Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@hamish

Sen benim ayım, gece çöktüğünde aydınlığım

.

.

.


Ceylan, Kubilay'ı arkasında bırakarak hızlı adımlarla otoparka indi. Yüreği zaferin tadıyla doluydu, ancak hala içinde bir yerlerde huzursuzluk hissediyordu. Telefonunu çıkarıp Engin'e kısa bir mesaj çekti: "Eve gidiyorum."

Tam o sırada karşısına Pamir çıktı. Pamir, kahverengi takımıyla uyumlu saçları ve özenle taranmış sakalıyla oldukça havalı duruyordu. Yüzünde her zamanki kendine güvenen ifadesi vardı. Ancak Ceylan, yalnız olduğunu düşündüğü bu anın birden bire karmaşıklaşacağını fark etmemişti. Kubilay da arkasından gelmişti. Ceylan, kendini bir anda iki adamın arasında buldu. Pamir'in bakışları, her zamanki gibi kararlı ve sakin, ancak Kubilay'ın gözlerinde öfke ve hayal kırıklığı vardı. İki adam birbirlerine bakarken, aralarındaki gerilim hissediliyordu. İkisinin de kalplerinde aynı kadına karşı hissedilen benzer duyguların yoğunluğu yüzlerinden okunuyordu.

Kubilay yanlarına geldiğinde, öfkesini dizginlemekte zorlanıyordu. Yüzü sertleşmiş, bakışları keskinleşmişti. Eğer böyle ilginç bir ortamdaysanız, gereğinden fazla bir dakika bile kalmak size tuhaf gelebilirdi. Ceylan, bu bakışmalara anlam veremiyordu. Havanın gerildiğini hissediyordu ve içgüdüsel olarak bir adım geri çekildi.

Pamir, bu durumu daha da uzatmamak gerektiğini anladı. Hemen harekete geçti. Sakin ve kendinden emin bir sesle, "Seni burada görmeyi beklemiyordum Çetinkor. Ancak iyi oldu, eşin muhteşem bir kadın, hayatımı ona borçluyum," dedi. Sesindeki soğukkanlılık ve rahatlık, ortamı bir an için yumuşatmıştı.

Kubilay, Pamir’in sözleriyle daha da öfkelendi. Ancak bir yandan da gururunu okşayan bu sözleri duyduğunda, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Ahh Santos, biliyorum. Ben yetiştirdim sonuçta," dedi. Sesi alaycı ve kendinden emin bir tondaydı.

Kubilay’ın bu sözü, Ceylan’ın içinde bir öfke dalgası uyandırdı. Ancak sakin kalmaya çalıştı.

Ceylan, Pamir'in "eş" kelimesini kullanmasından rahatsız olmuştu. Kaşlarını çatarak, "Eski eşi," diyerek düzeltti. Bu son sözler üzerine Kubilay, daha fazla bu ortamda kalamayacağını anladı. Bir günde iki darbe yemişti. Üstüne üstlük, bilmediği bir olay daha çıkmıştı ortaya: Pamir ve Ceylan... Burada hâlâ ne işi vardı? Kadını başarısı için tebrik mi edecekti? Bu düşüncelerle kafası karışmış bir halde, kendini daha fazla küçük düşürmeden buradan gitmeliydi. Her zamanki umursamaz tavrıyla dönüp uzaklaşmaya başladı.

Pamir, yüzünü güneşe doğru çevirdi. Sessizce, "Aman tanrım! Ne fevkalâde," diye mırıldandı. Bu kelimeler, Portekizce olarak dudaklarından döküldü. Ceylan, onun söylediklerini anlamamıştı. Ancak, garip ortamda anlayan biri vardı: Kubilay. Adam, Pamir'in yüzüne yumruk atmamak için kendini zor tuttu. Öfkesi içini yakarken, adımlarını hızlandırdı.

Kubilay, parlak güneşin altında, sessizliğin esiri olmuş bir halde ilerliyordu. Pamir'in ve Ceylan'ın geride kaldığını hissedebiliyordu. Ancak, aklındaki düşünceler onu rahat bırakmıyordu. Her şey daha da karmaşık hale gelmişti. Bir an duraksadı, etrafına baktı ve derin bir nefes aldı. Bu kadın, onun zayıf noktası olmuştu. Ve şimdi, onu kaybettiğini anlıyordu.

Kubilay, caddenin sonuna gelmişti. Geri dönüp baktığında, Pamir ve Ceylan'ı hala orada, güneşin altında, sakin ve huzurlu bir şekilde dururken gördü. İçinde bir şeyler kırılmıştı. Ancak, geri dönmeyecekti. Yenilgiyi kabul etmek zorundaydı. Başını öne eğdi ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Bu hikayenin henüz bitmediğini biliyordu. Ama bugün için, sahne Ceylan'a aitti.

Pamir, Ceylan'a döndü ve mükemmel aksanıyla konuştu. "Size olan borcumu, öğle yemeği ile ödeyebilir miyim, Senhora?" dedi. Ceylan bir an düşündü, ardından kafasını olumsuz anlamda salladı. "Bana borcunuz yok, teşekkür ederim. Önceden verilmiş bir sözüm var," dedi. Pamir, kadına muzip bir bakış attı. "Bu başka zaman çıkacağız demek oluyor. Ben sözümü aldım, Senhora," dedi. Ceylan istemsizce gülümsedi.

Ardından, Ceylan arabasına bindi. Motorun sessiz çalışması, düşüncelerini bir anlığına bile olsa susturmuştu. Direksiyona sıkıca tutunarak, arabayı dikkatlice sürdü. Pamir'in hala ona bakıyor olduğunu, arabanın aynasından görebiliyordu. Bu bakış, Ceylan'ın kafasını karıştırmaya yetmişti.

Güneş, denizin üzerinde parıldarken, Ceylan'ın içini bir huzur kapladı. Ancak aynı zamanda, bir belirsizlik duygusu da onu sarmıştı. Pamir'in nazik ve kararlı tavrı, Ceylan'ın zihninde yer etmişti. Onunla ilgili hisleri, karışık ve belirsizdi. Yol boyunca, düşünceleri sürekli Pamir'e ve Kubilay'a kaydı. İkisi de hayatında önemli bir yere sahipti. Ancak biri geçmişte kalmış, diğeri ise şimdi ve gelecekle ilgili umutlar vaat ediyordu. Bu ikilem, Ceylan'ın içindeki fırtınayı daha da körüklüyordu. Derin bir nefes aldı ve dikkatini tekrar yola verdi. Gelecekte ne olacağını bilmiyordu. Ancak, hayatındaki bu dönemeçte doğru kararları vermek zorunda olduğunun farkındaydı.

Araba, şehrin gürültüsünden uzaklaşıp sakin bir yola girerken, Ceylan kafasındaki düşünceleri susturmaya çalıştı. Evinin önüne geldiğinde, aklındaki tüm problemleri bir kenara itti. Şimdi tek isteği, oğluyla vakit geçirmekti. Anahtarıyla kapıyı açıp eve girdi. Hemen üst kata çıktı; ev sakindi. Lavaboya gidip ellerini yıkadı, ardından üzerini değiştirerek rahat kıyafetler giydi.

Sessiz adımlarla oğlunun odasına doğru geçti. Nurten Hanım, Uğur'un beşiğini hafifçe sallıyordu. Ceylan, Nurten Hanım'ın yanına yaklaştı ve omzuna yavaşça dokundu. "Nurten anne, hadi sen biraz dinlen," dedi.

Nurten Hanım, Ceylan'ı görünce samimi bir gülümsemeyle karşıladı. "Hoş geldin, karanfil kokulum," dedi.

"Hoş buldum, Nurten anne. Hadi, sen dinlen biraz," diye karşılık verdi Ceylan.

Nurten Hanım, kafasını olumlu bir şekilde sallayarak odadan ayrıldı. Ceylan, uykulu oğlunu kucağına alarak odanın çapraz köşesinde duran sallanan sandalyeye oturdu. Uğur'u göğsüne yasladı, hafifçe sallanarak ona huzur verdi. Zaman zaman oğlunun mis gibi bebek kokusunu içine çekti, bu anın tadını çıkarıyordu. Sandalyenin hafif gıcırtısı ve Uğur'un nefes alıp verişi, odaya huzurlu bir melodi katıyordu.

Ceylan, oğlunun minik ellerini okşarken, içindeki tüm karmaşık duyguların yatıştığını hissetti. Uğur'un sıcaklığı ve varlığı, tüm endişelerini uzaklaştırıyordu. Her sallanışta, kalbindeki sevgi dalga dalga yayılıyordu. Bu an, Ceylan için dünya üzerindeki en değerli anlardan biriydi. Oğlunun saçlarını okşarken, onun geleceğini ve birlikte geçirecekleri güzel günleri hayal etti.

Kendi kendine, "Her şeyin üstesinden gelebilirim," diye fısıldadı. Çünkü oğlu, ona her türlü zorluğu aşma gücünü veriyordu. Bu düşünceyle, Ceylan daha da güçlü hissederek, oğlunun mışıl mışıl uyumasını izledi.

Ceylan, derin düşüncelerinden telefonuna gelen mesaj sesiyle sıyrıldı. Gözü, ekrandaki numaraya takıldı. Kubilay'ın mesaj atacağını düşünmemişti. Bu, onu şaşırtmıştı. Mesajı açtı ve okudu:

"Mes... Oyun daha yeni başlıyor."

Kendi kendine "Mes" diye fısıldadı. O sırada, oğlunun da anlamış gibi gülümsediğini fark etti. Gülümsemesi, tıpkı babasına benziyordu. Aklına, Kubilay'ın ona ilk kez bu kelimenin anlamını söylediği an geldi. Uzun otların ortasında, Ceylan Kubilay'ın kollarına uzanmış, dikkatle kendisine bakan adamdan habersiz derin düşünceler içerisindeydi.

Onlar için en önemli anın, içinde bulundukları an olduğunu anlamıyorlardı. Biri geçmişinden kopamazken, diğeri geleceği merak ediyordu. Tanışalı sadece beş hafta olmuştu ama Ceylan, adama çoktan sırıl sıklam aşık olmuştu. Kendisini sevdiğini biliyordu ama Kubilay bunu hiç dile getirmiyordu. Ceylan, Kubilay'ın kalbinde yeri var mıydı diye merak ediyordu.

Kubilay, Ceylan'ın çatılan kaşlarını eliyle düzeltti. Ceylan kahve rengi gözlerini adamın mavileriyle buluşturdu. Biliyordu yine aynı cevabı alacaktı, ancak duymak hoşuna gidiyordu. Tekrar tekrar sormak adeta hobi olmuştu.

"Ben senin için ne ifade ediyorum, Kubilay?" dedi.

Kubilay düşünüyormuş gibi yaptı, ardından o melodi gibi gelen Portekizcesiyle aynı cevabı verdi:

"Você é meu(mes) urso. Minha luz quando a noite está muito clara."

Ne dediğini anlamamıştı ama "Mes" derken Kubilay'ın gözlerinin nasıl parladığını biliyordu. Bir yerlerden çevirip öğrenebilirdi ama yapmıyordu; Kubilay'ın söylemesini seviyordu. Yalandan sinirli bir şekilde cevap verdi Ceylan.

"Her seferinde aynı cevabı veriyorsun. Bir kere de benim için Türkçe söyler misin?" dedi, zıplayarak adama sarıldı. Tatlılık yapıyordu.

Kubilay, ilk ve son kez diye mırıldandı, ardından yumuşak bir sesle konuştu:

"Sen benim ayım. Gece çöktüğünde aydınlığım."

Bu sözler, Ceylan'ın içini ısıttı. O anın büyüsünü, Kubilay'ın gözlerinde ve sözlerinde buldu. Geçmişin ağırlığı ve geleceğin belirsizliği, bu kelimelerle anlık olarak da olsa hafifledi. Kubilay'ın kollarında, dünya sadece onların etrafında dönüyormuş gibi hissediyordu.

Ceylan’ın küçük kalbi, olabilecekmiş gibi daha hızlı atıyordu.

"Seni seviyorum," dedi Ceylan.

'Bende seni seviyorum' cümlesini duymayacağını bile bile söyledi. Kubilay, Ceylan’ın saçından öperek, "Biliyorum Mes," dedi.

Ceylan incinmişti. Bunu bilip bilmemekle alakası yoktu. Yine de adamı seviyordu. Masum bir hayali vardı; her genç kızın ki gibi kötü, bencil prensi iyi prense dönüştürmek...

Ceylan, hafifçe gözlerini kapatıp bu anı içine çekti. Ardından gözlerini açtı. Oğlu, kucağında huzurla uyurken, bu anın tadını çıkardı. Çünkü biliyordu ki, Kubilay canını yakmak için elinden geleni yapacaktı.


Loading...
0%