@hamish
|
Elif titremeye başladığında, Emre hemen harekete geçti. Silahı dikkatle boşa alıp, belindeki kılıfa yerleştirdi. Ardından, Elif’in titreyen elini nazikçe tuttu ve onu yavaşça kaldırarak destek olmaya başladı. İkisi, çamurlu arazi üzerinde yürümeye başladılar. Emre, Elif’in önünde, onun düşmesini engellemek için dikkatle adımlarını takip ediyordu. Elif’in ayağı bir anda kaydı ve dengesini yitirdi. Emre, çevik hareketlerle Elif’i tutarak düşmesini engelledi. Soğuk havada sıcak nefesleri birbirine karışıyordu. Elif’in gözlerinde minnettarlık vardı, “Teşekkür ederim,” dedi naif bir ses tonuyla, içten bir şekilde. Emre, Elif’i güvenli bir şekilde arabaya yönlendirdi. Arabaya bindiklerinde, Emre hemen klimayı açtı, kabin içinde rahat bir ortam sağlamaya çalıştı. Arka koltuğa eğilip, örtüyü aldı. Elif’in sırtına örtüyü nazikçe serdi. Elif, yorgun ve ıslanmış halde, örtünün sıcaklığında biraz rahatlama buldu.Araba hareket etmeye başladığında, içeriye yayılan sıcaklık ve rahatlatıcı ortam, Elif’in titremesini yavaşça dindiriyordu. Emre'nin sesi, çamurlu arazide ve soğuk havada, boğuk ve derin bir tonla yankılandı. "Söylediğin şarkıyı daha önce duymamıştım," dedi, sesi titrek ve yorulmuş bir şekilde. Elif, Emre'nin yorgun yüzüne baktı, gözleri hala yaşlı ve düşünceliydi. Elif, başını hafifçe eğdi, sanki içindeki tüm duygular bir araya gelip bu anı yaratmış gibi. "O an içimden döküldü dilime," dedi, sesi sessiz ama etkileyici bir şekilde yankılandı. "Seni öylece görünce..." Bu sözler, içinde birikmiş olan acı ve umutların bir araya gelip şarkıya dönüştüğünü hissettirdi. Emre, Elif'in söylediklerinin derinliğini hissettikçe, kendini daha da huzursuz ve yalnız hissetti. Araba yolda ilerlerlerken Emre'nin sesi, Elif’in düşüncelerine karışarak, "Birçok şeyi kaybettim, Elif," dedi, sesi derin ve hüzünlü bir şekilde. "Ama sen, bu karanlıkta bir umut ışığı gibi parlayan tek şeysin." Elif, Emre’nin sözlerini duyduğunda, içindeki kırılganlıkla birlikte bir yumuşama hissetti. "Hayat bazen çok acı verici olabilir," dedi. Elif, Emre’nin evine geldiklerinde, evin kapısının önünde durdu. Emre, biraz mahcup bir ifadeyle, “Özür dilerim, sormadım; evine ya da başka bir yere gitmek istersen bırakabilirim,” dedi. Elif, bu samimi teklife içten bir gülümsemeyle yanıt verdi. “Senin için sorun değilse burada kalmak isterim,” dedi ve gözleri Emre'nin gözlerinde parladı. Emre, Elif’in isteğini nazikçe kabul ederek, “Üstteki oda senindir; her zaman kalabilirsin,” dedi. Bu sözlerin ardından Emre, yavaş ve sakince merdivenleri çıktı. Kendi odasına gitmeden önce, kız kardeşinin odasının önünde durdu. Odanın kapısına yaklaştı, ne içeri girdi ne de uzaklaştı. Bir süre orada durarak, içeri girmeye karar vermeden önce düşüncelerini topluyormuş gibi göründü. Elif, Emre’nin yanında durdu. Emre yavaşça odanın içine girdi. Odanın köşesinde eski bir sandık vardı; bu sandık, çocukluk yıllarındaki neşeli anların saklandığı bir hazine gibi görünüyordu. Sandığın üzerindeki toz, yılların geçtiğini ama bu anıların hala canlı olduğunu gösteriyordu. Emre, sandığı açarken içindeki eski fotoğrafları ve oyuncakları gördü. Çocukken Behice ile oynadıkları oyuncaklar, eski aile fotoğrafları, tatil anıları, hepsi burada saklıydı. Bir fotoğraf dikkatini çekti; genç bir Emre, kardeşi Behice ve anne-babası, güneşli bir gün, piknik yaparken çekilmişti. Gülüşleri, mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. O an, ailenin bir arada olduğu, hayatın ne kadar basit ama keyifli olabileceği anılardan biriydi. Emre, gözlerinde yaşlarla fotoğrafa baktı, sanki o anları yeniden yaşamak istiyormuş gibi. Emre’nin gözleri dolu dolu, ama kısık bir sesle konuştu. “Kardeşim için her şeyi yapardım. Ama belki de, ne yaparsam yapayım, bu acıdan kaçamazdım. Onun acısını hafifletebilmek için belki de her şeyi denedim ama...” Emre, derin bir acının ve pişmanlığın göğsünde biriktiği anlarda, Elif’in yanına yaklaşırken omuzları çökmüş, adeta tüm yükü sırtında taşıyormuş gibiydi. Karanlık gecede, elmas gibi parlayan yıldızlar bile bu acıyı dindiremezdi. Elif, Emre’nin derin hüzünle yüzleştiğini görerek, yumuşak bir sesle konuştu. “Sen çok iyi bir ağabeydin,” dedi Elif, gözleriyle Emre’ye umut vermeye çalışarak. “Behice ile birbirinize nasıl baktığınızı gördüm. Bu sevgi bambaşka Emre.” "Benim yüzümden hayatını kaybetti." Dedi Emre. Elif, Emre’nin bu sözlerini dinlerken, kalbindeki sızıyı hissetti. “Ölüm bizim elimizde olan bir şey değil,” dedi, derin bir üzüntüyle. “Hiçbirimiz geleceği öngöremez ve hayatın yoluna müdahale edemeyiz.” Emre’nin gözleri, Elif’in sözleriyle bir nebze olsun yumuşasa da, acısının derinliği gözlerinden okunuyordu. “Benim yüzümden,” dedi, sesindeki titreme, tüm duygularını ortaya koyuyordu. “Kardeşim benim yüzümden yatağa bağlı yaşadı. Eğer o gün arabayı kullanacağım diye tutturmasaydım, ne annem ne babam ölecekti, ne de kardeşim böyle bir hale gelecekti. Benim yüzümden oldu. Kardeşimi yatağa mahkum etmeseydim, ölmezdi.” Emre, başını öne eğdi, gözlerinde gözyaşları birikmişti. “Ama o gün araba kullanmak istediğimde, babam uyardı. Ben dinlemedim. Kardeşimin acısının yükünü omuzlarımda taşırken, her gün kendimi suçladım. Kardeşim bedel ödedi, ben ise sadece izledim.” 10 Yıl Önce Yağmurlu bir günün sabahıydı. Gri bulutlar, gökyüzünü kaplamış, ilk yağmur damlaları pencere camlarına vurmaya başlamıştı. Emre, 18 yaşına yeni basmış ve uzun bir bekleyişin ardından ehliyetini almıştı. Gözlerinde, gençliğin ve heyecanın ışıltısı vardı. Ailesi, bu özel anı kutlamak için, ormanlık bölgede bulunan köy evlerine doğru bir yolculuk yapacaklardı. Emre’nin babası, yağmurun başlamasıyla birlikte biraz endişeliydi. “Emre, yağış arttı, yol kaygan olabilir. Belki başka bir gün yaparız bu gezimizi,” dedi, gözleri endişeyle dolmuştu. Ancak Emre, babasının endişelerini yüreklendirecek bir cesaretle karşılık verdi. “Babam, artık ehliyet aldım. Yağmur yağsa da bu yolda tecrübe kazanmalıyım. Ayrıca, bir kez yaşamak zorundayım. Hem, seni ve tüm aileyi daha iyi tanıtmamı istemez misin?” Babası, Emre’nin kararlılığı karşısında biraz yumuşadı, ama yine de şüpheci bir şekilde başını salladı. “Peki, ama dikkatli olmalısın,” dedi. “Yolda dikkat et, ben seni izliyor olacağım.” Aile, araca binip yola çıktıklarında, yağmurun ritmik sesi arabanın tavanında bir melodi gibi yankılanıyordu. İçeride, herkesin yüzü keyifli ve heyecanlıydı. Müzikler radyoda hafifçe çalıyor, içerdeki havayı daha da neşeli kılıyordu. Emre, direksiyon başında, yolun her virajını ve rampasını dikkatle geçerken, babasının tavsiyelerini hatırlayarak sürüyordu. Behice, yan koltukta oturuyordu. Genç yaşına rağmen, neşesi ve canlılığı her zamanki gibiydi. Yağmur damlaları camlarda dans ederken, Behice’nin arka koltukta sırtını yasladığı battaniyenin üstünde gözleri parlıyordu. Emre ve Behice, müzik eşliğinde şarkılar söyleyerek yolculuğun tadını çıkarıyordu. Ailenin içindeki sohbetler, kahkahalar ve müzik, arabanın içini keyifli bir atmosferle doldurmuştu. Ormanlık alana doğru ilerledikçe, yolun kenarındaki ağaçlar ve doğa, yağmur altında canlı bir yeşil örtüyle kaplanmıştı. Yağmur damlaları, ağaç yapraklarından süzülerek yola düşüyor, her adımda doğanın canlanmış görüntüsüyle Emre ve ailesine huzur veriyordu. Yağmur, arabanın ön camına bir perde gibi inmiş, görüşü büyük ölçüde engellemişti. Emre, direksiyonu dikkatle tutmaya çalışıyordu ama yolun kayganlığı ve yağmurun etkisi, her şeyi zorlaştırıyordu. Bir anda, ormanın derinliklerinden yola atlayan küçük bir tavşan, Emre'nin önündeki yolları bir an için tamamen kapladı. Emre’nin refleksleri, hızla tepki vermek için çalıştı, ama tavşanın aniden yola fırlaması, her şeyi değiştirdi. Direksiyonun kontrolü kayboldu, arabanın tekerlekleri kaygan yolda savrulmaya başladı. Emre'nin yüzünde panik ve endişe karışımı bir ifade belirdi. Ailenin çığlıkları ve korkulu haykırışları, arabanın içinde yankılanmaya başladı. Emre’nin babasının “Dikkat et!” şeklindeki paniğe kapılmış uyarıları, yağmurun ve arabanın gürültüsünün içinde kayboluyordu. Araba, yağmurla kaplı yolda dengesini yitirerek havaya kalktı. Yüksek bir çığlıkla birlikte, metalin ve lastiklerin sürtünme sesi karıştı. Gökyüzünde dönmeye başlayan araba, sanki zamanı durdurmuş gibi görünüyordu. Araba, uzun bir süre havada takla attıktan sonra, yere çakılarak kaymaya devam etti. Her şey bir anda karman çorman olmuştu. Arabanın metalik gövdesi, yolun üzerinde sürüklenirken, içerdeki her şey ve herkes, şiddetli bir darbe ile titriyor ve savruluyordu. Yağmur damlaları camlara çarparken, arabanın dışındaki dünyayı bulanık bir şekilde gösteriyordu. Yavaşça durduğunda, ortamda bir sessizlik hâkim oldu. Araba, yolun kenarına ters dönmüş, karnı üstüne yatmış bir şekilde kalmıştı. Yağmurun sesi hâlâ arka planda çırpınarak devam ediyordu, ama içerdeki çığlıklar ve korku yerini, derin bir sessizliğe bırakmıştı. Emre, etrafında bir sessizlik ve karmaşa içinde yavaşça gözlerini açtı. Kemerini çıkarmaya çalıştı. Başaramadı, kemer sıkışmıştı. İlk fark ettiği şey, vücudundaki acıydı; her bir hareketi zorlukla yapıyordu. Sırtındaki ağrı, derin bir öksürükle birleşti ve acının şiddetini artırdı. Arabanın içindeki karanlık ve dağınıklık, yavaşça netleşmeye başlamıştı. "Abi..." Behice'nin titrek sesi, Emre'nin dikkatini çekti. Kardeşinin acılı fısıldaması, Emre’nin kafasını yavaşça çevirmesine neden oldu. Gözleri, Behice'nin ağlayan yüzüyle buluştu. Küçük kızın gözleri yaşlarla dolmuş ve korku içinde parlıyordu. "Abi annem öldü," diye fısıldadı, sesi ağlamaktan neredeyse boğuluyordu. Behice, panik içinde başını sallayarak, “Babam... babam yaşıyor mu?” diye bağırdı. Sesinin ne kadar titrediği, içindeki korkuyu ve umutsuzluğu yansıtıyordu. Gözleri, kardeşinin acısını paylaşıyor ve acıdan parlıyordu. Emre çaresiz bir şekilde, babasının boynuna uzandı. Ellerini, titreyen parmaklarıyla, gözlerinin kenarına değdirirken, kafasını olumsuz anlamda salladı. Telefonuna ulaşma çabası içinde, ellerini zorlukla hareket ettirdi. Behice, cep telefonunu önüne doğru itti, ama kolları serbest hareket edemiyordu. "Abi, hissetmiyorum," diye seslendi, gözleri panik ve çaresizlikle dolmuştu. "Yapamıyorum, kollarımı kontrol edemiyorum," diye ekledi, vücudu yerinde donmuş gibi görünüyordu. |
0% |