İntikam yemini
.
.
.
Güneş, sanki sinirlenmiş gibi yakıyordu yeryüzünü. Sıcaklık artıyor, nemle birleşip boğucu bir hal alıyordu. Çoğu insan, bir an önce bu kavurucu sıcağın altında durmaktan kurtulmak için aceleyle eve gitmeyi bekliyordu. Ancak gitmemek için direnenler de vardı. Onlar, Ceylan'ı kaybedenlerdi. Oğlunu, eşini, sevdiğini, dostunu... Onlar için gitmek, bir an için bile olsa ondan kopmak demekti. Etraf kalabalıktı; kalabalık ama sessiz. Herkesin elinde bir avuç toprak, Ceylan’ın üzerine yavaş yavaş dökülüyordu. Sanki her atılan toprak, onunla birlikte bir parça daha koparıp götürüyordu sevdiklerinden. Hoca Yasin-i Şerif'i okuyor, ama sözcükler boğuk bir uğultu gibi kulaklara çarpıyordu. Zaman, ağır ve anlamsız akıyordu. Dakikalar geçtikçe kalabalık yavaşça uzaklaşıyor, geriye sadece bir avuç insan kalıyordu. Kayıpları daha da derinden hissediyorlardı. Omuzlarına dokunan eller, "Seni anlıyorum," der gibi bir teselli sunmaya çalışsa da, kaybı yaşamayan anlamazdı. Kaybetmemiş biri, bir kaybedeni nasıl anlayabilirdi ki? Kaybettiğinde anlıyordu insan, zamanın aslında ne kadar önemsiz olduğunu; anların, o değerli anların, aslında kaybetmeden kıymetinin bilinmediğini.
Elif ve Emre en köşede sessizce oturuyorlardı. Oysa Elif, hamile olduğunu henüz öğrenmişti. İlk kez can yoldaşıyla, paylaşacaktı bu haberi, ama yarım kalmıştı. Sessizce birbirlerine bakıyorlar, içlerindeki hüznü kelimelere dökmeye cesaret edemiyorlardı.Ayşe ve Emir… Onların arasında doğan bağı ilk Ceylan fark etmişti. Emir, Ceylan sayesinde bir aile bulmuştu, kendisini bir yere ait hissetmişti. Şimdi ikisi de o bağlılıkla birlikte kaybetmenin derin acısını yaşıyorlardı. Gözleri yerde, hüzünle doluydu. Engin ise çok daha farklı bir kaybı yaşıyordu. Ceylan, ona sadece bir yeğen değil, aynı zamanda bir anne, bir abla, bir dost, bir sırdaş olmuştu. Dünyadaki her şeyini kaybetmiş gibiydi. Gözlerinin içinde, hiç kapanmayacak bir boşluk vardı artık. Eylem ve Eray, Ceylan'ı yeni tanımışlardı. Küçüklerdi ve belki de yıllar sonra hatırlayamayacaklardı bile. Yalnızca "Halam vardı" diyeceklerdi, sanki varlığı hep orada olan ama yokluğu bir türlü idrak edilemeyen biri gibi. Azad ise uzaktan izliyordu herkesi. Ceylan'a duyduğu saygı, ona olan hayranlığını daha da pekiştirmişti. Pamir’in neden bu kadını böylesine sevdiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Ceylan, hataları olan ama ailesinden asla vazgeçmeyen bir kadındı. "Ceylan Altınsoy," aile kavramının somut haliydi. Pamir, yanında durduğu küçük Uğur’un minik elini sıkıca tutuyordu. Gözleri yaşlı ama duruşu dimdikti. Ceylan’a verdiği sözü tutmaya kararlıydı. Oğluna iyi bakacağına dair verdiği sözü unutmamıştı. Uğur, etrafına anlam veremeyen gözlerle bakıyordu, çocuk kalbi bir acıyı daha taşıyordu. Ve Kubilay… Yıkılmaz, güçlü Kubilay Çetinkor şimdi paramparça bir halde, gözlerinde boşlukla ayakta duruyordu. İçinde patlayan fırtınayı kimseye göstermiyordu, ama onu tanıyan herkes, bu kez yıkıldığını biliyordu. Artık her şey anlamsızdı. Ne gelen vardı ne de giden. Nefes almak istemiyor, umudu çoktan kaybolmuştu. Ceylan gitmişti, onunla birlikte tüm anlam da... Oğluyla hiçbir zaman tam anlamıyla bir bağ kuramamıştı. Şimdi ise kadın gitmişti, geriye yalnızca soğuk bir boşluk kalmıştı. Uğur, Pamir’in ellerinden hızla sıyrılıp koşmaya başladı. Küçük bacakları ne kadar izin verirse, o kadar hızlı koşturuyordu. Çevresindeki hiçbir şey umurunda değildi, tek hedefi vardı: annesinin mezarı. O minik, yumuşak elleriyle toprağı eşelemeye başladı. Avuçladığı topraklar etrafa saçılıyor, her bir parmağı çamur içinde kalıyordu. Kirlenmekten nefret ederdi, ama artık bu anlamsızdı. Annesi yoktu. Küçük zihninde ölüm neydi, onu bile tam anlamamıştı. Ama bildiği tek bir gerçek vardı: Annesi bir daha asla geri gelmeyecekti. "Örtmeyin annemi!" diye bağırdı, hıçkırıkları boğazında düğümleniyordu. "Annem beni bırakmaz. Anneler ölmez!" O an, etrafında toplanan herkesin yüreği parçalandı. Kimse daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Küçük çocuğun acısı, içindeki umut kırıntıları bile yok etmişti. Küçük bedeni, annesinin mezarının üzerine uzandı. Toprak ellerinin arasında kayarken, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. "Sen gelmezsen, ben gitmem anne. Biz hiç ayrılmayacağız," diye fısıldadı, gözlerini kapatıp annesinin yanına sığınmaya çalışıyormuş gibi. "Bari bir kez daha gel, bu son günümüz olsun anne," diye fısıldadı Uğur, gözlerinden akan yaşlarla toprağı seyrederken. O an, sessizliği bozan adımlar duyuldu. Eylem ve Eray, Uğur'un yanına hızla koşarak geldiler. İkisi birden Uğur'un kollarından tuttular ve küçük bedeni narin bir güçle ayağa kaldırdılar. Uğur'un yüzü yere eğikti, ama ikizler, onun başını elleriyle kaldırarak dik durmasını sağladılar. "Yalnız değilsin," dercesine, ufak elleriyle Uğur’un yüzündeki çamurları ve gözyaşlarını temizlemeye çalıştılar. Onların dokunuşuyla, sanki Uğur’un kalbindeki ağırlık hafifliyor gibiydi. Üç çocuk, bu anın içinde sessiz bir anlaşmaya vardılar; hiç ayrılmayacakları bir dostluk filizlenmişti. Her kayıp, yeni bir başlangıcın habercisiydi ve bu hikayenin sonu, onların arkadaşlığının ilk adımı olmuştu.
Bir hikaye kapanırken, başka bir hikaye doğmuştu. Üç küçük yürek, birbirine sıkıca kenetlenmişti.
"Bizim annelerimiz bizi çok seviyor. O yüzden çok şanslıyız," dedi Eray, sanki yaşından büyük bir bilgelikle. Söylediği her kelime Uğur'un içindeki fırtınaya biraz olsun derman oluyordu.Eylem, annesinin ölümünü halasına sorduğunda aldığı cevabı hatırladı, ve hıçkırıklarına rağmen Uğur'a dönüp fısıldadı: "Ağlama Uğur... Halam bir keresinde demişti ki, biz ağlarsak en çok o zaman üzülürmüş annelerimiz." Bu sözler Uğur’un hızla akan gözyaşlarını durdurdu. Elleriyle yüzünü silerken, gözlerinde bir kararlılık belirdi.
"Bak, ağlamıyorum artık. Ben annemi bir daha asla üzemeyeceğim. Bir daha asla ağlamayacağım," dedi.
Küçük yaşına rağmen içindeki öfke ve kararlılık büyüyordu. O an kendi kendine bir yemin etti, henüz küçük ama ağır bir yemin: "Anneme bunu yapanı kendi ellerimle öldüreceğim." Bu sözler, fark etmeden biraz yüksek sesle çıktı. İkizler bunu duymuşlardı ama hiç tepki vermediler. Sessizce, onaylarcasına başlarını salladılar.
Bir acı, insanı ne kadar büyütebilirdi? İşte orası vuslatın başladığı yerdi; masumiyetin kaybolduğu, intikam duygusunun ilk filizlendiği yer...
***
Birinci kitabın sonuna geldik. İkinci kitap devam niteliğinde olacaktır.
Yeni neslin hikayesi... oldukça heyecanlı ve hüzünlüyüm.
Takipte kalın...