Emre, çayını yudumladıktan sonra karşısındaki kadına dikkatle baktı. Elif, sakin ve zarif bir şekilde kahvaltısını yapıyordu. Yüzünde hafif bir huzur vardı, her hareketi dikkatlice planlanmış gibiydi. Porselen tabaktan yükselen buğunun sıcaklığı, yüzüne vurdukça hafifçe kızaran yanaklarına gölge düşüyordu. Uzun, siyah saçları omuzlarına dökülmüş, yeşil gözleri düşünceli bir ifadeyle önündeki tabağa odaklanmıştı.Emre'nin gözleri Elif'in yüzünde gezindi. Elif'in dudakları hafifçe kıpırdadı, bakışlarını tabağından kaldırarak ona döndü. “Emre...” dedi yumuşak bir sesle. O anın sıcaklığı, Emre'nin içini ısıttı. Onun bu kadar sade, ama bir o kadar da etkileyici olmasına her zaman hayran kalmıştı.
“Efendim Elif,” diye yanıtladı, sesinde hem şefkat hem de bir parça hayranlık vardı. Elif, elindeki çatalı sessizce tabağının yanına bıraktı. Yüzünde beliren hafif bir tereddüt, Emre'nin dikkatinden kaçmadı. “Bugün röportaj için, sen mi geleceksin almaya yoksa ben mi geçeyim?” diye sordu, sesi kararsız ama nazikti.Emre'nin yüzünde geniş bir gülümseme belirdi, gözleri sıcaklıkla parladı. “Sevgili karımı tabii ki ben alacağım,” dedi, cümlesi hem esprili hem de kararlıydı. Elif’in yanakları hafifçe kızardı, bu utangaçlık anı ona her zamankinden daha güzel bir hava katmıştı. Emre, çayından bir yudum daha alarak Elif’e baktı; bu anı, birlikte geçirdikleri her zamandan daha değerliydi.Elif'in yüzü aniden ekşidi, dudakları acıyla büzüldü. Son zamanlarda ağrıları oldukça artmıştı, bunu gizlemeye çalışsa da Emre, onun bu durumunu hemen fark etti. Gözleri bir an endişeyle buluştu. Elif'in hissettiği acı, Emre'nin içinde de derin bir huzursuzluk yaratmıştı. Emre bir saniye bile tereddüt etmeden hızla ayağa kalktı ve mutfağa yöneldi. Kararlı adımlarla raftan Elif'in ilaçlarını aldı, her hareketinde bir aciliyet vardı. Masadaki sürahiden dikkatlice bir bardak su doldurdu, suyun ince şırıltısı odada yankılandı. Hemen ardından, aynı hızla geri salona döndü. Elif, şaşkınlıkla Emre'ye baktı. Onun bu ani hareketleri, kendini her zaman ne kadar düşündüğünü ve önemsediğini bir kez daha gözler önüne seriyordu. Emre, gözlerindeki kararlılıkla Elif'e yaklaştı ve ilaçları uzattı. “İlaçların,” dedi yumuşak ama kararlı bir sesle, gözleri Elif’in acısını hafifletmeye odaklanmıştı.
Elif, derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı, ardından nefesini dışarı vererek Emre’nin elinden ilaçları aldı. Sessizce ilaçları içti, gözleri bir anlığına Emre’nin gözlerinde takılı kaldı. Emre, sessizliği bozan telefonun çalmasıyla hafifçe irkildi. Yavaşça elini ceketinin iç cebine atarak telefonu çıkardı, ekranına göz attı. Ancak, telefonun kimin aradığını önemsemeden bir an bile tereddüt etmeden çağrıyı reddetti. Gözlerini tekrar Elif’e çevirdi, tüm dikkati onun üzerindeydi. Elif, Emre’nin bu kararlı bakışlarını fark etti. Zorlukla da olsa bir gülümseme ile onu rahatlatmak istedi. "İyiyim," dedi Elif, sesi alçak ama sakinleştirici bir tondaydı. Ancak Emre, Elif’in sözlerine inanmakta güçlük çekiyordu. Gözlerindeki endişe ve şüphe açıkça görülüyordu, dudakları aralanmış, bir şey söylemek için hazır bekliyordu. Elif, onun bu bakışlarını görünce, kendini biraz daha toparlamaya çalıştı. Elini hafifçe kaldırarak Emre’nin elini tuttu, parmaklarını onun avuçlarında sıktı. "İyiyim," dedi bir kez daha, bu sefer daha kararlı ve güven verici bir tonla. Emre’nin eline sıkıca sarılan Elif, ona bu güvenceyi vermeye çalışıyordu. Emre, bir an duraksadı, Elif’in gözlerinde bulduğu cesaret ve kararlılık onu biraz olsun sakinleştirdi. Ancak, içindeki endişeyi tamamen bastırmakta hala zorlanıyordu. Elif, yorgun bir nefes alarak, "Hadi sen git, ben de biraz dinlendikten sonra çıkacağım," dedi. Emre, Elif'in her zamanki kararlılığına ve içtenliğine saygı duyarak, bir süre tereddüt etti. Ancak, Elif’in dinlenmesi gerektiğini bildiğinden, ayrılmak için harekete geçti. Tam kapıya yönelmişti ki, Elif aniden ayağa kalktı. Emre, ona son bir kez baktı, yüzünde hafif bir gülümsemeyle, "Akşama görüşürüz sevgili karıcığım," dedi. Elif, kendisini bu sıcaklığa kaptırmamak için ellerini sıktı, gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Emre, kapıdan yavaşça çıkarken Elif’i bir kez daha kontrol etti, ardından hazır bekleyen arabasına doğru ilerledi. Soğuk sabah havası yüzüne vurduğunda, zihninde dolaşan düşünceler bir an duruldu. Arabasına yerleştiğinde, telefonunun tekrar çalmaya başladığını fark etti. Bu sefer tereddüt etmeden açtı ve telefonu kulağına götürdü."Emre, benim Faruk," dedi karşı taraftaki ses, derinden ve yorgun bir tınıyla. Emre, bir an durakladı, Faruk’un sesindeki endişeyi hemen fark etti. "Kubilay seninle mi?" diye sordu Faruk, sesindeki gerginlik iyice belirginleşmişti. Emre'nin yüzü ciddileşti, "Yok, yanımda değil," dedi düz ve soğukkanlı bir sesle. Faruk'un derin bir nefes alışını duydu. "İki haftadır haber alamıyorum. Belki sana gelmiştir," dedi Faruk, sanki bu cümleyle kendi kafasındaki soruları cevaplamaya çalışıyordu. Bu, Kubilay’ın cenazeye neden gelmediğini de açıklıyordu. Emre, farazi düşüncelerden sıyrılarak, "Faruk, endişelenmeli miyim?" diye sordu, sesi alçak ama belirgin bir kararlılıkla doluydu. Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oluştu, bu sessizlik, Faruk’un içinde bulunduğu karmaşık durumu anlatmak için yeterliydi. Sonunda, Faruk, "Çok şey oldu," dedi. Emre’nin içindeki huzursuzluk büyüdü. "Neredesin?" diye sordu, sesi biraz daha kararlıydı şimdi. "Şirketteyim," dedi Faruk. Emre, tereddütsüz bir kararlılıkla, "Hemen geliyorum," dedi. Sesinde, olup biteni öğrenmek için duyduğu sabırsızlık ve kararlılık hissediliyordu. Telefonu kapattı ve sürücüye dönerek, "Çetinkor Holding'e sür," dedi. Sözleri, o kadar emindi ki, sürücü hiç vakit kaybetmeden yolu değiştirdi. Emre, düşüncelerine dalmış bir halde, gözlerini yoldan ayırmadan, neler olabileceğini zihninde tartmaya başladı.
Emre, içindeki endişeyi bir türlü dindiremiyordu. Kubilay ile aralarındaki bağ, sıradan bir iş arkadaşlığından çok daha derindi; Kubilay, onun için bir kardeşten farksızdı. Bu düşünceyle birlikte kendine kızmaya başladı. Kubilay'ı uzun zamandır aramamıştı, onun ne durumda olduğunu merak etmemişti. Bu ihmalkarlığı şimdi ağır bir yük gibi omuzlarına biniyordu.Araba, şirketin önünde durduğunda kapıyı hızla açarak kendini dışarı attı. Her adımı, kalbindeki huzursuzluğu daha da artırıyordu. Şirketin girişinde hızla ilerledi, doğrudan asansöre yöneldi. Kubilay'ın odasının bulunduğu katı seçtiğinde, asansörün yavaş ilerleyişi ona saatler sürüyormuş gibi geldi. Her saniye, endişesini katbekat artırıyordu.Asansör kapıları açılır açılmaz, koridorda hiç vakit kaybetmeden Kubilay'ın odasına doğru ilerledi. Kapıyı hızla açıp içeri girdiğinde, Faruk'un odanın içinde bir sağa bir sola yürüdüğünü gördü. Faruk'un yüzündeki gerginlik ve endişe, odanın havasını ağırlaştırıyordu.
"Faruk," dedi Emre, sesi derin ve dikkat çekiciydi. Faruk, Emre'nin sesini duyduğunda bir an duraksadı, ona döndü. "Emre..." diye mırıldandı, sesi titrek ve kaygılıydı.Emre, sakince Faruk'un yanına gitti, gözlerindeki paniği fark etti. Ona yaklaşarak omuzlarından tutup nazikçe bir sandalyeye oturttu. "Sakin ol," dedi, sesi kararlı ama yumuşaktı. "Şimdi bana her şeyi anlat."
Faruk, derin bir nefes alarak başını öne eğdi, sanki düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Emre, Faruk’un anlatacaklarından hoşlanmayacağını biliyordu, ama ne olursa olsun öğrenmek zorundaydı. Kardeşi gibi gördüğü Kubilay’ın nerede olduğunu ve neden böyle bir kayboluş yaşadığını anlamak için her kelimeyi dikkatle dinleyecekti.
Faruk derin bir nefes alarak kelimeleri ağır ağır dışarı bıraktı. "Çiğdem intihar etti." Bu iki kelime Emre'nin zihninde yankılandı, odadaki her şey bir anda bulanıklaştı. Gözleri irileşmiş, nefesi kesilmişti. "Ne diyorsun oğlum?" diye sordu, sesi hem şok hem de öfkeyle doluydu. Faruk'un gözlerinde acı bir ifade vardı. Emre, her şeyin çok daha karmaşık ve karanlık olduğunu hissediyordu, ama duyacaklarına hiç hazır değildi. "Daha kötüsü," diye devam etti Faruk, sesi titrek ve boğuktu, "Çiğdem, Aydın Şirketi'nin varisiymiş. Bunca zaman Kubilay’a ihanet etmiş. Onu kandırmış, manipüle etmiş. Kubilay'a hayatı boyunca taşıyacağı bir hastalık bıraktı. Aklıyla oynadı, onu çaresiz bıraktı. Büyük bir nöbet geçirdi, onu hastaneye yatırdık. Stabilize oldu ama sonra... ortadan kayboldu. Bulamıyorum." Bu açıklamalar, Emre’nin içindeki sarsıntıyı daha da derinleştirdi. Kardeşi gibi sevdiği Kubilay, hayatının en büyük ihanetini yaşamıştı, hem de en sevdiği kadın tarafından. Sevdiği, güvendiği kadın, Kubilay’ı hem fiziksel hem de zihinsel olarak yıkıma sürüklemişti. Emre, duydukları karşısında ne yapacağını, ne hissedeceğini bilemiyordu. Kafasında binlerce soru dönüp duruyordu; ama en büyük endişesi, Kubilay'ın şu an nerede olduğu ve ne durumda olduğuydu. Emre, derin bir nefes aldı ve içindeki karmaşayı yatıştırmaya çalıştı. Durumu kontrol altına almak zorundaydı, hem Kubilay’ın güvenliği için hem de kendi huzuru için. Faruk’un gözlerine bakarak, "Bu durumu birlikte halledeceğiz," dedi, sesi kararlı ve güven doluydu. "Kubilay’ı bulacağız."
Faruk derin bir nefes aldı ve başını çaresizce iki yana salladı. "Her yere baktım, Emre. Yok... sanki yer yarıldı da içine girdi," dedi, sesi çaresizlikle doluydu. Emre'nin içinde bir şeyler kopuyordu, ama bunu belli etmemek için derin bir nefes aldı. Saçlarını sinirle çekiştirdi, ardından hızla telefona sarıldı. Birçok güvendiği kişiyi aramaya başladı, nerede olabileceğiyle ilgili en ufak bir ipucuna bile ihtiyacı vardı. Sonra polis teşkilatında güvendiği birini aradı, Kubilay'a dair bir iz bulduklarında hemen ona haber vermelerini tembihledi. Telefon konuşmaları sona erdiğinde Emre, odada bir süre sessizce durdu. Zihni hâlâ Kubilay'la doluydu; kardeşi gibi sevdiği adamın başına gelenler içini acıtıyordu. Faruk, Emre’yi dikkatlice izliyordu. Emre'nin her şeye olan hakimiyeti, soğuk kararlılığı ve olaylar karşısında çelik gibi duruşu, Faruk’un da kendini toparlaması gerektiğini hissettirdi. Faruk, sakince ayağa kalktı ve derin bir iç çekerek, "Özür dilerim Emre, kardeşin için gerçekten üzgünüm. Başımız sağolsun. Onca dertlerin arasında seni de bu işin içine çekmek istemedim," dedi, sesi pişmanlık doluydu.
Emre, gözlerini Faruk'a dikti ve sakin bir şekilde başını salladı. "Asıl ben özür dilerim, Faruk," dedi. Sesi durgundu, ama içinde bir öz eleştiri vardı. "Kubilay'ı daha önce aramalıydım. Bu noktaya gelmeden onu korumak için daha fazlasını yapabilirdim." Bu sözlerle, Emre’nin kendine karşı hissettiği suçluluk ve pişmanlık daha da belirginleşti. Faruk'un suçluluk dolu sesi odayı doldurdu. "Ben işimi düzgün yapamadım, hepsi benim suçum," dedi, kelimeleri ağır ve acı doluydu. Emre, Faruk'un omzuna sakin ama kararlı bir şekilde vurdu. "Bu senin suçun değil," dercesine bir bakış attı. Tam o anda telefonuna gelen mesajla irkildi. Hızla ekranı açtı ve gözleri hızla metni taradı. "Şehir mezarlığında," yazıyordu mesajda. Emre, bir an duraksadı ve gözlerini Faruk'a dikti. "Çiğdem, şehir mezarlığında mı gömülü?" diye sordu, sesi hala inanamayan bir ton taşıyordu. Faruk başını yavaşça olumlu anlamda salladı, yüzündeki pişmanlık ifadesi daha da derinleşti. "Bunu nasıl düşünemedim?" dedi, kendine kızarak kafasına vurdu. Düşüncelerini toparlamak için çok fazla zamanı yoktu; hemen harekete geçti ve odadan hızla çıkmaya yöneldi. Emre de onun peşinden adım attı, ikisi de sessizce ve kararlılıkla hareket ediyordu. Beraber arabaya bindiklerinde, Emre'nin zihni hala karmaşık düşüncelerle doluydu. Arabada sessizlik hüküm sürerken, ikisi de nelerle karşılaşacaklarını bilmeden, gözlerini yola dikmişlerdi. Faruk'un sessizliği, içindeki suçluluk ve pişmanlıkla ağırlaşmıştı. Emre ise, içinde giderek büyüyen endişeyi bastırmaya çalışarak, Kubilay'ı bulma kararlılığını her an yeniden teyit ediyordu. Araba, şehir mezarlığına doğru ilerlerken, ikisinin de zihninde farklı senaryolar dolaşıyordu, ama tek bir hedef vardı: Kubilay'ı bulmak ve ona ne olursa olsun yardım etmek.Mezarlığa vardıklarında, Emre ve Faruk hemen harekete geçtiler. Gözleri endişe ve belirsizlikle dolu bir şekilde Kubilay'ı aradılar. Kubilay, mezarın başında, gözleri şişmiş ve kırmızı, yüzü ise solgun bir şekilde mezara bakıyordu. Yüzündeki ifade, tüm yaşadığı acıyı ve kederi yansıtıyordu. Faruk, Kubilay’ın yanına gitmek üzere adım atmak üzereyken, Emre kolundan nazikçe tuttu.
"Ben hallederim," dedi Emre, sesi kararlı ama yumuşaktı. Faruk, başını olumlu anlamda sallayarak geri adım attı ve Emre’nin yanına yaklaşmasına izin verdi.
Emre, Kubilay’ın yanına çökmüş ve ona derin bir şekilde bakıyordu. Kendisinin aynı acıyı yaşadığı anı gözünün önünde canlandırdı. Elif’in ona verdiği gayeyi, şimdi kardeşi Kubilay’a vermek zorundaydı. "Tertip," diye seslendi, sesi sakin ama etkileyiciydi.
Kubilay, ismini duyduğunda yavaşça başını kaldırdı. Gözleri, Emre’nin gözleriyle buluştuğunda, sessizlik içinde bir an daldı. Emre, Kubilay’ın gözlerinde yaşanan kederi, karanlığı ve umutsuzluğu gördü. "Ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum," dedi Kubilay, sesi fısıltı gibi zayıf ve kırık bir şekilde çıktı.
Emre, derin bir nefes alarak Kubilay’ın yanında oturmaya devam etti. "Bunu birlikte bulacağız," dedi, sesi kararlı ve destekleyiciydi. "Şimdi kendini yalnız hissetmekte haklısın, ama yalnız değilsin. Buradayız ve sana yardım edeceğiz. Çiğdem'in yaptıkları seni yıkmaya çalıştı, ama biz bu durumu birlikte aşacağız."
Kubilay, Emre'nin sorusuyla aniden kendine geldi. "Sağdıçım kim olacak benim?" diye sordu Emre, sesindeki mizah ve hafif bir yumuşaklıkla. Kubilay, bu sorunun ciddiyetini anlamak için birkaç saniye duraksadı. "Evleniyorsun... Bu şansız kız kim?" Kubilay, Emre’nin sözlerini duyduğunda yüzündeki acı ifadenin biraz olsun yumuşadığını fark etti. Emre’nin, bu soruyla ona bir nebze de olsa normal bir hayatın var olabileceğini ve bu karanlık günlerin sona erebileceğini hatırlattığı açıktı. Kubilay, Emre’ye bakarken, ağlamaklı gözleriyle bir an için eski günleri ve eski mutlulukları düşündü. Çiğdem ile evlenme ihtimalini düşündü. Önce Kubilay'a sonra Faruk'a baktı. Ancak, bu sorunun getirdiği karmaşık duygular, Kubilay’ın yüzüne derin bir hüzün yerleştirdi. Kubilay, başını eğdi ve derin bir iç çekti. Emre, Kubilay’ın durumunu anlıyordu. Onun acısının derinliğini ve yaşadığı karmaşayı hissedebiliyordu. Bu an, Kubilay’ın duygusal yükünü hafifletmek için daha derin bir anlayış ve destek sunma ihtiyacını ortaya koyuyordu. “Kubilay, sen olmazsan olmaz. Hadi gidelim. Seni tekrar inşa edelim,” dedi Emre, kararlı bir sesle. Kubilay, Emre’nin cesaret verici sözleriyle yavaşça ayağa kalktı. Emre, Kubilay’ın omzuna girerek onu destekledi. Faruk, hemen yanlarına koştu ve Kubilay’ın diğer omzuna girdi. İkili, Kubilay’ı nazikçe arabaya yerleştirdiler. Kubilay, yorgun bir şekilde kafasını pencereye yasladı, gözleri dışarıda geçip giden manzarayı izlerken dalgın görünüyordu. Faruk ve Emre, aracı Kubilay’ın evine doğru sürdüler. Eve vardıklarında, Emre ve Faruk Kubilay’ı dikkatlice eve taşıdılar, her adımlarında ona destek olmaya özen gösterdiler.
Faruk’un telefonunun çalmasıyla, Emre, “Bak sen telefona,” dedi. Faruk, bir an için dikkatini telefonuna verdi ve konuşmaya başladı. Emre ise, Kubilay’ı banyoya yönlendirdi.Emre, Kubilay’ı banyoya yerleştirirken, ona nazikçe yaklaştı. Ilık bir suyu küvete açtı ve Kubilay’ı dikkatlice suya soktu. Kubilay’ın gözleri, suyun üzerinde yansıyan ışıklarla dalgalanırken, biraz olsun rahatlamış görünüyordu.
Faruk, yanlarına geldiğinde, "Emre, ağabeyin yanında kalır mısın? Halletmem gereken işler var da," dedi. Emre, başını olumlu bir şekilde sallayarak, "Sen git," dedi. Faruk, Şirket'e doğru yola çıkarken Emre, havluyu almak için dolaba yöneldi.
Kubilay, banyodan çıktıktan sonra, Emre ona havlu verdi. Kubilay, sessizce yatak odasına geçti. "Ben giyinirim," dedi, yorgun bir sesle. Emre, mutfağa doğru yöneldi ve ev çalışanlarının hazırladığı çorbayı tabağa koyduktan sonra salona geçti.Kubilay, yavaşça salona girdiğinde, gözleri boş ve ifadesizdi, sanki ruhu çekilmiş gibiydi. Emre, çorbayı masaya koyarak, "Hadi gel, bir şeyler ye," dedi. Kubilay, sessizce masaya oturdu. Sıcak çorba boğazından geçerken, Kubilay başını kaldırıp Emre’ye baktı. “Hadi sen eve geç, Behice merak eder seni,” dedi. Emre'nin gözlerinde kısa bir an için derin bir gölge belirdi. Kubilay, bu sessizliği fark etti ve duraksadı. “Yoksa,” dedi Kubilay, yavaşça sorusunu tamamladı.
Emre, başını sallayarak, “Behice hakka kavuştu,” dedi. Kubilay, bu haberi duyduğunda gözlerinde bir anlık şok ifadesi belirdi. Sessizlik, odanın içine yayıldı, duyguların tam olarak ifadesiz bırakıldığı bir an yaşandı. Kubilay, derin bir iç çekerek, başını eğdi. Emre’nin gözü saate kaydığında, röportajın zamanı geldiğini fark etti. Kubilay’ın yanında kalmak, bu anın en önemli önceliğiydi, ama Elif’i de düşünmesi gerekiyordu. Elif’in durumunu, Kubilay’ı yalnız bırakmadan nasıl halledeceğini düşünürken, ne karar vereceğini bilmiyordu.