@hamish
|
Sokak karanlıktı, yalnızca kırık bir sokak lambasının altında belirsiz bir ışık hüzmesi mekânın arkasındaki dar yolu aydınlatıyordu. Havanın soğukluğu hissediliyor, rüzgâr aralıklarla eserek Zeren'in saçlarını dağıtıyordu. Adımları yere çarparken hissettiği öfke ile doluydu; Devrim’in bu umursamaz tavrı canını daha da acıtıyordu. “Hayır, iyi değilim. Dün iyiydim ama bugün değilim," diye sitem etti Zeren, sesi titrek ve duygusal bir kırgınlıkla. "Beni görüyor musun yoksa görmüyor musun, anlamıyorum.” Sanki kelimeler sadece havada asılı kalıyor, Devrim’in zihnine ulaşamıyordu. Devrim başını geriye atıp soğuk bir gülümsemeyle ona baktı. "Bir anlığına unutmuşum," dedi, sesi acımasız ve keskin, "senin ne kadar aciz olduğunu." Zeren’in kalbinde bir şeyler kırıldı; gözleri bir an için donuklaştı. "Ne demek şimdi bu?" diye sordu, sesi incinmişti. Devrim omuz silkti, alaycı bir tavırla bakışlarını Zeren'den kaçırarak gülmeye başladı. "Gerçekçi olalım. Senin benimle hiçbir şansın yok." Zeren, acısını kontrol altına almaya çalışarak başını iki yana salladı. "Komik," dedi, nefesini dışarı verirken soğuk hava ciğerlerine doldu. "Beni kurtardığın o gün de aynısını söylemiştin. O küçük kız, büyüdü. Yine aynısını söylüyorsun. Ama bir şeyi anlamıyorsun." Devrim, sözlerin altında kalmamak için umursamaz bir şekilde arkasını döndü, uzaklaşmaya yeltendi. Fakat Zeren aniden kolundan tutarak onu kendisine çevirdi. "Ben seni dinledim," diye çıkıştı, gözleri kararlılıkla doluydu. "Şimdi dinleme sırası sende." Devrim kolunu Zeren’in tutuşundan kurtarırken durakladı, ona keskin bir bakış attı. "Peki, söyle bakalım," diye karşılık verdi, sesi alaycı bir tonda yankılandı. Zeren adımını Devrim’e doğru bir adım daha atarak, gözlerini onun gözlerine dikti. "Sen korkaksın, Devrim," dedi, sesi kararlılıkla titredi. "Biri seni sever diye ödün kopuyor. Seni sevme ihtimalim bile seni çıldırtıyor." Bu sözler, aralarındaki soğuk gecenin içine daha da sert bir hava kattı. Devrim yüzünü ekşitti, bu duyguların altında boğuluyormuş gibi bir an için tereddüt etti, ardından yüzüne kayıtsız bir gülümseme yayıldı. "Hiçbir şey düzelecek gibi değil," dedi, başını iki yana sallayarak. "O zaman ortada düzelecek bir şey bırakmayalım." Zeren'in gözleri dolmuştu, ama buna rağmen güçlü durmaya çalışıyordu. Devrim'in soğuk ve umursamaz tavrını sindirmekte zorlanıyordu, ama artık neyin peşinden koştuğunu biliyordu. "Sen üzerimdeki tüm haklarını kaybettin," dedi, sesi kararlı ve sertti. "Sakın iş dışında benimle bir daha muhatap olma." Devrim, Zeren’in sözleriyle sarsılmıştı, kelimeler ağır bir taş gibi kalbine oturmuştu. Bir an için hiçbir şey söylemeden, donmuş bir şekilde onun bakışlarını izledi. Ardından, içindeki boşluk büyürken yüzüne sadece kayıtsız bir ifadeyle döndü ve sessizce arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Zeren, kalbinde bir parçanın daha koptuğunu hissederek Devrim’in ardından baktı. Soğuk hava ve sessizlik, içindeki boşluğu daha da büyütüyordu. Zeren dalgın adımlarla içeri girdiğinde kafasında hâlâ Devrim'le yaşanan tartışmanın yankıları vardı. Kalbindeki kırgınlıkla baş etmeye çalışırken, kimseyi görmek ya da konuşmak istemiyordu; sadece Şah'ı bulmak ve onun yanında biraz olsun rahatlamayı umuyordu. Etrafındaki kalabalığın içinde yürürken aniden sert bir vücuda çarptı. Dengesini kaybetmemek için bir adım geriledi ve başını kaldırdığında karşısında tanıdık bir yüz gördü: Bahadır Soylu. Zeren'in yüzündeki şaşkınlık kısa sürede yerini sakin bir ifadeye bıraktı. "İzninizle..." dedi, Bahadır’ın yanından geçip gitmek niyetiyle. Ancak Bahadır bir adım öne çıkarak yolunu kesti, gözlerinde sert ama bir o kadar da meraklı bir bakış vardı. "Bir özür bekliyorum," dedi alaycı bir tonla. Zeren’in içinde bir şeyler koptu; o ana kadar bastırdığı tüm duygular, gözyaşlarına dönüşüp yeşil gözlerinde parlamaya başladı. Bahadır, o gözlerdeki acıyı ve kırgınlığı fark edince içinde garip bir his uyandı. Sanki Zeren’in tüm bu üzüntüsünü silmek, onu koruyup pamuklara sarmalamak istiyordu. Ama bu düşünceyi hemen aklından kovarak, olayın kontrolünü kaybetmemekte kararlıydı. Zeren, Bahadır’ın bu tavrına karşı sabrını daha fazla koruyamayarak, sesi hafifçe titreyerek ama kararlılıkla, "Özür dilerim, beyefendi. Şimdi izninizle," dedi ve yeniden geçmek için bir hamle yaptı. Fakat Bahadır, Zeren'in gitmesine izin vermek niyetinde değildi. Elini biraz daha yana açarak onun önünü kesti, adeta olayın büyümesi için kasten zorluyordu. "Sadece bu kadar mı?" diye sordu, alaycı bir gülümsemeyle. "Biraz daha samimi bir özür bekliyordum." Zeren’in sabrı tükeniyordu. Bahadır'ın bu tavrı karşısında içindeki öfke giderek büyüyordu; gözlerindeki yaşlar artık sadece hüzünden değil, aynı zamanda sinirden de kaynaklanıyordu. "Bakın," dedi, sesi daha sert çıkmaya başlamıştı. "Beni daha fazla zorlamayın. Şu an sizinle tartışacak hâlde değilim." Bahadır bir adım daha atarak ona yaklaştı, sesi beklenmedik bir şekilde yumuşak çıkarken, "Zorlamayı severim." dedi. Zeren, Bahadır'ın ani tavır değişikliği karşısında bir an için ne diyeceğini bilemedi. Kalbi hızla çarpıyordu ve bu adamın ne yapmaya çalıştığını anlamakta zorlanıyordu. Zeren’in uzaklaşmak için attığı her adımda, Bahadır’ın içinde büyüyen bir rahatsızlık vardı. Zeren'in gözlerindeki hüzün ve sinir karışımı bakışlar, Bahadır'ın içini bir şekilde sızlatıyordu. Kalabalığın gürültüsü, müzik ve sohbet sesleri arasında bir an için zaman durmuş gibiydi. Bahadır, Zeren’in ince omuzlarının hafifçe titrediğini fark etti. Bunun bir kırılma anı olduğunu sezmişti. İçindeki o ani dürtüye karşı koyamadan birkaç hızlı adım atarak ona yetişti. “Zeren, lütfen,” dedi sesindeki ısrar açıkça duyuluyordu. "Sadece bir dakika." Zeren, Bahadır’ın bu isteği karşısında başını hafifçe yana çevirdi, yüzünde soğuk bir ifade vardı. “Adımı, adımı nerden biliyorsun?” diye karşılık verdi. Kalbi hâlâ hızlıca çarpıyordu ve Devrim'le yaşadığı tartışmanın ardından, Bahadır'ın bu kadar kararlı bir şekilde peşine düşmesi onu daha da huzursuz etmişti. Bahadır derin bir nefes alarak ellerini cebine soktu, adeta kendini sakinleştirmeye çalışır gibi. “Beni yanlış anladığını düşünmeni istemiyorum. Mekanındaki herkesi bilirim sadece." dedi, gözleri Zeren’in yüzündeki her ifadeyi dikkatle takip ediyordu. Zeren, Bahadır’ın bakışlarının altında bir an için kendini çıplak gibi hissetti; sanki tüm duyguları apaçık ortadaydı. Gözlerini kaçırarak yere baktı ve dudaklarını aralayıp konuştu, “Ural Bey..." dedi, sesi sakindi. Bahadır histerik bir kahkaha attı. Elini uzattı. "Bahadır Soylu, Ural'ın ortağıyım." Dedi. Elini uzattı. Zeren utanmışçasına başını eğdi. "Kusura bakmayın." Bir kız çocuğu edasıyla Bahadır'ın elini tuttu. "Zeren Ateş." Dedi. Bahadır, Zeren'in elini sıkıca tuttuğunda, dokunuşun beklediğinden daha sıcak ve yumuşak olduğunu fark etti. Elini bırakmadan önce, bakışları Zeren’in gözlerine bir kez daha kilitlendi; sanki onun zihninin derinliklerine bakmaya çalışıyor gibiydi. Bu anın bir anlamı vardı ve Bahadır, Zeren'in ilk baştaki sert ve savunmacı tavrının ardında saklı olan o kırılganlığı daha da net bir şekilde hissetmişti. Bahadır, Zeren'in bu savunmacı haline karşı sabırlı bir şekilde başını salladı. “Belki de bu kadar insanın arasında yanlış kişiyle karşılaştın,” dedi, gözlerinde alaycı bir parıltı belirmişti. "Ama yine de doğru kişiyle karşılaşmış olabilirsin, kim bilir?" Bahadır’a çevirdiğinde, içinde hafif bir huzursuzluk ve belirsizlik vardı. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu, sesinde kararlı ama aynı zamanda temkinli bir ton vardı. Bahadır’ın ona yaklaşmasını anlamlandıramıyordu, ama içten içe bu gizemli tavrının ardında yatan bir şeyleri keşfetmek istiyordu. Bahadır derin bir nefes aldı, gözlerini Zeren’in gözlerinden ayırmadan konuştu. “Sadece şunu demek istiyorum; bazen yanlış anlamalar en doğru yerlere götürebilir insanı. Belki sen de bu gece bunun farkına varırsın,” dedi, ardından hafifçe geri çekildi. "Ama seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Görüşürüz, Zeren Ateş."
|
0% |