@hamish
|
Şah telefonunun ekranında Zeren'in adı belirdi. Şah, derin bir nefes alıp telefonu açtı. "Efendim?" dedi, sesini mümkün olduğunca sakin tutmaya çalışarak. Zeren'in sesi, her zamanki gibi ciddi ve netti. "Şah, şehrin her yerinde çevirme var. Durum kötüleşiyor. Biz güvendeyiz." Şah bir an duraksadı, kaşlarını çatıp çevresine bakındı. Şuan belinde olan elmasları düşündü. "Ben hallederim," dedi kararlı bir şekilde. Telefonu kapatırken, Şah derin bir nefes aldı ve bir an için durumu gözden geçirdi. Bu tür operasyonlarda her zaman bir risk vardı, ama ekibiyle birlikte bu tür krizleri aşmakta ustaydı. Ural, Şah’ın yüzündeki ciddi ifadeyi fark etmişti. "Bir sorun mu var?" diye sordu, hafif bir merakla. "İşle ilgili bir durum," diye yanıtladı Şah, sesinde hafif bir gerginlik hissediliyordu. Durumu açığa vurmak istemiyordu, ama Ural’ın şüphelenmesini de engellemeliydi. Ural, bu açıklamayı pek yeterli bulmamış olsa da, daha fazla soru sormadı. Zaten kendi toplantısına yetişmesi gerekiyordu. "Benim gitmem gerek, toplantım var," dedi, saatine bir göz atarak. Yeni tanıştığı kadına otelinin soyulduğunu söyleyecek değildi. Şah, bu fırsatı kaçırmamaya karar verdi. "Beni de bırakır mısın?" diye sordu, sesini mümkün olduğunca doğal tutmaya çalışarak. Ural, bir an duraksadı, Şah’ın teklifini değerlendirdi. Başta tereddüt ettiyse de, çarpmadan dolayı hissettiği suçluluk duygusu ağır bastı. "Tabii, bırakırım," dedi sonunda. Şah, içten bir teşekkür ederek Ural’ın bu jestini kabul etti. Arabaya binerken, içinde bulunduğu durumu hızla değerlendiriyordu. Ural, onun için bir risk oluşturuyordu ama bu anlık bir avantaj da sağlayabilirdi. Şimdi tek yapması gereken, yol boyunca dikkatli olup, herhangi bir terslik çıkmadan bu işi tamamlamaktı. Şah, Ural’ın yardımıyla klinikte başına pansuman yaptırdı. Ural, Şah’ın her ihtiyacını karşılamış ve ödemeyi yapmıştı. Şah, bu jesti sessizce kabul etti, minnettarlığını sadece kısa bir baş hareketiyle ifade etti. Kafasındaki sızı hafiflese de, zihni hala planlarının üzerinde dolaşıyordu. Klinikten çıkıp Ural’ın arabasına bindiklerinde, Ural motoru çalıştırdı. Şah, koltuğa yaslanıp gözlerini yola dikti. Bir süre sessizlik içinde ilerledikten sonra, Ural konuştu. "Evini tarif eder misin? Seni bırakayım." Şah, adresi verirken Ural fark etti ki, oldukça yakın oturuyorlardı. Şaşırtıcı bir tesadüftü bu, ama Şah bunu sadece bir bilgi olarak aklının bir köşesine kaydetti. Ural da bu yakınlığı fark etmiş gibiydi, çünkü hafif bir gülümsemeyle "Yakın oturuyoruz, komşu sayılırız," dedi.Şah sadece başını sallamakla yetindi. Çok yakın oturmanın hem avantajları hem de riskleri olabilirdi, ama bu konuyu daha sonra düşünmek üzere erteledi. Yol boyunca, ikisi de kendi düşüncelerine dalmış gibi görünüyordu, sessizliğin içinde sadece arabanın motor sesi yankılanıyordu. Bir süre sonra, Ural’ın telefonu çaldı. Ural göz ucuyla ekrana baktı ve hızlıca yanıtladı. "Şah Hanım," dedi karşıdaki kişiye. Birkaç saniye dinledikten sonra, Şah’a dönüp kısık sesle konuştu. "Senin için de sorun olmazsa, önce bir yere uğramam gerekiyor." Şah, Ural’ın ne tür bir işi olduğunu merak ettiyse de, bu fırsatı değerlendirmek istiyordu. "Sorun değil," diye yanıtladı, sesi sakin ve kayıtsızdı. "Sadece Şah, diye ekledi." Ural, Şah’ın onayını aldıktan sonra telefonunu kapattı ve rotayı değiştirdi. Yolun geri kalanı yine sessizlik içinde geçti, ikisi de kendi düşüncelerine daldı. Şah, dışarıdaki manzarayı izlerken, ne olursa olsun, Ural’a karşı dikkatli olmalıydı.Otelin büyük tabelası ufukta belirdiğinde, Şah gözlerini yoldan ayırmadan, Ural’ın neden buraya geldiklerini tahmin etmeye çalıştı. Ural’ın planlarını bilmiyordu, ama bu tesadüflerin onu nereye götüreceğini görmek istiyordu. Şah, içindeki huzursuzluğu bastırarak, olayların akışını izlemeye karar verdi. Ural, otelin girişine yaklaştıklarında arabayı park etti ve motoru kapattı. Kapı koluna uzanırken Şah’a dönüp sakin bir sesle, "Beni bekle lütfen, işim kısa sürecek," dedi. Şah, sadece başını sallayarak onay verdi. Ural, arabadan indi ve otelin büyük cam kapılarından içeri adımını attı. Ona bakan herkes, tanıdık bir karışım olan korku ve saygıyla dolu gözlerle selam veriyordu. Polis memurlarından otel çalışanlarına kadar herkes, Ural Tanca’nın gücünü ve nüfuzunu biliyordu. Yürüyüşü yavaş ve kendinden emin, adımlarıysa sessiz ama otoriterdi. Ural, asansöre yönelip düğmeye bastığında, etrafındaki atmosferin nasıl değiştiğini hissedebiliyordu. Herkes onun kim olduğunu ve neden burada olduğunu biliyordu. Asansör kapıları açıldığında içeri girdi ve düğmeye basarak yukarıya çıktı. Sessizlik içinde geçen birkaç saniye sonra, asansör durdu ve Ural, sakin bir tavırla kapılardan dışarı adım attı. Birkaç polis memuru onu karşılamak için bekliyordu, yüzlerinde endişeyle karışık bir ciddiyet vardı. Ural, kendisine yol gösteren memurun eşliğinde koridordan geçti ve sonunda büyük, güvenli bir kapının önünde durdu. Kapı yavaşça açıldığında, Ural odanın içinde onu bekleyen polisle göz göze geldi. Polis başını eğerek saygıyla selam verdi. "Yine aynı kişiler," dedi polis memuru, sesi temkinli ve ciddi. "Bu, dördüncü soygun." Ural’ın kaşları çatıldı, bu haber onu beklediğinden de fazla sinirlendirmişti. Odaya adımını atıp kasaya doğru ilerledi. Polis, kasanın açık kapağını göstererek devam etti, "Paraya dokunulmamış. Yine aynı şekilde, sadece elmaslar ve evraklar alınmış." Ural kasanın yanına geldiğinde, soğuk bakışlarıyla durumu inceledi. Kasanın üzerindeki izlere bakarken, yüzündeki öfke artıyordu. Her bir detay, hırsızların ne kadar profesyonel olduğunu gözler önüne seriyordu. Elmaslar ve evraklar… Her seferinde aynı şeyler. Bu, onun otoritesine karşı doğrudan bir meydan okuma gibiydi. Etrafındaki adamlara dönüp kibar bir beyefendi edasıyla ama sert bir tonda konuştu, "Kaç defa daha soyulmam gerekecek? Hırsızları yakalamanız için." Polis memurları donmuş gibi durdular. Ural’ın öfkesi, her bir kelimesine sinmişti. Adamlarına meydan okuyucu bakışlar atarken, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi ama bu gülümsemenin ardında yoğun bir hiddet yatıyordu. O, Tanca ailesinin varisi olarak böyle bir aşağılanmayı asla kabul edemezdi. Bu hırsızlar, ne olursa olsun yakalanacak ve bu cesaretlerinin bedelini ödeyeceklerdi. Ural, kasaya doğru bir adım daha attı. Parmaklarını, kasanın üzerinde büyük harflerle kazınmış "EBE" yazısının her bir harfine yavaşça sürttü. Yüzünde derin düşüncelerin izleri vardı. "Ebe," diye fısıldadı, sesi odayı dolduran sessizliğin içinde yankılandı.Tam o sırada, Ural bir hareket fark etti ve başını kaldırdığında Şah ile göz göze geldi. Şah, karşısında duran bu güçlü adamın sessiz öfkesini iliklerinde hissetti ve istemsizce yutkundu. "Kusura bakma, ben gelmeyince merak ettim," dedi Şah, sesi biraz titrek çıkmıştı. Ural, gözlerini Şah’tan ayırmadan, elini yavaşça kasadan çekti. Hareketsiz bakışlarında, bir an için ne kadar derin bir hesaplaşma yaşadığını görmek mümkündü. Sonra, adımlarını ağır ama kararlı bir şekilde Şah’a doğru yöneltti. Aralarındaki mesafeyi kapatırken, odadaki hava iyice yoğunlaştı. "Beklettiğim için kusura bakma," dedi Ural, sesi önceki gibi sakin ama bu kez daha yumuşaktı. Elini Şah’ın omzuna hafifçe koyarak onu holün çıkışına doğru yönlendirdi. Şah, bu dokunuşun ardındaki ağırlığı hissederek başını salladı ve birlikte sessizce odayı terk ettiler.İkili, sanki kelimelerle bozulması mümkün olmayan bir anlaşmaya varmış gibi, sessizce koridordan geçtiler. Ural’ın adımları her zamanki kadar emin ve kontrollüydü, Şah ise yanında, olup bitenleri sindirmeye çalışarak yürüyordu. Otelin ana kapısına vardıklarında, garip bir atmosfer ikisinin de üzerinde asılı kaldı. Sanki her şey sessizlikle daha da derinleşiyordu. Arabaya vardıklarında, Ural anahtarı çıkarıp kapıyı açtı ve Şah’a eliyle içeri girmesi için işaret etti. Şah, bir an tereddüt etti, ama sonra başını sallayarak içeri geçti. Ural da peşinden bindi ve motoru çalıştırdı. Sessizce yola çıktılar, aracın motoru hafif bir mırıltıyla çalışırken, ikisi de düşüncelere daldı. Anayola çıktıktan kısa bir süre sonra, polis sirenlerinin yankısıyla irkildiler. Önlerindeki yol polisler tarafından kesilmişti. Ural yavaşça frene bastı ve aracı kenara çekti. Polisler arabaya doğru yürürken, bir tanesi elindeki feneri camlara doğru tutarak içeri bakmaya çalışıyordu. "Arabadan inin," diye emir verdi polis, sert ve otoriter bir tonla. Şah'ın yüzünde bir endişe belirdi, ama hemen toparlandı. Rolünü muhteşem bir şekilde oynuyordu. "Ne oluyor?" diye sordu, sesi hafifçe titriyordu. Ural ona sakin bir bakış attı. "Sakin ol, ben halledeceğim," dedi, soğukkanlı bir şekilde. Ardından yavaşça kapıyı açıp dışarı çıktı. Polis, Ural’a şüpheyle bakarak yanına yaklaştı. "Hanımefendi de insin," dedi polis, hala aynı sertlikle. Ural derin bir nefes aldı, sakinliğini koruyarak başını salladı. Tam o sırada, başka bir polis memuru yanlarına geldi. Gelen memur, durumu fark eder etmez hemen araya girdi. "Kusura bakmayın, Ural Bey," dedi, yüzünde mahcup bir ifade vardı. "Arkadaş yeni başladı, sizi tanıyamadı." İlk polis, şaşkınlıkla Ural'a tekrar baktı, ardından hızla durumu toparlamaya çalıştı. "Özür dilerim, efendim. Bir yanlış anlaşılma oldu." Ural, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Sorun değil," dedi sakince, ardından polis memurlarına nazik bir şekilde teşekkür etti. Geri dönerken, Şah’a hızlıca bir bakış attı ve elini hafifçe kaldırarak endişelenmemesi gerektiğini işaret etti.Şah, rahatlamış gibi göründü ama içindeki tedirginlik hala tam olarak geçmiş değildi. Ural tekrar direksiyonun başına geçerken, polis memurları saygıyla yol açtı. Motor yeniden çalıştı ve araç, polis barikatını geçerek yola devam etti. "Ne arıyorlarmış memur beyler?" diye sordu Şah, meraklı bir ses tonuyla, ama içinde hafif bir tedirginlik de vardı. "Psikopat bir hırsız," diye yanıtladı Ural, yüzünde ürkütücü bir gülümseme belirirken. Gözleri, karanlık bir anıyı hatırlıyormuş gibi parladı. "Tancaları soyacak kadar psikopat." Şah, endişeli bir ifade takındı, rolünü iyi oynuyordu. "Ebe mi, tanıyor musun haberlerde görmüştüm, gerçek mi?" diye sordu, sanki soruya cevabı hiç bilmiyormuş gibi. "Gerçek..." Ural, Şah'ın yüzüne kısa bir bakış attı, gözleri sanki Şah'ın içini okuyormuş gibiydi. "Ne?" diye şaşkınlıkla mırıldandı Şah. Ural, direksiyonu sıkıca kavradı, gözlerini tekrar yola dikti. "Hayal bile edemezsin," dedi naif bir tonda, "senin gibi masum bir kadının bileceği bir şey değil." Sadece, içindeki soğukkanlılığı koruyarak hafifçe başını salladı. Ural, Şah’ı geniş malikanenin önüne getirdiğinde, araç yavaşça durdu. Şah, arabadan inmeden önce Ural’a dönerek hafif bir gülümsemeyle, “Teşekkür ederim,” dedi. Kafasındaki düşünceler bir an için hafiflemiş gibiydi. Kapıyı açtı, ama o sırada elindeki küçük elmas poşeti koltuğun yanına düştü. Bunu fark etmeden arabadan indi ve ağır adımlarla malikaneye doğru ilerledi. Ural, Şah’ın kapıyı kapatmasının ardından, arabada bir şeyin parladığını fark etti. Eğilip baktığında yerde duran elmas dolu poşeti gördü. Gözlerini hafifçe kıstı, bir an duraksadı. Sonra poşeti yerden alıp arabadan indi ve Şah’ın peşine düştü. Şah, malikanenin büyük kapısının önünde durduğunda, karşısında Teoman ve Devran’ı gördü. İkisinin de yüzünde ciddi bir ifade vardı. Şah, Teoman ve Devran’a bakarken, Ural’ın adımlarını duydu ve arkasına döndü. Ural, Şah’a doğru ilerleyip elinde tuttuğu poşeti ona doğru uzattı. “Bunu düşürdün,” dedi, sesi soğukkanlı ve kontrol altındaydı. Şah, bir an ne söyleyeceğini bilemeden Ural’a baktı, ardından poşeti alırken yüzünde hafif bir endişe belirtisi belirdi. Teoman ve Devrim da durumun farkına varmışlardı, ama hiçbir şey demediler. Sessizlik, sadece anın gerilimini artırıyordu. |
0% |