Yeni Üyelik
112.
Bölüm

Kesit

@hamish


Kubilay, soğuk rüzgarın koridorda savurduğu bir anının içindeymiş gibi adımlarını hızlandırdı. Önünde duran polis memuru, suçlu taşıyan aracın arkasını açarken derin bir nefes aldı. İçeriden gelen metal kokusu, onu geçmişin karanlık dehlizlerine sürükler gibiydi. Memur, Kubilay’a dönerek uyardı, "Sadece beş dakika konuşabilirsin. Portekiz görevlileri birazdan burada olacak."
Kubilay, başını onaylarcasına salladı, ardından aralık olan kapıya yöneldi. Araca adımını attığında, karşısında Rixton'ı buldu. Karanlık bir gülümseme yüzünde belirmişti, gözleri Kubilay'ınkine alayla dikildi. "Dökül bakalım," dedi Rixton, o derin, sinir bozucu tonuyla.

Kubilay, içindeki sabrı zorlarken, Rixton’ın ciddiyetsizliğinden rahatsız oldu. Ancak bunu belli etmemeye çalıştı. Rixton ise bir an bile duraksamadan, gözlerini devirdi. "Ama enişteciğim," diye başladığında, sesindeki alay açıkça hissediliyordu. "Beni üzüyorsun."

Bu sözlerle birlikte Kubilay’ın kaşları çatıldı, alnında biriken öfke damlaları gözlerine yansıdı. Rixton’ın rahat tavırları, içindeki tüm huzursuzluğu yüzeye çıkarıyordu. Aracın dar alanı, onları birbirine daha da yakınlaştırırken gerilim, gözle görülür bir şekilde yoğunlaşıyordu.

Kubilay, derin bir nefes aldı ve sesini alçaltarak ama kesin bir tonda konuştu, "Aslında çok iyi biriyim, ama kötü biri olmamı istersen... bilirsin, onda daha da iyiyim." Sözlerindeki tehdit barizdi, kelimeleri adeta havada ağır bir sis gibi dolanıyordu. "Kes sesini ve konuş."

Rixton'ın gözleri bir an için ciddileşti, ardından başını hafifçe yana eğdi. "Ne olduğunu sanıyorsun, Kubilay? Bu, senin oyunun değil. Ama... belki bir şeyler paylaşırım. Eğer bana yarar sağlarsa."

Kubilay’ın nefesi hızlandı. Rixton’ın bu ciddiyetsiz, tehditkâr tavrı artık bardağı taşırıyordu. Ama o, yine de kendini kontrol altında tutmak zorundaydı. Zaman daralıyordu ve bu adamın elinde ne olduğunu öğrenmek zorundaydı.

"Oğlum hakkında ne biliyorsun? Söyle," dedi Kubilay, sesindeki öfke giderek yükselirken. "Sana ne vaat edildi? Ne biliyorsun?"
Rixton, Kubilay’ın bu sorusuna karşılık sadece hafif bir tebessümle yanıt verdi. "Beni doğru sorularla sıkıştırıyorsun, enişte. Ama asıl mesele şu ki, o çocuğun kaderi senin ellerinde değil. Sen sadece bir piyonsun."Kubilay, içindeki öfkeyi dizginlemekte zorlanıyordu. Rixton ise bu gerilimi keyifle izliyordu. "Sana tek bir tavsiye vereceğim," dedi alaycı bir şekilde, eğilerek Kubilay’ın gözlerine daha yakından baktı. "Yanlış yerlerde arama. Oğlun için yapman gereken fedakarlıklar, düşündüğünden daha büyük olabilir."

Bu cümleyle birlikte Rixton, arkasına yaslandı, sanki her şeyi çözüme kavuşturmuş gibi rahat bir nefes aldı. Kubilay ise içindeki karanlıkla yüzleşirken, bu adamın oyununa daha fazla düşmemeye kararlıydı.

Kubilay, Rixton’un söylediklerini duyduğunda, beyninde şimşekler çaktı. "Elimde Uğur'un görüntüleri var." Bu sözler, Kubilay’ın içindeki tüm zincirleri koparmıştı. Boğazındaki damarlar belirginleşirken, tüm kasları gerildi. "Ne görüntüsünden bahsediyorsun?" diye sordu, sesi tehditkâr bir fırtına gibi titriyordu.

Rixton ise bu gerilimi hissetmesine rağmen gülümsemesini bozmadı. Alaycı bir sesle ekledi: "İşkence gördüğü videolar desem?"

Bu cümleyle birlikte Kubilay, kontrolünü tamamen kaybetti. Bir anda Rixton’ın boğazına saldırdı. Ellerini adamın boynuna doladı ve bütün gücüyle sıkmaya başladı. Rixton önce kahkaha attı, ama Kubilay’ın gücü arttıkça o kahkahalar kesildi. Kubilay’ın gözleri kararmıştı, nefes alamayan Rixton’ın moraran yüzüne bakarken içindeki öfke onu tamamen ele geçirmişti.

Rixton’ın gözleri korkuyla açılırken, Kubilay boğazını daha da sıktı. Artık gülmesi tamamen kesilmişti. Solgunlaşan yüzünde yalnızca çaresizlik ve korku vardı. Kubilay, adamın son nefeslerini zorla çektiğini hissedebiliyordu, ama bu onu durdurmaya yetmedi.

"Yerini söyleyeceksin," dedi Kubilay, dişlerini sıkarak, ellerini gevşetmeden. Sesi sakin ve kararlıydı, ancak içinde fırtınalar kopuyordu.

Rixton, boğulmanın eşiğinde çaresizce çırpınırken, gözlerinde kalan son umut kırıntıları da tükeniyordu.
Rixton’un nefesi tamamen tükenmeden önce elleriyle boğazını kapmaya çalıştı, ancak güçsüz kalıyordu. Bir an için, tüm maskesi düşmüş gibi göründü. Artık o kibirli adam gitmiş, yerine korkmuş bir insan kalmıştı. Son bir çabayla fısıldadı:

"Tamam... Söyleyeceğim..."

Kubilay, parmaklarını biraz gevşeterek Rixton’un nefes almasına izin verdi, ancak bakışlarını onun gözlerinden ayırmadı. Tehditkâr sesiyle yeniden sordu: "Nerede?"

Aracın kapısının hızla açılmasıyla içeriye dolan serin hava, polis memurunu karşılaştığı manzara karşısında kısa süreli bir şok geçirmesine neden oldu. Kubilay, Rixton’un boğazına yapışmış, yüzündeki öfke ve kararlılıkla adama acımasızca bakıyordu. Memur hızla müdahale ederek Kubilay'ı Rixton’un üzerinden zorla çekip aldı, adeta yaka paça arabadan dışarıya indirdi. Kubilay’ın gözleri öfkeyle parlıyordu, nefes alıp verişi düzensizdi. Memurun sert tutuşuna rağmen, gözleri hâlâ içeride, Rixton’a dikiliydi. O an Rixton, boğulmanın etkisiyle zorla nefes almaya çalışıyordu. Birkaç derin nefes aldıktan sonra boğuk ve zor duyulan bir Portekizce cümle fısıldadı:

"Portekiz'e gel… beni kurtar... görüntüleri al."

Loading...
0%