gülüşler yankılanmıştı. Pamir, Ceylan’ın elini bir an olsun bırakmamıştı. Herkes, bu iki insanın birbirlerine nasıl derin bir sevgiyle bağlı olduklarını hissedebiliyordu.
Yemeklerden sonra dans zamanı geldiğinde, orkestranın sakin ezgileri tüm alanı doldurdu. İlk dansı yapmak için Pamir, Ceylan’ın elini nazikçe tutarak onu dans pistine götürdü. İkili, tüm gözlerin üzerinde olduğunun farkında olmadan, birbirlerine sarıldılar. Pamir, Ceylan’ın belini sıkıca kavradı ve hafif adımlarla dönmeye başladılar. Müzik yavaşça yükseldi, notalar etraflarında dolanıyor, her adımlarını daha da anlamlı kılıyordu. Ceylan, başını Pamir'in omzuna yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Bu anın sonsuz olmasını istiyordu. Misafirler de yavaş yavaş piste çıkıp onlara eşlik etmeye başladılar. Elif ve Emre yan yana dans ederken, Elif’in yüzünde rahatlamış bir gülümseme vardı. Ayşe ve Emir de birbirlerine aşk ile bakıyorlardı. Ayşe Emir'in gözlerine baktı. "Ben hamileyim." Dedi. Emir sevinçle. "Baba oluyorum." Diye bağırdı. Sevdikleri onları tebrik ederken Kubilay, uzakta, Uğur’un yanında durmuş, piste çıkan davetlileri izliyordu. İçindeki acı, her mutluluk anıyla daha da büyüyordu, ama oğlu Uğur'un neşesi bu duyguyu bastırmaya yetiyordu. Uğur’un küçük adımlarıyla dans etmek için Pamir’e doğru koşturması, Kubilay’ın gözlerinde kısa bir tebessüm belirmesine sebep oldu.
Dans yavaşça sona erdiğinde, herkes yerlerine dönmüş, masalardaki hafif sohbetler yeniden başlamıştı. Tabaklarda kalan son lokmalar tadılıyor, kadehler dostluk ve mutluluk için kaldırılıyordu. Orkestra, geceye uygun hafif melodiler çalmaya devam ederken, Boğaz’ın sakinliği düğünün sakin atmosferine eşlik ediyordu. Kubilay, hâlâ masadan kalkmamış, olanları uzaktan izliyordu. Onun için bu gece, her ne kadar mutlu bir kutlama gibi görünse de, içindeki kayıpların ve pişmanlıkların bir yüzleşmesi gibiydi. Ceylan’ı ve oğlunu bir arada görmek, yitirdiği yılların ve duyguların ağırlığını tekrar hatırlatıyordu. Uğur, Eray ve Eylem ile birlikte çok eğleniyordu. Uğur'un mutluluğunu bozacak hiçbir şey yapmamaya kararlıydı. Ceylan mutluluğu hak ediyordu. Ceylan Pamir'i seçmişti. Mutluluğu en çok Ceylan hakkediyordu. Yalıda düğün gecesinin sonuna gelinmişti. Hava serinlemiş, Boğaz’ın rüzgarı iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Pamir ve Ceylan, son birkaç misafirle vedalaşırken ortam sakinleşmişti. Engin çocukları alıp eve gitmek için erkenden ayrılmış, kalabalık dağılmıştı. Geriye yalnızca aile kalmıştı; Emir, Ayşe, Emre, Elif ve Kubilay.
Ceylan, hayatında pek çok güçlü kadın görmüştü. Duygularını saklayan, kendini koruyan kadınlar... Ama karşısındaki kadın onlardan çok farklıydı, öylesine soğukkanlı ve gizemliydi ki Ceylan, böylesi bir tavırla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Bir şeyler yanlıştı, Ceylan’ın içgüdüleri alarma geçmişti. Etrafta kimse kalmamış olmasına rağmen, bu kadın neden buradaydı? Üstelik garsonlar da az önce ayrılmış değil miydi? Pamir, Ceylan’ın yanında duruyordu, gülümseyerek onunla konuşurken bir anlığına Ceylan’ın dikkatinin dağıldığını fark etmedi bile. Kadının elindeki siyah nesneye dikkat kesilen Ceylan, zihninde bir şimşek çakmış gibi hissetti. Bir silah! Kadın, Pamir’e doğru silahını uzatmıştı. Ceylan’ın kalbi hızla çarpmaya başladı. Zaman bir anda yavaşlamış gibi geldi; her şey bulanıklaştı ama aynı anda korkunç bir netlik kazandı. Ne yapacağını bilemeden, içgüdüsel olarak Pamir'in kollarından tutup onu hızlıca çevirdi. Büyük bir patlama sesi yankılandı yalıda. Kısa ama sarsıcı bir an, sessizliği paramparça etti. Ceylan’ın göğsü alev gibi yanıyordu, ama acıyı henüz tam olarak hissetmemişti. Gözleri, Pamir’in şaşkın ve dehşete kapılmış yüzüne odaklandı. Vücudu yavaşça Pamir’in üzerine devrilirken, sırtına saplanan kurşunun yarattığı acı tüm bedenine yayılmaya başladı. Pamir, Ceylan’ın gözlerinin içine baktığında, dehşeti ve çaresizliği aynı anda hissetti. Onu kollarında tutarken, Ceylan'ın gücü hızla tükeniyordu. Pamir bir an için her şeyin kontrolünden çıktığını hissetti. Zaman durmuştu, kalabalık ve her şey silinmiş gibiydi. Kubilay, patlama sesini duyar duymaz gözleri büyümüş, adrenalinle harekete geçmişti. Düğünün sakinliğini bozan bu dehşet anında, içgüdüsel olarak Pamir ve Ceylan’ın bulunduğu yere doğru koştu. Ceylan'ın düştüğünü görmesine rağmen, gözlerini bir an bile üzerinde durduğu garsondan ayıramıyordu. Yüzü görünmeyen bu kişi, tehlikenin kaynağıydı ve hızla oradan kaçmaya çalışıyordu. Kubilay hiç tereddüt etmeden peşine düştü, zihninde tek bir hedef vardı: yakalamak.O sırada masada kalan Emir, Emre, Elif ve Ayşe çoktan Ceylan’ın yanına koşmuşlardı. Ceylan’ın kırmızı gelinliği, vücuduna saplanan kurşunla akan kanın etkisiyle daha da kızarmıştı. Herkes nefesini tutmuş, dehşetle bakıyordu. Ceylan’ın gözleri kapanmamak için savaşırken, ağzından kan gelmeye başlamıştı ve her nefes alışında zorluk çekiyordu. Nefesleri ağırlaştıkça, sessizliği bozan tek şey Ceylan’ın kesik kesik çıkan nefesiydi. Pamir, o anın dehşetiyle donmuştu, ama saniyeler içinde toparlanarak Ceylan’ı kollarına aldı. Kucağındaki Ceylan’ın her nefes alışında içi titriyor, kalbi hızla çarpıyordu. Ceylan'ın hayatı parmaklarının arasından kayıp gidiyormuş gibi hissetti. Pamir, çaresizlik içinde Ceylan'ı sıkıca kucakladı, göğsünden süzülen kan damlaları zemine düşerek küçük bir göl oluşturuyordu. Zaman durmuş gibi hissettirdi; her saniye uzayıp bir ömür gibi geldi. Ceylan’ın gözleri Pamir’in gözlerinde, her şey daha da ağırlaşıyor, derinleşen bu karanlık Pamir’i içine çekiyordu. Emir, durumu kontrol etmek için aceleyle dışarı çıkmıştı. Birbirinden uzak park edilmiş arabaların yanına gidip tek tek tekerleklerini kontrol ettiğinde şokla irkildi. Hepsinin tekerlekleri patlaktı. Panik daha da yoğunlaştı, içindeki öfke kabardı. Elini cebindeki telefona atarak, "Ambulansı arayın!" diye bağırdı, sesi yankılandı. Salonun içinde Pamir, Ceylan'ın kanıyla boğulmuş gibi hissediyordu. Dizlerinin üzerine çökmüş, onu kucağında tutarken boğazından kopan bir çığlık salona yayıldı. Gözlerinden dökülen yaşlar, Ceylan'ın vücudundan akan kanla karışıyor, acı içinde sarsılıyordu. Ceylan'ın her nefes alışverişi zorlaşıyordu, göğsü hızla inip kalkıyordu. Pamir, kadının rahat nefes alabilmesi için onu yavaşça yere yatırdı, elleri titreyerek onun saçlarını yüzünden çekti, soluk alması için uğraşıyordu. "Dayan, Ceylan, lütfen... Dayan." Pamir'in sesi kırık, acı doluydu. Zaman onlar için ağır ağır akarken, herkesin gözleri dolmuş, nefesler kesilmişti. Kubilay hızla geri döndüğünde, Pamir’in yanına çöktü. Ceylan’ın üzerine kapanmış olan Pamir’in çaresizliği, onun içini parçaladı. Kubilay’ın sesi çaresizce yankılandı, "Nerede şu lanet ambulans?" diye bağırdı. Ceylan'ın her geçen saniye daha zor nefes alışı, her ikisini de bir arada tutan son ipi kopma noktasına getiriyordu. Kubilay'ın bakışları Pamir'le kesişti; aralarında kelimelerden öte, sessiz bir anlaşma vardı. Pamir hızla ceketini çıkarıp Ceylan’ın üzerine örttü, soğuk hava kadının zayıflayan vücudunu daha da titretiyordu. "Bizi bırakamazsın, Senhora," dedi Pamir, sesi titriyordu, gözyaşlarını aceleyle silerek. "Sen yeter ki iyi ol, daha hiç haylazlık yapmayacağım." Kubilay’a döndü, onunla konuşmadan bir şey söylemek ister gibi bakıyordu. Sonra, Pamir’in dudaklarından Ceylan’a seslenen o cılız sözler döküldü: "Bir daha Pamir’le kavga etmeyeceğim, söz." Gözünden birkaç damla daha düştü. "Bilirsin ben sözümü tutarım, Mes’im."
Kubilay’ın da gözleri dolmuştu, her şey yavaşça kapanıyor gibiydi. Ceylan’ın ellerini sımsıkı tutuyorlardı, sanki onu hayatın içinde tutmak için başka bir şansları yokmuş gibi...
Elif sessizce ağlıyordu, iç çekişleri hızlanmıştı. Emre telefonda ambulansla konuşuyordu.
Ceylan’ın öksürüğü giderek şiddetlenirken, ağzından kan dökülmeye başladı. Her nefesi hırıltılı ve zorluydu. Pamir ve Kubilay, çaresizlikle ellerini tutarken, Ceylan güçsüzce başını kaldırdı ve gözleriyle ikisini de taradı. Gözlerinden süzülen yaşlar, söylenmemiş vedaların ve pişmanlıkların izlerini taşıyordu. Bir iç çekişle, son gücünü toplayarak konuşmaya çalıştı. Boğazındaki acıya rağmen kelimeleri zorla çıkardı. "Aile bir aradayken güçlü.
Son bir nefes almak için çırpınırken, Pamir’in kollarında yavaşça geriye yaslandı. Dudaklarından, kanla karışık titrek bir cümle döküldü:
"Uğur'uma iyi bakın… Ona iyi bir hayat verin."
Bu sözlerle, Ceylan’ın gözleri kapanırken, etrafta sadece hıçkırıklar ve çaresizce bekleyen sessizlik kaldı.